"Efendiler, dalgalı ve
inzibatsız ve emr ü kumandasız bazı harekâttan sonra,
malumunuz olduğu vechile, Gediz'de mağlup olduk. Bu suretle
efendiler, cephenin her tarafından, yeniden umumî bir
mağlubiyete duçar olduk." Acaba Nutuk'ta
geçen bu ifade gerçeği ne kadar ifade ediyor?
Yalçın Küçük, Türkiye Üzerine Tezler'de bu sözün üzerine
gitmiş ve Gediz'de bir yenilgi olmadığını ortaya koymuştu.
Sonradan TBMM Başkanlığı da yapmış olan Kâzım Özalp'ın ve o
sırada Garp Cephesi Komutanı bulunan Ali Fuat Cebesoy'un
anılarından yola çıkarak aksini iddia etmiş, hatta Genelkurmay
Harp Tarihi Dairesi'nin Türk İstiklal Harbi adlı yayınına göre
Gediz'de bir yenilgi olmadığını göstermişti. Tıpkı Birinci
İnönü muharebesinde olduğu gibi Yunanlılar geri çekilmiş,
Gediz'i boşaltmışlardı.
Nitekim benim incelediğim İzzeddin Çalışlar'ın günlüğünde de
Gediz muharebesinin gerçekten de 'dalgalı' bir seyir
izlediğini, yani bir Yunanlıların, bir bizim elimize geçtiğini
ve sonuçta 13 Kasım 1920 tarihli günlüğe düşülen notta
"Gediz'den çekilen düşman Uşak'a kadar çekilmiş" ifadesine
rastladığımı söylemeliyim. Demek ki Gediz'de yenilmemişiz.
Peki neden Nutuk'ta öyle, diğer hatıratlarda ise böyle
anlatılır bu muharebe? Nasıl olur da birindeki yenilgi,
öbüründe galibiyete dönüşür?
Resmi tarihte, çekişmeli geçen Gediz maçının sonucunun yenilgi
olarak kararlaştırılmış olmasının iki amacı var.
Birincisi, Çerkez Ethem ve kardeşi Tevfik beylerin
komutasındaki Kuvve-i Seyyare'nin gözden düşürülmesidir.
İkincisi, Ali Fuat Paşa'nın görevden alınıp İsmet Paşa'nın
geçirilmesini açıklamaktır.
Zamanın Genelkurmay Başkanı İsmet Paşa'nın harekâttan
çekinmesine rağmen, henüz tam toparlanmamışken Yunan
kuvvetlerini baskın şeklinde vurma planını gerçekleştirmek
isteyen Çerkez Ethem, o zamanki Garp Cephesi Komutanı Ali Fuat
(Cebesoy) Paşa'yı da ikna etmiş, İsmet Paşa bizzat cepheye
gelerek vazgeçirmeye çalışmışsa da, 3 gün sonra kendi
kararlarıyla hücum etmişlerdi. Sonuçta Gediz birkaç kere el
değiştirdikten sonra Yunanlılar çekilmiş ve Kuva-yı
Milliye'nin elinde kalmıştır. Ancak bu gol, resmi tarih
hakemleri tarafından ofsayt gerekçesiyle geçerli sayılmamış ve
üstelik atan takım, 'hükmen' yenik kabul edilmiştir.
Ancak resmi tarihin bıçkısı, bu başarıyı yenilgi sayarken
gösterdiği kararlılığı başka savaşlarda da ortaya koymuştur
ama tersinden. Bakın nasıl?
Çerkez Ethem kuvvetlerinin temizlenmesinin ardından ve İsmet
Paşa amacına ulaşıp da Ali Fuat Paşa'nın Garp Cephesi
Komutanlığı'nı da uhdesine aldıktan sonra, Yalçın Küçük'ün
deyişiyle, bir zafere ihtiyaç duymuştur ve sonuç olarak
olmayan bir zafer icat edilmiştir. Eric Hobsbawm'ın sevdiğim
deyişlerinden biriyle söylersek, bir kere daha, 'tarihe uygun
bir amaç' mevcut değilse 'amaca uygun bir tarih' yapılmıştır.
Resmi tarihlerimizin yazarları, Çerkez Ethem'in hainliğine ve
sonradan harcanmak istenen mühim bir komutanın, Refet Paşa'nın
bir zaafına o kadar kuvvetle inanmışlardır ki, Çerkez Ethem
kuvvetlerinin Yunanlılara sığınarak canlarını kurtardıklarını,
buna da Refet (Bele) Paşa'nın göz kırpması sayesinde
ulaştıklarını söylemektedir. Buna göre Refet Paşa bu konuda
kaçamak davranmış ve Çerkez Ethem'in Yunanlıların 'yanına'
geçmesini temin etmiştir.
|
Refet Bele, İstiklâl
Mahkemesi'nden çıkarken |
Cemal Kutay'ın aktardığı anılarına göre Çerkez Ethem, bazı
kumandanlarının Garp Cephesi askerlerine karşı taarruz etmek
taraftarı olmasına rağmen geri çekilmek suretiyle çarpışmaktan
kaçındığını, Yunanlılara iltica etmek zorunda kaldığını, buna
karşılık, kuvvetlerini Refet Bey'in tarafına geçebilmeleri
için serbest bıraktığını söylemektedir.
Zira yanına aldığı belki 50-60 kişiyle birlikte çarpışma dışı
kalmayı tercih etmiş, geride Milli Kuvvetlere bıraktığı
adamları, sadece Birinci İnönü Savaşı'nda değil, İstiklal
Savaşı boyunca da Milli Mücadele'ye sadıkane katkıda bulunmaya
devam etmişlerdi. Çerkez Ethem isteseydi onları pekala
beraberinde götürebilir veya mücadeleye çok iyi bildiği
gerilla taktiğiyle devam edebilirdi.
Çerkez Ethem'in davranışını alışık olduğumuzdan farklı bir
açıdan ve Milli Mücadele Paşasının ağzından dinlemeye artık
alışmamız gerekiyor. Onun davranışını şöyle açıklıyor Refet
Bele:
"[Çerkez Ethem] Vatan topraklarını terk ederken ne bir kuvvet
ne de düşmanın işine yarayacak malzeme vesaire götürmüştür.
Kuvvetinden büyük kısmı bize katıldı ve Kurtuluş Savaşı'nın
sonuna kadar sadıkane çalıştılar. Kuva-yı Seyyare'nin elindeki
silah ve muhtelif malzeme de Kütahya ve Gediz havalisindeki
depolarda olduğu gibi durmakta idi. Silahlarıyla teslim
olanları sorguladık. Bunların hemen hemen hepsi, Ethem'in
kendilerine teslim olmalarını ve ordu emrine girmelerini
tavsiye ettiğini söylemiştir."
İzmir Suikastı davasında boynunu ipten son anda kurtaran Refet
Paşa'yı 1924 yılında, Vakit gazetesinin Ankara muhabiri iken
tanıyan bir tanıdığımızın, 'genç şair' Necip Fazıl'ın
anlattıkları, bu sonradan gözden düşürülen kahramanların
asaletini göstermesi açısından da ilginçtir. 1924'te uzun bir
tren yolculuğunu Refet Paşa'yla birlikte yapan Necip Fazıl, 30
yıl sonra 1954'te yeniden Ankara Palas'ta karşılaştığı Paşa'ya
hatıralarını Büyük Doğu'ya yazma teklifinde bulunur. Maalesef
hatıralarını yazmamış bulunan Refet Paşa, ona şu anlamlı
cevabı vermiştir:
"Necip Fazıl!... Benim bir ayağım çukurda... Benden bir şey
bekleme! (...) Tarih, İlâhî adaleti hâdiseler üzerinde o türlü
tecelli ettiren bir ilimdir ki, günü geldiği zaman, benim gibi
insanların hâtıra defterlerinden kefenlerine kadar her
şeylerini sorguya çekerek hakikati tespit etmeyi bilir.
Şimdilik bizi bırakın da mezarımıza kavgasız ve davasız
gidelim!"
'Kefenleri sorguya çekmek' ne demek? O aşamaya geldik mi
dersiniz?
m.armagan@zaman.com.tr
NOT: Bu makale
sayın Mustafa Armağan’ın izni ile yayınlanmaktadır.
http://www.zaman.com.tr/yazar.do?yazino=958705
|