...................
...................
GÜNEY OSETYA SAVAŞI'NIN SONUÇLARI

Candan Badem

                         
 
...................
 
1) Rusya geriye çekilmesinin bir sınırı olduğunu göstermiştir. SSCB'nin yıkılmasından sonra ilk kez Rusya ile eski SSCB cumhuriyetlerinden birinin düzenli orduları arasında savaş çıkmıştır. Bu savaşta Rus ordusu bazı hatalarına rağmen iyi savaşmıştır.

2)
ABD ve Türkiye'nin Gürcü ordusunu eğitmiş olduğu ve Gürcistan ordusunun ciddiye alınır bir güce eriştiği görülmüştür.

3)
Medvedev-Putin ikilisi sorunu tam olarak çözme kararlılığını gösterememiş, Batı karşısında ödün vermiştir. Abhazya ve Güney Osetya, Gürcistan'daki Amerikancı rejimin soykırımcı girişimleri yüzünden bağımsızlığını ilan etmiştir. Yugoslavya'yı parçalayan ve en nihayetinde Kosova'nın da bağımsızlığını tanıyan ABD ve AB'nin Abhazya ve Güney Osetya'nın bağımsızlığına karşı hiçbir ciddi argümanı yoktur. Nitekim Rusya parlamentosu (Duma ve federasyon sovyeti) Medvedev'den bu iki cumhuriyetin bağımsızlığını tanımasını istemiştir. Ancak kendisi de federal bir devlet olan Rusya'nın çekinceleri vardır ve Medvedev'in ihtiyatlı davranacağı beklenmelidir. Her halükarda sorun çözülmemiştir. Gürcistan ve ABD için uygun olan bir zamanda yeniden alevlenmesi kaçınılmazdır.

4) Türkiye'nin bu bölgedeki siyasette etkili bir aktör olmadığı bir kez daha ortaya çıkmıştır.

5) AB ve NATO bloğunun Rusya'ya karşı ciddi yaptırımlar uygulayamayacağı belli olmuştur. Çünkü Rusya BM Güvenlik Konseyi'nde hala veto hakkına sahiptir ve birçok konuda ABD'nin elini bağlayabilir. Kapitalist Rusya ile kapitalist Batı'nın arasındaki çelişkilere karşın ortak çıkarları da olduğu unutulmamalıdır. Rus oligarkların Avrupa bankalarında ve ABD borsasında büyük miktarda paraları vardır. Esasen şimdiki halde Rusya'nın elindeki kartlar daha güçlüdür. Rusya şimdiden DTÖ'ne girişi yavaşlatmaya karar vermiştir. Ancak radikal bir kopuşa da istekli değildir.


Kırım Savaşı'nın Dersleri

Gürcistan'a insani yardım bahanesiyle ABD savaş gemilerinin Montrö Antlaşması'nı da çiğneyerek Boğaz'dan Karadeniz'e geçişi bana 150 küsur yıl önceki Kırım Savaşı'nı hatırlattı. O zaman Osmanlı devleti Rusya ile yine bir savaşa girmiş, İngiltere ve Fransa da Osmanlı devletiyle ittifak yaparak Rusya'ya karşı savaşmışlardı. Osmanlı devletinin o zamanki müttefiklerinin davranışları ile bugünkü ABD'ninkiler arasında epey paralellik bulmak mümkün, çünkü emperyalizmin özünde değişen bir şey yok. Nitekim 19. yüzyılda da savaş halleri dışında Boğaz'lardan savaş gemilerinin geçişi yasaktı, ancak o zaman da düvel-i muazzama denilen emperyalist devletler işlerine geldiğinde bu kuralı deliyorlardı.

1853-56 Kırım Savaşı dünya savaş tarihinde savaş muhabirleri, telgraf, fotoğraf, buharlı savaş gemileri, ilk zırhlılar kullanılması, ilk siper savaşları vb nedenlerle ilk modern savaş sayılıyor. Aynı zamanda Osmanlı devletinin Rusya'ya karşı ilk kez Batılı devletlerle ittifak yaptığı bir savaş bu. İngiltere ve Fransa ile yapılan bu ittifakın sonuçları bugün de incelemeye değer dersler içeriyor. Ekim 1853'te savaş ilanından sonra İngiliz ve Fransız donanmaları Büyükdere önünde yatarken, 30 Kasım 1853'te Sivastopol'dan kalkan bir Rus filosu Sinop'ta yatan bir Osmanlı filosunu yakıp yıkmıştı. İngiltere ve Fransa donanmalarının İstanbul'da olmasının Rusya için yeterli olacağını ve Rus donanmasının Osmanlı donanmasına saldırmaya cesaret edemeyeceğini sanan emperyalistler fena halde yanılmışlardı. (Tabii bizim milliyetçi tarihçiler Batılı güçlerin güdümünde olmakla birlikte Osmanlı devletinin de emperyalist bir devlet olduğunu ve o zamanki Gürcistan, Çerkesistan (Abhazya) ve Kırım üzerinde emperyalist emelleri olduğunu görmek istemezler.) Bu olay üzerine Batılı kamuoyu ayağa kalkar ve nihayet Mart 1854'te İngiltere ve Fransa Osmanlı devleti ile ittifak yaparak Rusya'ya savaş ilan ederler. Böylece İstanbul halkı İngiliz ve Fransız donanmaları yanında kara ordularını da İstanbul'da görür.

Bu savaşta müttefiklerimiz İngiltere ve Fransa'nın Osmanlı devletine biçtiği rol ikincil bir rol idi. Onların izni olmadan Osmanlı ordusunun hiç bir askeri harekatına veya donanmanın hareketine izin verilmiyordu. Müttefikler Kafkasya'da Rusya'ya karşı bir tampon yaratma hevesindeydiler ancak bu işe Osmanlı devletini de fazla bulaştırmadan kendileri halletmek istiyorlardı. Halbuki Osmanlı'nın bu konuda ciddi bir birikimi vardı. Ancak müttefikler Osmanlı devletinin buralarda tek başına güçlenmesine ve hatta güçlü bir donanma ile doğu Karadeniz kıyılarında görünmesine bile izin vermediler. Onların başlıca amacı Sivastopol limanını, tersanesini ve oradaki Rus donanmasını yok etmek idi. Böylece Rusya'nın Karadeniz'de söz sahibi olmasını engellemek istiyorlardı.

1855 yılında Sivastopol kuşatma altında iken Rus Kafkas ordusu da Kars'ı kuşattı. Kalede başkomutan Müşir Vasıf Paşa olmakla birlikte pratikte bütün kararları İngiliz kraliçesinin askeri komiseri Albay Williams alıyordu. İngiliz albayının rütbesi Osmanlı ordusunda ferikliğe yani tümgeneralliğe yükseltilmişti. Kars zor durumda olmasına karşın müttefikler Sivastopol'u zapt etmeye daha fazla önem verdikleri için Kars'ı kurtarma operasyonuna uzun süre karşı çıktılar ve geciktirdiler. Nitekim Osmanlı Serdar-ı Ekrem'i Ömer Paşa da elini ağırdan alınca Kars düştü. Bu arada Sivastopol da düşmüş idi. Sonunda ateşkes ilan edildi ve Sivastopol'a karşılık Kars Osmanlı'ya geri verildi. Osmanlı devleti üç yıllık savaşta bütün hazinesini tüketmiş, binlerce askerini muharebede ve daha fazlasını hastalıklardan ve bakımsızlıktan yitirmişti. Osmanlı devleti ayrıca Gürcistan'da umduğu desteği bulamamıştı. Yerel feodal beylerin çoğunu yanına çekemediği gibi Gürcü halkından da büyük bir direnişle karşılaşmıştı. Gürcülerin çoğu bu savaşta Rus ordusu yanında savaştılar. Kars ve civarındaki bazı göçebe Kürt kabileleri de ilk başta kolay yağma umuduyla Osmanlı ordusuna katıldılar ancak düzenli ordu Rus ordusu karşısında dağılınca dönüp kendi ordularını yağmaladılar.

Osmanlı devletini "kafir"lerle ittifak halinde gören Müslüman Çerkesler ve Şeyh Şamil'in yönetimindeki Dağıstanlılar ilk baştaki birkaç denemeden sonra savaş boyunca fiilen tarafsız kalmışlardı. Çerkes, Abaza ve Gürcü feodal beylerinin Rusya ile Osmanlı devleti arasında bir tercihleri yoktu, her iki tarafa da hoş görünmeye çalışmakla birlikte aslında hiçbirini istemiyorlardı. Bu feodallerin bir kısmı resmen iki dinliydiler, Rusya'ya karşı Hıristiyan Osmanlı'ya karşı Müslüman görünüyorlardı. Adları buna uygun olarak iki türlü idi. Ayrıca köle ticareti ile uğraşan Çerkes egemen sınıfı Batılıların ve onların güdümündeki Osmanlı devletinin köle ticaretini yasaklamasından hoşnut değildi. Elbette Osmanlı devletinin köle ticaretini yasaklaması gönülden değildi ve yasak savma kabilinden idi. O zamanki Osmanlı sadrazamı Kıbrıslı Mehmet Emin Paşa Sultan Abdülmecid'e yazdığı arz tezkeresinde açıkça Avrupalıların hamlesini birkaç "nümayiş" ile "savuşturmak"tan söz ediyordu.

Sonuçta Osmanlı devleti savaşı kazanan tarafta olmasına karşın ne toprak ne de bir tazminat kazanabilmişti. Üstelik Karadeniz yalnızca Rus savaş gemileri için değil, Osmanlı savaş gemileri için de yasaklanmıştı. Savaşı bitiren 1856 Paris Antlaşması ile Osmanlı devleti o zamanki Avrupa Uyumu (Concert de Europe) denen Avrupa devletler sistemine dahil olmuş idi. Antlaşmaya göre Osmanlı devletinin toprak bütünlüğü ve bağımsızlığı artık Batılı büyük güçlerin garantisi altındaydı. Ancak bu sözde garantilerin işe yaramadığını görmek için 1877-78 Osmanlı-Rus Savaşı'nı beklemek gerekiyordu. Zaten müttefiklerden Fransa Paris'te barış görüşmeleri başladığında Rus yanlısı konumunu belli etmişti.