|
|
................... |
|
................... |
TARİHE SÜRÜLEN LEKE |
Dr. Fahri Can
Yeni Kafkas, Yıl: 6 Sayı: 33,
Kasım-Aralık 1962 |
|
|
................... |
|
|
''(...) Herkes, her devlet
adamı, her hükümet hata edebilir. Bu hatayı, ya kendisi
düzeltir, ya ondan sonra gelen, veya zaman tashih eder...
Fakat tarihe sürülen lekenin silinmesine ebediyen imkan
yoktur...''
Pek muhterem Rauf (Orbay)
Beyefendiyi okuyorum: ''(...) Osmanlı devleti hiç bir zaman ve
her ne bahasına olursa olsun, tek bir dostunu dahi kendi
elleriyle tutup düşmana teslim etmek alçaklığını
göstermemiştir. Bu noktada ısrar edilirse, müzakereye nihayet
veririz...''
Orta Avrupadan Hint denizine, Kafkasya’dan Makedonya’ya,
Karadeniz’den Kızıldeniz’in müntehasında Aden'e kadar uzayan
dünya parçasında, bin bir cephede kahramanca harp etmiş ve
nihayet kaderin çok acı bir tecellisiyle mağlup olmuş ve
silahı bırakmak zorunda kalmış bir milletin mukadderatını
düşmanla konuşan kahraman Türk, memleketimizdeki Avusturyalı,
Macar ve Almanların kendilerine teslimini şart koşan, fakat
düşmanın bir Başkumandan olan reisinin bu teklifine karşı bir
aslan gibi kükreyerek, erkek sesiyle haykırıyor:
''Bizlerin bir tek düşmanımızı bile düşmana teslim
ettiğimizi tarih görmemiştir. Israr ederseniz, netice ne
olursa olsun, müzakereyi keser gideriz.''
Tarihte bu gibi hallerde, Türk milleti hep böyle konuşmuş,
böyle davranmıştır. 19. uncu yüzyılda Polonyalılar Rusya'ya,
Macarlar Avusturya'ya karşı bir hürriyet mücadelesine
girişmişlerdi. Mağlup oldular. Hareketin bir kaç lideri gelip
bize iltica etmişlerdi. Bu devletler, bu mültecilerin
kendilerine teslimini istediler ve ısrar ettiler. Sadrazam Ali
paşa: ''Asla'' dedi. Israr ve tehdit karşısında da: ''İcap
ederse harp, evet. Fakat mülteciyi teslim. Asla...'' dedi ve
diretti, asla gevşemedi. Çünkü Türk'tü. Türk milletine ve Türk
tarihine karşı vazifesini ve mesuliyetini idrak ediyordu.
İkinci dünya harbinde İran, Almanlar tarafında yer aldı. Bu
itibarla İran'da Alman zabitleri vardı. Müttefikler zaferi
kazanıp İran'a girince, ilk işleri, bu zabitlerin teslimlerini
istemek olmuştu. Bunu daha önceden tahmin eden Almanlar,
emniyetli bir melce olarak Türk olan Kaşkai kabilesini
buldular ve oraya sığındılar. İran hükümeti, zor karşısında
aşiretten bu zabitleri istedi. Aşiret reisi vefat etmiş,
refikası (Büyük Hatun) aşirete riyaset etmektedir.
Büyük Hatun, hiç düşünmeden:
''Biz Türk'üz. Bize sığınanı ne bahasına olursa olsun, düşmana
teslim etmeyiz.'' diyerek reddediyor. Hükümet, bizim elçiye
müracaat ederek, nüfuzunu kullanıp aşireti, (isteneni vermeğe)
ikna etmesini rica ediyor. Elçimiz hükümetin bu isteğini kabul
ederek, aşiret reisi Büyük Hatuna haber gönderiyor.
Büyük Hatun bunun üzerine, oğlunu elçimize göndererek, şöyle
cevap veriyor: ''Elçi Beyefendi de Türk olduğu için, kendisini
benim yerime koysun. Bizim töremizde sığınanı düşmana vermek
var mıdır? Ben bunu yapıp aşiretimin alnına dünya boyunca
silinmez lekeyi nasıl vururum? Elçi Beyefendinin ellerinden
öperim, Türk olduğumuzu düşününce bana hak verecektir.''
Buna mukabil elçimiz: ''Oğlum'' diyor, ''Anan Büyük Hatun'a
dediklerimi iyice anlat. Ben de onun ellerinden öperim. Ben de
tıpkı onun gibi hissediyor, onun gibi düşünüyorum. Fakat
düşmandan insaf beklenmez. Bunların topu, tankı, tayyaresi,
her şeyleri var. Aşireti perişan etmelerinden korkarım ve
aşireti böyle bir felaketten korumak için, bu haberi
gönderdim. Anan Büyük Hatun çok akıllıdır. Elbette aşiretini
felakete uğramaktan koruyacak yolu bulacaktır.''
Bu haber üzerine, Büyük Hatun düşünüyor ve bir yol buluyor.
Mülteci zabitleri çağırıyor ve diyor ki: ''Ne pahasına olursa
olsun, sizi teslim edemem. Bu hal, aşiretimizin töresine
yakışmaz. Şu var ki aşiretimi de korumak, kan ve ateş içinde
boğulmasına meydan vermemek de baş vazifemdir. Dilediğiniz
yere sizi salimen gönderebilirim. Kılavuz veririm. Para
veririm ve sizin burnunuz kanamadan, istediğiniz yere
ulaşmanızı temin edebilirim.''
Zannederim, Afganistan'a gitmek istiyorlar, o da onları bu
suretle emniyete kavuşturuyor.
Şimdi tekrar bize dönüyorum: Şu var ki, bu dönüşte başım eğik,
boynum büküktür. Yine İkinci Dünya Harbi içindeyiz. Almanlar
Rusya'nın ortalarına doğru yürüdüler. Malum olduğu üzere,
Stalingrad'da saplanıp kaldılar. Nihayet ric'ate (geri çekilme
-CC) mecbur oldular. Ric'atta Rus ordusunda bulunan bir çok
Türkler kaçarak Almanlara katıldılar ve sonunda Almanya'ya
gelmiş oldular. Bunlardan bir kısmı bizden iltica hakkı
istediler. Kabul ettik, geldiler. Hüsnü kabul gördüler.
Kendilerine toprak, ev verildi. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı
olduklarını tevsik eden nüfus kağıtlarını da ceplerine
koydular. Her türlü tehlikeden masun olarak işlerini
sıraladılar. Memnun ve bahtiyar yaşayıp gidiyorlardı. Günün
birinde Stalin bunların Rusya'ya iadesini istemiş. Biz de
'Nasıl olur Yarabbi?' kabul etmiştik. Nihayet bu vatandaşları
şevke memur jandarmalar ve vasıtalar geliyor. Zavallılar
tırnaklarım toprağa sallayarak: ''Etmeyin balam. Allah aşkına
kardeşim. Çok günah olur. Bizi siz öldürünüz de hiç olmazsa
cenazelerimiz ''ana toprakta kalsın'' diye feryat ve figan
içinde yalvarıyorlar.
Jandarmalar ne yapabilir ki? O aldığı emri yerine getirmek
zorundadır. Ve bu zavallılar (1) dipçiklerle topraktan dökülüp
kamyonlarla tren istasyonuna götürülüyorlar ve oradan da
Rusya'ya doğru yola çıkarılıyorlar (*) Tren Kars'tan geçerken,
(Moskof'a Kalmasın) diye ceplerindeki kibrit kutusuna kadar
pencerelerden atmışlar ve hudutta komşumuz Ruslara teslim
edilmişlerdir. (2)
Komşumuz da: ''Türkiye'ye iltica ha! işte biz oradan da söküp
alabiliriz'' diye zavallılar, feci şekilde mahrumu hayat
ediliyorlar.
Herkes, her devlet adamı, her Hükümet hata edebilir. Bu hatayı
ya kendisi düzeltir, ya ondan sonra gelen veya zaman tashih
eder. Mesele değil. Fakat tarihe sürülen lekenin silinmesine
ebediyyen imkan yoktur. Çok yazık, çok yazık oldu.
DİPNOTLAR:
(*) Yakın tarihimiz, cilt: 2. sayı: 25 16 Ağustos 1962,
sahife 377.
1) Bu zavallıların toplumu 195 kişi idi.
Hepsi de Kuzey Kafkaslı-Çerkes. Azerbaycanlı, Kırımlı,
Türkistanlı Türk,
az bir kısmı da Ural-İdil'li Tatardı.
2) Vaka 1954 senesinde ve Şükrü Saraçoğlu hükümeti
zamanında olmuştu. 1953 senesinde Demokrat parti devrinde
Tekirdağ Milletvekili merhum Şevket Mocan (Merhum Çerkeş
Hüseyin Remzi Paşanın oğludur) bir sual ile Muğlalı Mustafa
paşa davasiyle beraber yürütmek üzere mecliste müracaatı o
devrin hükümeti tarafından örtbas edilmişti. |
|
|
|
|
|
|
|
|