|
|
................... |
|
................... |
FİLLER VE ÇİMENLER |
Erol Taymaz
Kafkasfederasyonu.org,
02 Mart 2012 |
|
|
................... |
|
|
Geçen hafta Avrupa İnguşlar
Derneği adına İbrahim Lyanov Gürcistan Parlamentosu'na
başvurarak İnguş Sürgünü'nün “soykırım” olarak tanımasını
istedi. 23 Şubat 1944'de gerçekleşen sürgünün yıldönümünde
yapılan başvurunun Gürcistan Parlamentosu'nda görüşüleceğini
söyleyen Diaspora ve Kafkasya Komitesi başkanı Nugzar
Tsiklauri, kendi tutumunu samimi bir şekilde açıkladı:
“Komitemin sadece soykırımları tanımakla uğraşmasını
istemiyorum. Görüşmeler yapılacak, ama sonucun olumlu olacağı
konusunda emin değilim.” (1)
Gürcistan Parlamentosu'nun 2011'de “Çerkes Soykırımı'nı”
tanımasından sonra, İnguş Soykırımı’nın tanınmasının da
gündeme geleceği bekleniyordu, çünkü bu yöndeki talepler
Çerkes Soykırımı üzerine Tiflis'te yapılan konferanslarda ve
toplantılarda İnguş “temsilciler” tarafından dile
getirilmişti. Çeçen ve Ermeni soykırımlarının tanınmasına
ilişkin talepler ise, Çerkes Soykırımı’ndan daha önce gündeme
gelmiş, fakat Gürcistan Parlamentosu, yapılan tüm çağrılara
karşın bu konuları görüşmeye bile yanaşmamıştı. Tsiklauri
“Komitemin sadece soykırımları tanımakla uğraşmasını
istemiyorum” diyerek gelebilecek tüm yeni taleplere cevap
vermiş oluyordu.
Gürcistan'ın Çerkes Soykırımı’nı tanıması, Rusya'ya karşı
alınmış siyasi bir karar. Bunu Gürcistan yönetimi de
gizlemiyor zaten. Gürcistan'ın niyeti ne olursa olsun,
Çerkeslerin bu durumu bir fırsat olarak değerlendirmesi ve
insanlık tarihinin en büyük trajedilerinden biri olan Çerkes
Soykırımı'na uluslararası kamuoyunun dikkatini çekmek için
Gürcistan ile birlikte çalışması, uğramış oldukları tarihsel
haksızlığın telafi edilmesi için bu devletin desteğini alması
yanlış mı? Çerkeslerin uğramış olduğu tarihsel haksızlığın
büyüklüğüne karşın, başta ilgili devletler olmak üzere
uluslararası kamuoyunun ilgisizliği o kadar büyük ki, bu
konuda gösterilen en küçük bir ilgi ve destek bile çok önemli
değil mi? Şüphesiz Gürcistan'ın bu kararı, Çerkes
Soykırımı'nın belirli bir çevrede, şimdiye kadar olmadığı
düzeyde gündeme gelmesini ve tartışılmasını sağladı. Fakat
günün sonunda Çerkeslerin ne elde edebileceğini görmek için
Gürcistan'ın senaryosunu ve Çerkeslerin gündemini
değerlendirmemiz gerekiyor.
Gürcistan'ın Senaryosu
2008 Ağustos'unda yaşanan kısa savaştan sonra Saakaşvili
ve Gürcistan yönetiminin önemli bir politika değişikliğine
gittiği görünüyor. Gürcistan'ın alenen ilan ettiği, Kuzey
Kafkasya halkları ve Çerkes diasporası ile yakın ilişkiler
kurulmasına dayalı bu yeni politikanın üç temel hedefi var:
1. Rusya'nın konumunu zayıflatmak için genel olarak
Kuzey Kafkasya'da kargaşa ve çatışma ortamı yaratmak, özel
olarak da 2014 Soçi Kış Olimpiyatları’nı engellemek.
2. Abhazya'nın Kuzey Kafkasya halkları ve Çerkes
diasporası ile olan ilişkilerinin kesmek, yani Abhazya'yı
yalnızlaştırmak.
3. Bölgesel güç olmak ve bu doğrultuda Kafkasya'daki
“küçük halkların hamisi” rolünü üstlenmek.
Gürcistan, 2008'den sonra bu üç hedefe birden ulaşmasını
sağlayacak bir senaryonun farkına vardı. Bu senaryo ABD'deki
yeni-muhafazakarlar tarafından uzun bir süredir hazırlanıyordu
ve temel hedefi Kuzey (Batı) Kafkasya'nın
istikrarsızlaştırılmasıydı. Kuzey Kafkasya ve diasporadaki
gelişmeleri yakından takip eden yeni-muhafazakar uzmanlar, bu
halkların en haklı ve duyarlı olduğu konuyu saptadılar. 2014
Kış Olimpiyatları için Soçi'nin aday olması ile somut bir
hedef de ortaya çıktı ve senaryo Jamestown tarafından
düzenlenen bir dizi “bilimsel” konferansta yazıldı. (2)
Peki Gürcistan bu senaryoyu niçin benimsedi? Aslında 2008
Ağustos'una kadar Saakaşvili ve Gürcistan'ın politikası
farklıydı. 2014 Kış Olimpiyatları'nın Soçi'de yapılması
kesinleştikten sonra (4 Temmuz 2007) Abhazya'nın olimpiyat
hazırlıklarına katkıda bulunması gündeme geldi. Olimpiyatların
Abhazya ekonomisine olumlu etkisinden çekinen Gürcistan
yönetimi önce, “Tiflis'in onayı olmadan Abhazya'nın 2014 Soçi
Kış Olimpiyatları hazırlıklarına katılması ilhak olarak
değerlendirilecektir” diyerek Rusya’yı “uyardı” (Gürcistan
Dışişleri Bakanı Davit Bakradze, 5 Mart 2008). Bu konuda fazla
bir etkisinin olmayacağını görünce, Soçi'nin Abhazya
sorununundan dolayı olimpiyatlar için güvenli olmadığını
söyledi. Hatta Saakaşvili, Soçi Olimpiyatları'nın güvenliğinin
sağlanması için ortak bir Rus-Gürcü Komitesi'nin kurulmasını
önerdi (10 Temmuz 2008). Bu dönemde Saakaşvili, 2014'e kadar
Abhazya'yı işgal edeceğini (“Gürcistan'ın toprak bütünlüğünü
tesis edeceğini”) düşündüğü için Rusya'ya “işbirliği” teklif
ediyor, bu işbirliği kapsamında Sohum havaalanının
olimpiyatlar için kullanılabileceğini söylüyordu.
Fakat olmadı. 2008 Ağustos'undaki kısa savaş Saakaşvili'nin
tüm hayallerini yıktı. Bundan sonra Saakaşvili ve Gürcistan'ın
öncelikli hedefi, Rusya'dan ve Putin'den intikam almak için
2014 Soçi Olimpiyatları'nın engellenmesi oldu. Olimpiyatların
boykot edilmesini sağlamak amacıyla Saakaşvili Soçi'nin
Abhazya sınırında olduğu için güvenli olmadığını iddia etti.
Hatta Gürcistan Olimpiyat Komitesi 20 Kasım 2008'de
Uluslararası Olimpiyat Komitesi'ne başvurarak sporcular için
“benzersiz bir güvenlik tehlikesi” oluşturduğu gerekçesi ile
“komşusunu işgal eden” bir ülkede olimpiyatların yapılmamasını
istedi.
Fakat bu da olmadı. Gürcistan'ın “Rusya'nın Abhazya'yı işgal
etmesinden dolayı bölgede güvenlik sorunu olduğu” şeklindeki
söylemi kimseyi ikna edemedi, Gürcistan'ın en yakın dostları
bile Soçi'yi boykot etme niyetini göstermedi. Soçi
Olimpiyatları'nın açıklamalarla, protestolarla
engellenemeyeceği görülmüştü. Olimpiyatlar ancak bir tehdit
ile, adını koyalım, bir “terör eylemi” ile engellenebilirdi.
Fakat böyle bir eyleme karşı Rusya'nın ve uluslararası
kamuoyunun vereceği tepki belli. Pekin Olimpiyatları'nın ilk
günü Güney Osetya'da elini kana bulamaktan çekinmeyen
Gürcistan yönetimi, ikinci bir olimpik saldırıda sanık değil,
şüpheli bile olmanın maliyetini kaldıramayacağını biliyordu.
Bu nedenle Soçi'yi engellemek için, suçun başkasının üzerinde
kalacağı bir yol bulunması gerekiyordu. (3)
Ve Gürcistan söylemini kısa bir sürede değiştirdi. Artık 2014
Soçi Olimpiyatları için tehdit unsuru “işgal edilmiş bölgeye
yakın olması” değildi. Rusya'nın Çerkeslere karşı soykırım
uyguladığı yerde olimpiyatlar düzenlenemezdi. Jamestown
Vakfı'nın Tiflis'te düzenlediği konferanslar ile birlikte, bu
söylem Gürcistan Parlamentosu tarafından da resmi olarak
benimsendi. Örneğin 19 Kasım 2010'da Gürcistan
Parlamentosu'nda Çerkes Soykırımı üzerine yapılan
görüşmelerden sonra, Kafkasya ve Diaspora ile İlişkiler
Komitesi başkanı Nugzar Tsiklauri “Uluslararası Olimpiyat
Komitesi'ni, ulusal olimpiyat komitelerini ve uluslararası
topluluğu, 2014 Soçi Olimpiyatları'nın başka bir ülkede
yapılması konusunda ikna etmeliyiz” diyordu. Tsiklauri'ye göre
olimpiyatlar, Çerkeslerin soykırıma uğradığı yerde
planlanmıştı fakat Olimpiyat Sözleşmesi'ne göre soykırım
yapılan bir yerde olimpiyatlar yapılamazdı.
Figüransız bir senaryo düşünülemez. Bu senaryonun
uygulanabilmesi için tabii Çerkeslerin de işin içine katılması
gerekiyordu. Gürcistan ve ABD'deki akıl hocaları, diasporadan
Çerkes kuruluşlarının bu senaryoya katılması için olağanüstü
çaba gösterdiler. Artık Youtube'a bile düşen görüşme
kayıtlarında, Gürcistan'ın üç-beş kişi de olsa diasporadan
katılımın sağlanması için nasıl top yekun çalıştığı
anlaşılıyor. Örneğin, Tiflis'te yapılan ve diasporadan
kurumsal katılımın sağlanamadığı ilk konferanstan bir ay
sonra, Gürcistan Parlamentosu Savunma ve Güvenlik Komitesi
başkanı Givi Targamadze, Mısır ve Suriye'deki büyükelçileri
Gocha Japaridze'yi arayarak “Parlamento'nun onların
soykırımını tanıma niyetinde olduğunu, Türkiye ve Ürdün'den
katılacak (Çerkesleri) bulmak için yoğun bir çaba
içerisinde olduklarını” söylüyor ve “Suriye ve Mısır'dan
mümkün olduğu kadar çok Çerkes, İnguş, Çeçen vb, bulmasını”
istiyor. Bu yoğun çabaların, Gürcistan Parlamentosu'nun Çerkes
Soykırımı’nı tanımasından sonra kısmen başarılı olduğu
söylenebilir. Gürcistan'ın kısmi başarısında Adığe ve Abhaz
diasporalarının ayrıştırılmasına yönelik özellikle Türkiye'de
yürütülen çalışmaların da etkisi olduğunu belirtelim.
Tabii figüranların rollerini doğru oynayabilmesi için
suflörler de gerekli. Bir hahamın, Hipersiyonist “Bead
Artseinu” (“Anavatan İçin”) hareketi sekreteri Abraham
Shmulevitch'in, “Çerkes Kongresi danışmanı” olarak bu
konferanslara katılması ilginç. Bead Artseinu hareketi,
Nil'den Fırat nehrine kadar olan bölgede siyonist bir İsrail
devleti kurulmasını, bunun Tanrı'nın isteği ve doğal
sınırların sonucu olduğunu savunuyor. (4) Böyle bir
hareketin liderinin Çerkeslere niçin ve nasıl sufle vereceği
açık değil, fakat 24 Şubat 2012'de Tiflis'te yaptığı
konuşmanın başlığı, sanki senaryonun son sahnesini özetliyor:
“Kafkasya'da Yeni Bir Savaş Olasılığı: Nerede ve Ne Zaman?” 16
Kasım'da İstanbul'a gelen ABD’nin eski Türkiye Büyükelçisi
Ross Wilson'ın Kafkasya için oldukça karanlık bir tablo
çizmesi ve “şimdi sırada Kafkasya Baharı var” demesi boşuna
değil.
Özetlersek, Gürcistan'ın Soçi Olimpiyatları'na önceleri karşı
çıkmadığı, hatta bu konuda Rusya ile işbirliği yapmak istediği
açık. 2014'e kadar Abhazya'yı zaten dize getireceğini
hesaplayan Saakaşvili'nin bu dönemde tek kaygısı, Abhazya'nın
ekonomik açıdan güçlenmesiydi. 2008 Ağustos'undan sonra ise
Saakaşvili ve Gürcistan yönetiminin tek hedefi, Putin ve
Rusya'dan intikam almak için, Soçi Olimpiyatları'nın
engellenmesi oldu. Güney Osetya'da ağzı fena halde yanan
Saakaşvili, Soçi'de ihtiyatlı davranması gerektiğini kısa
sürede anladı. Soçi Olimpiyatları, Gürcistan'ın akıl hocaları
ile birlikte uyarladığı oyunda duvara asılan silah oldu.
Çehov'un dediği gibi bu silah son sahnede patlayacak. Ve
Saakaşvili doğal olarak son sahnede yer almak istemiyor, bu
rolü Çerkeslere devretti.
Çerkeslerin Gündemi
Peki Çerkesler bu rolü kabul etmeli mi? Bu sorunun cevabı
açık olmalı: Başkalarının yazdığı senaryolarda oynamak hiç
kimseye, hiçbir zaman, hiçbir fayda getirmemiştir. Çünkü ya
rolünüz zaten kaybedeni oynamaktadır ya da en iyi olasılıkla
perde kapandığında işiniz biter. Bu senaryonun amacı da
sanırım yeterince açık: Kısa dönemde Soçi Olimpiyatları'nı
engellemek, uzun dönemde Kuzey-Batı Kafkasya'yı
istikrarsızlaştırmak. Yani rolümüz kaybedeni oynamak.
Bu oyunun farkında olarak belirli bir süre işbirliği yapmak,
Gürcistan'ı (hatta arkasındaki ABD'yi...) kullanarak belirli
kazanımlar elde etmek mümkün değil mi? Doğal olarak Çerkes
Soykırımı’nın tanınması ve uluslararası kamuoyunda
duyurulmasının, Çerkesler açısından manevi getirisi var, fakat
Gürcistan ile birlikte bu konuda çalışmak iki açıdan sorunlu.
İlk olarak, Çerkes Soykırımı, Çerkeslerin tarihsel açıdan en
haklı olduğu bir konu ve günümüzde ulusal/kültürel kimliğin
kurucu unsurlarından biri. Bu açıdan, soykırım sorununun bir
araç olarak görülmesi, hele hele Gürcistan (ve ABD) gibi
ülkelerin kısa dönemli çıkar hesaplarında araçsallaştırılması,
bu haklı zeminin hızla kaybedilmesine yol açacaktır.
Çerkeslerin ihtiyacı, soykırımın Gürcistan gibi devletler
tarafından tanınması değil (böylesi bir tanınmanın pratikte
hiçbir önemi yok), soykırımın ve uğranılan tarihsel
haksızlıkların, özellikle Anayurt ve diaspora ülkelerinde ve
kamuoyunda bilinmesi, anlaşılması ve kabul edilmesidir.
Devletler-arası politik çatışmaların bir aracı haline
getirildiğinde, soykırım konusu hem ulusal/kültürel kimliğin
kurulmasındaki etkisini kaybeder, hem de Çerkesler haklı
olmalarından kaynaklanan moral üstünlüğü hızla yitirmeye
başlarlar. Bu da, soykırımın tekrar haklılık zemininde
savunulmasını giderek zorlaştıracak, hatta belirli bir
aşamadan sonra olanaksız hale getirecektir.
Soykırım gibi insani boyutu son derece önemli olan bir konuda,
masada kimin yanına oturduğunuz çok önemli. Avrupa'daki
dostları tarafından bile artık sözü ciddiye alınmayan ve
elindeki kan hala kurumamış insanlarla birlikte masaya oturup,
Çerkes Soykırımı’nın tanınmasını istemek Çerkeslere bir şey
kazandırmayacak, daha kötüsü Çerkes Soykırımı'nı
itibarsızlaştırmaktan başka bir işe yaramayacaktır.
İkinci olarak, böylesi bir işbirliği Çerkeslerin kendi
gündemlerinden uzaklaşmasına, kendi sorunlarına
yabancılaşmasına yol açacaktır. Çerkeslerin günümüzdeki en
önemli gündemi varoluş sorunu, yani her gün hızlanarak devam
eden yok oluşu sürecinin durdurulmasıdır. Yok oluşa karşı
mücadele ise somut durumda üç sacayağına dayanıyor:
1. Anayurt: Ulusal/kültürel varlığın oluştuğu ve uzun
dönemde tek güvencesi olan Anayurt'ta, mevcut (federal)
statülerin güçlendirilmesi, ulusal/kültürel pratiklerin
gelişmesini sağlayacak kurumsal yapıların
oluşturulması/güçlendirilmesi, mevcut hakların uygulanabilmesi
ve geliştirilmesi gerekiyor. Anayurt'ta, özellikle Adigey
Cumhuriyeti ve Abhazya'da mevcut sorunların en önemli
nedenlerinden biri ise nüfus sorunu.
2. Diaspora: Diasporada en önemli sorunlar ise
ulusal/kültürel hakların tanınması ve hızla yok olan kimlik ve
kültürün korunabilmesi için kültürel üretimin ve etkileşimin
sağlanması. Bu doğrultuda, başta yeni anayasanın hazırlanması
olmak üzere demokratikleşmesi süreci önem kazanırken, bu
demokratikleşme sürecinde talepleri formüle edecek ve
savunacak, fakat aynı zamanda kültürel üretimi de sağlayacak
örgütlü yapıların güçlendirilmesi gerekiyor.
3. Anayurt-diaspora ilişkisi: Diasporada tüm hakların
tanınması durumunda bile, mevcut dağınık yapıdan dolayı
ulusal/kültürel varlığın ne kadar korunabileceği açık değil.
Anayurt'un diasporadaki insanlarına, diasporadaki insanların
da Anayurt'larına ihtiyaçları var. Bu nedenle, Anayurt ve
diaspora arasındaki ilişkilerin alabildiğine geliştirilmesi ve
hem Anayurt, hem de diaspora açısından hayati önemde olan
dönüş hareketinin canlandırılması/canlı tutulması gerekiyor.
Çerkesler açısından, soykırımın tanıtılması ve Soçi
Olimpiyatları'na ilişkin yapılacak tüm etkinliklerde ve
yapılacak tüm işbirliklerinde, etkinliğin bu sacayağına
katkısının ne olacağına bakmak gerekli. Gürcistan'la birlikte
hareket etmek, ne Anayurt'ta Çerkeslerin konumuna yardımcı
olacak, ne diasporada hakların gelişmesine yarayacak, ne de
Anayurt-diaspora ilişkilerine olumlu bir katkıda bulunacaktır.
Son olarak, Çerkes Soykırımı konusunun gündeme Gürcistan ile
birlikte gelmediğini vurgulamak gerekli. Çerkes Soykırımı, ilk
kez 125. yıldönümünden sonra gündeme gelmiştir. Ankara'da
düzenlenen 125. Yıl Anma Etkinlikleri'nden sonra bu konu
Anayurt'ta ve diasporada, kısmen birbirinden bağımsız şekilde
Çerkesler tarafından gündeme getirilmiş, Dünya Çerkes
Birliği'nin de katkılarıyla Adıgey ve Kabardey Balkar
meclislerinde bu konuda kararlar alınmış, UNPO Çerkes
Soykırımı'nın tanınmasını isteyen bir karar almış, Rusya
Federasyonu ilk devlet başkanı Yeltsin “soykırım” kavramını
kullanmasa da 1864'ün bir facia olduğunu ve Çerkeslerin
anayurda dönebileceklerini söyleyen bir açıklama yapmış,
soykırıma ilişkin pek çok belge/kitap yayınlanmış, Anayurtta
ve Türkiye'de 21 Mayıs Soykırım ve Sürgün Günü kitlesel
etkinlikler ile anılmaya başlanmıştır. Bu süreçlerin hiç
birinde Gürcistan'ın hiçbir yeri ve rolü yoktur. Gürcistan
ancak 2008 Ağustos'undan sonra, Anayurt ve diasporadaki
Çerkeslerin soykırımın tanınmasına ilişkin meşru çabalarını,
kendi amaçları doğrultusunda kanalize etmek istemiş, bu amaçla
hazırladığı sahneye Çerkesleri davet etmiştir.
Anayurt ve diasporadaki Çerkesler artık kendi gündemlerini
oluşturmuştur. Mevcut sorunlarının temel nedeni olan Çerkes
Soykırım ve Sürgünü'nün Rusya Federasyonu ve diaspora ülkeleri
başta olmak üzere tüm uluslararası kamuoyu tarafından
tanınması, yaşadıkları tarihsel haksızlıkların giderilmesi ve
varlıklarının güvence altına alınması için çalışmaktadır. Bu
çalışmayı da kendi belirledikleri doğrultuda, gerçekten kendi
acılarını paylaşan ve gerçekten insan haklarına saygı duyan
kişi ve kurumlarla birlikte yapacaklardır. Bu süreçte
Çerkeslerin Gürcistan'dan tek talebi “gölge etmemesi”dir.
DİPNOTLAR:
1) Haber Gürcistan'ın Rusça yayın yapan televizyon kanalı
Kanal Pik TV'de de yer aldı (http://pik.tv/en/), fakat bu yazı
hazırlandığında Gürcistan Parlamentosu web sitesinde bu konuda
bir bilgi (henüz) yer almıyordu.
2) Jamestown Vakfı'nın katkısıyla “Çerkesler: Geçmiş,
Bugün ve Gelecek” (21 Mayıs 2007, ABD), “Rusya ve Çerkesler:
İç Sorun mu, Uluslararası Sorun mu?” (8 Nisan 2008, ABD) ,
“Olimpiyatlar 150 Yıl Önce Çerkeslerin Sürgün Edildiği Yerde
Yapılabilir mi? (18 Haziran 2010, ABD) ve “Gizli Uluslar,
Zaman Aşımına Uğramayan Suçlar: Geçmiş ve Gelecek arasında
Çerkesler & Kuzey Kafkasya Halkları” (20-21 Mart 2010 ve 19-21
Kasım 2010, Tiflis) konferansları düzenlendi.
3) Bu kapsamda, Saakaşvili'nin 24 Şubat 2011'de
Gürcistan'ın Kuzey Kafkasya'ya yönelik Rusça yayın yapan
televizyon kanalının açılışında yaptığı açıklama önemli:
Saakaşvili konuşmasında 2014 Soçi Olimpiyatları için “fiziksel
tehdit” oluşturmaya ne güçlerinin yeteceğini, ne de bu yönde
bir planlarının olduğunu söylüyordu. Bir başka deyişle,
Saakaşvili Soçi Olimpiyatları'na yönelik olası bir saldırının
sorumluluğunu peşinen reddediyor.
4) Bu hareketin web sitesindeki harita her şeyi
özetliyor: http://www.zarodinu.org/ |
|
|
|
|
|
|
|