|
|
................... |
|
................... |
ÇERKES ETHEM DEĞERLENDİRMELERİ
VE SONSÖZ |
Cemal Şener |
|
|
................... |
|
|
“Evet, Çerkes Ethem de böyle diyor. Kimin haklı olduğunu tarih
er ya da geç ama mutlaka yazacaktır. Benim çalışmam bu merakın
sadece bir başlangıcıdır.”
Cemal Şener
Çerkes Ethem Olayı adlı kitabın sonsözü
Dördüncü baskı 1986 Okan yayınları
Çerkes Ethem olayında sonsözü söylemeden önce, kısaca bu
konuya araştırmalarında yer vermiş olan araştırıcıların
değerlendirmelerine yer verelim.
Mustafa Kemal'in Söylev'deki yargısını belirttik. Ondan
sonraki yazılı değerlendirme (hatta tarih olarak daha eski)
Yunus Nadi'den geliyor. Yunus Nadi'nin yargısı kitabının
adından anlaşılmaktadır. Kitabına koyduğu isim: ''Çerkes Ethem
Kuvvetlerinin İhaneti''dir.
Nazım Hikmet, ''Kurtuluş Savaşı Destanı'' adlı eserinde,
ayrıntılı bir tahlil olmasa da şu yargıyı belirtiyor:
Nazım Hikmet ile aynı dönemlerde yaşayan, Kurtuluş Savaşı'nın
hikayesini sekiz cilde sığdıran Hasan İzzet'in Dinamo, Kutsal
İsyan adlı eserinde, Çerkes Ethem'i ''sosyalist'' düşünceye
yakın halkçı bir önder olarak değerlendirmektedir.
Yalçın Küçük, önemli bir araştırma olan ''Türkiye Üzerine
Tezler''in ikinci cildinde Ethem'i şöyle değerlendiriyor: ''Naiv popülist eğilimler var... Çerkes, bir köylü hareketini,
bir devrimci demokrat hareketi, kişisel yeteneksizliği
nedeniyle heba etmiştir. Bu yüzden ihanet etmiştir. Bu
söylenebilir.'' (155) ''Çerkes Ethem'i bir ''hain'' saymanın imkansızlığı yavaş yavaş
belli oluyor.'' (156)
Doğan Avcıoğlu ise özet olarak şu yargıyı verir.
''Eşkıyalıktan Bolşevikliğe, Bolşeviklikten Yunan
işbirlikçiliğine bir çırpıda geçiveren Ethem.'' (157)
Araştırmacı Doğu Ergil, Çerkes Ethem olayını merkez-çevre
çelişkisi olarak koyup, zorunlu bir çatışma diye
yorumlamaktadır. Mete Tuncay ise, Milli Mücadele'nin Anadolu'da sınıflararası ulusal birlik oluşturduğunu, eşrafın parasal
desteğine dayandığını ama Ethem'in eşrafa tavrının tepkiler
yarattığını belirterek şöyle diyor: ''Bunun içinde Kuvay-ı Seyyare'yi ortadan kaldırmak zorunlu
olmuştu.'' (158)
Türkiye Gerçeği dergisi de, (araştırmacı; Zeki Saruhan) Ethem
için; ''maceracı'', ''hain'' v.s. diyor1. Çerkes Ethem'i böyle
değerlendirmeyenleri de şiddetle suçluyor. Kısaca şu yargıya
varıyor: ''Böyle bir harekette bulunan herhangi bir insanın cezası,
vatan hainliği kanununa göre idamdan başka bir şey değildi.''
(159)
Cemal Kutay ise, Demokrat Parti döneminde yazdığı iki ciltlik,
''Çerkes Ethem Dosyası'' adlı kitabında Kemalizm düşmanlığı için
bu konuya dört elle sarılıyor. Onun ''hain'' değil, ''Ulusal
Kahraman'' olması . gerektiğini söylüyor. Mustafa Kemal'e de
direkt değil, ama İsmet İnönü aracılığıyla suçlamalar
yöneltiyor. Esas işleri bozanın înönü olduğunu söylüyor.
Türkiye'deki bir kısım Çerkes aydınının çıkardığı ''Yamçı''
dergisi ise, Kurtuluş Savaşı'nda Çerkes Ethem'e karşı haksızlık
yapıldığını, Çerkes'in Çerkes'e kırdırıldığı fikrini
savunmaktadırlar (Çerkes Ethem, Anzavur örneğinde olduğu
gibi).
Çerkes Ethem olayına Kurtuluş Savaşı ile ilgilenen bazı
yabancılar da eğilmişlerdir. Bunlardan, bulabildiğim İngiliz
ve Sovyet kaynaklarından bir iki örnek vermek istiyorum.
Lord Kinros, Çerkes Ethem'i ''Başı Bozukların Sonu'' genel
kategorisi içinde değerlendirmiştir. Sovyet kaynaklarına göre
ise, ''Moskova'da Ethem'e önce bir Türk komünist gözü ile bakmışlar,
fakat sonradan onun sadece bir ''haydut'' olduğunu anlamışlar.''
(160)
Gene bir Sovyet araştırmacı Noviçev, ''1919,- 1920 Yıllarında
Kemalistlerin Anti-Köylü Politikası'' adlı yazısında,
Kemalistlerin işçi-köylü kitlelerine ve milli azınlıklara
karşı izlediği politikayı düşmanca buluyor. Çerkes Ethem için
ise, şöyle diyor: ''Ethem bir Kemalist provokatör idi ve Kemalistler tarafından
kurulan polis işi ve provokasyon dolu Komünist Parti üyesiydi.
Mustafa Kemal ile bozuştuktan sonra ulusal ihanetini tamamladı
ve kardeşleri ve yakınlarıyla birlikte Yunan'a sığındı'' (161)
Tank Buğra'nın yazdığı Küçük Ağa romanının televizyonda dizi
film olarak gösterilmesi Çerkes Ethem olayı ve yakın
tarihimize karşı canlı bir ilgi ve tartışma yarattı. Fakat bu
değerlendirmelere ekleyebileceğim değişik değerlendirmeler
çıkmadı.
Konu ile fazlaca ilgilenen Cumhuriyet gazetesi makale
yazarları bilinen şeyleri tekrarladılar. Örneğin ilhan Selçuk
şöyle yazdı: ''Komutan Sıfır'ı gazete ve dergi sayfalarında yıllardan beri
izlerken Çerkes Ethem'i zaman zaman düşündüm. Ulusal
bağımsızlık amacıyla yola çıkan bir insanın pusulasını
şaşırarak ihanetin karanlık kuyusuna nasıl düştüğünü
anımsadım.'' (162)
Tarık Buğra ise, bir dergideki tartışmada şöyle diyor: ''Ben hala Çerkes Ethem olayının o günkü şartlarda
önlenebileceğine inanıyorum. Bunda İsmet Paşa'nın sert,
tavizsiz tutumunun etkisi olduğunu düşünüyorum. Ethem mağrur
insandır. Hatasını anlamıştır ama geri dönememiştir.'' (163)
Bildiğim değerlendirmeler bundan ibaret ama bu olayın
tam gerçekçi değerlendirilmesi için bu araştırma elbet yeterli
değildir. Sadece genel bir bilgidir. Yeni ve değişik bilgiler
bazı
yargıları şüphesiz değiştirebilir.
İlk başta da belirttiğimiz gibi, efelerin kuvveti büyük ölçüde
köylülere dayanıyordu. Kuvay-ı Milliye'nin tasfiye edilmesi,
köylülerin göreli de olsa bağımsızlıklarını koruyan silahlı
güçlerin ortadan kaldırılması demektir. Bu dönemde, artık
köylülerden kaynaklanacak veya onları içine alacak bir siyasal
hareket gerçekleşmiyor.
Mustafa Kemal ne yaptığını bilen usta bir önderdir. Üstelik
politik manevralar yapmakta tecrübeli, uzak görüşlü. Dostunu
düşmanını iyi bilen, yeri zamanı gelince de uzun vadeli
amaçlar için gözünü kırpmadan gerekeni eylem alanına sokan
esnek ve soğukkanlı bir yapıya sahiptir.
Çerkeş Ethem asker olarak başarılıdır. Ama salt askerlikle
iktidar savaşı yapılamıyor. Yapılmadığım kendi mücadelesinde
de gördü. İktidar mücadelesi verecek bir lider çok yönlü
olmalı. Savaş kurallarını politika sahnesinde de oynamasını
iyi bilmelidir.
Çerkes Ethem - Mustafa Kemal çatışması, M. Kemal'in yengisi
ile sonuçlandı. Osmanlı teokratik yönetimi ise yerini laik
cumhuriyet idaresine bıraktı. Bu olguyu görüyoruz. Bir dizi
unsurunu eleştirebiliriz ama Osmanlı yapısı düşünüldüğünde
ilerici harekettir. Emperyalizme karşı ulusal kurtuluş
hareketi olduğu için de anti-emperyalist bir harekettir.
Acaba Çerkes Ethem bu kavgayı başarsaydı ne olurdu? Doğrusu bu
konuda kesin hatta olumlu konuşmak pek mümkün değildir.
M. Kemal Paşa Söylev'de, 5 Ocak 1921 tarihini vererek ''Artık
Çerkes Ethem olayı'' kalmamıştır, diyor. Aslında bu olay. Mücadelenin ilk oluşan
ittifaklarından birisinin de sonu
demektir. Acı ama zorunlu bir son.
Güçlenen merkezi otorite kendisine rakip istemiyordu. Bunun
için, Ankara'nın elinde -göstermeye çalıştığımız gibi-
yeteri kadar gerekçe de vardı. Mahalli güç odaklarından olan
Çerkes Ethem ve kuvvetleri de merkezi otoritenin tek merkezden
ulusu yöneltmesini kabul edemiyordu.
Yeni kurulan devletin güçlenmesi, özerk olan odakların
aleyhine oluyordu. Merkezi bir otoritenin olmadığı güç
dönemlerde, yani, 1919 ve 1920 yıllarında hem cephede düşmana
karşı, hem de ülkenin birçok yerini kana bulayan iç
ayaklanmalara karşı eylemleriyle olağanüstü babanlar kaydeden
Çerkes Ethem, TBMM'nin kurulup güçlenmesine kadar önünde
saygıyla selam durulan, Ankara ziyaretinde Ankara kapılarında,
M. Kemal ve arkadaşlarınca ayakta karşılanan bir ulusal
kahramandı.
Ne zaman ki merkezi otorite güçlendi, kendini yeter derecede
olgun hissetti, işte o zaman dizginleri eline almak istedi.
Ankara'nın bu isteğine karşı direnen milis komutanları isyancı
durumuna düştüler. Aslında bu açık bir isyandan çok, zamanı
geçen bir yapının, daha çağdaş bir örgüt yapışma karşı bir
varolma mücadelesiydi.
Aksi halde, Mustafa Kemal öyle kişisel kavgaların adamı
değildir. Kişisel kavgaların boyutlarını aşan zorunlu bir
hesaplaşma söz konusudur. Bu da hiç şüphesiz iktidar
kavgasıdır. Merkezi otorite ile mahalli otorite arasındaki bir
iktidar kavgasıdır.
Bu kavgada bir tarafın kazanması gerekiyordu ve öyle oldu.
Mustafa Kemal, kişisel olarak Çerkes Ethem'e düşman olamaz veya bir başkasına da olamaz. Olay bu mantıkla izah edilirse
gerçekten çok uğraşırız. Tam tersine, M. Kemal ve arkadaşları
Çerkes Ethem ve kuvvetlerinin ulusal akım saflarındaki
birliğinin sürekliliğini sağlamaya çalışmıştır. Yeni biçim
içinde bu güçlerin ayak uydurarak yer almasını istemiştir.
Ama temeldeki bazı başka sebepler bu birlik arzusunu
engellemiştir. Çerkes Ethem ve benzeri kuvvetlerin, yapısal
özelliklerinden dolayı bir başka otoritenin üstünlüğünü kabul
etmeleri demek, kendi otoritelerinin de sarsılması anlamına
gelebilirdi ve öyle oldu.
Merkez ve Çevre otoriteler arasındaki çelişkiler büyüdü ve
çatışma ile sonuçlandı. Bir varolma mücadelesi verildi ve bir
ta raf var oldu. Tabii ki olay bu aşamaya hemen gelmedi. Bu
sonucun olması için belli bir evrim sürecinin yaşanması
gerekiyordu. Nitekim, belli safhalar yaşanarak gelişen olay
bilinen şekilde sonuçlandı.
Bu mücadelede, iki taraf da ellerindeki kozları oynamaya
çalıştılar. Daha düne kadar, ''milletin güzide evlatları, din
ve vatanın gözüpek kahramanları'', bugün artık istenmeyen akım
olan ''Bolşevizm cereyanının sahipleri'', ''kendini bilmez,
saygısız ve herhangi bir düşmanın boğaz tokluğuna casusluğunu,
uşaklığını yapacak kertede alçak ve aşağılık yaratışlı olan
bu kardeşler...'' (164) olmuşlardır. Kendilerine ''vatan
hanini'', ''isyancı'' denmiştir.
İktidar mücadelesinde, tarihte örneklerine sıkça rastlandığı
gibi, kaybeden tarafa yapılan nitelemeler bu olayda da
görüldüğü gibi tekrarlandı. İktidar kavgasında yitiren, ''hain''
damgasını yemek zorunda değil miydi? Eğer bu kavgayı hasımları
kaybetmiş olsaydı, bu sefer de bu acı son onlar için
yaşanabilirdi. Onlar da canlarını kurtarmak için her halde
yollar ararlardı. Bu kez de onlar aynı suçlamaların muhatabı
olabilirlerdi.
Böylece yazacaklarımın sonuna gelmiş oluyorum. Çalışmamı
Çerkes Ethem'den bir değinme ile bitiriyorum.
''Beni ihanetle itham edenlere soruyorum. Ben, ne zaman, hangi
tarihte ve mevzide, esasen müdafaa ettiğim cepheden bir adım
dönmüşümdür de bir tek kurşun atmışımdır? Bir tek kardeş kanı
döktürmüşümdür.'' (165)
Evet, Çerkes Ethem de böyle diyor. Kimin haklı olduğunu tarih
er ya da geç ama mutlaka yazacaktır. Benim çalışmam bu merakın
sadece bir başlangıcıdır.
NOT: Bu araştırma Kasım 1982 de İstanbul Üniversitesi İktisat
Fakültesi Siyaset Bilimi Bölümü’nde Yüksek Lisans (Master)
tezi olarak Prof. Dr. Toktamış Ateş’in yönetiminde
gerçekleştirilmiştir. |
|
|
|
|
|
|
|
|