Çerkesler Kırım Savaşı'ndan sonraki yıllarda Osmanlı
İmparatorluğu'nda, sık sık gündeme gelmiştir. Kafkaslardaki
Rus istilası arttıkça, buralardaki Müslüman ahali Osmanlı
İmparatorluğu'na kitleler halinde göçe zorlanmıştır. Bilhassa
1863-64 kışında güney-batı Kafkasya’da Dağlıların direnişi
kırılınca, yüz binlerce Kafkas göçmeni Osmanlı limanlarını
doldurmuştur. İngiltere’nin İstanbul Büyükelçisi Sir H. Bulwer, Dışişleri
Bakanı Earl Russell’e yazdığı 3 Mayıs 1864 tarihli raporunda
“Çerkezistan gitti; kurtarılacak artık Çerkesler kaldı”
demişti.
Rusların “ya Osmanlı'ya ya da Kuban çevresine” diyerek göçe
zorladığı Adigelerin büyük çoğunluğu Osmanlı topraklarını
seçmek zorunda kalmıştı. Bu göç trajedisinin arka planı hala
tartışıldı ve tartışılmaya da devam edilecektir. Rus
istilasından kaçan bu insanların bir kısmı Anadolu’ya, çoğu
ise Rumeli’ye, Tuna boylarına iskan edildi. Kafkas
göçmenlerinin Rumeli’ye yerleştirilmeleri Osmanlı
İmparatorluğu'nun Balkanlarda Hıristiyan unsurlara karşı
Türk-Müslüman unsurları kuvvetlendirme politikası güttüğü
şeklinde yorumladı ve tenkitlere uğradı. Gerçektende
Balkanların demografik yapısı Kırım Savaşı sonrasındaki
süreçte Türk ve Müslüman nüfus lehine oldukça fazla
değişmiştir. Öyle ki, bu gelişme bilhassa Panislavist
propagandanın tahrik ettiği kampanya sonunda kısmen
haksız ve insafsız bir Çerkes psikozu yaratacak seviyeye
gelmiştir.
Çerkeslerin Balkanlara iskan edildiği yıllardaki iskan
politikasına haliyle Balkan milletleri tepki göstermiştir. Bu
tepkilerini de kendilerince doğru bir adres olan Rusya’ya
yapmışlardır.
Sırbistan’dan Rusya’ya Mektup
“Siz Kafkasya’yı fethettiniz, Kafkasya da bizi fethediyor.
İşte bu mektupta bahsetmek istediğim konu bu. Siz Ruslar
Çerkesleri kendilerine yurt aramak için dört bir tarafa
dağıtırken, ister istemez Güney Slavı’nın dört yüzyıldan
fazladır sırtında taşıdığı yükü de artırmış olduğunuzu hiç
düşündünüz mü? Kuşkusuz, hayır. Çünkü bu durumdan herhangi bir
yarar umamazdınız ama aynen öyle oldu. Boyun eğmek istemeyen
Çerkeslerin bir kısmının ocaklarını terk edip başkalarını
aramaya karar verdiğini elbette biliyorsunuz. Herhalde
bilmediğiniz, onların önemli kısmının bizim bölgemize
yerleştiği ve bizi de aynı şekilde kendi ocaklarımızı terk
edip başkalarını aramaya zorladıklarıdır, Abarttığımı
sanmayın. Çerkesler prensliğimizin eşiğinde, tam olarak
aramızda ve bizimle, yani prensliğimizle bir yandan eski
Sırbistan’ın diğer yandan Bulgaristan’ın arasındalar. Bu arada
Çerkesler cesur, gururlu, vahşi ve zapt edilmez bir halk. Biz
ise, Güney Slavları ezik, köle ruhlu, manevi gücünü kaybetmiş
bir halkız. Üstelik Çerkesler çıplak (birçoğu kelimenin gerçek
anlamıyla çıplak), aç ve aynı zamanda çalışmıyorlar. Biz ise
bir yandan Çerkeslerin, diğer yandan efendimiz Türklerin
istediği gibi onların açlığını gidermek ve çıplaklarını örtmek
zorunda değiliz ve bunu zaten yapamıyoruz. Peki ne yapalım,
ölelim mi? Gerçekten yok olacağız, hem de Afrika’nın en ücra
köşelerindeki insanlar gibi yok olacağız...
Şimdi Çerkesler tarafından işgal edilen yerler, bilindiği
gibi, eski Sırplarla ve Bulgarlarla meskundu. Çerkesler
buralara geldiğinde Babıali hemen yerlilere yükümlülükler
koydu. Yeni gelenlere şu hizmetleri vermekle yükümlüydüler:
Onlar için evler ve çeşitli müştemilat (ahır, samanlık vb.)
yapacaklar veya kendilerininkini bırakacaklar, iaşelerini
sağlayacaklar, göçmenler için tarla sürüp ekecekler vb. ve
bütün bunların karşısında sert Türk cezası tehdidi var...
Sırbistan’la bir yandan Bulgaristan ve diğer yandan eski
Sırbistan arasında bulunan köyler tamamen Çerkeslere terk
edildi. Sırpları ve Bulgarları oralardan koydular ama mesele
bununla da bitmedi. Çerkeslerin çalışmayan bir halk olduğunu
söylemiştim, bu yüzden başkasının kesesinden yaşıyorlar.
Gerçekten yağma, cinayet ve şiddet şu anda sınırımızda en
dehşet verici boyutlarda yaşanıyor. Çerkesler sadece doğrudan
Türklere bağlı köylülere değil, bizim prensliğimizin
köylülerine de saldırıyorlar...
Babıali’nin Çerkesleri yerleştirmek için Sırbistan’la
Bulgaristan ve Eski Sırbistan arasındaki yerleri boşaltırken
hangi niyetlerle hareket ettiğini söylemeye gerek var mı?
Bizi, prenslik Sırplarını, eski Sırpları ve Bulgarları ayırmak
aramıza demirden Çerkes duvarını çekmek, işte bu meseledeki
Türk politikası. Çok kurnazca bir politika değil ama Sırpları
hiçe saymak açısından çok önemli.”
“Vatanından Uzaklarda Çerkesler” Murat Papşu (Sayfa-81-82)
Çerkesler -bilhassa 93 Harbinde (1877-78 Osmanlı Rus Savaşı)-
süvari muavenesi (yardımcı süvari birlikleri) oluşturup
Osmanlı Ordusu'nun yanında Ruslara karşı savaşarak
Balkanlardaki Slav yayılmacılığına zarar verince “Çerkes
psikozu” iyice pekişmeye başlamıştır.
Örneğin; Tulça Mutasarrıflığı'na Kuzey Dobruca’yı boşaltma
hazırlığı için verilen 1 Mayıs 1877 tarihli şifreli emir
yabancı konsoloslarca duyulmuş ve Tulca’daki konsoloslar
gecikmeden İstanbul’u velveleye verme gayretine
girişmişlerdir. Bu gayretlerini tutturabilmek için de “Silahlı
Çerkeslerin çapulculuğa başladıklarını iddia etmişlerdir.
Konsoloslar, sefaretlerine karşı kendi yarattıkları “Çerkes
psikozu”nu kullanmış ve aşırı mübalağa yoluna sapmışlardır.
Mabeynî Hümayûn Kâtibi Said Paşa Tuna Orduları Başkumandanı
Abdulkerim Paşa’ya gönderdiği 14 Mayıs 1877 tarihli şifreli
telgrafla “Dobrica ve Silistre taraflarında asker olmadığı
gibi Hükümetin de oralardan çekildiğini, Çerkes ve
başıbozuklar yalnız İshakçe kazasında 6 Bulgar köyü yağmalayıp
iki kilise yaktığını, aldıkları duyumlara göre bunu da
karşıdan kimlik ve kılık değiştirerek geçen Kazak ve Moskoflu
Tatarlar bizim halkı teşvik ederek yaptırdıklarını, bu
dedikodu hakkında Sultan 2. Abdülhamid’in izahat bekledikleri
gibi sağlıklı şekilde boşaltma tedbirlerine devam edilerek
Dobrica havalisinin tahliyesi zorunlu bir savaşa dayalı olsa
bile düşmanın tecavüzüne kadar İslam ve Hıristiyan ahaliyi
güvenceye almak ve başıbozuklar ve Çerkeslerin düşmanlığının
şiddetle men edilmesi gerektiğini emretmişlerdir.
Bu tel emrine karşı Abdülkerim Paşa 16 Mayıs 1877 tarihli
şifreli telgrafla; İshakçe taraflarında dışarıdan gelmiş
Çerkes ve başıbozuk olmadığı gibi oranın yerlisinden bir
miktar süvari muavenesi (yardımcı süvari kuvveti) varsa da
öyle köy yağma etmek ve kilise yakmak gibi hareketlerin
olduğuna dair bana bir ihbar gelmediği gibi bununda asılsız
olduğunun anlaşıldığını belirtmiştir.
Serasker Redif Paşa “Rusçuk ahalisini korumakla yükümlü
birliklerimiz ile başıbozuklar ve Rusçuk köyleri Çerkeslerinin
zulmederek birbirini öldürmekte olduğu işitildiğinden bahisle
bunun önlenmesi için Varna’da bulunan İngiltere Konsolosu
İngiltere Devleti'nin temennisini içeren
tedbirlerin uygulanması yolundaki isteklerini Serdar Paşa
hazretlerine bir telgrafnameyle bildirdiğini, ayrıca
Dobricadan hicret eden Müslümanlar hakkında Dobrica
Bulgarlarının etmediği kalmadığı ve Tatarları katletmekte
oldukları ve Ziştovi’den hicret edemeyip kalan ihtiyar ve
biçarelere öldürme ve eziyet gibi zalimce davranışlarda
bulunulduğu halde onlar için ecnebi devletler tarafından bir
şey denilmeyip de, aslı olup olmadığı meçhul olan dedikodular
üzerine konsolosların aleyhte konuşmalarına hayretle beraber
bilginiz olması için açıklıyorum” demektedir.
Ruslar 93 Harbi'nde Doğu ve Batı cepheleriyle Osmanlı'yı
kıskaca alarak zor durumda bırakmıştır. Batı cephesi
olarak adlandırılabilecek Balkanlarda da Osmanlı Devleti
yenilmiş, 3 Mart 1878'de hiçbir
zaman yürürlüğe girmeyecek Ayastafanos antlaşması ve 13
Temmuz 1878’de de savaşı bitiren Berlin Antlaşması'nı
imzalamıştır. Bu antlaşmanın Türkçe metinlerinde göremediğimiz
“gizli” maddesi gereğince Çerkesler için yeni bir muhaceret
başlamış oldu.
Rumeli’den Suriye’ye
Varna, Rusçuk ve Köstence limanlarına çıkartılarak buradan
Balkanların çeşitli yerlerine iskan edilen ve Rumeli’de 14 yıl
kadar yaşayan 70-80 bin Çerkes, Balkanları terk ederek akın
akın İstanbul’a doğru yola çıktı. Osmanlı, muhacirleri bugünkü
Çerkezköy’de durdurdu. Çerkezköy’ün ismi buradan gelmektedir.
Tekirdağ limanından gemilere bindirilen Çerkesler Anadolu,
Suriye, Ürdün, Lübnan ve hatta İsrail’e gönderildi.
Lübnan nüfusunun önemli bir kısmı Hıristiyanlardan meydana
gelişi, Çerkesler hakkında kötü propagandalar yapıla gelmiş
olması, nihayet evvelce Lübnan’da kanlı Hıristiyan-Müslüman
çatışmalarının çıkmış bulunması yüzünden, Avrupa basını,
Lübnan’a Çerkes göçmeni yollanmasına karşı yayınlar yapmıştı.
Lübnan’da ki konsolosların bazıları da Rumeli’den Lübnan’a
göçmen gönderilmesine karşı Avrupa devletlerince direnmeler
olmuştu. İtalya Hükümeti'nin bu konuda teşebbüsü olmuştur.
İstanbul’daki Fransız Büyükelçisi Fournier, İtalyan
teşebbüsünü desteklemiş ve Beyrut ve Şam’a göçmen
gönderilmemesi için Osmanlı hükümeti nezdinde teşebbüste
bulunmuştur.
Suriye’ye Rumeli göçmenleri gönderilmesi Şubat-Mart aylarında
başlamıştır. İngiltere’nin Beyrut Başkonsolosu Eldridge daha
Şubat 1878’de Rumeli’den Suriye’ye göçmen getirildiğini haber
vermiştir. Eldridge Mart ayı başlarında da Suriye’ye
göçmenlerin gelişinin devam ettiğini bildirmektedir. Öte
yandan Fransa’nın Suriye Başkonsolosu Guys’da Suriye’ye
gelen Rumeli göçmenlerini haber vermiştir. 16 Nisan 1878
tarihinde Guys Rumeli’den Suriye’ye 25 bin kadar Rumeli
göçmeni geldiğini ve bu miktarın 100 bin’ne çıkarılacağını
bildirmektedir. Öyle anlaşılıyor ki, Suriye’ye göçmen
gönderilmesi bahar ve yaz aylarında da devam etmiştir. Fakat
ne kadar Rumeli göçmeninin Suriye’ye yerleştiği kesin olarak
belli değildir. Yukarıda işaret edilen belgelere dayanarak,
Suriye’ye 100 bin kadar göçmen gönderilmiş olduğu tahmin
edilebilir.
Çerkesler Halep Sancağı'na bağlı Harim kazasının Rihaniye
nahiyesinin Yenişehir, Efnir ve Harran köylerine, Antakya
kazasına bağlı Karamurt nahiyesinin Bedirge Çerkez, Avakibe
Çerkez, Maraşlı Çerkez köylerine genellikle 1878-1879
yılarında edilmişlerdir. İskan 1882 yılına kadar peyderpey
sürmüştür. Köy adlarındaki “Çerkes” kelimesi iskan sonucunda o
dönemin resmi evrakına işlenir olmuştur.
Yine Halep Sancağı Münbiç kasabasının halkı genel olarak
muhacir Çerkezlerden oluşmaktadır. H. 1295 (M.1878) yılında
padişah II. Abdulhamid’in buyruğu doğrultusunda muhacir
Çerkezler burada iskân ettirilmiş ve masrafları da Hazine-i
Hassa tarafından karşılanmıştır. Ayrıca padişah emriyle burada
bir cami ve mektebi iptidai (*) inşa edilmiştir. O
günden itibaren Münbiç bir kasaba haline gelmiş ve eski
konumuna kavuşmuştur.
Çerkez usulü abalar ve bazı elbiseler dokunmakta ve ayrıca
gümüş işleri de yapılmakta, kasaba merkezinde, çok nefis cins
kısraklar da bulunmaktaydı.
(*) 1846 kurulan sıbyan mekteplerinin Tanzimat’tan sonraki
adı. Elifba, Kur’an, ilmihal, tecvit, harekeli Türkçe,
Muhtasar Ahlakı memduha risalesi, sülüs ve nesih yazıları
öğretildiği 3 yıl süreli eğitim kurumlarıdır.
KAYNAKÇA:
1) Rumeli’de Türk Göçleri-Bilal ŞİMŞİR. Cilt 1.
2) Osmanlı Vilayet Salnamelerinde Halep - Cengiz
EROĞLU, Murat BABUTÇUOĞLU ve Yard. Doç. Dr. Mehmet KÖÇER.
Global Strateji Enstitüsü yayınları. 2007 |