|
|
................... |
|
................... |
UNUTULAN/UNUTTURULAN ELEN
SOYKIRIMINDA ALMAN ETKİSİ |
Sait Çetinoğlu
Birikim Dergisi, 01
Ocak 2012 |
|
|
................... |
|
|
Mihail Rodas’ın çalışması (1)
tarihi topraklarından kazınan Elen halkının soykırımında Alman
etkisini ve yönlendirmesini tarihsel süreç içinde
incelemektedir. Eser olayların dumanının tüttüğü bir dönemde
sıcağı sıcağına yazılmıştır.
Türkiyeli okur Ermeni soykırımı
konusunda oldukça önemli bilgilere ulaşabileceği kaynaklar
varsa da 1915 soykırım sürecinde
diğer kadim halklara uygulanan soykırım ile ilgili
ulaşabileceği kaynaklar oldukça sınırlıdır. Elinizdeki bu
değerli inceleme bu boşluğun doldurulmasına yönelik titiz bir
çalışmadır.
Roda, değerli eserinde, Almanya’nın gerek Hamid ve gerekse
İttihatçılarla kol kola Osmanlı coğrafyasına ve bu coğrafyanın
kadim halklarına yönelik emperyal seferinin ekonomik ve siyasi
nedenlerini ve sonuçlarını inceler. Bu nedenler Osmanlı
coğrafyasının kadim halklarının tek tek sonunu hazırlamış
sonuçta bu halklar kadim topraklarından kazınmasına neden olan
en büyük etmen olmuştur.
Almanların Osmanlı'nın kırım politikalarını onaylamalarının
tarihi eskidir. Alman İmparatorunun, İttihatçılarla
dostluğunun yanında Sultan Hamit’le dostluğu da eskiye dayanır
ve Kayzer, Jöntürk “devrimi”nden de endişe duymamıştır.
Jöntürk “devrimi”yle Alman çıkarlarının zedelenmeyeceğinin
bilincindedir. Darbeden sonra kendisine sunular rapora “bizim
oğlanlar” notunu düşer. 1894-1896
Ermeni katliamlarından sonra “hissizleşmiş Avrupa onlardan (Hamid
ve ekibinden) nefret eder ve katliamların mimarı Kızıl Sultan'ı
lanetlerken, imparatorluk çapındaki katliam dizisinin sona
ermesinden yaklaşık iki yıl sonra,
1898’de II. Wilhelm’in, Türkiye’ye yaptığı ikinci ziyarette
büyük tantana ve törenlerle karşılanmasının Almanları memnun
etmesi, onların bir tebaa milliyetinin boğazlanmasını affetme
eğiliminde olduğunun işaretidir.
Bu hoşgörü için, imparator ev sahiplerince cömertçe
ödüllendirilecekti. Fransız Büyükelçi Cambon’un sözleriyle
“Sultan konuklarına paha biçilmez hediyeler vermekle tam bir
sağmal inek olduğunu göstermiştir.” Hamit, İmparatoru
hediyelere (bugün inkar endüstrisi çerçevesinde yabancı resmi
tarihçilerin ödüllendirildiği gibi) boğacaktır. Alman
İmparatoru ile birlikte Osmanlı İmparatorluğu'nu ziyaret eden
politik papaz Naumann, Almanların yüksek çıkarlarının Türk
imparatorluğundaki Hristiyanların ızdıraplarına politik olarak
kayıtsız kalmalarının gerekli olduğunu söylemekten
çekinmeyecektir. Paul Rohrbach, 1915 Soykırımının provası
mahiyetindeki 1894-96 dönemi katliamlarının yaygınlığını
‘Almanya’nın katı Türk dostu tutumuna’ bağlar.
Hamid dönemindeki katliamlar sırasındaki Berlin ve
diplomatların sergilediği tek tip tutum ile bir bakıma 1915
Soykırımı sürecinde sergilenen neredeyse özdeş tutum, iki
olayı birbirine bağlayan işlevsel halka olarak belirmektedir.
Alman Soykırım araştırmacısı Wolfang Gust, amacının soykırımı,
mümkün olduğunca kapsamlı bir biçimde belgelemek, ancak bunu
yaparken, aynı zamanda her türlü inkârın var olma nedenini
çürütmeye de çalıştığı, Soykırım sürecindeki arşiv belgelerini
inceleyerek okurlara sunduğu Ermeni Soykırımı (Der völkermord
an den Armeniern, die tragödie des neltesten christenvolkes
der welt (2)) adlı kapsamlı eserinin girişinde “Ermeni
Soykırımı’nın çok da kesin olmamakla birlikte, 20’nci yüzyılın
ilk büyük soykırım örneğini teşkil etmek gibi bir özelliği
vardır.
Bu kesin olmama hali, işlenen suçun büyüklüğüne rağmen
cezalandırılmaktan büyük çapta kurtulmuş olmasından
kaynaklanmaktadır. Faillere sağlanan dokunulmazlık, Ermeni
Soykırımı´na bir başka önemli fark yüklemiştir. Bu da, bizzat
Hitler’in de dile getirdiği gibi, Nazileri II. Dünya Savaşı´nda
kitlesel imha kampanyalarını işlerliğe geçirme konusunda
cesaretlendiren başlıca faktörlerden biridir. Dolayısıyla I.
Dünya Savaşı Ermeni felâketi yalnızca Yahudi Holokostu’nun bir
önceli değildir, aynı zamanda onunla organik bir bağlantısı da
vardır.
Ancak ilkinin barındırdığı bir özellik onu ikincisinden
ayırır. Holokost tam olarak kabul edilmiş, bedeli ödenmiş ve
fail kampında yer alanlarca büyük oranda tazmin edilmişken,
Ermeni Soykırımı, geçmişteki ve şimdilerin Türk makamlarınca
utanmazca inkâr edilegelmektedir. Bu inkârcılık sendromu,
soykırımın başlıca bileşenlerinin, yani, taammüden, kurban
halkı imha etme niyetinin ve merkezî otoritelerin hedefteki
kurban halkın toptan imhasının örgütlenmesi ve yürütülmesine
doğrudan karışmış olmalarının inkârıyla bütünleşmektedir.”
Wolfang Gust’un sözleri 1915 Soykırım sürecinde, Soykırıma
uğrayan unutulan/unutturulan diğer halkların, Elen, Pontos ve
Süryani Soykırımı içinde geçerlilik özelliğini taşımakta
ve unutulan soykırım
üzerindeki örtüyü kaldırmaktadır.
Rodas’ın eseri de unutulan soykırımın üstündeki örtüyü
kaldırmasının yayında gerek Wolfang Gust’un gerekse Vahakn N.
Dadrian’ın (3) eserlerini de
tamamlar niteliktedir. Ayrıca Roda’nın sıcağı sıcağına yaptığı
tespitler yıllar sonra Alman arşivlerinde Gust ve Dadrian’ın
çalışmalarıyla da doğrulanmıştır.
Gust, alman arşiv belgeleri incelemesi sonucunu şu sözleriyle
özetler: Soykırımın hiçbir engelle karşılaşmadan
tamamlanmasına izin veren bu yüksek düzeyli otoritelerin
hoşnutsuzluğuna rağmen tam olarak ve resmen belgelenmiş oldu.
Gust’un incelediği ve okurlara sunduğu belgeler 1915 Soykırımı
sürecindeki alman etkisi, denetimi ve yönlendirmesini
yalanlanamaz bir şekilde açıkça ortaya koyar.
Alman etkisi, Osmanlı İmparatorluğu ile olan askeri ittifakını
zedeleme endişesiyle engelleyebilecek durumda olduğu halde
Soykırımı engelleyebilecekken görmezden gelme ve
kolaylaştırılmasında dolaylı bir etki değildir. Görmezlikten
gelmek bilen, gören hesaplı bir tutumdur. Bu tutum, özellikle
tarihin kaydettiği en büyük toplu katliamlardan biri söz
konusu olduğunda planlı ve sistemli bir tutumdur.
(4) Gust’un sunduğu belgeler, 1915 Soykırımını
Almanların direkt olarak yönlendirilmesiyle gerçekleştiğini
açıklayarak Roda’nın gözlemlerini doğrular.
Dadrian, Ermeni soykırımında Alman etkisini de tartışarak,
ittifak devletleri arşiv belgelerinden hareketle Soykırımı
incelediği İttifak Devletleri Kaynaklarında Ermeni Soykırımı
-Toplu Makaleler 3- adlı eserinde bu belgelerin öneminin
altını çizer. Bu belgeler, kamuoyuna açıklanmak amaçlı değil,
kurum içi dahili amaçlar güden raporlar olmasından dolayı
önemlidir; “Almanya ve Avusturya, 1. Dünya Savaşı sırasında
Türkiye’nin politik ve askeri müttefikleriydi.
Bu devletlerin temsilcilerinin, çoğu sadece kurum içi
amaçlarla yazılmış olan özel, gizli ve çok gizli raporları,
mevcut başka kaynak ya da verinin boy ölçüşemeyeceği bir
doğruluk ve yakınlığa sahiptir." Alman Askeri Misyonu
görevlileri, Osmanlı genelkurmayını
uzun yıllardır kontrol etmektedirler, gerek elçileri gerekse
her düzeydeki komutanlarıyla Ermenilere yapılan muameleler
bilgileri dahilindedir. Her kademedeki Alman görevliler
kırımdan haberdardır ve üstlerine sürekli raporlarla soykırımı
belgelemektedirler.
“Üstlerinin örtülü planları ve amaçlarının farkında olmayan
Alman devletinin bu alt düzeyli memurları, üst kurumlarını
yayılan kitle katliamlarının ayrıntılarıyla ilgili olarak tam
anlamıyla bir rapor bombardımanına tuttular; benzer raporlar
Türkiye’nin içinde görev yapan Alman subayları tarafından
Almanların Türkiye Askeri Misyonu'na
gönderildi. Avrupa’daki diğer devlet arşivlerine kıyasla,
Bonn’daki Alman Dışişleri Bakanlığı arşivlerinin depoları bu
kitlesel katliam ile ilgili birincil kaynakları yönünden kıyas
kabul etmez” Üstlerinin planları ve amaçlarının farkında
olanlar da, çok övündükleri Alman disiplini çerçevesinde
üstelerine gönderdikleri raporlarla soykırımı
belgelemişlerdir.
Almanların raporları, kırıma ilişkin inanılmaz ayrıntılar
içermektedir. Burada örnek olarak Teşkilat-ı Mahsusa kumandanı
olan Albay Stange’nin raporundan söz edelim. Albay Stange’nin
özel konumuyla birlikte raporu da belgeleme bakımından
önemlidir: “Onun bu uzun raporu, açık yürekliliği, olgusal
temelleri, özgünlüğü ve geniş perspektifiyle dikkatleri
kendisine çekiyor. Burada Stange içinde fırsat, tasarlama,
karar alma, gözetim, zülüm tipleri ve imhanın ölçü ve failleri
gibi unsurların bir ilişki ağına oturtulduğu görünen bir
soykırım sendromunun işleyiş hatlarını kendi askeri üslubuyla
sunuyor."
Dadrian’ın soykırım konusunda Alman, Avusturya ve Bulgaristan
arşiv kaynaklarında yaptığı incelemeleri öğreticidir.
Dadrian, Alman etkisini iki kategoride inceler:
Biri tavsiye ve kolaylaştırma,
diğeri de rıza ve icabet etme. Alman askeri misyonuna bağlı
görevlilerin bir kısmı kararları verirken bir kısmı verilen
kararları uygulamış, bir kısmı Ermenilere yapılan muamelelere
rıza göstererek göz yummuştur. Raporların karartılmasının
yanında soykırıma tavır alıp belgeleyenler de yine bu misyon
görevlileridir.
Osmanlı Silahlı Kuvvetleri Erkan-ı Harp Reisi,Seeckt:
“Ermenilere yönelik Hıristiyanca tüm duygularımız ve politik
kaygılar savaşın mecburiyetleri karşısında ortadan kalkmak
zorundadır” demekten çekinmeyecektir. Diğer Alman Erkan-ı
Harbiye Reisi general Bronsart’ın sorumluluk temeli sağlayan
bir emri vardır: Ermeni ahalini tehcir mukarrerdir. General
silahsız ve izole edilmiş amele taburlarındaki ermeni
askerlere karşı sert önlemler alınması emrini de verir. Bir
diğer örnek de demiryollarından
sorumlu Alman komutan yarbay Boettrich’in Bağdat Demiryolu
inşaat ve tünellerinde çalışan
Ermeni işçiler, mühendisler,idari ve teknik personelin tehciri
emridir.
Katliam emrini veren komutanların yanında katliama iştirak
eden Alman görevliler de vardır: “Osmanlı Ordusu'nda görev
yapan çok sayıda Alman askeri misyoner, Türk askerinin bu
aksiyonuna (Soykırım) aktif olarak da katılmıştı. Örneğin 1915
yılında Musa Dağı'na saklanan Ermeni köylüleri kuşatan
Türkleri Alman komuta ediyordu. Ekim 1915'te Urfa'daki Ermeni
semtinin kuşatılmasını Suriye'deki Alman Kurmay Eberhard Graf
Wolfskeel von Reihenberg yönetiyordu. Mart 1915'te Türk
birliklerinin Zeytun’a gönderilmesi emrini de bir Alman subay
verdi. O zamanlar çok sayıda Alman için Ermeniler siyasi
olarak güvenilmez, azılı düşman Rusya’ya sempati gösteren ve
hatta onlarla pakt kuran bir halktı.”
(5) General Seeckt günlüğünde “çok sayıda Türkleşmiş (vertürkt)
Alman subayından şikayet etme(si)” boşuna değildir.
Almanların Ermenilere olduğu kadar Rumlara karşı tutumları da
aynı ölçüde benzer özellikler gösterdiği gibi aynı dozda
şiddet içerir. Roda, Sanders’in Elen varlığına karşı tutumunu
Türkiye'de görevli bulunan Alman ordularının Komutanı,
Liman Fon Sanders, Anadolu'yu
gezdiği esnada Rumların dinç ve güçlü olduklarını farkedince
Türk Makamlarına hatta Rum Başpiskopos'u önünde hiç tereddüt
etmeden Rumlar hakkında şöyle dedi:
''Siz bunları burada neden tutuyorsunuz?''
Aynı Alman, büyük çanlarıyla Rum kiliselerini ve Rum
okullarını görünce bunları Türk makamlarına
göstererek: ''Bunları burada
bıraktığınız süre, siz ''Yunanlılara
uşak olacaksınız! Bunlar resmen
belli olan şeyler.” Liman von Sanders’in Batıdaki Rumları
yerlerinde görünce bu gavurları hala sürmediniz mi diyerek
astlarını paylaması sonrasında, 1. Ordu mıntıkasındaki Elenler
çıkarıldıkları tehcir yollarında tükenirken, 3. Ordu
mıntıkasındaki Pontos halkını da aynı akıbet beklemektedir.
Batı Pontos halkı da tehcir yollarında tükenecektir.
Soykırımda Alman etkisinin incelendiği Hüseyin Hasançebi’in
çalışmasında, Türkler yönünden Birinci Dünya Savaşı ve onu
izleyen ‘kurtuluş Savaşı’ (1919-1923) daha çok bir ‘iç savaş’
niteliği taşır. Bu ‘iç savaş’ cephesi de 1918 yılına kadar
Berlin’den yönetildiğinin altını çizilir.
Rodas incelemesinde, Alman etkisini gözler önüne sermiş,
Soykırım saikini, sürecini ve olayının gerçekleştiği geniş
tarihsel mekanı ortaya koymuştur:
Almanların inancına göre ''Almanya
herkesten önce'' gelmeliydi. Güneş ışığı sadece onlar için var
olmalıydı. Çocuklarına sadece, kendi
ırklarının bu dünyaya yaşamaya hak kazandığını diğer ırkların
ise onların düşünce tarzını benimsemeleri,
onlarla ticaret yapmaları ve onların ''kılıcı''
altında boyun eğmeleri gerektiğini öğretiyorlardı.
Bunun talep edilmesi insanlık dışı bir şey olduğu kadar
gerçekleştirilmesi de aynı zamanda güçtü.
Buna rağmen serbest hareket ederek hür iradesiyle teneffüs
eden herkesi ezmek için büyük çaba sarf ettiler.
1870'den beri, Almanlar
Anadolu'ya çıkmaya başladılar.
Milyonlarca insan gizli verilen bir emir sayesinde,
her yöne, hareket ederek ilerlemeye devam ediyordu.
''Almanya herkesten önce gelmeliydi''!
Bıyıksız, genç diplomat,
ülkenin iç kesimlerine veya Anadolu'nun kıyılarına
yerleşmek için yolculuğa hazırlanıyordu Subay, Kostantinopolis
(İstanbul), Edirne, Selanik ve
İzmir'e gelebilmek için Berlin'i terk ediyordu.
Öğretmen ve rahipler, onlar
da bereketli topraklara doğru yönelmeye başladılar.
Alman kadını, ahlaklı veya ahlaksız
o bile, aldığı talimatlara göre
Anadolu'ya doğru ilerlemeye başladı.
Tüccar Anadolu'nun ticari gelişmeleri hakkında yazılar okuyor
ve talimatlar alıyordu. En büyük
dükkanların sahipleri ise müşteri bulabilmek ve sipariş
alabilmek için numunelerini göstererek seyahat ediyorlardı ve
diğer ülkelerin mallarından en azından 50% indirimli satış
teklif ediyorlardı, böylece Türkiye'de çeşitli ucuz malların
bulunmasına büyük rol oynuyorlardı.
Yüzlerce Alman sık sık Anadolu'ya doğru yönelen istasyon ve
demiryolu hatlarına yetişmeye çalışıyordu.
Binlerce Alman Hamburg ve Bremen limanlarında Anadolu'ya doğru
seyahat etmek için bekliyordu.
Kayzer'in tüm vatandaşları deli gibi Anadolu'ya ulaşabilme
rüzgarına kapılmışlardı. Herkes vagonların ve gemilerin içinde
coşkuyla şöyle bağırıyordu: ''Almanya,Almanya herkesten
üstün!'' Bağımsız ve hür milletler, güçlü ve sözü geçerli
devletler, önünüzden Almanya
geçeceği için eğilmeniz lazım. Güneş ışığı dünya üzerine
sadece onun için doğuyor. Her Alman
cebinde ''İnançlarını''
içeren kitabı taşıyordu: Almanya'ya,onun egemenliğine,
ticareti ele geçireceğine,
güçlü ırkları yok edeceğine, herkesi
küçük düşüreceğine, tüm güçlü
merkezleri süvarilerinin şanlı taarruzundan sonra ele
geçireceğine inanıyorlardı…
Almanya tek başına gemleri ele almaya ve herkesi boyunduruğu
altında tutmayı planlıyordu. Bunu Avrupa kıtasında
gerçekleştirmesi mümkün olmadığından, Anadolu topraklarında
başarmaya çalışıyordu. Berlin'den Bağdat'a kadar uzanan yolu
bir sürü canın ve malzemenin taşınması için demiryolu hattına
dönüştürdü. Sağduyu sahibi Türkler
korku içinde ,Almanların akın akın geldiklerini gördükçe
üzüntüye kapılıyorlardı, çünkü
dostları topraklarına ayak bastıklarından hemen sonra,
her şeyi gasp etme niyetinde olduklarını belli
etmişlerdi, buna rağmen zincirleri
kırmaya ve onları üstünden atmaya ve isyan etmeye gereken gücü
bulamayan Türk milleti için artık çok geçti.”
M. Rodas, Osmanlı coğrafyasındaki soykırımı
bir tarihsel mekan, arka plan ve süreç içinde inceler. Bu
süreç içinde Almanların, Hamid’in ve Jöntürklerin
politikalarının nasıl örtüştüğünü ve bu örtüşmenin coğrafyanın
en eski halkları için nasıl bir felakete yol açtığını
örnekleriyle resmeder.
Rodas’ın incelemesinde sunduğu en önemli belgelerden biri de
soykırımların aktörü Dr. Nazım ile
1908’de yapılan mülakattır. Dr. Nazım daha başında olacakların
resmini çizmekten çekinmemektedir. Dr. Nazım geleceğe/hatta
günümüze uzanan bir perspektif çizer. Bu Dr. Nazım'ın
uzak görüşlülüğünden değil pervasızlığından kaynaklanmaktadır.
Dr. Nazım 1908’de açıkça ifade ettiği Jöntürk programı 1.
Jöntürk (İttihat) ve 2. Jöntürk (Kemalist) dönemlerinde
harfiyen yerine getirilmiştir. Roda 1. Jöntürk döneminde
giderek artan ve soykırımla
sonuçlanan Osmanlı coğrafyasındaki Hıristiyan halklara karşı
yok etme politika pratiklerini resmeder. Bu resim arşiv
bulgularıyla da çakışmaktadır.
Alman yayılmacılığıyla Jöntürk yayılmacılığının Osmanlı
coğrafyasındaki kadim halklarının yok edilmesi çerçevesinde
buluşmasının tarihi arka planını çizen Dadrian
(6), Türklerin Türkiye'yi yerli Hıristiyan ahaliden
kurtarma projesinin ilk ideolojik adımlarının Alman damgası
taşıdığını ifade eder: “1894-96 Ermeni katliamlarının hemen
ertesinde, zamanın Alman sefiri Marschall'ın yurtsever Türk
subaylarının gurusu diye tanımladığı General von der Goltz,
uzun bir makalede Türklerin yeni ulusal uyanışı öğretisini
savundu. Burada Türkiye'nin generalin işaret ettiği yeni
yoldan gitmemesi halinde, başına gelecek tehlikeleri sıraladı.
Bu doktrinin ana fikri, Türkiye'nin geleceğinin imparatorluğun
Asya topraklarında yattığı ve bu nedenle, Avrupa
topraklarından vazgeçip içe dönmesi ve kendisini Anadolu'da
güçlendirmesi gerektiğidir.
Von der Goltz, amacın söz konusu bölge halkları arasında
İslami bağlar kurulmasıyla, zayıf Bizans krallığını bir
Türk-Arap krallığına dönüştürmek olduğunu söylemişti.
İçte güçlenme amacını gerçekleştirmek için, Asya Türkiye'sinin
temel vilayetlerinde yoğunlaşılmasını tavsiye ediyordu.
‘Türkiye'nin nüvesi Avrupa'da değil, Küçük Asya'da bulunur.
Türkiye, Rusya'nın askeri bakımdan zayıf olduğu ve mahalli
Müslüman halklarla etnik ve dini bağlarından rahatlıkla
yararlanabileceği Transkafkasya'da daha büyük askeri başarı
şansına’ sahiptir derken, Goltz bu görüşü tekrarlıyordu.Alman
albayı von Deist ve özellikle Alman
yayılmacılığının savunucusu Paul Rohrbach da benzer görüşleri
belirtmişlerdi. Aslında, Berlin-Bağdat demiryolunun geçeceği
bölgeleri iskâna açmak ve geliştirmek amacıyla, Ermenilerin
doğu Türkiye'deki ata topraklarından tahliye edilerek
Mezopotamya'ya yeniden iskân edilmesinin yararını Türklerin
aklına sokan teorisyenin Rohrbach olduğundan şüphenilmiştir.
Örneğin, Fransız yazar Rene Pinon 1913 kışındaki bir
konferansta, Rohrbach'ın bu anlaşmayı sürüncemedeki
''Ermeni Sorunu''nu
hem Almanya'nın hem Türkiye'nin çıkarlarına eşzamanlı olarak
hizmet edebilecek bir çözüm olarak önerdiğini söylemişti.
Fransız Temps gazetesine gönderme yapan Amerikan Sefiri
Morgenthau da Rohrbach'dan aynı şekilde söz eder. İstanbul
Ermeni Patriği benzer bir tez öne sürmüştü. 28 Mayıs - 10
Haziran 1915'de İstanbul'daki Alman Sefareti'nin Ermeni
Masası Müdürü Dr. Mordtmann ile bir toplantıda, Patrik o
sırada Türk hükümetinin başlatmış olduğu tehcirlerin,
Rohrbach'ın bir süre önce Alman Coğrafya Demeği'ndeki bir
konferansta sunduğu Rohrbach planının hayata geçirilmesi
olduğunu söylemişti.
General von der Goltz Savaşın başlamasından sadece birkaç ay
önce, Berlin'de halka verdiği bir konferansta bu tür bir
önerinin ana hatlarını sunduğu rapor edilmişti. Alman-Türk
Derneği'nin (Deutsch-Türkische Vereinigung) sponsorluğunda
gerçekleştirilen konferansa Türk sefaretinin görevlileri,
seçkin Alman konuklar ve derneğin
üyeleri katılmıştı. Goltz'un da Yönetim Kurulu üyesi olduğu
dernek bizzat Alman Dışişleri
Bakanlığı'nın ricasıyla kurulmuştu.”
Roda’nın gözlemlediği gibi Berlin, Osmanlı coğrafyasını teslim
almıştır. Emirlerin Berlin’den gelmesinin bir anlamı yoktur.
Berlin’in politikası ile ittihatçı politika örtüşmektedir.
Hıristiyan unsurlardan yoksun
Anadolu İttihat için olduğu kadar Alman kolonizasyonu için de
gül bahçesidir. İttihada Turan yolu gösterilirken Osmanlı
coğrafyasının batısı ve doğusu Alman burjuvazisi için
kolonileştirilecektir.
Hasançebi, Soykırımın mükemmel organizasyonunun Made in
Germany damgasından Anadolu halklarının haberdar olduğunu
vurgular. Türkiye'de "tehcir", soykırıma dönüşebileceğinden de
endişe duyulmaksızın, stratejik bir model içinde uygulanırken,
buna tanık olan hemen herkes, yapılanın yüksek bir organize
devlet potansiyeli gerektirdiğini de bildiği için, Almanya'nın
işin başında olduğunu görebilmekteydi. Olayın dehşeti içinde
olan Türk toplumu da "soykırım"daki ustalığı şaşkınlıkla
izliyor, tehcirin kendi devletinin kapasitesini aşan bir
kaynaktan geldiğini fark ediyordu. Ancak emirlerin Berlin’den
verilmesi ve Soykırım’ın mükemmel organizasyonu Jöntürklerin
Soykırım suçunu örtmez. Jöntürkler, Berlin’in emirlerini
uygularken aynı zamanda kendi politikalarını
gerçekleştirmektedirler.
Sonuçta Almanların bölgedeki çıkarları ve Jöntürklerin
özlemlerinin örtüşmesi bu coğrafyanın kadim halklarına karşı
yıkıcı bir etken olmuştur. Bakü petrol bölgesine ulaşma niyeti
Pantürkizm'in
kışkırtılmasına, Berlin-Bağdat Demiryolu hattının güvenliği ve
Almanların Hıristiyan burjuvazisinin yerine geçme düşünceleri
Soykırıma giden yola döşenen taşlardan biridir. “Almanya
Büyükelçisi Wangenheim da, 17 Haziran
1915 tarihli raporunda, ‘Ermeni tehcirinin sadece askeri
nedenlerle yapılmadığı çok açık’ diyerek Talat Paşa’nın,
büyükelçilik görevlisi Dr. Mordtmann’la yaptığı görüşmeyi
aktarmaktadır. Talat, ‘Dünya Savaşı’nı bahane ederek, dış
ülkelerin diplomatik müdahalelerine aldırmaksızın, ülkeyi iç
düşmanlardan
-Hıristiyanlardan- tamamen
temizlemek’ istediğini ve bunun
‘Türkiye’nin müttefiki olan Almanya’nın da çıkarlarına
olduğunu söylemektedir. Çünkü, ‘Türkiye böyle
güçlenecektir’.”(7)
Son sözü Mihail Rodas’a verelim, Anadolu'daki ve Trakya'daki
Rum varlığı şimdi uçsuz bucaksız bir kabristanda yatıyor.
Kiliseler yıkıldı, haçlar
ayaklar altında alınarak çiğnendi,
mezarlıklar harabeye çevrildi,
okullar kapandı, kütüphaneler gasp edildi,
binalar işgal edildi, evler
yıkıldı, Rum kadınları ve Rum
çocukları pazarlarda satıldı ve dehşet uyandıran zor şartlar
yüzünden ihtiyarlar yollarda can verdiler.
Tüm bu kötülükler Türkiye'de, Almanlar askeri ve siyasi
üstünlük sağladıkları dönemde meydana geldi.
Kadim Hıristiyan halkının tarihsel
toprakları Alman yayılmacılığı ve Jöntürk rüyası uğruna
kendileri için uçsuz bucaksız bir kabristan olmuştur.
DİPNOTLAR:
1) Mihail Rodas, Almanya Türkiye’deki Rumları Nasıl
Mahvetti, Belge Uluslar arası Yayıncılık,2011.
2) Wolfang Gust’un eseri yakında Belge Uluslararası
Yayıncılık tarafından yayınlanacaktır.
3) Dadrian Vahakn N. İttifak Devletleri Kaynaklarında
Ermeni, Soykırımı Toplu Makaleler kitap 3 Çev. Ali Çakıroğlu,
Belge Y. 2006.
4) Hüseyin Hasançebi, Sahne-i Fecai, Pencere Yayınları,
2010
5) Vahakn N. Dadrian, Ermeni
soykırım Tarihi, Çev Ali Çakıroğlu, Belge Uluslararası
Yayıncılık, 2008
6) Taner Akçam, Ermeni
Meselesi hallolunmuştur,İletişim y,2008, s 136. |
|
|
|
|
|
|
|