|
|
................... |
|
................... |
HER
AİDİYETİNİN HAKKINI SAVUNMAK |
Devrimci-Demokrat Avukatlar Grubu |
|
|
................... |
|
|
Devrimci-Demokrat Avukatlar Grubu;
ezilen ulustan (Kürt ulusunun haklarından), hakları gasp
edilmiş bütün ulusal azınlıklardan (Çerkeslerin, Lazların,
Gürcülerin, Çeçenlerin, Pontus’lu Rumların, Çingenelerin,
Arapların, Asurilerin, Ermenilerin, Boşnakların, Arnavutların,
İbranilerin dil kültür ve eğitim haklarından) baskı, zülüm ve
asimilasyon politikalarına tabi tutulan dinsel inançların
mensuplarından (Alevilik, Ezidilik, Bektaşiliğin
inanç ve kültür aidiyeti ile yasal güvencelere kavuşmasından),
ataerkil toplum sürecinin eşitsizliğe sürüklediği cinsiyet
olan kadından, tahrip riski altındaki doğal çevreden, baraj ve
inşaat alanına dönüştürülmek istenen tarihi yapı ve sit
alanlarından yanadır.
Grubumuz; sınıfsal, etnik, dinsel ayrım
olmaksızın, gerici resmi ideoloji olan Kemalizm ve
ittihatçılıktan; “milliyetçi olan dincilikten” kesin kopuş
sağlamış her devrimcinin grubu olduğu gibi, demokrat sıfatını
benimseyen her meslektaşımızın da grubudur. Grubumuz; bütün
aidiyetlerin haklarına red, inkar, imha ve tepki üzerinden
yaklaşan Kemalizm ve ittihatçılığı, devlet içersinde örgütlü
olan kontrgerillacılık (Ergenekonculuk) ile darbeciliği ret
ettiği gibi; milliyetçi dinciliği de ret eder. Grubumuz,
mevcut devletin egemenlik sistemini ve bu sistemden kesin
kopuş içerisinde bulunmayan siyasi eğilimleri gerici
saymakta,istisnasız bütün halkların özgürlüğünden yana tutum
alırken,sadece egemenlik sistemini karşısına almaktadır.
Özgürlük; sadece bizim özgürlüğümüz değildir, ötekileştirilen
her kesin özgürlüğüdür, başkalarının özgürlüğüdür. Özgürlük ve
kardeşlik hukuku; her aidiyetin (her kesin) özgürlüğünü, hep
birlikte talep etmekle gerçekleştirilecek bir değerdir.
Grubumuz çeşitli alt grup ve bireylerden oluşmakla
birlikte,her hangi bir aidiyetin kendi denetimi altına
alabileceği bir yapı değildir, ezilen ve hakları gasp edilen
bütün aidiyetlerin beraberce yönetimde ortaklaşması kültürünü
ilke edinmektedir.
Grubumuz; aynı şekilde resmi ideolojiden ve
statükodan kesin kopuş sağlamış gerçek Türk devimci ve
demokratların grubudur. Bu çerçevede sınıfsal, etnik veya
dinsel inançları nedeni ile ötekileştirilmiş her aidiyetin
sorunlarının sözcülüğünü üstlenerek; bütün siyasi, sosyal ve
hukuksal haklarının kanuni güvenceye kavuşturulması için
mücadele etmeyi esas alıyoruz.İdeolojik-politik görüşü ile
aidiyeti ne olursa olsun, Grubumuzun her bireyi açısından
programımız (manifestomuz); bir anlamda
anayasamızdır,birleştiğimiz ve çalışmada esas aldığımız ortak
paydayı oluşturmaktadır.
Grubumuz, baromuz bünyesindeki diğer bütün grupların tersine;
devleti yönetenlerin iki eli arasındaki iktidar mücadelesinin
bir eklentisi ve birleşeni durumuna gelerek gerici statüko ile
birleşmek yerine, bağımsız ve özgür seçenek olmayı, mevcut
statükoyu red ederek, dönüşümüne katkı yapmayı esas
almaktadır.Baromuzun bünyesindeki diğer bütün
grupların,andığımız aidiyetlerin sorunlarının çözümünü program
ve bildirilerine konu etmedikleri aşikardır.
Çağdaş Avukatlar
Grubu adını kullananların da son sekiz yıllık program ve
bildirileri incelendiğinde; sadece yönetimdeki AKP’ye eleştiri
götürmekle kendilerini sınırlamış oldukları, buna karşın
Kemalizm’e-İttihatçılığa-Cuntacılığa(darbeciliğe)-Ordu
vesayetine ise hiçbir eleştiri götürmedikleri, öte yandan
sorunlarına çözüm önerdiğimiz ulus, ulusal azınlık ve dinsel
azınlıkların hiçbir haklarına değinmedikleri, bu yolla var
olan statükonun örtük bir parçasına dönüştükleri, Kemalizm’e
(devletin resmi ideolojisine) kayma neticesinde de ilkesel
temsiliyeti ve ayrılmalar soncunda da fiziki temsiliyeti
taşıyamayan bir grupçuğa dönüştükleri aşikardır.
Gurubumuz
hangi sınıfa ve kökene tabi olursa olsun; ötekileştirilen her
kesin haklarının hukuksal güvenceye kavuşturulması ortak
paydasında (demokrat paydasında) birleşen, ancak payları
farklı olabilen bütün avukatların grubudur. Gurubumuz, bütün
aidiyetlerin özgürlüklerinin yasal güvenceye (düzenlemeye)
kavuşmasından yana mücadele ettiğinden devrimcidir ve gerçek
kardeşlik hukukunu esas almaktadır. Grubumuz; ideolojik
akımların koalisyonu veya mücadele ve hakimiyet alanı olmayı
red eder. Bir meslek kuruluşunun zemininde bulunan grubumuz;
sürekli çatışarak ortak demokratik mücadele zeminlerini
işlevsiz hale getiren ve daraltan ideolojik fraksiyonların bir
koalisyonu olmayacağı gibi, ideolojik-politik çizgilerin
üstünlük sağlama ve kendisini var etme alanlarının da bu tür
birlik yapıları (birlikte kurulan yapılar) değil, siyasal
partiler yanında ilgili partilerin paralel kurumları
olabileceğine vurgu yapmaktadır.
Grubumuz, uluslar arası sözleşmeler çerçevesinde; ulusların
kendi kaderini tayin hakkını istisnasız her ulus için
savunurken, bütün ulusal azınlıkların etnik aidiyetlerinin,
dillerinin, kültürlerinin ve ana dilde eğitim haklarının
gerekli yasal güvencelere kavuşmasından ve çoğunlukta
bulundukları yerleşim birilerinin kendi dilerindeki orijin
isimleri ile adlandırılmasından yanadır. Bu temelde
Devrimci-Demokrat Avukatlar Grubu, Kürt Ulusal
Sorunu'nun,^sadece eşitliği sağlayabilme niteliğindeki
seçeneklerin sorulabileceği ve sadece yerli halkın
katılabileceği bir referandum ile demokratik barışçıl
çerçevede çözülmesinden yanadır. Grubumuz; Çerkeslerin,
Gürcülerin, Çeçenlerin, Lazların, Arapların, İbranilerin,
Ermenilerin, Asurilerin (Süryani, Keldani, Nasturi),
Mehelmilerin, Pontus’lu Rumların, Çingenelerin, Arnavutların,
Boşnakların birer ulusal azınlık aidiyeti olarak
kimliklerinin, dil ve kültürlerinin,anadillerinde eğitim
haklarının Anayasal ve yasal güvencelere kavuşması için
mücadele eder.
Devrimci-Demokrat Avukatlar Grubu, ”Türkiye laiktir, laik
kalacak” sloganını sahte bulmaktadır. Kemalist Devlet'in laik
olmaya başlaması için; Anayasal bir teşkilat olarak düzenlenen
Diyanet Teşkilatı'nın kaldırılması ya da devlet yapısının
dışına bırakılması, din adamlarının maaşlarının toplumun ortak
vergileri üzerinden verilmesi uygulamasının terk edilmesi,
devletin resmi-yasal dinin bulunmaması ve devlet teşkilatının
bütün dinlere eşit mesafede konumlandırılması zorunludur.
Kemalist devletin laik niteliğini kazanabilmesi için,
okullarda zorunlu din derslerinin müfredattan çıkartılması,
ötekileştirilen inançlara asimilasyon, baskı ve yaftalama
politikalarından vazgeçilmesi, Alevi, Ezidi ve Bektaşi
inançlarının kanuni güvenceler ile tanınması, nüfus cüzdanı
türü kimliklerden din hanesinin tümden çıkartılması ya da kim
hangi dine mensup ise tabi olduğu inancının yazılması,
Müslüman olmayan tüm inanç mensuplarının köylerine cami
yapılması uygulamasının terk edilmesi, cemevleri ve quplerin
ibadethane olarak kabul edilmeleri zorunludur.
Laiklik; Batı'nın giyiniş (tüketim) kalıplarının dayatılması
biçimselliği değildir, üniformalı ve tek tip giyinişin esas
olduğu güvenlik alanı hariç olmak üzere; istem halinde diğer
mesleklerdeki her kamu görevlisinin türban giyme hakkı
olmalıdır. Devletin din adamı yetiştirme yükümlülüğü
olmamalıdır. Ancak İmam Hatipler ve meslek liseleri olduğu
sürece, eğitimde ayrı katsayı uygulaması eşitlik ilkesine
aykırı olduğundan, hukuksuzdur. Yüksek Askeri Şura
kararlarında keyfiliği önleyebilmek, hak arama hürriyetini ve
adil yargılama hakkını peşinen ortadan kaldırtmamak için,
bütün Şura kararlarının yargı denetimine tabi olması
zorunludur.
Atıfta bulunduğumuz hiçbir aidiyet ve grubun özgürlükleri
diğer biri ile çelişmemekte, karşı karşıya
gelmemektedir.İstisnasız her aidiyetin varlık ve özgürlüğü;
devletin resmi ideolojisi olan İttihatçı-Kemalizm ve
statükoculuğu ile çelişki içindedir. Bu nedenle grup
üyelerimizin farklı payları olsa dadevlettin gerici retçi
inkarcı Kemalist statükoculuğuna karşı her aidiyetin
özgürlüğünü hep birlikte savunmak paydasın da ortaklaşmayı
esas alıyoruz.İttihatçı-Kemalist çizgi bütün sorunların
kaynağıdır,devletin resmi ideolojisi olmamalıdır. Bu çerçevede
İttihatçı-Kemalist kanun mevzuatı da
değiştirilmeli,kaldırılmalıdır.Kanunlar;devletin resmi
ideolojisinin yaptırıma kavuşturulmuş bir
formundan(biçiminden) başkaca bir şey değildir. Kemalist
devletin köhne kanun mevzuatı içinde çözüm aramaya koşullanmış
birey;kendisini nasıl tanımlarsa tanımlasın gericidir, hiçbir
toplumsal soruna çözüm üretmez ve hukukçu sıfatını da
kazanamaz.
Grubumuz 19.yüzyıldaki egemenlerin değer saydığı “kanunilik”
ilkesi yerine, dünyanın hukuksal anlamda geldiği en gelişmiş
değerleri daha da ileriye taşıyarak, toplumsal özgürlük
alanını genişletme mücadelesi çerçevesinde dinamik olarak
gelişebilen“evrensel hukukun üstünlüğü” değerini esas
almaktadır. Devletin ideolojisinin yansıması olan kanunların
(kanunilik ilkesi) çerçevesinde; avukatların “kanun adamı” ve
Baroların da “devlet kurumu” durumuna düşürülmesini ret eden
grubumuz; “hukuk adamı” olmayı ve meslek örgütü olan
Barolarımızın da bağımsız “hukuk kurumu” olmasını en önemli
değer saymaktadır. Grubumuz, bu değere ulaşabilmenin ön
koşulunu; öncelik ile ötekileştirilen her aidiyetin hukukuna
sahip çıkmak şeklinde ortaya koymaktadır.
Kürt ulusunun ataları porto Kürtler Mezopotamya’nın yerli
halkıdır, tarım ve hayvancılık devrimi ile yerleşik yaşama
geçiş sürecine öncülük etmişlerdir. Kimi tarihçilere göre
Sümerlerin komşuları olan ve kimilerine göre de esasen ön
Sümerler durumunda bulunan Huriler, Kürtlerin atalarıdır.
Huri, Subari (Subaru), Guti, Mitani, Lulu, Hatti, Komagene,
Med, Urartu, Luvi, Şaddadi, Mervani devletleri, bugünkü
Kürtlerin ataları tarafından kurulmuş devletlerdir. Kürtler
ile vatanları Kürdistan'ın adını barındıran ilk eserin ise, MÖ
332'de Büyük İskender in seferine katılan Kenefon'un yazmış
olduğu Anabasis (Onbinlerin Geçişi) eseri olduğunu söylemek
mümkündür. Kenefon söz konusu eserinde; Makedonya'dan,
Hindistan sınırlarına kadar her alanı istila ettiklerini ve
istila ettikleri alanlar içerisinde Kardukia (Kürdistan'ın
Latince söylenişidir) da Kardukilerin (Kürtlerin)
hakimiyetlerini kabul etmediklerini, vur kaç eylemleri ile
düzen dışı savaş yürütmeye devam ettiklerini, bu nedenle de
bir günlük yolu kayıplar vererek, bir haftada alabildiklerini
belirtmektedir. Kürtler, Aryan halk grubunun büyük boylarını
teşkil etmektedir. Arileri teşkil eden halklar ise; Kürtler,
Farslar, Afganiler (Peştunlar), Hintler,Karaçiler
(Çingeneler), Beluciler, Pakistaniler, Tacikler, Bengaliler ve
Ermenilerdir. Kürtlerin ana dilleri olan Kürtçe; Hint Avrupa
dil grubundadır. Kürtler anadilleri Kürtçe’nin; Kurmanci (Bahdinani,
Şikaki), Zazaki (Hevremani, Dimili, Kirmanci), Lorani (Lori,
Kelhori, Leki, Bextiyari) ve Sorani, lehçelerinde
konuşmaktadır. Zerdeştilik (Zerdüştlük), tarihin ilk felsefesi
olarak Batı felsefesinin kaynağı olduğu gibi, ilk tek tanrılı,
peygamberli ve kitaplı (Zend Avesta) din durumundadır. Tarihin
ilk bayramı olan Newroz; Zerdeşti Kürtlerin şölen ve
bayramıdır. Zerdeştilerin Kutsal kitabı Zend Avesta, M.Ö. 7.
yüzyılda Kürtçe' nin Zazaki (Hevremani) lehçesinde
yazılmıştır.
Azak Denizi kıyılarında şehir devletleri kuran Meotlar, ilk
Proton Kafkasyalılardır. Çeşitli tarihsel dönemlerde Kafkas
halk gruplarının kurduğu devletlerin sınırları, Trabzon
şehrinin sınırlarına kadar dayanmıştı. Kafkas halk grupları;
Gürcüler, Lazlar, Çeçenler, Lezgiler ve Çerkeslerden (Abhazlar
ve Adigeler (Abzegh, Shapsugh, Bjedugh, Kabardey)
oluşmaktadır. Kafkas halk gruplarının konuştuğu Çerkesce,
Çeçence, Gürcüce, Lezgice, Kolkh dili (Lazca ve Mergelce
diyalektleri ile) Yafted dil grubunda bulunmaktadır. MS 4-5
yüzyıllara kadar devam eden Kolhi (Kolheti) medeniyeti;
Gürcülerin, Lazların Svanların ve Çerkes olan Abhazların ortak
medeniyetidir. MÖ 5 yüzyılda devlet kuran Sindler ve
Suchailler (Zugiler), Çerkeslerin atalarıdır. Lazların ve
diğer Kafkas halklarının atalarının ise, MÖ 16. ve 17 yüzyılda
Hitit kayıtlarında geçen Kolhiler olduğu kabul görmekle
birlikte, Laz isminin ilk kullanılmış olduğu eser, MS 79
yılında Romalı müellif Pilinus'un, “Tabbi Tarih” adlı
eseridir. Yunan ve Roma ile devamları olan Bizans tan farklı
olarak, Helen durumunda olan Karadeniz’deki Pontus’lu Rum
Devleti ve Rize ile Batum Sancaklarını içerisine alan Lazistan
ile Çerkesya'nın bir bölümü, Fatih Sultan Mehmet'in 1453'te
İstanbul'u Fetih etmesinden sonra, 1464 yılında Osmanlıların
egemenliğine geçmeye başladı. Çerkesya'nın bir bölümü ile
istilasını, İstanbul'un Fethi sırasında Osmanlılar adına
Tatarların istilası sürecinden başlatmak da mümkündür.
Pontus’lu Rumlar ve Kafkas halkları olan Lazlar, Çerkesler,
Gürcüler dinsel açıdan tümden Hıristiyan iken, 15.yüzyıldaki
bu işgal süreciyle birlikte Müslümanlaştırılmaya başlanmış ise
de Rusya'nın egemenliğinde kalan Kafkas halk grupları ise,
Hıristiyanlık dininde kalmaya devam etti. Karadeniz de
Hemşinliler olarak bilinen ve anadillerini Hemşince şeklinde
tanımlayanlar ise, asılında Ermenidir. Ermenice'ye, Hemşin’ce
demelerinin sebebi; uğradıkları zulmün yarattığı dehşetengiz
korkudur. Lazlar ise, bilinenin aksine, Karadeniz in önemli
bir bölümünde (Trabzon, Ordu, Samsun, Giresun, Gümüşhane vs)
yoktur.
Lazlar, Karadeniz de sadece Artvin'e bağlı Arhavi ve Hopa
ilçeleri ile Rize'nin Pazar, Ardeşen, Çamlıhemşin ve Fındıklı
ilçelerinde yerleşik durumdadır. Lazların yaşadığı
topraklarının önemli bir bölümü ise, hala Gürcistan'ın
egemenlik alanı içersindedir, bu ülkenin egemenlik alanı
içerisindeki Lazlar, Mergel adı ile isimlendirilmekte olup,
Türkiye'deki gibi asimilasyonist politikalara tabi
tutulmaktadırlar. Artvin, Ardahan'a ve Ardahan'da Karsa bağlı
iken, önce Artvin ve daha sonra da Ardahan ayrıştırılarak il
haline getirilmiştir. Karadeniz bölgesinin diğer yerleşim
birimlerinde ise; Müslümanlığı kabul ederek asimilasyona
uğramış Pontus’lu Rumlar ile Hıristiyanlığını ve Rumluğunu
gizli şekilde yaşayan Pontus’lu Rumlar yaşamaktadır. Bunların
yanında1924 yılında Selanik'ten nüfus mübadelesi çerçevesinde
getirilerek, göçertilmiş olan Pontus’lu Rumların
gayrimenkullarına yerleştirilebilmiş Sabataylar da vardır.
Karadeniz'in birkaç ilçesinde yerleşik olarak Çerkesler de
vardır. Karadeniz'in bazı ilçelerinde yerleşik olan Lazlar
dışında Osmanlı İmparatorluğu ve Rusya arasında gerçekleşen 93
harbinde (1877-1878) Kafkasya’dan kaçan bir grup Laz ise,
Akçakoca, Karamürsel, Sapanca, Yalova ve Sakarya'nın kırsal
kesimlerine yerleştirilmiştir. 1814 ile 1834 yılları arasında
Lazlar defalarca ayaklandılarsa da hareketleri başarısızlığa
uğradılar. Rusya’ya karşı ulusal kurtuluş mücadelesi veren
Çerkeslerin 1864'te yenilmesinden itibaren, Çerkeslerin
Müslüman olan bölümü Osmanlı'ya sürülürken, Osmanlı
İmparatorluğu da Hıristiyan halklarından bir bölümünü Rusya'ya
sürdüğünden, iki devlet arasında en kaba şekli ile din esası
üzerinden nüfus mübadelesi yapılmış oldu. 1964'te Osmanlı'nın
egemenlik alanına Yeşilköy antlaşması ile sürülen Çerkesler,
çoğunlukla bir şerit şeklinde Türk ile Kürt nüfusunun sınır
noktalarına dağıtıldı. Çerkes Ethem, Mustafa Kemal ve diğer
Kemalistler gibi İttihat ı Terakki'nin bir üyesi olmakla
birlikte, İngiliz ve Fransız emperyalistleri ile işbirliği
içinde olmadığından, Kemalistlerle girdiği iktidar
mücadelesini de kaybetmiştir. Birinci dünya savaşı sürecinde
Alman generallerinin komutası altında İngiliz ve Fransızlara
karşı işbirliği içinde savaşan Talat Paşa ve Enver Paşa
tasfiye edilirken ve Çerkes Ethem'in önü kapatılırken, M.
Kemal'in önü açılmıştır. Çerkes Ethem'in hain olarak
damgalanmasını haklı gösteren bir olgu bulunmadığı gibi,adının
önüne etnik aidiyeti eklenerek damgalanması, bütün Çerkesler
açısından hukuksuz bir baskı ile şaibe üretimine yol
açmaktadır. Genel anlamda bütün Kafkas halklarının
(Çerkeslerin, Lazların, Gürcülerin, Çeçenlerin) ulusal azınlık
oldukları yasal çerçevede kabul edilmeli,dilleri,kültürleri
anadillerinde eğitim hakları yasal güvenceye kavuşturulmalı ve
kendirlerine dayatılan asimilasyonist politikalar terk
edilmelidir.
Karaci, Romen, Mıtrıp, Elekçi, Çingan, Poşa, Abdal, Cono,
Kıpti, Gevende, Şopar, Orum, Haymantos, Dom, Şıhbızınlı,
Teber, Aşık, Arabacı, Luri, Luli, Lom gibi pek çok isimle
adlandırılan Çingeneler, Aryan halk gruplarındandır ve ana
dilleri de Hint Avrupa dil grubu içerisinde bulunmaktadır.
Çingeneler, dünyanın bütün kıtalarında ve pek çok ülkeye
yayılmış şekilde bulunmakta olup, her yerde en alttakileri
oluşturmaktadırlar. Tarih boyunca Kalderaşlar (Lovariler,
Boyhalar, Luriler, Çurailer), Gianderler ve Manuşlar (Valsikanlar,
Pimotesiler, Gayikanlar) şeklinde üç temel kola bölünerek
adlandırılmış oldukları anlaşılmaktadır. Çingenelerin dünyaya
bu şekilde yayılışı nedeniyle ana vatanları hakkındaki en
yaygın tarih teorisi; Gazneli Mahmut un Sindh ve Penjap ı
işgali sırasında 500 bin Karaçi'yi (Çingene'yi) esir alarak
köleleştirdiği ve bunların köle olarak satılması üzerine de
dünyaya yayılmış olduklarıdır. Çingeneler, Hindistan'ın Pencap-Sind
(Pakistan-Karaçi) nehir havzasından (o dönemde Pakistan ve
Afganistan'ın da içerisinde bulunduğu bölgedir) alınarak;
Kürdistan, İran ve Anadolu üzerinden götürülmüş oldukları
ileri sürülmektedir. Gerek Bizans döneminde, gerek Osmanlı
İmparatorluğu kayıtlarında İstanbul'daki Çingeneler, “kipti”
olarak adlandırılmıştır. Osmanlı döneminde, Rumeli
topraklarında bulunan Çingeneler ayrı yönetim durumundaydı ve
Çingene sancağında kendi kendilerini yönetmekteydiler.
Çingenelerin ulusal dini Romenipen olsa da Hıristiyan,
Müslüman ve Bektaşi olan Çingeneler de bulunmaktadır.
Çingenelerin, bahçe tarımı yapan anaerkil bir toplum durumunda
iken, çoban kabilleri tarafından göçebe zanaatçı durumuna
sokulmuş olmaları da ihtimal dahilindedir. Anaerkil ve
barışçıl toplumsal yapıları nedeni ile savaşlara katılmayı red
ettiklerinden, ganimete ve toprağa da sahip olmamışlardır ve
bu nedenle de en alttakiler olarak yaşamışlardır. Kadını
kişiliksizleştiren ataerkil topluluklar, Çingeneleri kendi
topluluklarının sınırda yaşamaya zorlamış görünmektedirler.
Çingenelerin,diğer temel bir özelliği de göçebe zanaatçı
olmalarıdır. Çingeneler, Nazi Almanya'sında Yahudiler ile
birlikte soykırım süreciden geçirilmiş bir halktır.
Çingeneler, Türkiye de hala eşit kabul edilmemekte ve sürekli
aşağılanmaktadır. Çingeneler, bir mahalle veya şehirden
kovulurken, diğer bir şehir ve mahallede ise
yerleşebilmelerine olanak tanınmadığını güncel olaylar nedeni
ile biliyoruz. İnsanoğullunun kendi türünden olanlara yaptığı
haksızlıklar içerisinde, herhalde en ağırı Çingenelere
yapılanıdır. Yetmiş iki buçuk milletin “buçuğu” şeklinde
nitelendirilerek, aşağılanmak istenen Çingenelere yönelen
ırkçı gericilik kabul edilemez. Çingeneler, insanlığın eşit ve
değerli bir parçasıdır, maruz bırakıldıkları aşağılanma, baskı
ve haksızlıklara son verilmelidir. Çingeneler bir ulusal
azınlık olarak kabul edilmeli, dilleri, kültürleri ve kendi
dillerinde eğitim hakları kanuni güvencelere kavuşturulmalı,
maruz bırakıldıkları asimilasyon politikaları terk
edilmelidir.
Karadeniz’deki Pontuslu Rumlar, akrabaları olan Makedon,
Yunan, Bizans ve Romalılardan farklı olarak Helen'dir, ataları
da Miletlilerdir. Miletliler MÖ 2000 yıllarında Girit, Mora ve
Yunanistan'da hakimiyet kurdularsa da Dorların saldırısı ve
köleleştirme ihtimali karşısında; önce Ege ye ve MÖ 100
yılında da Doğu Karadeniz'e gelerek, Pont krallığını kurdular.
Pontuslu Rumlar, Roma İmparatorluğu'nun, Bizans
İmparatorluğu'nun ve 1464 yılında Fatih Sultan Mehmet'in
bölgeyi fetih etmesi ile Osmanlı İmparatorluğu'nun
egemenliğine girdilerse de 20 yüzyılın başına kadar ulusal ve
dinsel varlıklarını devam ettirdiler. 1915 ile 1924 yılları
arasında 1 milyon civarındandaki Pontuslu Rum, Rusya,
Yunanistan ve Lübnan'a göçertildi. Karadeniz'de kendilerini
saklayarak ya da din ve dil değiştirerek kalabilen Pontuslu
Rumlar ise ya asimilasyonu yaşayıp Türkleşmiş ya da gizliden
dini ve milli aidiyetini yaşayıp sürdürebilmektedir. Trabzon,
Ordu, Samsun, Giresun, Gümüşhane'deki nüfusun önemli bir
bölümü zora dayalı asimilasyon çerçevesinde Türkleştirilmiş
Pontus’lu Rumlar ile hala etnik ve dini kimliğini gizili
olarak yaşayan Pontus’lu Rumlardan oluşmaktadır.
Huri ve Urartuları ataları kabul eden Ermenilerin (Armen)
tarihteki adlarına öncelikle MÖ 625'te (kimi tarihçilere göre
MÖ 612'de) kurulan Medya İmparatorluğu döneminde bir boy
rastlanabilmektedir. Ermeniler de Kürtler gibi Ari halk
gurubunun mensubudur ve Hıristiyanlığı kabul etmeden önceki
tarihsel süreçte (MS 4 yüzyıl öncesinde) Zerdeşti (Zerdüştlük)
dinine inanmaktaydılar. Bizans İmparatoru Konstantin’nin bütün
dünyayı Hıristiyanlaştırma hedefi çerçevesinde Serhat
bölgesini fetih etmesi ile birlikte, Ermeniler Hıristiyanlığı
kabul etmeye başlayarak, diğer Aryan halk gruplarından ayrı
bir ulus olma sürecine girdi.
Araplar ve İbraniler (Yahudiler) ile birlikte Sami halk
grubunu oluşturan Asuriler; Hz. İsa’nın Tanrı mı, Tanrı'nın
oğlu mu, peygamber mi tartışması üzerinden gerçekleşen ayrışma
üzerinden; Süryani, Keldani, Nesturi, Maruni isimleri altında
alt gruplara ayrıldı. M.Ö. 1500 yıllarında Arabistan
coğrafyasından güney Mezopotamya'ya ve daha sonrada kuzey
Mezopotamya’ya yayılan Asuriler, Pontus’lu Rumlar ve
Ermenilerin tersine Lozan’da dahi bir ulusal azınlık olarak
kabul görmemişlerdir. Asuriler, Kürtler, Lazlar, Çerkesler,
Çingeneler, Gürcüler, Araplar, İbranilerin (Yahudiler) tersine
Lozan’da azınlık kabul edilen Ermeniler ile Rumların ise, söz
konusu antlaşmadan kaynaklanan haklarının dahi tam olarak
uygulanabildiğinden bahsedilemez. Asurilerin Süryani koluna
mensup olan Mehelmiler, 1919'te Mardin Nusaybin Midyat ve
Savur arasındaki alanda Kürt Ezidi, Ermeni ve Kürt Müslüman
olanlarla birlikte yaşamaktayken, İttihatçıların tek din, tek
millet, tek dil, tek kültür siyaseti çerçevesinde zorla
Müslümanlaştırılanlardır Mehelmiler, Kürt nüfusu içinde
yaşamaktan dolayı Kürtçe konuşmakta ise de (Hatta Kürtleşmiş
olanları bulunmakla birlikte), Kürt, Arap yada Türk
değillerdir. Adı geçen bütün etnik kökenlerin aidiyetleri,
dilleri, kültürleri ve eğitim hakları yasal güvenceye
kavuşturulmalı, dini inançlarını özgürce yaşama olanakları
sağlanmalıdır. Her aidiyetin demografik açıdan yerleşik
bulunduğu yerleşim birimlerindeki eski isimlerinin (orijin
isimlerinin) ivedilikle iade edilmesi için yasal düzenleme
yapılmalıdır.
Başta Osmanlılık ilkesini (Osmanlı'nın Birliği Çizgisini)
savunan İttihattı Terakki, Balkanların kayıp edilmesi ile
birlikte, İslamlık ilkesini (İslam Birliği çizgisini)
savunmaya başladı. Ancak daha sonra Arabistan’ın da elden
çıkması üzerine; Türklük-Türkçülük eksenli ırkçı çizgiyi esas
almaya başladı. İttihadı Terakki Partisi, emperyalist bir
devlet olan Osmanlı İmparatorluğu'nun bakiyesinden, diğer
ulus, ulusal azınlık ve dinlerin reddiyesi, inkarı ve imhası
temelinde devlet çarkı üzerinden totaliter-ırkçı bir
devlet-ulus modelini kurmaya yöneldi. Kemalizm, İttihatçılığın
kendisi ve devamıdır. Kemalizm kavramı altından devam eden tek
millet, tek dil, tek kültür, tek din bu inkarcı, retçi, imhacı
anlayışın diğer bir ifadesidir. 1915'te İttihadı Terakki
hükümetinin kararı ile bir buçuk milyon üzerinde Ermeni,
Pontuslu Rum, Asuri (Süryani, Keldani, Nesturi) ve Kürt
Ezidisi göçertilirken, bir buçuk milyondan fazla bir nüfusları
da toplu imha sürecinden geçirildi. Çok büyük ölçüde judaik ve
masonik olan İttihadı Terakki partisinde Sebatayaların örgütlü
olmaları ve 4.Mehmet döneminden itibaren etnik ve dini
aidiyetlerini gizlemeden, açıkça ve baskıya uğramaksızın
yaşama olanaklarının ortadan kaldırılmış olması sebebi ile,
toplu imha sürecine maruz kalmamışlarsa da diğer gayri
Müslimlerin göçertilmesi, toplu imha ve zora dayalı
asimilasyona maruz bırakılması karşısında söz konusu süreci
gayrimüslimlerin toplu imhası şeklinde adlandırmak daha
doğrudur.
Sebataylar; etnik köken anlamda İbrani ve dini açıdan Yahudi
kökenlidir. 1492 yılında İspanya'daki Engizisyon
mahkemelerinden kaçan Yahudiler, Osmanlı İmparatorluğu'nun
egemenliğindeki Selanik şehrine yerleştirilmiş olmakla
birlikte, zamanla imparatorluğun egemenliğindeki şehirlere de
yayılarak yerleşmeye başladılar. Ancak Selanik, 1924 kadar da
bir Sebatay şehri kaldı. 1629 yılında İzmir de doğan Sebatay
Sevi hahamlık yaparken, 1648 yılında Yahudi din kitaplarını
yeniden yorumlayarak vaazlar verdi ve kendisini Mesih (Mehdi)
ilan etti. Taraftarları çoğalmaya başlayınca, resmi Yahudilik
görüşünü temsil eden hahamlar tarafından, Osmanlı padişahı
4.Mehmet’e şikayet edildiğinden, Padişah tarafından kendisine
sunulan “öldürülmek veya Müslüman” olmak seçeneklerinden;
“Müslüman olma alternatifini” tercih ettiğini belirterek
canını kurtardıysa da örtülü olarak inancını yaşamaya devam
etti. Taraftarlarına da toplum içinde Müslüman gibi görünüp
hareket etmelerini, buna karşın cemaatleri içersinde kendi
inançlarını yaşamaya devam etmelerini salık verdi. Bunun
üzerine Arnavutluk'un Ülgün kasabasına sürgüne gönderildi ve
1675 yılında bu kasabada vefat etti. Adlarını Sebatay Sevi’den
alan Sebataylar, günümüzde de etnik ve dini kimliklerini
saklamaya devam ettiklerinden, (yani kendi içlerinde Yahudi,
dışarıda ise, “Müslüman Türk” olarak kendilerini
tanıttıklarından) toplumda “dönme” denilerek
ağılanmaktadırlar.
Aslında Sebatayların dönmeliği zorunluluklar altında ortaya
çıkmış, bir mağduriyet sürecinin olgusu olmakla birlikte,
İtthad-ı Terakki'nin kuruluşu sürecinden itibaren siyasi,
askeri ve ekonomik sistemin temel noktalarına yerleşmek ve
sürekli devleti belirleyebilmek açısından gerici bir tercihe
dönüştüğü de aşikardır. Her şeye rağmen sadece Sebataylara
dönme denilmiş olması da haksızlıktır. Çünkü etnik veya dini
kimliği üzerinden kendilerini ortay koymayanlara dönme
denilecekse; diğer etnik ve dini aidiyetlere tabi olmakla
birlikte, kendilerini etnik açıdan Türk ve dini açıdan da
Müslüman olarak nitelendirilenlerin bütünü dönmedir.
Sebataylar, kendi kimliklerini ortaya koymalı, iki dinli, iki
ruhlu, iki kişilikli yaşamayı kabul etmemelidirler.
Sebatayların son beş on yıllık süreçte ikiye bölünmeye
başladıklarını ve geçmişte bütününe yakını İttihatçı-Kemalist
gericiliğin savunucuları durumunda iken, bir bölümünün bu
çizgiden kopmaya başlaması ile birlikte, cemaatlerine özel
olarak yüklenmenin gerçekleştiğini söylemek mümkündür. Genel
anlamda Yahudilik ve özelde de bir yorumu olmakla birlikte,
resmi yorumun dışına taşması nedeni ile İsrail devletinin
Yahudilik içersinde görmediği Sebataylık üzerindeki mahalle
baskısı, kin ve aşağılama hukuksuzdur, önlenmelidir. Her
aidiyet gibi genelde Yahudilerin ve özelde de Sebatayların
aidiyetleri, dil, din ve kültürleri ile eğitim hakları yasal
güvence altına alınmalıdır. Anti semitizim (Yahudi düşmanlığı)
ırkçılık ve gericiliktir, kabul edilemez. Aynı şekilde
Mısır’dan Fırat ırmağına kadar bütün toprakları Yahudi
toprakları olarak algılayan Siyonizm de; daha büyük bir
ırakçılık, gericiliktir. Siyonizim; felaket niteliğindeki
çatışmalar ve acılar dışında hiçbir sonuç doğurmayacağı açık
olan uydurmalara dayalı cehalet çizgisidir.
Semavi dinlerin dışında olup, Batini bir din olan
Zerdeştiliğin devamı durumundaki Ezidilik, Kızılbaşlık
(Alevilik), Kakailik (Yarisani-Ehli Hak), Dürzilik mensupları
ise, Osmanlı İmparatorluğu'nun gerçekleştirdiği sistematik ve
periyodik toplu imhalardan anlaşılacağı gibi, (örneğin en ağır
saldırıları gerçekleştiren Yavuz Sultan Selim ile Kuyucu Murat
Paşa'nın toplu imha ve sürgünlerinden anlaşılacağı üzere)
Hıristiyanlar gibi milleti mahkuma olarak dahi kabul
görmemişlerdir. Cumhuriyet döneminde de “En hakiki mürşit
ilimdir” denilerek, Alevilerdeki pir ve mürşitlik makamı
üzerinden ayrı bir inanç olan Alevilik (Kızılbaşlık)
ötekileştirildi. Tek din ve tek kültür çizgisi temelinde,
Alevilerin kendi inançlarından kaçması için, bir taraftan
inançları hakkında gerçekdışı aşağılayıcı uydurmalar
yapılırken, diğer taraftan İslam’ın bir mezhebi olduğu
propagandası yapılarak asimilasyon politikası derinleştirildi.
Tekke, zaviye ve dergahlar kapatılırken, bakiyede sadece cami
bırakıldı. Alevi, Ezidi ve Hıristiyan, Bektaşi köylerine cami
yapma süreci başlatıldı. Daha önemlisi 1921 yılında Sakallı
Nurettin Paşa komutasındaki ordu, Sivas ve çevresi olarak
tabir ettiğimiz Koçkiri de; 3 bin Kürt Alevi köyünü yakıp
yıkarak, toplu imha sürecini uyguladı. 1937-1938'de ise Sakalı
Nurettin'in torunu olan Abdullah Alpdoğan komutasındaki
ordunun karadan, buna karşın M. Kemal'in manevi kızı Sabiha
Gökçen'in de havadan yaptığı bombardımanlar çerçevesinde,
Dersim yöresinde 80 bin civarında Kürt Alevi toplu imha
sürecinden gerçekleştirildi. 1924 de Diyanet Teşkilatı devlet
teşkilatının içerisinde kuruldu. 1955 yılında ise,
kontrgerillanın organize ettiği bir provokasyon sonucunda 6–7
Eylül saldırıları gerçekleştirilerek gayrimüslimlerin malları
yağmalanarak, göçmeye zorlandılar. Kızılbaşların İslam
içerisine çekilmesi ve asimilasyon sürecinin derinleştirilmesi
için periyodik aralıklarla Malatya'da Kahramanmaraş'ta,
Çorum'da Sivas’ta (Madımak’ta) ve Gazi'de toplu imha süreçleri
uygulandı. Bu olaylar, Osmanlı döneminde Müslümanlara milleti
hakime, gayrimüslimlere de milleti mahkuma denilerek kurulan
ötekileştirme sistemi ile toplu imha çizgisinin devam
ettirildiğini göstermektedir.
Günümüz de ise, Kürt yerleşim birimlerinde son yirmi yıllık
bir süreçte, normal sivil yaşam içerensindeki Kürtlere yönelik
olarak gerçekleştirilen öldürme, yaralama ve kundaklama
eylemlerinin sayısı 125 bindir. Bu eylemlerin failleri olan
İttihatçı-Kemalist kontrgerillacılar, diğer bir değişle
Teşkilatı Mahsusa'nın çocukları ortaya çıkarılabilmiş ve yargı
önüne çıkarılmış değildir. Ayrıca dört bin köy yakılıp
yıkılmış ve dört milyon insan da zorla göçertilmiştir. 1908'de
İttihadı Terakki'nin planlama, istihbarat ve gizli eylem
dairesi olarak kurulan Teşkilatı Mahsusa, lokal adlar ve
farklı isimler ile varlığını ortaya koymayı sürdürmekte,
devlet adına imha pratiklerini gerçekleştirmeye de devam
etmektedir. Devletin kontrgerilla birimleri bütün tetikçilerle
birlikte ortaya çıkarılmalı, yargıya teslim edilmelidirler.
AKP hükümetinin iradesizlikten, korkudan ya da en üst düzeyde
görev yapmış devlet adamalarının faili meçhul olarak
nitelendirilen olaylarda sorumluluğunun bulunmasından ve buna
bağlı olarak devletin imajının tümden batabileceği
kaygısından, yahut var olan hukuk dışı yapıyı (kontrgerillayı)
ehilleştirip kendi denetiminde kullanabilmek isteğinden dahi
olsa; bütün tetikçi ve planlamacıları ortaya çıkarmaması
halinde, failler ile birlikte bütün olayların sorumlusuna
dönüşeceği aşikardır. Toplu imha pratiklerine ya da mekan ve
zamana yaydırılmış imha eylemlerine katılmış bireylerin
isimleri; yerleşim birimlerinin, parkların, yolların,
caddelerin adı olmaktan çıkarılmalıdır. Toplu imha
süreçlerinin bütününe karşı durmanın ve mağdurlara saygının
bir sembolü olması açısından; toplu imha anıtı yapılmalı ve
müzesi kurulmalıdır. Çeşitli süreçlerde toplu imhaya maruz
bırakılanlar ile sürülmüş olanlara ve çocuklarına vatandaşlık
hakkı verilmelidir. Toplu imha süreçlerinin lokal düzeyde de
olsa bir daha yaşanmaması ve tarihsel belleğimizin silinmemesi
ile vicdanlarımızın da buharlaşmaması için, insanlık
suçlarının bütününe karşıyız, eylem sahiplerinin de gücü ne
olursa olsun karşıların da dururuz..
M.Ö. 3000 yıllarında (Birinci Zerdeşt Nebi Nuh döneminde),
Kürtlerin ilk ulusal inancı güneş tapınmacı olan Mitra
dinidir. M.Ö 2000 yıllarında bir Mitrai olan Hz. Halil İbrahim
(Xelil Brahim (Halil İbrahim) – Huşeng) İkinci Zerdeşt olarak,
Mitra’nın diğer değerlerini reddetmeksizin, sadece güneşin
tanırının kendisi değil, ancak tanrının nuru olması nedeniyle
kutsal olduğunu ortaya koyarak, tek tanrılı inanç olan
Zerdeştilik dinini kuruluş sürecini başlattı. Tarihin ilk tek
tanrılı dini olan Zerdeştilik, M.Ö 7. y.y.’da Urmiye’de doğan
Spitima ya (3.Zerdeşt'e) tarihin ilk Kutsal Kitap olan Zend
Avesta’nın gelmesi yanında Gatalar (beyit ve deyişler)
şeklinde hırkalı pir ve dervişleri ile birlikte çalgılar
eşliğinde vaazlar yaparak bu dinsel inancı reforme etmesiyle
birlikte, Batini bir inanç durumunda bulunan Zerdeştilik; Med
(Medya) İmparatorluğu'nun resmi dini haline geldi. Kızılbaşlık
(Sersor-Alevi), Ezidilik, Kakailik (Yarısani-Ehliheq),
Dürzilik, Şebekilik ve Bektaşilik gibi batini inançlar,
Zerdeştiliğin bütün ritüellerini taşıyan birer yol olarak
ortaya çıktı.
Bütün Batini inançlarda olduğu gibi Bektaşilikte de iç
evliliğin zorunluluğuna dayanan kan esası üzerinden inanç
aidiyeti geçerken, Hacı Bektaş’ın ölümünden sonra, inanç
mensubu anne babadan doğmuş olmaya dayanan kan esasına dayalı
aidiyet ilkesi kaldırıldı. Bektaşiler, bu yanları ile diğer
Batini inançların mensuplarından farklılaşmaya başladı.
Bektaşi olan bir halife babasının diğer dinlerin mensuplarına
el vermesine (icazet ermesine) dayanan ikrarlar ile geçişlere
imkan sağlanmaya başlandı. Bu yolla Bektaşi olabilmek; bir
halife babanın icazetine (el vermesine) ve başka bir dinsel
inançtan gelen kişinin de inancın yoluna girmek için ikrar
vermesine dayandırılmaya başlandığından, Alevilik yanında
diğer Batini inançların tersine, gerek inanç ve gerekse kan ve
milliyet esası bağlamında heterojen niteliğe kavuşmaya
başladılar. Çünkü Bektaşiliğe diğer dinlerden geçmeye
başlayanlar, daha önce tabi oldukları dinlerin bazı
ritüellerini de kendileriyle birlikte taşıdıklarından, bu
inanç Aleviliğin tersine heterojen halle gelmeye başladı. Bir
süre sonra Bektaşilik Yeniçerilerin yoğun şekilde geçtikleri
bir inanç haline gelmeye başladı ve bu Yeniçeriler in
fetihçilik pratikleri çerçevesinde Alevilikten farklı olarak
devletle birleşerek Balkanlara kadar yayıldı. Diğer batini
inançlar (Kızılbaşlık (Sersor-Alevi), Ezidilik, Kakailik (Yarısani-Ehliheq),
Durzilik) ise; hem milliyet bazında hem de dini inanç ve
ritüeller bazında esasen homojendir.
Zerdeştilikte var olan Mir (Poştnişin), Veli, Pir, derviş,
mürit tabakalaşma ve hiyerarşisine dayalı kast sistemini kabul
etmek, semah, cem, Aralık ayında üç günlük oruç sonrasında
bayram yapmak, 21 Mart’ta Newroz bayramını kutlamak,
Hıdırellez şöleni yapmak, mehdi inancını taşımak, saz, kaval,
kemençe, tef gibi çalgılar eşliğinde dini beyit ve deyişler
söyleyerek müzikli dini ayin yapmak, ibadethane ve hukuki
sorunların çözüm yeri olan Cem de gönül de tanrıyı
tasarlayarak trans hali yaşamak, bu çalgıların ibadet aracı
olması nedeniyle kutsal kabul etmek, Cem de Homa şerbetini
içmek, dünya-ahret kardeşini (musahip) seçmek, doğanın canlı
olduğunu kabul etmek, kanlı kurban geleneğinden uzak durmak,
ruhun ölmezliği ve göçüne (devri don) inanmak, yeni doğan
çocuk için tören yaparak isim vermek, 15 yaşında Pir önünde
ikrar getirerek yola girmek, niyazda bulunmak, büyük veli ve
pirlerin mezarlarını ziyaretgah kabul etmek, tanrının nuru
kabul edilmesi sebebiyle güneşi ve dört temel unsur olan
ateşi, toprağı, suyu havayı kutsal saymak, tanrının ruh olarak
insanın içersine yansıdığına inanmak ve bu nedenle insanı
kutsal sayarak, yaşama insan merkezli bakmak, kadını erkeğe
eşit görmek, inanç mensubunun başka bir dinin mensubuyla
evlenmesi halinde aforoz etmek, büyük velileriyle peygamberler
arasına bir fark koymamak,büyük velilerinin mezar ve makamını
ziyaretgah kabul etmek, Zerdeştin doğruluk, dürüstlük,
temizlik, iyilik ve iyi davranış sözlerinde özetlediği ahlakı
esas almak, başka inançlara karşı hoşgörülü olmak; Manilik,
Mazdekilik, Kızılbaşlık (Sersor-Alevi), Tahtacılık, Ezidilik,
Cercerilik, Kakailik (Yarısani-Ehli Heq), Durzilik, Şebekilik
ve Bektaşilik gibi bütün batini inançlarda birer ritüel olarak
devam etmektedir.
Bu batini inançların bütünün doğuş yeri; Kürt yerleşim
birimleridir. Bu Batini inançların bütünü Kürtlerin
yaratımıdır ve Kürt ulusal inançlarıdır. Üç semavi din ise,
Kürt yerleşim birimlerine sonradan ve dışarıdan gelerek giriş
yapmıştır. Tahtacılık, Aleviliğin lokal bir yorumu iken,
Cercerilik ise, Ezidiliğin lokal bir yorumudur. Cerceriler,
Şeyh (Pir) Adi'nin Araplara karşı yürüttüğü savaşta
yenilmesinden sonra kendilerine sığındığını ve diyanetlerine
dışarıdan giremeyeceğini söyleyerek ayrılmış olan Ezidilerdir.
Zerdeştilik ve birer yolu olan bu inançlar; bir felsefe olduğu
kadar, bir kültür ve dinsel inanç durumundadır. Bu batini
inançların ortaya çıkış süreci; tarihsel kaynakları anlamında
semavi dinlerden önce olduğundan ve Semavi dinlerle (Yahudilik
Hıristiyanlık, İslam) ortak ritüelleri bulunmadığından;
Manilik, Mazdekilik, Kızılbaşlık, Tahtacılık, Ezidilik,
Kakailik, Şebeklik ve Dürziliğin; İslam yanında diğer Semavi
dinlerle bir ilişkisi bulunmamaktadır. Eğer ille de bir ilişki
aranacaksa, Batini bir din olup tarihin ilk tek
tanrılı,peygamberli ve kutsal kitaplı inancı olan
Zerdüştiliğin (Zerdeştiliğin) ve bunun birer lokal yorumu ve
yolu durumundaki Mazdikilik, Alevilik, Ezidilik, Kakailik (Yarısani-Ehliheq)
Şebekilik, Dürziliğin bazı kurum ve ritüellerinin söz konusu
üç Semavi din tarafından aynen ya da başka yorumlayışlar ile
alınmış olduğunu söyleyebiliriz. Maniliğin yaratıcısı olan
Mani de bir Zerdeşti'dir, ancak bu din ve felsefeyi yaşadığı
çağa göre bazı yanları ile yeniden yorumlayarak, Mani dinini
kurmuştur.Bu Batini inançların bütününde bugünkü bilimsel
sosyalizm nitelinde olmasa da bölüşümcülük açısından
sosyalizan bir yan vardır. M.S. 4 yüzyılda Sasani
İmparatorluğu hanedanın dayattığı ağır zülüm ve yoksulluk
karşısında bir Zerdeşti olan Mazdik'in;”Yarin yanağından gayri
her şeyin mutlak eşit bölüşümünü savunarak halk kitlelerinin
ayaklanmasına önderlik ettiği ve egemenlerin kendisini gözden
düşürmek için, kadınlar da bölüşmeyi önerdiği konusunda
dezerformansiyonlar da bulundukları
anlaşılmaktadır.Çinlilerden alınan bir büyücülük tekniği olan
ve bugün dahi Moğolistan bozkırlarında rastlanmakta olan
Şamanizm'in de din tarihçilerinin ortaya koyduğu gibi;
Alevilik ve söz konusu diğer batini inançlarla bir ilişkisi
bulunmamaktadır. Zerdeştilik dini ile bu dinin birer
yorumu,yolu ve devamı olan Kızılbaşlık (Sersor-Alevi),
Tahtacılık, Ezidilik,Cercerilik, Kakailik (Yarısani-Ehli heq)
Şebekilik, Durzilik inançlarının mensupları farklı dini
aidiyetleri kültür ve felsefeleri sebebi ile sürekli toplu
imhalara maruz kaldıklarından, korunabilmek ve inançlarını
yaşamak açısından kendilerini topraktan (tarımdan) ve
ticaretten kopararak en ulaşılmaz dağlık alanlara sığınmak
durumunda kalmışlardır. Bu batini inançlar üzerindeki baskı ve
saldırılara son verilmelidir. Tarih boyunca maruz
bırakıldıkları ağır zulümler nedeniyle mensuplarından özür
dilenmelidir.Dini aidiyetleri, kültür ve yaşam felsefeleri
yasal güvence altına alınmalı, asimlasyonist politikalar ile
yaftalamalar terk edilmelidir. |
|
|
|
|
|
|
|
|