Bugünkü Rusya topraklarında Taş Devri’nden bu yana bir dizi
uygarlık yaşamıştır. Tarihi kaynaklar, M.Ö. VII. yy ile M.S.
IX. yy arasında Kimmerler, İskitler, Sarmatlar, Antlar ve
başka halkların buralarda yerleşik olduklarını ortaya koyuyor.
Rusların kökleri Slav ailesine dayanır. Bu aile, Doğu
Slavları (Ruslar, Ukraynalılar, Belaruslar), Batı Slavları
(Polonyalılar, Çekler, Slovaklar vs.) ve Güney Slavları
(Bulgarlar, Sırplar, Hırvatlar, Slovenler, Makedonyalılar vs.)
olarak kendi arasında üçe ayrılır. Bunlar dilleri bakımından
Hint-Avrupa halklarıdır.
Pek çok tarihçiye göre Slavların kökeni, M.Ö. II. binyılın
ortalarına, Orta ve Doğu Avrupa’ya dayanır. Bunlar daha sonra
Güney’e (Balkanlar’a), Doğu’ya (Dnepr Nehri civarına) ve
Kuzey’e doğru yayılmıştır.
“Slav” (Slovene) adına ilk kez M.S. VI. yy’da Nazianslı Pseudo-Césarios’un
kitabında rastlanıyor. Ancak anlamı bilinmiyor. Pek çoklarına
göre bu, Slavların tarih sahnesinde ilk görüldükleri dönem
olarak kabul edilir.
İlk Slav vatanının, Vistül Nehri ile Pripet Havzası ve Orta
Dnepr arasında olduğu sanılıyor. Hunlar ve Gotlar döneminde
var olan Slav kavimleri VI. yy’da Avarların istilasına hedef
oldular. Ardından Hazarların egemenliği gündeme geldi.
Doğu Slavları Dnepr, Volga, Don nehirleri civarındaki ormanlık
alanda yaşıyorlardı. Zamanla Fin kavimlerinin topraklarına
doğru ilerlemeye başladılar. Doğu Slavları ile İsveçlilerin
ataları sayılan Normanlar arasında uzun çatışma dönemleri
yaşandı.
“Rus” adının kökeni genellikle Norman Okulu ile bağlı sayılır.
“Rus” veya “Rusi” kelimesinin, muhtemelen Fince'deki
“Ruotsi”den geldiği kabul edilir. Bu, Naeller Gölü (Stockholm
civarında) yakınlarındaki İsveçlilere takılan addı. Bunun
“kayıkçılar, kürekçiler” anlamına geldiği söylenegelir. Kelime
Slavca'ya önce “Rusi” sonra da “Rus” olarak geçmiştir.
(Bir başka efsaneye göre, VI-IX. yy’larda Doğu Avrupa’da geniş
bir alana yayılmış olan Slavlar zamanla bazı kavimler
oluşturdu. Bunlardan birinin adının “Rus”, kıyısında
yaşadıkları nehrin adının ise “Ros” olduğu ve Rusya adının
buradan kaynaklanmış olabileceği de söylenir.) Avrupa’nın
Doğu’ya açılan topraklarındaki nehirler arasında dağınık
yerleşim birimleri oluşturan Slavlar, VIII. yy’da Varyag
halkıyla (Vikinglerle) yoğun temaslar içine girdiler.
Rus devletlerinin temelinde sayılan ilk devlet organizasyonu,
M.S. 862’de İlmen ve Ladoga gölleri civarındaki Novgorod’da
(Yenişehir) İskandinav kökenli Vikinglerin lideri Rurik
tarafından gerçekleştirilmiştir. Prens Rurik’in varisi olan
Oleg ise 882’de Kiev’in kontrolünü ele geçirerek Kiev
Rusyası’nın temellerini atmıştır.
Büyük Pyotr
Rusya’nın gelmiş geçmiş en etkili ve ünlü çarlarının başında
herhalde Birinci Pyotr (bizim bazı tarihçilerimizin deyişiyle
“Deli Petro”) gelir. XVIII. yy’ın ilk çeyreğindeki dönüşümler
büyük ölçüde Rusya’nın sonraki tarihi gelişimi ni belirledi.
Askeri reform, Rusya’nın denizlere açılan yollar bulması,
endüstrinin ve devlet yönetiminin gelişmesi, din ve devlet
kurumlarının ayrılarak laikliğe yönelinmesi, kültürün
Avrupaileşmesi... Bunlar I. Pyotr reformlarının ana
doğrultularındandı. 2.04 cm. boyundaki reformcu çar, okumaya
ve yeni şeyler öğrenmeye tutkundu. Örneğin, Rus filosunu
kurmak için Avrupa’ya sahte isimlerle gidip Hollanda
doklarında çalışarak gemi yapım tekniklerini bizzat
araştırmıştı. O sırada küçük imalathaneleri, okulları,
tiyatroları ve müzeleri de incelemişti. Çok aktif bir devlet
adamıydı. Bir taraftan devlet idaresini değiştiriyor ve
savaşta ordusunu yönetiyor, bir taraftan da fabrika ve
bilimsel merkezler açıyor, aynı zamanda yurttaşlarına sakal
yasağı getiriyordu.
1703’te “Avrupa’ya açılan pencere” sayılan bir kent kurdu:
Saint-Petersburg (sonradan Petrograd ve Leningrad adlarını da
aldı). 1713’te burası Rusya’nın başkenti oldu. Pek çok
tarihçi, Rusya İmparatorluğu’nun başlangıcı olarak Pyotr’un
ilk kez “İmparator” olarak nitelendiği 1721’i gösteriyor.
1725’te Çar öldü. (Bizde “Baltacı Mehmet Paşa macerası” olarak
anlatılagelen söylentinin kahramanlarından Yekaterina,
Büyük Pyotr’un önce metresi, sonra da karısı olan eski bir
Alman hizmetçiydi.)
Büyük Pyotr dönemindeki gerilimden yorgun düşen Rusya’nın,
ondan sonra gelenler zamanında dinlendiği söylenebilir. XVIII.
yy’ın ortalarında, 37 yıl içinde defalarca saray darbeleri
oldu, monarşi 6 kez el değiştirdi. Zaman oldu, Almanlar Rus
İmparatorluğu yönetiminde güçlendi; zaman oldu, balolar ve
eğlenceler devletin temel geleneği sayıldı.
1917 Ekim Sosyalist Devrimi
Birinci Dünya Savaşı, Rusya’da büyük kayıplara, ekonomik
sıkıntılara ve genel hoşnutsuzluğa yol açmıştı. Çar
hükümetinin, siyasi ve ekonomik krizin üstesinden gelmesi
mümkün değildi. Bu durum 1917’de önce Şubat Devrimi’ne, sonra
da Ekim Devrimi’ne yol açtı.
27 Şubat'ta ayaklanan Petersburg işçilerine askerler de destek
verdi. 2 Mart'ta II. Nikolay tahtı kardeşi Mihail’e bıraktı.
Ancak ertesi gün Mihail de iktidardan vazgeçti. Böylece
Romanov Hanedanlığı’nın 1613’te başlayan egemenliği ile
birlikte monarşik düzen de tarihe karışıyordu.
Kerenski’nin başkanlığında gecici hükümet kuruldu. Ancak
muhalefeti sürdüren Lenin 1917 Ekiminde silahlı ayaklanma ile
iktidarı ele geçirme kararı aldı. Eski Rus takvimiyle 24
Aralık'ı 25’ine (bugünkü takvimle 7 Kasım'a) bağlayan gece,
geçici hükümetin merkezi olan Petersburg’daki Kışlık Saray
düştü. Böylece Bolşevikler iktidara gelmiş oldu. Sonra
başlayan iç savaş 1920’de Bolşeviklerin kesin zaferiyle
sonuçlandı. Rusya ve dünya tarihinde yeni bir sayfa açıldı.
Lenin önderliğinde gerçekleştirilen sosyalist devrim sonucu XX.
yy’ın büyük bölümünün iki “süper” devletinden biri olan Sovyet
Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) doğdu.
1924’te Lenin’in ölmesiyle iktidara Stalin geldi.
1941-1945’te Sovyetler Birliği, kendisine saldıran Hitler
Almanya’sıyla savaşmak zorunda kaldı. 22 Haziran 1941’de
SSCB’ye saldıran Almanya, düşmanının savaşa hazır olmamasından
da yararlanarak birkaç ayda Moskova ve Leningrad sınırlarına
kadar dayandı. Yıl sonunda Moskova’nın çevresindeki kuşatma
kırıldı. Leningrad ise Alman istilacılara karşı 900 gün
kahramanca direndi. 1942’nin son aylarında Stalingrad (şimdiki
Volgograd) direnişinin Kızıl Ordu güçleri tarafından
kazanılması savaşın seyrini değiştirdi. 1 Mayıs 1945’te
Berlin, SSCB birliklerinin eline geçti. 9 Mayıs'ta Prag
yakınlarındaki son Alman güçlerinin de yenilgiye uğratılması
Sovyetler Birliği için savaşın sonu anlamına geldi (9 Mayıs
Rusya’da Zafer Bayramı olarak kutlanır). Savaşta tahminen
20-27 milyon Sovyet insanının öldüğü, ülkenin ulusal
zenginliğinin yaklaşık üçte birinin kaybedildiği söylenir.
Savaş sonrası yaraların sarılması kolay olmadı. Bu arada SSCB
ile Batılı ülkeler arasında “Soğuk Savaş” başladı. İç ve dış
her türlü koşuldan kendi iktidarını güçlendirmek için
yararlanan Stalin’e karşı ülke içinde duyulan tepkiler giderek
artıyor, ancak kimse sesini yükseltmeye cesaret edemiyordu.
Stalin’in 1953’te ölmesinden sonra bile bu duyguların dile
getirilmesi kolay olmadı.
Nikita Hruşçev’in başta kaldığı 1953-1964 yıllarında ülkede
bazı reformlar yapıldı. 1964’te Parti Merkez Komitesi’nde
gerçekleştirilen darbenin en önemli ismi Leonid Brejnev’di.
Onun başta olduğu 18 yıl içinde SSCB’deki istikrar ortamını
pek çokları daha sonradan “durgunluk dönemi” olarak
niteleyeceklerdi.
Perestroyka ve SSCB’nin sonu
1982’de yaşlı liderin ölümü sonucu başa gelen Yuriy Andropov
KGB’nin eski şefi Andropov, dış politikayı değiştirmese de
içerde sosyalizmi yeniden güçlendirmek, ekonomiyi
canlandırmak, yolsuzluklarla mücadele etmek için bir dizi adım
attı. Ancak yeterli sonucu alacak zamanı yoktu. 1,5 yıl içinde
o da öldü ve başa bir başka ihtiyar lider Konstantin Çernenko
geldi. Hiçbir alanda köklü bir değişiklik yapamayan silik bir
yönetici olarak akıllarda kalan Çernenko’nun 1985 Mart'ından
ölmesi sonucu, Kremlin’deki koltuğa 54 yaşında, dinamik, güler
yüzlü bir lider oturdu: Mihail Gorbaçov. Gorbaçov
“perestroyka” (yeniden yapılanma) ve “glasnost” (açıklık)
politikalarını yürürlüğe koydu.
1991 Ağustos'undaki darbe Gorbaçov’u iktidardan uzaklaştırdı.
Darbe birkaç gün içinde Yeltsin önderliğindeki reformcu güçler
tarafından bastırılmıştı, ancak Gorbaçov’un artık eski
iktidarına kavuşması mümkün değildi. Sovyetler Birliği
Komünist Partisi yasaklandı. Kremlin Sarayı’nda artık Sovyet
değil Rusya bayrağı dalgalanmaya başladı. 8 Aralık 1991’de
Rusya, Ukrayna ve Belarus liderleri Yeltsin, Kravçuk ve
Şuşkeviç SSCB’yi geçersiz ilan edip Bağımsız Devletler
Topluluğu’nu (BDT) kurunca merkezi devlet işlevini tümüyle
kaybetti. İki gün sonra 8 eski Sovyet cumhuriyeti daha onlara
katıldığını bildirdi. 25 Aralık'ta Gorbaçov istifa konuşması
yapmak zorunda kaldı ve SSCB kesin olarak dağıldı. Dönemin ABD
Başkanı George Bush Yeltsin’i SSCB’nin yıkılışından,
Amerikalıları da Soğuk Savaş’ı kazandıklarından dolayı
kutladı.
Parçalanma öncesi 290 milyon nüfusa sahip olan SSCB, 15
cumhuriyetten oluşuyordu. (Rusya, Ukrayna, Belarus, Moldova,
Gürcistan, Azerbaycan, Ermenistan, Kazakistan, Kırgızistan,
Özbekistan, Türkmenistan, Tacikistan, Litvanya, Letonya,
Estonya.) “Baltık devletleri” olarak da anılan son üçü SSCB
dağılmadan önce bağımsızlıklarını ilan etmişlerdi. Öteki 12
ülke Bağımsız Devletler Topluluğu’nu (BDT) oluşturdular.
Yeltsin'li yıllar
Yeni lider Yeltsin Ocak 1992’den itibaren ekonominin
liberalleştirilmesi ve özelleştirme politikalarını uygulamaya
başladı. Bir yıl içinde fiyatlar 26 kat arttı. Halkın
bankalardaki birikimi bir anda eridi. 1996’ya doğru bazı
mallardaki fiyat artışı binlerce katı buldu. Devlete ait 100
bini aşkın işletme özelleştirildi. Toplumdaki tepkiler
iktidara Yeltsin ile parlamento arasında çıkan çelişkiler
olarak yansıdı. Rusya lideri 1993 sonbaharında
parlamentoyu lağvetme kararı aldı. Milletvekillerinin Devlet
Başkanı Yardımcısı Aleksandr Rutskoy ve Parlamento Başkanı
Ruslan Hasbulatov’un önderliğinde direnmesi sonucu 4 Ekim'de
dönemin parlamento binası olan Beyaz Ev Yeltsin’in emriyle
bombalandı. Ölüler, yaralılar ve tutuklular arasında Yeltsin
zaferini ilan ediyor ve iç savaş kıvılcımları söndürülmeye
çalışılıyordu. 12 Aralık 1993’te yapılan referandum sonucunda
Yeltsin’e çok geniş yetkiler veren yeni Anayasa ile birlikte
Rusya’da başkanlık rejimine geçiliyordu.
1992’de Çeçen-İnguş Cumhuriyeti’nin ikiye ayrılmasına karar
verilmişti. Çeçenistan’daki sonraki gelişmeler Cumhuriyet’in
Rusya Federasyonu’ndan ayrılma isteğini de beraberinde
getirdi. 1994 Aralık'ında Rusya birliklerinin Çeçenistan’a
sokulmasıyla başlayan savaşta ilk perde 1996’da başkanlık
seçimlerinin hemen sonrasında bölgeye barış getirileceği
vaadiyle imzalanan Hasavyurt Anlaşması ile kapanmıştı. Anlaşma
Çeçenistan’a neredeyse bağımsızlık sınırında denilebilecek
kadar geniş özerklik tanıyordu.
Bu arada ülkede ekonomik durum ciddi olarak kötüleşiyordu.
Çernomirdin’in yerine başbakanlığa getirilmiş olan Sergey
Kiriyenko 1998 Ağustos'unda iflas bayrağını çekti. Hükümet
ödemelerini yapamayacağını ve bankalardaki mevduatların
dondurulduğunu duyurdu. Rusya iktidarı dünyada ve ülke içinde
ciddi prestij kaybına uğradı.
Eski haberalma ve dışişleri yöneticisi, Arap ülkeleri uzmanı
Yevgeniy Primakov’un hükümetin başına getirilmesiyle kriz
birkaç ayda atlatıldı. Krizin olumlu sonucu olarak yerli
üretim güçlendi. Primakov dış politikada “çok kutuplu dünya”
tezine uygun adımlar attı. Deneyimli başbakanın giderek
güçlenmesi Yeltsin’i rahatsız etti. Hükümetin başına önce
Sergey Stepaşin, birkaç ay sonra da Vladimir Putin getirildi.
1999 Ağustos'unda Putin’in başbakanlığa atanmasından kısa süre
sonra Kuzey Kafkasya’da gerginlikler arttı. Bir grup silahlı
Çeçen'in Dağıstan’da işgal eylemine giriştiği, ayrıca Moskova
ve başka Rusya kentlerinde apartmanların havaya uçurulduğu
koşullarda yeni başbakanın en ciddi icraatı “terörizme karşı
savaş” oldu. Putin’in bu konudaki kararlı ve sert tutumu halk
tarafından desteklendi.
31 Aralık 1999’da Yeltsin istifa etti. Böylece Sovyetler
Birliği’nin yıkılışı ile başlayan ve bir dizi gerginliğin
yaşandığı geçiş dönemi tamamlanıyor, yeni Rusya tarihinde
önemli bir dönem kapanıyordu.
Putin dönemi
Yeltsin’in koltuğunu bıraktığı Leningradlı eski haberalma şefi
Putin 23 Mart 2000 erken başkanlık seçimlerini kazandı.
Hastalıkları, siyasi gerginliği sevmesi ve alkol zaafıyla
akıllarda kalan yaşlı Yeltsin’in yerine enerjik, sportmen ve
ölçülü üslup izleyen bir lider gelmişti. Öteki siyasi güçler
ve liderler arasındaki zayıflık da Putin’in gücüne güç
katıyordu. Buna ekonomide iyi giden petrol fiyatlarını da
ekleyince Putin’in popülaritesi hızla arttı.
Putin’in başa gelir gelmez uyguladığı politikalarda birkaç
konu dikkat çekti. Yeni lider, Yeltsin zamanında devletin
işlerine karışan büyük sermaye gruplarını sindirdi. Önce Boris
Berezovski ve Vladimir Gusinski, daha sonraları ise Mihail
Hodorkovski gibi seçkin oligarklarla ilgili soruşturmalar
başladı. Bununla birlikte medyada muhalif yayınlar denetim
altına alındı, eski NTV yönetiminin tasfiyesi ve TV6’nın
kapatılması önemli gelişmelerdendi. Öte yandan federasyonun
bölünme tehlikesine karşı verilen mücadeleye öncelik verildi.
Yalnızca Çeçenistan değil, öteki “sorunlu” cumhuriyet ve
eyaletlerin güçlü liderlerinin yetkileri azaltıldı, federal
merkez yeniden güçlendi.
Putin döneminde ülke ekonomisi istikrar kazandı. Bütçe fazla
vermeye başladı. Ruble güçlendi. Merkez Bankası döviz rezervi
her yıl rekorlar kırmaya başladı. 1998 Ağustos krizinden 5 yıl
kadar sonra rating ajansı Moody’s Rusya’ya birinci yatırım
ratingi notu verdi. Yatırımlarla birlikte halkın gelir düzeyi
de artarken enflasyon düşürüldü.
Putin, Yeltsin’den farklı olarak parlamentoyla sıkıntı
yaşamadı, 2003 yılı sonunda seçilen yeni parlamentoda ise
çoğunluk Putin yanlısı Birleşik Rusya Partisi’nin eline geçti.
Putin 2004 Mart'ında yapılan devlet başkanlığı seçimlerini
rahatlıkla kazandı. |