...................
...................
BU YER ARPA BOYU VERMEYECEK KADAR ÇORAK OLAMAZ

M. B. Neğumzok
Yeni Kafkas, Yıl:3 Sayı:13 Ocak-Şubat 1959

                         
 
...................
 
1952 Ekim’inin, bir Pazar günü idi. İki katlı bir evin, salonunun ortasında, bembeyaz örtülü uzun bir masanın etrafında 30 kadar kişi toplanmış, bir araya gelmiş olmanın memnuniyeti içinde, derin derin sohbet ediyorlardı. Bir tarafta, ince zevk ile hünerli ellerin birleşmesinden meydana gelen mutfak marifetleri alınıyor, diğer taraftan billur gibi bardaklardan demli çaylar, yudum yudum içiliyordu. Tabi, yemek içmek bahanedir, asıl olan mevzunun, gayenin hürmet görmesiydi. Zaten salonda, iyi hatırlıyorum, bir ikindi çayından fazla, Kafkasların taşı toprağı değil ama ruhunu taşıyan bir hava vardı.

Bu yer, sayın Dr. Güsar'ın modadaki eviydi. O gün ne cazip fikirler serdedilmişti. Kadim Kafkas’ın adetleri bilinsin, tarihleri okunsun, müzikleri çalınsın ve oyunları oynansın, isteniyordu. Neden bir lokal olmasındı ve neden o lokalde, arada sırada toplanılmasın, milli yemekler hazırlanmasın, ziyafetler verilmesindi? Hiç

değilse, üç-beş istidatlı (yetenekli) talebe okutulmalı, iki-üç sanat ehline (usta-becerikli) tezgah kurulmalı ve bir o kadar, ticaret erbabına müzahir (yardımcı) olunmalıydı. Bu suretledir ki, insan cemiyet hayatında faydalı bir uzuv (üye) olmanın zevkini bulmuş olacaktı. O gün mevzu hep, bu gayeler etrafında döndü dolaştı. Enine boyuna konuşuldu ve nihayet bir cemiyet kurulması etrafında karar kılındı. 15 gün sonra da, kongrede küşadı (açılış töreni) yapıldı. Şimdi yedi senelik mazisi olan (Kafkas Kültür Derneği) işte, bu şekilde doğmuştu.

Derneğin kurulmasından öncesine ait bu izahı yaptıktan sonra, insanın hatırına, acaba kurulduktan sonra ne oldu, sualinin gelmesi pek mümkündür.

Zaten bu yazının geride kalan kısmı, ondan sonra olan veya olmayanları izaha hasredilecektir.

Takdire layıktır ki, dernek, ümit edileni kadar olmasa bile, hatırı sayılır bir aza (üye) koleksiyonunu meydana getirmiştir. Müziğini ve folklorunu en lüks salonlarda alkışlatmak gibi başarıları görülmüştür, Yardımlaşmak veya yardım etmek gibi, tecrübe mahiyette (deneme amacıyla da olsa) bile olsa, teşebbüsleri olduğunu da zannediyorum.

Fakat derneği temsil etme mevki'inde (konumunda) bulunan sayıda idareciler lütfen alınmasınlar, büyük şanslar verdiğimiz gayeler için bu kadarı ile yetinmek, elimizden gelmiyor. Hem bunları ciddi gayretlerin meydana getirdiği başarılar diye mütalaa etmeğe (başarılar saymaya) de imkan yoktur. Gariptir ki, bizi iyimser tutan, olaylardan fazla ümitler olmuştur. Bu yer, arpa boyu vermeyecek kadar çorak olamaz.
Binaenaleyh, bu çömezliğe deva aramanın, artık zamanı gelmiştir.

Bir Amerikan hikayesi okumuştum: Dr. Gunsaulus isminde genç bir müderris ve din adamı, eğitimde gördüğü kusurları düzeltmek için bir kolej tesis etmek istiyordu. Bunun için bir milyon Dolar’a ihtiyacı vardı. Onu bulmanın sadece yolunu, tam iki sene aradı, planlar kurdu. İsterseniz hikayenin geride kalan kısmını onun ağzından dinleyelim.

’’Bir Cumartesi günü öğleden sonra, bir milyon Dolar’ım olsaydı ne yapardım başlıklı bir vaaz vermek için çalışmağa koyuldum. Bu bana güç gelmedi.

Çünkü o vaazı hemen hemen iki senedir hazırlamakla meşguldüm. Gece yarısı olmadan vaazı yazmayı bitirdim. Bir güven hissi içinde yattığım zaman, içimde bir şeyler sanki şöyle diyordu.
- Neden o kararı, çok zaman evvel vermedin? Para hep seni bekleyip duruyordu.

Ertesi sabah heyecan içinde, vaazımın yazılı olduğu müsveddeyi almadan evden çıktım ve kürsüme çıkıp ta, vaaza hazır olduğum ana kadar farkına varmadım. Artık müsveddelerime dönmem için vakit çok geçti ve gerilmemem de büyük bir lütfü ilahi (yaradan iyiliği) oldu. Gözlerimi kapayarak bütün samimiyetimle yetim ve hayallerimin ruhu ile yürekten konuştum. Sözlerimi bitirip oturduğum zaman, bir adam ayağa kalktı ve kürsüye doğru gelerek:
- Muhterem peder, vaazınız hoşuma gitti. Bir milyon dolarınız olsaydı yapacak olduğunuzu söylediğiniz şeylerin hepsini yapabileceğinize inanıyorum. Size ve vaazınıza inandığımı ispat etmek için, yarın sabah büroma gelirseniz, o bir milyon doları size vereceğim. Benim ismim Phillip D. Armour'dur, dedi. İşte o parayla, genç vaiz, Armour Teknoloji Enstitüsü'nü kurdu.’’

Bu hikaye, başarı için planlaşmış arzunun nelere muktedir olduğunu göstermesi bakımından, derneği idare etme mevkisinde bulunan sayın idarecilere ithafen buraya aldım. Dernek için düşünülenleri, azanın (üyenin) da güven ve sempatisine mahzar (gösterecek şekilde) olacak şekilde plan ve prensiplere bağlanmasıdır ki, davanın mü-him tarafları hal edilmiş olacaktır. Herhalde, idare edenler ile edilenler arasında, daha ciddi bir irtibat yolu tesis edilmelidir.

Kabul etmek lazımdır ki, bir mesuliyet ve mükellefiyet mevzu (sorumluluk söz konusu olmadan)olmadan verimli bir gaye peşinde gidildiği iddia edilemez. Başkasının hususi (özel) hayatı için kimsenin bir diyeceği olmaz ama dernek ile ilgisi olduğu zaman bir fedakarlık ölçüsü kullanmak icap edecektir.

Bu derginin okuyucuları ile bu yazıya mevzu olan dernek arasında yakın veya uzaktan bir ilginin olacağını farzetmek mümkündür. O takdirde bu yazı, pek haklı olarak yalnız dernek azaları (üyeleri) arasında kalmayıp, onun dışında da bir alaka sahası (ilgi alanı) aramak isteyecektir. Acaba fazla mı iyimserim?

Doğan güneşin ışıkları altındaki karlı dağlarda nasıl bir güzellik var ise ecdat (ata) yadigarı emanet ve hasletlerin muhafazasına (gelenek ve göreneklerin korunması) sarf edilecek hizmetlerde de ayni derecede bir güzellik olduğunu görür gibi oluyorum.

Haksız mıyım?