CC Notu: Tarih boyunca
Çerkeslerin bireysel olarak insanın kanını donduran
cinayetlerde nasıl kullanıldıklarına güzel bir örnek olarak
aşağıdaki makaleyi size sunuyoruz. Bireysel görünse de Çerkes
insanının bu tür olaylarda adı geçmesi toplumumuz açısından
ders olacak niteliktedir. Her ülkede her devirde halkı tarafından
sevilen, sayılan, vatansever, ülkesi için cansiperane
çalışmış, kimi kendi döneminde, kimi daha sonra takdir görmüş
ya da her zaman geçmişte de günümüzde de hayranlık ve şükran
duyulan pek çok kahraman vardır.
Bu tarihi kahramanlardan biri de devrinin en parlak, en
başarılı, hürriyetperver siyaset adamlarından biri olan Mithat
Paşa'dır. Onun başarılı devlet adamlığını, nasıl suçlanıp
hüküm giydiğini, Taif zindanına gidişini ve oradaki yaşamını
şahadetine ve hatta sonrasına kadar olan
olayları ele alan pek çok kaynak vardır.
Bunlardan İsmail Hakkı Uzunçarşılı ve Bekir Sıtkı Baykal’ın bu
konudaki eserleri başta olmak üzere Taif öncesini, Taif'i ve
Taif sonrasını olaylarda adı geçen her şahıs için ayrı bakış
açısıyla birinci elden belgelere dayanarak konu edinen çok
sayıda kaynak bulunmaktadır.
Ancak bilgi çokluğu, belge çeşitliliği ile dokunmuş, uzun bir
süreci kapsayan, çok sayıda kişinin yer aldığı tarihi olaylar
zincirini irdeleyen bu kaynakların bilimsel, belgesel bir
anlatımla sundukları bu süreçte her olayın çok önemli oluşu,
bir çok belgeye dayanan uzun ve ayrıntılı ele alınışı gibi
nedenlerle üzerinde durmak istediğimiz "Şahadet Gecesi"ni
gözden biraz uzak tutup ve bizce üzerinde durulup, her
ayrıntısının titizlikle tetkik edilmesi gereken "Şahadet
Cinayeti"nin araya sıkışmış bir dehşet olayı olarak kalmasına
yol açtıkları kanısıdır ki "Şahadet" olayını ayrıntılı bir
şekilde ele aImamıza neden olmuştur. "Şahadet Olayı", neden o
gecenin başlı başına inceleme konusu olarak ele alınması
gerektiği düşüncesine gelince; bizi bu olaylar zincirinin en
büyük ve en dramatik sonucunun, bir anlamda son noktasının
olması ötesinde insan olmak açısından da ilgilendirdiği
içindir.
Ömrü boyunca devletine, milletine büyük hizmetler vermiş,
geldiği konum itibariyle asla böyle bir sona yakışmayan, bu
kadar dehşetli ve dramatik bir cinayete kurban gideceği akla
bile gelmeyecek kadar şanlı, başarılı bir paşanın işlemediği
bir suç için (Sultan Abdülaziz'in hallinden sonra ölümüyle
suçlananlardan en önemli şahsiyet Mithat Paşa’ydı) en ağır ve
hakir cezalara, davranışlara maruz bırakılıp, en aşağılayıcı
ölüme (her ne kadar şehitlik mertebesine ulaşmış ise de
işlenen cürüm insanlık dışı bir zulümdür) mahkum edilip, an be
an ölümü göstere göstere, yaşata yaşata ecelin soğuk nefesini
hissettire hissettire manen ve maddeten öldürülmesi hangi
insanlığa sığar ki?
Zaten düştüğü durumun ağırlığı altında ezilen, güvenmediği
kişilere minnet etmemek için rahatsızlığını bile (1) bildirmek
istemeyen, yakınlarını içine bulunduğu durumun vahametinden
uzaklaştırıp üzülmelerini önlemek için mektup yazarak teskin
etmeye çalışan, öldürüleceğine kesin kanaat getirdikten sonra
çaresizlikle o anın gelmesini bekleyen bir insanın
psikolojisini, düşüncelerini ve o an geldiğinde nasıl bir ruh
hali yaşadığını düşünmek bile bizi dehşete düşürmeye yeter.
Bu nedenle bu kadar dramatik bir olayın, olaylar zinciri
içersinde kaybolup gitmesine razı olmak asıl konunun, bu
cinayetin vahşeti oluğuna dikkat çekmek düşüncesine kapılmamak
mümkün değildir.
Şahadet gecesinin ve cinayet anını konu edinen bir çok belge
ve eser yanında Türk İnkılap Tarihi Arşivi'nde rastladığımız
ve Türk Tarih Kurumu Kütüphanesi’nde de bulunan çok sade ve
yalın bir dille olayı hikaye eden, yazarı belli olmayan (2)
küçük bir kitapçık (muhtemelen muhtasar risale olmalı,
muhtasar risale olmasa bile mufassal risale ile çok büyük
benzerlikler gösterdiği ve hemen hemen aynı cümlelerin
kullanıldığı diğer kaynaklarda da tamamı yer almadığı için,
her kaynağa karşı duymamız gereken şüpheyi elden bırakmayarak
risaleyi tanıtmak düşüncesindeyiz. Hayrullah beyin risalesi
olma ihtimali kuvvetli olduğu için, aksini ispatlayana kadar
onun risalesi olarak kabul edeceğiz.) Mithat Paşa olayı
gerçeğini bir kere daha değişik bir açıdan ele almamız
gerektiğini düşündürdü.
Bu konudaki kaynakları birbiriyle kritik ederek, insani açıdan
ele alacağımız olayla ilgili küçük kitapçığı temel alarak,
yeri geldiğince diğer kaynaklarla destekleyerek Şahadete giden
süreci yeniden irdelemek istedik.
Çünkü temel alacağımız küçük kitapçık Mithat Paşa ile aynı
kaderi paylaşan onlara manevi bağlarla bağlı olan, olayları
onlarla birlikte yaşayan ancak cinayetten kurtulan bir kişi
tarafından (1874’de şeyhülislam olan ve Abdülaziz'in halline
dair fetva veren ve bunun için suçlanan Hayrullah Efendi
olmalı) (3) ele alındığı için, eser belgesel niteliğinin yanı
sıra hikaye edilen cinayetin dehşetine, Taif'deki talihsiz
kurbanların çaresizliğine dikkat çekmektedir.
Bu kitapçığın başlangıcında yazar, Mithat Paşa'nın tercüme-i
halini ileride risale şeklinde yayınlanacağını, şimdilik
müsvedde niteliğinde olduğunu belirtmektedir.
"Şehid-i mumaileyhin tarihleri mazbut olarak mükemmel bir
tercüme-i halini ileride risale şeklinde tab ettirdiğimiz
vakit yazmak üzere şimdilik muhtasar ve umumi surette
tahririyle iktifa edeceğiz..." (4)
İsmail Hakkı Uzunçarşılı eserinde mufassal risaleden
yararlandığına, muhtasar risale ile mufassal risalelerin
benzer noktaları bulunduğuna işaret etmekte ve Mithat Paşa ile
arkadaşlarının Taif'e gönderilmesiyle başlayan incelemesini,
onların Taif'deki yaşantılarını, şahadetlerini, diğer
tutuklular ve tutuklulara nezaret eden görevliler hakkında
bilgi vererek, belgelerle örnekleyerek bitirmektedir.
Uzunçarşılı, kitabında mufassal risaleye yeri geldiğince
olaylarla ilgili olan kısımları parça parça olmak üzere
değişik bölümlerde yer vermektedir. Risalenin tamamını, aynen
vermekten çok, işlediği konuyu destekleyen kısımlarını ele
almış, bazen de muhtasar risale ve diğer kaynaklarla
kıyaslamıştır. Biz elimizde olan kitapçığa daha fazla yere
vererek, hatta bu risaleyi tanıtım mahiyetinde bir irdelemeyle
olayları hikayelendirmeyi, Şahadet olayını duygusal açıdan
vurgulayarak anlatmayı amaçladık.
Bunun için risaleden söz ederek ve yeri geldiğince başka
kaynaklarla karşılaştırarak, olayı birazda duygusal bir
yaklaşımla ele alacağız. Küçük kitapçığımızla birlikte kritik
edeceğimiz kitaplar -bu konuda yazılmış bir çok kaynak olmakla
beraber- birinci elden belgelere dayanan temel nitelikli
oluşlarından dolayı "Mithat Paşa ve Taif Mahkumları (Uzunçarşılı,
İsmail Hakkı) "İbretnüma" (Baykal, Bekir Sıtkı) "Mithat Paşa"
(Yücebaş, A.Hilmi) "Mithat Paşa'nın Hatıraları" (O. Selim
Kocahanoğlu) adlı eserler olacaktır.
Her olay ya da kişi hakkında hepsinde ayrı yerlerde, farklı
değerlendirmeler yapılmıştır. Birinde ayrıntılı ele alınan bir
konu diğerinde kısaca verilmiş olduğundan birlikte kritik
edilecektir.
Temel aldığımız risalenin başlangıcında neden kaleme alındığı
ifade edilip Mithat paşa hakkında bilgi verilmeye
geçilmektedir.
Mithat Paşa'nın Niş'e tayin edildiğini (5) oradaki başarısı
nedeniyle örnek bir uygulama sonucu düşünülen Tuna vilayeti
valiliğine getirildiğini, buradaki Bulgar komitalarına karşı
gösterdiği siyasi başarı nedeniyle önceleri hem Bab-ı Ali'nin
hem de yabancı devletlerin takdirini kazandığını (6) sonraları
kendi politikalarının tehlikeye girdiğini gören yabancı
devletlerin, Bab-ı Ali'ye Mithat Paşa’nın komitacılara karşı
aldığı tedbir ve cezaları şikayet ettiklerini, bunun üzerine
Mithat Paşa'nın İstanbul'a çağrıldığını 1872 senesinde birinci
defa sadrazamlığa getirildiğini belirtmektedir. (7)
Yazar, Mithat Paşa'nın Sadarete geçişinden sonrası için
yaptığı değerlendirmede Sultan Abdülaziz'in keyfi icraatta
bulunduğunu, Esad Paşa'yı Hüseyin Avni Paşa'yı Mahmud Nedim
Paşa'yı dama oyunu oynar gibi üç-beş günde bir sadrazamlık
makamına getirmeye başladığını ve bu nedenle Sadrazam Mithat
Paşa'yı Bağdat'a Vali olarak gönderdiğini ifade etmektedir.
(8) Risalenin devamında da Mithat Paşanın Beyrut’taki
başarıları anlatılmaktadır.
Yazar, onun Fırat'ta vapur işlettiğinden çok güzel yollar
yaptırdığından ve geçmişte Bulgarları Türk mezaliminden
kurtarmak için gelen Rusların, Tuna'nın (şimdiki Bulgaristan)
gelişimine hayran kalıp köylülere "siz bize zaruretten,
sefaletten şikayet ediyor idiniz bu zenginliği bu mağmuriyeti
nankör gözleriniz görmüyor mu idi’’ (9) diye sormak zorunda
kaldıklarından bahsederek paşanın ne kadar isabetli ve
başarılı işler yapmış olduğunu vurgulamaktadır.
Daha sonra risalede yazar Mithat Paşa'nın Bağdat’tan
İstanbul'a davet edilerek Şuray-ı Devlet Reisliği’ne tayin
edildiğini, bu sırada Sultan Abdülaziz'in ölümüyle Saltanat’a
Sultan Murat'ın geçtiği ancak rahatsızlığı nedeniyle yerine
Sultan Abdülhamit’in hükümdar olduğunu, Mithat Paşa'nın
yeniden Sadaret Makamı’na getirildiğini, bunun sadece vakit
kazanmak için yapılan bir hile olduğu ve bu sırada Kanun-i
Esasi'nin ilan edildiğini ve yasanın bir maddesi (113. madde)
gereğince vatanından sürüldüğünü (10) bazı devletlerin araya
girmesiyle önce Suriye'ye oradan da İzmir'e Yali olarak tayin
edildiğini anlatmaktadır." (11)
Mithat Paşa'nın İzmir'e naklinin, İstanbul'a yakın olması için
düşünüldüğü ve bir "Mahkeme-i Kübray-ı Cinayet" oluşturularak
idama mahkum edildiği belirtilen risalede "o büyük adamı ne
ezillerle mahv ve telef ettiğini erbab-ı hamiyetteten bir
zat-ı hakiki ve mufassal olarak bir risalesiyle bildirdiğinden
bervech-i ati nakl ediyoruz. (12) denmekte ve olaylar
aktarılmaktadır.
Risalede Taif öncesine pek değinilmemektedir. Paşalar nasıl ve
neyle suçlandılar? Nasıl hüküm giydiler ve Taif'de nasıl
getirildiler? İlk günleri nasıl geçti? Kalenin durumu nasıldı?
Bunun gibi soruların cevabını Uzunçarşılı ve Baykal'ın (13)
eserlerinde ayrıntısıyla buluyoruz. Daha önce sözünü ettiğimiz
Tabsıra-i İbret, Mirat-ı Hayret, Son Sadrazamlar, Son
Sadrazamlar ve Başvekiller gibi belli başlı kaynaklarda da,
konularla ilgili bilgiler mevcuttur. Ancak biz daha çok
Şahadet Gecesi, öncesi ve sonrası üzerinde durduğumuzdan bu
ayrıntılara girmedik.
Risalenin yazarı olduğunu tahmin edilen Hayrullah Ağa'nın
Sultan Abdülaziz'in halli, Sultan Murat'ın tahta çıkması gibi
olaylardan sorumlu tutulduğu (Şeyhülislam olması nedeniyle
fetvasını vermişti), Mithat Paşa, Mahmut Paşa (Damat) Mustafa
Pehlivan, Mabeyinci Fahri Bey ile birlikte
hareket ettiği düşüncesi ile tutuklandığı bilinmektedir. (14)
Tutukluların 28 Temmuz 1881 günü başlayan Taif Seyahatleri
Uzunçarşılı'nın eserinde (15) ayrıntılı bir şekilde
anlatılmakta, ilk gelişlerinde Mekke Şerifi Abdülmuttalip
Efendi'nin (16) Sultan Abdülhamit'e yaranmak için tutuklulara
ağır ve aşağılayıcı davranışlarda bulunduğu, Mithat Paşa,
Mahmud Paşa ve Hayrulllah Efendi dışında herkese pranga
vurulduğu ve zamanla bunların kalktığı belirtilmektedir. (17)
Ancak temel aldığımız risalede olaylar, paşaların Taif'e
gelişlerinin üçünü yılından itibaren ele alınmakta feci
sonlarının biraz öncesindeki gelişmelerle devam etmektedir.
Risalenin devamını, daha önce belirttiğimiz kaynaklarla, yeri
geldiğince kritize ederek irdelemeye çalışacağız.
Risalede, Taif kışlasındaki tutululuğun üçüncü senesi sonunda
Mithat Paşa'nın sağ omzunda bir çıban çıktığı, bunun
"şirpençe" olduğu ve ameliyat gerekirse paşanın yaşlılığından
dolayı bunun riski bulunduğu, Mithat Paşa'nın bu durumu geç
haber vermesinin de olumsuz yönde tedaviyi etkileyeceği (18)
söz konusu edilip Paşa'nın bunu vaktiyle haber vermemesi iki
nedene bağlanılıyor:
"(…) birincisi kendisi henüz mektepten çıktığından (doktor
hakkında olsa gerek) ameliyat görmemiş olması, ikincisi de
Mithat Paşa Hazretleri’nin bu vesile ile elden çıkarılmak
istenildiğinden haberdar bulunmasıdır. Çünkü Mahmut Paşa
Hazretleri tarafından Naşid Efendi'nin (çıbanla ilgilenen
askeri doktor) emniyet olunmaz derecede bir tabip olduğundan
bahisIe mezkur çıbanın tedavisi için Mekke-i Mükerreme'de
etıbbay-ı hazikadan birinin gönderilmesini ve iktiza eden
harcırah ve mesafiri kendi tarafından tesviye olunacağı meş'ur
Hicaz Valisi Osman Paşa'ya (Midhat Paşa'nın haberi olmaksızın)
gönderilen ricanameye mukabil hekim gönderilmek şöyle dursun
cevap bile alınamamıştı..." (19)
Görüldüğü gibi Mithat Paşa'nın çıbanı önceden neden haber
vermediği açıklanıp daha sonraki gelişmeler aktarılmaktadır.
Geç kalındığı ve doktor da tecrübesiz olduğu için çıbanın daha
da kötüleştiği ancak zamanla sıradan bir çıban merhemiyle
iyileşmeye başladığı ve durumun her gün Hicaz Vilayeti'ne
haber verildiği oradan da telgrafla Saray'a bildirildiği
anlaşılmaktadır.(20)
Tutukluların gözetimi için görevlendirilen Onuncu Alay, Üçüncü
Tabur Binbaşısı Çerkes Bekir Efendi bu sıralarda Taif
kışlasına gelmişti. (21)
Risale de bundan sonra anlatılanlara geçelim: Binbaşı Bekir
Efendi'nin Taif'e gelişinin altıncı günü tutukluların ağaları
her zaman olduğu gibi Cuma namazına giderler. Yalnız Mithat
Paşa'nın ağası (hizmetarı) "Arif Ağa", paşa rahatsız olduğu
için gitmez. Bunu gören Bnb. Bekir Efendi, Arif Ağa'ya haber
göndererek gelmesini ister. Arif Ağa gelen kişiye Mithat Paşa
hasta olduğu için onu bırakamayacağını binbaşının emri ne ise
söylemesini ifade eder. Memur Arif Ağa'yı götüreceğini
söyleyince Paşalar Bnb. Bekir Efendi'nin durum ne ise kaleye
gelerek bildirmesini beyan ederler. Bunun üzerine hiddetlenen
binbaşı kaleye gelerek paşaların, ağalarını ve aşçılarını
görevden alıp tayınların kesileceği, bundan böyle tutukluların
asker karavanasından (22) yiyecekleri, tutukluların kendi
paralarıyla tütün, yemiş, peynir, zeytin ve yumurta gibi
şeyler alamayacakları, Hayrullah Efendi 'nin hareminin
İstanbul' a gönderileceği üstelik artık asla saraya herhangi
bir şey yazılıp, takdim edilemeyeceği emrini verir.
Olayların öncesine kısa bir geri dönüş yapalım: Mahkeme
sırasında Sultan Abdülhamit Mithat Paşa'ya "Sürgüne gidince
ailesinden kimlerle oturmak istediğini" soruyor ve sözlerle
Mithat Paşa'yı kandırıyordu. Öldürülmeyeceğini, sürgün cezası
ile kurtulacağını hatta belki de sürgünde pek zor şartlarda
olmayacağını düşünen Mithat Paşa Taif'e geldikten iki ay sonra
ailesiyle birlikte oturabilmek için başka bir yere naklini
bile dilemişti. (23) Üstelik Taif'e gelişinden altı ay sonra
da tamamen affedilmesi için dilekçe vermişti. Sultan
Abdülhamit buna çok kızmış kaçmaya kalkarlarsa hemen
cezalandırılmalarını emretmişti. (24)
İşte bunun gibi saraya gönderilebilecek her türlü yazı ve
dilekçeler yasaklanmış oluyordu.
Aslında paşalara getirilen bu yasaklar onların daha önce rahat
yaşadıklarını düşündürmemelidir. Gerçekte insanca bir takım
ihtiyaçlarının zorluklar içinde karışlanması yasaklanmıştı.
Taif' e gelişlerinden beri bir çok konuda mahrumiyet
çekmekteydiler. Ancak en önemlisi şüphesiz dünya ile irtibat
kurabilmekti. "Kal'a içeriden alınır, (25) sözü gereği önce
haberleşmelerini sağlayacak vasıta ve gönüllü kişiler bulmaya
çalışmışlardır.
Önce taburun doktoru Trabzonlu Salih Efendi, onun görevden
alınmasından sonra aşçıları, şehirde Ali Vasfi Efendi, kale
içinde Hafız Abdülkadir Efendib (26) haberleşmelerine yardımcı
olmuşlardır.
Bu satırlar bize tutukluların insanlık dışı davranışlara maruz
kaldıklarının ve kalacaklarının bir göstergesidir. Risalede
özellikle Mithat Paşa'nın içinde bulunduğu durumun, iki defa
sadrazamlık yapmış devlete ve millete onca hizmet etmiş bir
kişiye yakışmayacak derecede olduğu, paşanın "(…) bizler
kutsal topraklarda bulunuyoruz. Bizi olsa olsa şehit ederler.
Bu da dünya ve ahrette büyük bir nimettir’’ (27) dediği
belirtilmekte, Hayrullah Efendi'nin haremini İstanbul'a
götürmek üzere Mekke'ye hareket edecek olan Bekir Efendi'ye
şunları söylediği aktarılmaktadır:
"Vali Paşa'yı Sultan Abdülhamit hazretleri müşir etti. Mithat
Paşa'nın bu devlet ve millete ettiği hizmetler eserleriyle
meydandadır. İşte Mithat Paşa'nın bugün ne halde bulunduğunu
görüyorsunuz. Edilen muamelelerden anlaşıldığına göre bu suy-i
niyet olup onu da icraya sizleri vasıta edecekler. Vali Paşa
nasıl müşir olduysa siz de Kaymakam, Miralay ve Liva olursunuz
...
Lakin sizler Sultan Abdülhamit'ten evvel vefat ederseniz
rütbeler mezar taşına yazılır, yok Sultan Abdülhamit
hazretleri sizden evvel vefat ederse artık orasını bilemem. İş
nasıl olur? Arasını sizler düşünün.'’ (28)
Paşanın bu sözlerinden devlete (tabii ki Sultan Abdülhamit'e)
ne kadar kırgın olduğunu, güvenmediğini, hiç kimsenin de hangi
yüksek mevki de olursa olsun akıbetinden emin olamayacağını
düşündüğünü anlıyoruz. Bundan sonra yola çıkan Bekir Efendi,
Mekke-i Mükerrem'e gitmiş, gidişinin yedinci günü Cumartesi
gecesi ağalarla beraber dönmüş ve onların dönüşünden birkaç
gün sonra da Hayrullah Efendi'nin haremi geri gelmiş, ağalar,
Hayrullah Efendi hariç paşaların hizmetine verilmişti. (29)
Üstelik Bekir Efendi, valinin Mithat Paşa'ya gönderdiği selamı
ileterek her ne sebeple olduğu bilinmeyen bir izinle çarşıdan
ne isterlerse aldırabileceklerini, daha önceki yasağın emir
gereği olduğunu, yoksa kendisinin böyle bir davranışta
bulunmayı istemediğini belirtmişti. (30)
Değişen duruma bakacak olursak Mithat Paşa'nın valiye
gönderdiği mesaj yerine varmış hatta daha doğrusu hedefine
ulaşmıştı. Bundan sonra çarşıdan istedikleri şeyleri
aldırabilen tutukluların yaşadığı "süt" olayı da çok ilginç ve
trajiktir. Risalede bu olay şöyle hikaye edilmiştir: "Bir gün
Mithat Paşa'nın canı süt istemiş ve Taif'deki Eşref adlı
sütçüden süt almak üzere bir asker görevlendirilmiş, Mülazim
Nuri'de kendi isteğiyle askerle beraber gitmiş, Eşref'e süt
olup olmadığı sorulduğunda, sütçü Bnb. Bekir Efendi'nin süt
istediğini ona üç okka ayırdığını ve bir okkasını Mithat Paşa
için verebileceğini belirtmiş, Nuri görevli olmayıp askerle
beraber gitmiş olduğundan, onun bu hareketi de şüpheyle
karşılanmıştı. Olay şöyle devam eder: Hastalığı nedeniyle
Mithat Paşa'nın yemeklerini pişiren Arif Ağa'ya nezaret eden
Seyid Bey sütün ve rengini ve tadını beğenmez. Sütün tadına
bakanlar rahatsızlanırlar. Durum Mithat Paşa'ya bildirilir.
Paşa Mülazım Mehmet Ağa'ya; sütün galiba bakır kapta olduğu
için bozulduğunu, aynı sütten Bekir Efendi'nin de aldığını ve
ona içmemesi için haber verilmesini söyler. (31) Mehmet Ağa'da
sütün zehirli olduğunu belirterek durumu binbaşıya bildirir.
Cevaben Bekir Efendi'nin durumu araştıracağını, hak edenlere
gerekli cezayı vereceğini anlatır. Halbuki Bnb. Bekir'in
kendisine durum haber verilmeden önce arkadaşlarına "sütü
içtiler mi? Çabuk tesir eder mi? Acaba oldu bitti mi?’’ (32)
dediği paşalar tarafından hemen öğrenilmişti.
Artık daha da titiz davranan Mithat Paşa'nın hizmetkarı Arif
Ağa, Mithat Paşa'nın hastalığı nedeniyle geceleri paşanın
odasında kalıp, kendi odasındaki yemek tencerelerine işaret
koymakta, odanın anahtarını yanına almaktaydı. (33) Süt
olayından on beş gün sonra Arif Ağa bir sabah yemek
tencerelerine koyduğu işaretin bozulmuş olduğunu fark ederek
içlerinde bir takım kimyasal maddelerin bulunduğunu Mithat
Paşa'ya haber vermişti. Paşa arkadaşlarına durumu anlatmış,
yemekler kedi ve köpeklere yedirilmiş (herhalde zehirli olup
olmadıklarını anlamak için) kaplar kalaylatılmış ancak
hayvanlara bir şey olmadığı için zehrin söz konusu olmadığı
sanılmıştı. Halbuki şahadet olayından sonra bu işi yapanların
Mülazım Memiş Ağa ile Mülazım Nuri (süt almaya giden)
oldukları, pencereden Arif Ağa'nın odasına girerek tencerelere
zehir
koydukları kendi itiraflarıyla anlaşılmıştı. (34)
Bunun yanı sıra paşaların kahvelerine zehir koyma teşebbüsü
sonucu Mahmud Paşa kahve ve nargile içmeyi bile bırakmıştı.
(35) Talihsiz paşaların ne kadar baskı, zulüm ve eziyet
altında oldukları en küçük insani arzularının bile can korkusu
altında karşılanmaya çalışıldığı, içtikleri surdan bile kuşku
duyan biçare mazlumlar oldukları, güngörmüş, devlete şanla,
başarıyla hizmet vermiş kişilerin uğradıkları hakir
mağduriyetin ne derecede kötü olduğu ortadadır ve yazıktır.
Çektiklerinin ise insanlık açısından yaşanması bir yana
düşünülmesi bile acıdır.
Bu olayın hemen akabinde Mekke'den iki bölük asker, iki top,
birkaç topçu ile beraber Yedinci Ordu'nun 53. Alayı, Çerkes
Miralay Mehmet Lütfi kumandasında Taif Kalesi'ne gelmiş (36)
nöbetçilerin sayısı arttırmış ve olayları iyice anlamak
maksadıyla miralay, Arif Ağa'yı çağırtmıştır. (37)
Miralay, Arif Ağa'ya; "Mithat Paşa'yı zehirlemesini, zehrin de
hazır olduğunu eğer bu işi yaparsa kendisine her suretle
mükafaat edileceğini, yapmazsa öldürüleceğini ve Mahmud Paşa
için başka adam hazır ise de onu da deruhte ettiği halde
Mithat Paşa için bin ve Mahmud Paşa için altı yüz altun
verileceğini" söyler. (38)
Böyle bir şeye asla razı olmayan Arif Ağa, Mithat Paşa'yı
haberdar eder. Tutukların bir kısmı da Arif Ağa'nın sırf
kaleden kurtulmak için bunları uydurduğunu düşünür. (39)
Mithat Paşa'ya yakın olup, yardım edebilmek için kaleye dönen
ve miralayla işbirliğini yapacağını söyleyerek onları kandıran
Arif Ağa'nın bu dönüşü farklı değerlendirilmişti. Halbuki
işler daha da kötüye gidiyor, şahadet cinayetini tedbir
yetersizliği ile ertesi geceye erteleyenler Arif Ağa'yı bir
kez daha sıkıştırıyorlardı.
Şahadetten bir gece önce Yzb. İbrahim Ağa ve üç mülazım, Arif
Ağa'yı çağırtıp, "Bu gece Mithat Paşa'yı bitireceksiniz sana
zehir verdik söz verdiğin halde almadın. Sen geceleri paşanın
yanında yatıyorsun. Bu gece paşanın oda kapısını bize
açacaksın, eğer açmazsan hakkında pek fena olur" derler. (40)
Arif Ağa böyle bir şeyi yapamayacağını belirtirken o sırada
yatsı namazından odasına dönmekte olan Mithat Paşa'yı "Aman
efendim, inmeyin sizi bu gece bitirecekler. Hep beraber
oturun’’ (41) diye uyarır. Arif Ağa, miralayın emriyle kaleden
kışlaya gönderilip, tutukluların tek başlarına hücrede
bulunmaları emri Mülazım Memiş tarafından paşalara iletilir.
Bu emir bildirildiğinde Mithat Paşa ve Mahmud Paşanın;
"Buradan bir yere gitmeyiz, eğer süngü ile çıkarırsanız onu da
siz bilirsiniz" demelerine paşalar "Evet böylece ifade et"
diye karşılık vermişlerdi. (42) (Öbür tutukluların Mithat ve
Mahmud paşaların kararına katılmaları ifade ediliyor.)
Ecelin, kötü sonun yaklaştığını fark eden talihsiz paşaların
çaresizlik içinde kaçınılmaz bir dehşetten kurtulmaya
çabalamaları, yaşadıkları aczin ıstırabı, insana hüzünden çok
daha farklı duygular hissettirmiyor mu? Risalede olabildiğince
ayrıntı verilerek o gece ve öncesi canlandırılmaya
çalışılırken olaylar sıralanmaya devam edilmektedir.
Paşaların odalarına gitmeyi reddetmeleri üzerine yanlarına
Bekir Efendi gönderilmiş, odaya gelen Bnb. Arif Ağa’yı
kastederek "bu çapkın’’ söylediği sözü bilmiyor. Buradan
kurtulmak için şimdi de bu haltı yedi ki, deniz suyu pek etmez
müsaade buyurun bunu bir müddet hapis ve terbiye edeyim" (43)
demişti. Daha sonra paşalar, sonlarının geldiğine dair
şüphelerinden söz etmişler,
Bekir Efendi böyle bir şey olmadığını beyan etmişti. (44)
Bunun üzerine odalarına gitmişlerdi. Paşaların durumun
düşündükleri gibi kötü olmadığına inanıp, Bekir Efendi'nin
sözlerine kanacak kadar saf olmadıkları muhakkaktır. Risalede
bundan sonra şahadet gecesine ve cinayet olayına
geçilmektedir.
"(…) 0 gece Miralay Mehmed Lütfi ile Bnb. Bekir kışla kapısı
yanındaki odada bulunmuşlardır. Evvelce tertip ettikleri
vechle mahpusların bulundukları dairenin harcı lüzumu kadar
asker ile muhasara ve içerde bulunan askere lüzumu kadar
cephane ve iktiza eden talimat iata olunmuş ve yüzbaşı ile üç
mülazım dairede bulundurulmuştur...’’ (45)
"(…) Binbaşı Bekir de saat altı raddelerinde kışladan kalkıp
mahpusların olduğu daireye gelerek evvelce edilen tertip
vechile her bir mahpusun oda kapıları önüne ikişer süngülü
nefer (46) konulmuş süngüleri tüfengIerine takıh ve
cephaneleri bellerinde olduğu halde ayaklarından postalları
çıkartılmış" vesair iktiza eden tedbir icra edilmiştir. (47)
Risale de bu sırada Mahmud Paşa'nın ve Mithat Paşa'nın
şahadetlerinde bulunanların adları verilmektedir.
Mithat Paşa'nın ve Mahmud Paşa'nın ‘’Şahadet Cinayeti'’nde
bulunanlar: "Miralay Mehmed Lütfi (kışlada oda da kalmıştır.)
Binbaşı Bekir (Zabıtaların odasında bulunup işe nezaret
etmiştir.) (48)
Mithat Paşa'nın ‘’Şahadet cinayet’’inde bulunanlar: "Yüzbaşı
Çerkes İbrahim, Kumlah Mülazım Nuri, Birinci Bölük'ten
Edremitli Ahmet Çavuş, Birinci Bölük'ten Yozgatlı Kunduracı
İsmail, İkinci Bölük'ten Kütahyalı Mehmed, İkinci Bölük'ten
Gümülcineli Receb, Dördüncü Bölük’ten Karahisarlı Osman,
İkinci Bölük'ten Edirneli Berber İsmail [Bunlarla beraber
İkinci Bölge'den Kangırılı (Çankırı) Osman Çavuş isminde
birisi daha tefrik olunmuş ise de mumaileyh böyle zulümde
bulunmağı hamiyyet-i İslamiyesine muvafık bulmadığından helaya
kaçmış muahheren bunun için hem dövülmüş hem de tekdir
olunmuştur.] (49)
Mahmud Paşa'nın ‘’Şahadet Cinayeti’'nde yer alanlar:
"Ispartalı Mülazım Memiş, Ödemişli Mülazım Mehmet, İkinci
Bölük’ten Kütahyalı Hasan Çavuş, İkinci Bölük’ten Karahisarlı
Süleyman Çavuş, Dördüncü Bölük’ten Birinci Onbaşı Antalyalı
Mehmed, Birinci Bölük’ten Karahisarlı Baltacı Osman, Birinci
Bölük’ten Çorumlu Ahmed, Birinci Bölük’ten Rumelili Samanköylü
Ali, Dördüncü Bölük’ten Dimetokalı Berber Mustafa, Dördüncü
Bölük’ten Zileli Ali" (50)
Risalede askerlerin hazır oldukları beyan edildikten sonra
şahadet anına geçilmiş.
Mithat Paşa'nın hizmetini gören Arif Ağa daha önce
tutuklandığından, Namıkpaşazade Ali Bey, onunla aynı odada
kalmaktaydı. Meş'um gece saat altı buçuk civarında herkes
uykudayken odanın kapısı kırılarak Ali Bey dışarı alınmış ve
Mithat Paşa boğularak şehit edilmişti.) (51)
Aynı anda Mahmud Paşa'nın da odasına kapısı kırılarak girilmiş
önceden hazırlanan yağlı ve sabunlu iple eziyet edilerek
boğulmuştu. (52) Risaleye aynen devam ediyoruz; "(…) katiller
oda kapısını kırdıkları zaman Mahmud Paşa merhum uyanmış ve
bunlarla bir müddet uğraşıp mukavemet edemeyeceğini anladığı
vakit (Aman Allah) diye feryat ve figanı asumana çıkarmıştır.
Bu feryadı hariçte ve dahilde işitmeyen kalmamıştır! (53)
Memlekete ömrü boyunca hizmet eden, vatansever insanlar için
ne korkunç, ne ıstıraplı ve ne kadar aşağılayıcı bir son!
Risale bize gece gündüz Azrail'in soğuk nefesini her an
hisseden yaşlı, hasta ve biçare insanların sonlarını göre
göre, bile bile yaşamalarının feci ıstırabını, cellatları
geldiğinde duydukları çaresizliğin ve umutsuzluğun ağır
hüznünü yansıtmaktadır.
Bunlar tarihin karanlık sayfalarının kanlı satırları değil
midir? Bugün hepsini birer olay olarak ama önemli tarihi
gerçekler diye algıladığımız, tarihe de sığmayacak bu
cinayetler bir idam uygulaması değil bilerek taammüden
tasarlanıp gerçekleştirilen bir cürümden başka bir şey olamaz.
Mithat Paşa şahadetinden birkaç gün önce Mahmud Paşa
tarafından düşünceli görülmüş ve nedeni sorulduğunda "evet
ölümü tefekkür ediyorum. Ölüm denilen şey beş dakikalık bir
acıdır. Lakin hangi ölümle ölmek evladır. Asılmak mı, kesilmek
mi yoksa kurşun veya gülle ile mi yahud emrazdan biriyle mi
ölmek kolaydır? Onu düşünüyorum zira bu kalp eskidir, yaş
altmış, altmış beşe geldi. Bundan sonra yaşamak benim için iyi
değildir. Bu hastalıkta aradan çıkmış olsaydım pek güzel
olurdu. Lakin ne yapayım? Ecel gelmemiş...’’ (54) deyip
herkesi hüzün içinde bırakmıştı.
İşte feci sonun bilincinde ve ıstırabında söylenmiş tevekkül
dolu acı bu feryat, yağlı sicimle kesilen bir nefes olmuştu.
Paşalar şehit olur olmaz şiltelere konulup kışla hastanesinin
bitişiğindeki gusülhaneye nakledilmişler sabah ise geceden
hazırlanan kabirlerine defnedilmişlerdi . (55)
Paşaların odalarının kapıları ve kilitleri derhal tamir olunup
kilitlenmiş. İki gün sonra da eşyaları kaldırılıp kilit altına
alınmıştı. (56)
Mithat Paşa'nın hasta olduğu sırada efendiye verdiği ve ölümü
halinde kefen ve kabir parası olarak kullanılmak üzere
düşündüğü "40" altını şahadetinin ertesi günü (Çarşamba)
Efendi Bnb. Bekir'e vermiş ve gerekeni onun yapması
gerektiğini söylemişti. (57)
Şahadetten on altı gün sonra mevsim münasebetiyle vali,
Mekke'den Taif'e gelmiş ve beş on gün sonra Mithat Paşa'nın
eşyaları çarşıda mezatta satılmış, düzenlenen defter
İstanbul'a gönderilmişti. (58)
Ancak vefatlarına inanılmayıp (bunlar kaçmıştır, eğer vefat
etmişler ise ne suretle hasta olmuşlardır ve hastalıkları ne
ise memurlar, hekimler ve ağaları tarafından bir mazbata
tanzim olunarak mühür olunsun ve mabeyne gönderilsin (59) diye
emir verilmişti.
Üstelik "bu işi zaptiyeye havale etmiş olsaydım şimdiye kadar
yüz kere icra ederdi" diye de eklenmişti. (60)
Bu olayın ne kadar duyulması önlenilmeye çalışılmışsa da bütün
Taif öğrenmişti. Yalnız Taif değil bütün Osmanlı ülkesi
duymuştu. (61)
Kaçmış olmaları şüphesi üzerine Sultan Abdülhamit Mithat Paşa
ile Mahmud Paşa'nın kabirlerini açtırılıp, gönderdiği iki
paşanın, merhumlarının yerlerinde olup olmadıklarını
görmelerini istemişti. (62)
Osman Paşa önce naaşların çürümüş olduklarını söylese de
Saray'dan gelen sert emir üzerine bizzat kendisi gidip
ayrıntılı bir rapor hazırlayacağını söylemiş ve durumu Saray'a
bildirmişti. (63)
Paşaların hastalık neticesinde öldüklerine dair bir telgraf da
derhal Saray'a gönderilmişti. (64)
İşin asıl acı ve dramatik tarafı ise ölümlerinden sonra bile
rahat bırakılmayan, kabirlerinde bile tacize uğrayan bu
talihsiz insanların (bir cenazeye gösterilmesi gereken
saygıdan bile mahrum bırakılarak) kabirlerinde kafaları
kesilmek suretiyle vücutlarından ayrılmış, ispirto dolu bir
sandık içinde İstanbul'a gönderilmiş, muayene olunduktan sonra
(ölenlerin Mithat Paşa ve Mahmud Paşa olduğuna bu şekilde
kanaat getirip emin olduktan sonra) Yıldız Sarayı civarında
bir yere defnedilmişti. (65)
Böylece aşırı gayretine feda olan başarılı bir devlet adamı,
ileriyi gören, yeniliklerden, özgürlükten, adaletten yana bir
büyük insan, koca bir çınar devrilip, bu dünyadan göç etmiş
oluyordu.
Şairin dediği gibi "Namdar olsun o cihanda da Mithat Paşa.’’
(66)
DİPNOTLAR:
1) Rahatsızlığı (çıban çıkardığı) ve neden bu
rahatsızlığını önceden bildirmediği, ele alacağımız risalede
iki nedene dayandırılmaktadır. Birincisi doktorun
tecrübesizliğine güvensizliği ikincisi bu bahane ile kendisine
zarar verileceği kuşku su (Mithal Paşa ve Daıııat Malımud Paşa
Hilzeraıımıı Sııltan Abdii/lıaıııid'in Emriy/e Kcıjiyet-i
Şelıadet/eri, Birinei Tab. Ceııova, Mizaıı Matbaasl. i9 ı4.
s.2)
2) Risalenin yazarı İ.Hakkl Uzunçarşılı'ya göre
tahminen I-1ayrul\ah Efendi olup, bu kişi daha sonra
incelememizde yer alacaktır, (Uzunçarşılı. İsmail Hakkı; "Mitlım
Paşa ve Taif Mahkum/an". 1992 Ankara. TTk. S. 74.)
3) Uzunçarşılı, a.g.e., s. 74
4) Hayrullah Efendinin Risalesi, a.g.e .. s. 3. (Türk
inkı1iip Tarihi Arşivi Kutu No: 13, Gömlek No: 9, Belge No: 9
(22)
5) Hayrullah Efendinin Risalesi, a.g.e .. S.3
6) a.g.e, s.4.
7) a.g.e., s. 5
8) a.g.e., s. 6.
9) a.g.e., s. 7.
10) Hayrullah Efendinin Risalesi. o.g.e., S.9.
11) Sürgünden sonra 17 ay çeşitli Avrupa ülkelerini ve
şehirlerini gezen, devlet adamlarıyla görüşen, çeşitli
kurumları gören, yapılması gerekli ıslahatlar konusunda fikir
sahibi olan Mithat Paşa (Uzunçarşılı, a.g.e .. s. 2) Suriye
Valisi olduktan sonra istifa etmek istemiş, oyalamak için
Aydın Valisi ile yer değiştirınesi sağlanmış. çeşitli
jurnallerle Cumhuriyeti istediği. Masonlarla ilişkisi olduğu.
Suriye'de hükümet kuracağı söylenmiş, kendisi bu konuda
dikkatli olması için dostları tarafından uyarıimış ancak
Sultan Abdülhamit'in samimi olduğuna inandığı için
söylenenleri dikkate almamıştı (Uzunçarşılı a.g.e., s. 3)
12) Hayrullah Efendi'nin Risalesi,a.g.e .. s. 10.
13) BaykaL, Bekir Sıtkı; "jbre/niil71d" 1989. Ankara.
TTK.Basımevi
14) İbretnuma'da Sultan Abdülaziz'in ölümü, Mithat Paşa
ve Hayrullah Efendi'nin
suçlanması, mahkeme tutanakları ayrıntılı bir şekilde
verilmektedir. (Baykal,a.g.e., s. 84-121.)
15) Uzunçarşilı, a.g.e., s. i 1-16.
16) Şerif Abdülmuttal ip Efendi, arasının açık olduğu
Hicaz Valisi Osman Nuri Paşa tarafından hiliifet davası
nedeniyle isyan edeceği. Mithat Paşa'yı salıvereceği haberinin
Mısır'da çıkan Vatan Gazetesi 'nde yayınlatması üzerine ve
uydurma bir irade ile, gece entarisiyle tutuklaıııp evinden
almarak Taif kışlasına. eziyet ettiği mahkumların yanına
kendisi de bir mahkum olarak gitmiştir.( Uzunçarşıi) a.g.e.,
s. 42). Ayrıca konu ilc ilgili geniş bilgi için bakınız,
Unınçarşıl" İ.H: "Hicaz Valisi ve Kumandaııı Osman Nuri
Paşa'nın Uydurma Bir Risalc ile Mekke Emiri Şerif
Abdülmuttalib'i Azlctmesi", Belielen CX. Sayı 39, s. 503 vd.
Hülagü, Metin; "Osman Nuri Paşa, Hayatı ve Faaliyetleri (1840-
1898), OTAM, 1994, Ankara, Sayı 5, s. 145 vd. Somel, Selçuk
Akşin; "Osman Nuri Paşa'ııın 17 Temmuz 1885 Tarihli Hicaz
Raporu", A.Ü.D.T.C.F. 1996 Ankara, Cilt XVIII, Sayı 29. s. 1
vd.
17) Uzunçarşılı, {I.ge., 25.
18) Hayrullah Efendi 'nin Risalesi, {I.g.e .. s. i I.
19) Hayrullah Efendi 'nin Risalesi, a.g .e., s. 12.
20) a.g.e., s. 13.
21) Osman Nuri Paşa önce Hicaz Kumandanlığıııa
getirilmiş hemen sonrasında Hicaz Valisi
olmuştu. Burada da Şerif Abdülmuttalip ile çekişmesi artmış.
bundan endişe duyan padişah Ömer Bey'j Taif'e göndermişti (Uzunçarşılı.
a.g.e., s. 37) Ömer Paşa işe başlar başlamaz Paşaları
zehirletmeyi planlamış ise de bu durum anlaşılıp kendisinin
yerine Mahmud Lütfi Paşa getirilmişti. (Uzunçarşılı. a.g.e.,
s. 38) Tabur kumandanlığıııa da Çerkes Bekir Fahri Bey
getirilmiş. Bekir Efendi ilk iş olarak aşağıda anlatılacağı
gibi tutukluların her türlü hakkııı! kısltlayıp baskı
uygulamaya başlamıştı. (Uzunçarşılı, (I.g.e., s.39)
22) Mithat Paşa. 5 Recep ı884 tarihli mektubunda
karavana ile ilgili şu bilgileri vermektedir:
"Sekiz kişiye bir karavana olmak üzere cümlesi için sabahları
iki karavana çorba ve akşamları turp yaprağı veya sair şeyden
yapılmış kezalık iki karavana yiyecek getirilip önlerine
konuluyar, herkes başına toplamL." (Uzunçarşılı. a.g.e .. s.
55)
23) Uzunçarşılı. a.g.e., S.33.
24) Uzunçarşılı, a.g.e., S.34.
25) Baykal, a.g.e., S.63.
26) Hafız Abdülkadir Efendi Mithat Paşa'nın
vasiyetnamesini ve tercüme-i halini kaleden
çıkarıp İzmir'e kadar göndermiştiL (Baykal,a.g.e, s. 65.)
27) Hayrullah Efendi'nin Risalesi, a.g.e., s. ı8.
28) Hayrul1ah Efendinin Risalesi, a.g.e., s. 19,20.
29) a.g.e. s.21,22.
30) a.g.e. s.22.
31) Hayrullalı Efendi'nin Risalesi, (I.g .e .. S.
24,25.
32) a.g.e. s.25.
33) a.g.e. s.26.
34) a.g.e. s.27
35) a.g.e. s.28.
36) Hayrullalı Efendi'nin Risalesi, (I.g.e., s. 28.
37) a.g.e. s.30
38) a.g.e. s.30.
39) a.g.e. s.31.
40) Hayrullah Efendi'nin Risalesi.a.g.e., s. 31.
41) a.g.e. s.32.
42) Hayıullah Efendi'nin Risalesi,a.g.e., s. 33.
43) Hayrullah Efendi'nin Risalesi, ({,g.e" s, 33,
44) a.g.e. s.34.
45) a.g.e. s.35.
46) a.g.e. s.35.
47) Hayrullah Efendi 'nin Risalesi, ({,g,e., s, 36,
48) Hayrullah Efendi'nin Risalesi, ({,g,e., s, 36,
49) Hayrullah Efendi'nin Risalesi,a.g.e., s. 37.
50) a.g.e. s.38.
51) Hayrul1ah Efendi'nin Risalesi,a.g.e., s. 38 .
52) HayrulIah Efendi 'nin Risalesi, a.g.e., s. 39.
53) HayrulIah Efendi 'nin Risalesi, a.g.e., s. 39.
55) a.g.e. s.39.
56) a.g.e. s.41.
57) Hayrullah Efendi'nin Risalesi, (I.g.e .. s. 42.
58) Hayrullah Efcndi 'nin Risalesi, (I.g.e., s. 43.
59) Hayrullah Efendi'nin Risalesi. a.g.e., s. 43.
60) Hayrullah Efendi'nin Risalesi, a.g.e., s. 44.
61) a.g.e. s.44.
62) Uzunçarşılı, {I.g.e., s. 68.
63) a.g.e. s.69.
64) a.g.e. s.72.
65) a.g.e. s.104.
66) Mehmet Emin Hilmi Efendi'nin kaside tarzındaki
tarihinden son iki beyitin son satırı.
Belki bir hayatın da son satırı... |