|
|
................... |
|
................... |
53. YILINDA
6-7 EYLÜL OLAYLARI |
Gültekin Genç
Birikim Dergisi |
|
|
................... |
|
................... |
Yakın tarihimizin önemli
gelişmelerinden biri olan ve 1955 yılında yaşanan 6-7 Eylül
Olayları; üzerinden 53 yıl gibi bir süre geçmesine rağmen;
gerek akademik çevrelerde, gerekse yakın dönemi konu edinen
popüler tarih çalışmaları ve romanlarda ele alınmaya devam
etmektedir. (1) 1908’de İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin
ekonomik, kültürel ve siyasal bir proje olarak ortaya koyduğu
“Türkleştirme” politikası, milli iktisat yaklaşımı
doğrultusunda bir “milli burjuva” sınıfının yaratılmasını
gerekli kılmaktaydı. (2) Milli mücadele dönemiyle birlikte
kurulan yeni Türk-Ulus devleti, kendisinden önceki siyasal
birikimden ve düşünce hareketlerinden esinlenerek Cumhuriyet
döneminde de özellikle ekonomi alanında İttihat ve Terakki
birikimini değerlendirme düşüncesi içerisinde olmuştur. Devlet
merkezli modernleşme projesinin cumhuriyetin sivil ve askeri
bürokrasisi tarafından aynen devam ettirilmesi neticesinde
homojen/türdeş bir ulus yaratabilmenin ön koşulu olarak;
iktisadi alanda bir Osmanlı kalıntısı gibi görülen azınlıklara
yönelik olarak farklı ekonomik ve siyasi projeler devreye
sokulmuştur.
Bu süreçte, “Tek dil, tek ülkü- tek hars” söylemi, 1920’lerin
ortalarından itibaren Türkiye’deki azınlıkları Türkleştirme
projesinin sloganı haline gelmiş ve çok geçmeden bu teorik
söylem pratik alanda da uygulanmaya başlamıştı. (3) Bunun ilk
işareti 1927’de Türk Ocakları tarafından ortaya atılan
“Vatandaş Türkçe Konuş!” kampanyasıydı. Bu kampanya Türkiye’de
yaşayan azınlıkları “millileştirme politikasının” başlangıç
noktasıydı. 1930’larda dünya genelinde, ancak özellikle de
Avrupa’nın iki güçlenmekte olan devleti; Almanya ve İtalya’da
ortaya çıkan ırkçı ve yayılmacı milliyetçilik rüzgârları
Türkiye’yi de etkilemeye başlamıştı. Buna paralel bir şekilde,
Türkiye’de yaşayan azınlıklara karşı ırkçılık temelinde bir
milliyetçi cephe oluşmaya başladı. Öyle ki; 1930’dan
başlayarak yaklaşık 10 yıllık süreçte, çıkarılan çeşitli
kanunlarla azınlıkların ekonomik alandaki etkinlikleri
kırılarak hareket alanları sınırlandırılmaya çalışılmıştır. Bu
dönemde 15 bine yakın Rum nüfus Türkiye’den, Yunanistan’a göç
etmiştir. (4)
Türkleştirme siyasetinin ikinci büyük dalgası ise, II.Dünya
savaşı yıllarında ortaya çıktı. Milli Şef döneminin ilginç
uygulamalarından biri olan Varlık Vergisi, teoride savaş
yıllarında Müslüman-Gayrimüslim ayırımı yapmadan, haksız
kazanç elde eden kişilerden alınacak bir vergi olarak
kararlaştırılmış, ancak uygulama daha çok Gayrimüslimlere
yönelik olmuştu. Alınan karar gereği vergi olarak toplanan 350
milyon liranın yüzde 75’i azınlıklardan alınmıştı. (5) Varlık
Vergisi uygulamaları sonrasında birçok Gayrimüslim artık eski
ekonomik ve toplumsal seviyesinde değildi ve birçoğu ülkeyi
terk etmek zorunda kaldı. 1946’da parlamenter demokrasiye
geçen Türkiye’de 1950 yılında Demokrat Parti(DP)’nin iktidara
gelişi ile birlikte, II. Meşrutiyet döneminden itibaren
sürdürülen “Türkleştirme” politikalarında bir farklılık
gözlemlenmedi. DP, ekonomide bütün liberal söylemlerine
rağmen, Lozan Antlaşması çerçevesinde İstanbul ve çevresinde
oturan Rum nüfusun, elindeki sermaye gücünü millileştirmeyi
planlıyordu. Bütün bu gelişmeler doğrultusunda 1955 Kıbrıs
sorunu DP’ye bu politikalarını gerçekleştirme olanağı verdi.
1955 Kıbrıs meselesinin tam anlamıyla tırmandığı yıldı.
Adadaki Rumlar sürekli olarak Türklere karşı terör
hareketlerinde bulunuyor, olaylar çıkarıyorlardı. Bu
gelişmeler özellikle Türkiye’de gazetelerin yaptığı haberler
nedeniyle toplum içinde büyük infiale yol açmaktaydı. Burada
ilginç ve 6-7 eylül olaylarının ortaya çıkmasına büyük etkisi
olan şey ise; gazetelerin Kıbrıs meselesinin ortaya
çıkmasından itibaren Türkiye’de yaşayan Rumlara yönelik olarak
yazdıkları tahrik edici yazılardı. Hürriyet, Yeni Sabah’ın
başını çektiği gazetelerin yazılarında; İstanbul Fener Rum
Patrikhanesi ve Patrikhane’nin lideri Athinagoras, Kıbrıs’ta
Makarios’un liderliğinde gelişen Rum hareketine karşı sessiz
kaldığı gerekçesiyle eleştiriliyordu. Patrikliğe yüklenen
gazeteler, Fener’in tüm Ortodoks dünyasını temsil ettiğini ve
onun ekümeniklik sıfatıyla Kıbrıs’taki Makarios’a müdahale
edebileceğini, aksi halde sessiz kalmanın Makarios’u onaylamak
anlamına geldiğini vurgulanmaktaydı. (6) Sürekli olarak
Türkiye tarafından reddedilen bu yaklaşım (ekümeniklik),
ilginç bir şekilde dönemin gazetelerince patrikliğe karşı bir
baskı aracı olarak kullanılmaya çalışılıyordu. Bu husus
Patrikliğin de dikkatini çekmiş olacak ki Patrik Vekili
Emilyanos, bir açıklama yaparak basının tavrındaki çelişkiyi
ortaya koymuştur: “Hem Fener Vatikan gibidir diyorsunuz, hem
de Fener Vatikan gibi müstakil olmak istiyor diye
yazıyorsunuz.” Ayrıca 27 Ağustos tarihinde Hürriyet’te çıkan
bir haber, Patrikhanenin topladığı bağışları gizli yollarla
Kıbrıs’a yolladığının iddia edildiğini bildirmekteydi. (7)
Yine aynı gazete 3 Eylül günü yaptığı haberde Patrikliğin
Kıbrıs’a hangi yoldan yardım ettiğinin anlaşıldığını
belirtmekte ve Fener’in kendisine ait olup Kıbrıs’ta bulunan,
önemli vakıfların gelirlerini Rum ilhakçılara bağışladığını
kamuoyuna duyurmaktaydı. (8) Yapılan haberler nedeniyle
kamuoyunda artık Patrikliğe karşı açıkça bir tepki oluşmaya
başlamıştı. Tepkilerin artması nedeniyle 29 Ağustos günü
Patriklik, polis tarafından koruma altına alınmıştı. Gazete
haberlerinin toplum üzerinde yarattığı etki, 6-7 Eylül
olayları sırasında Patrikhaneye yönelik saldırıların yoğunluğu
göz önüne alınarak anlaşılabilir. Türkiye’de Patrikhane’ye
karşı eleştiri yönelten, patrikliğin kapatılmasını ve Rumların
İstanbul’dan kovulmasını isteyen ve bu amaca yönelik olarak
her türlü faaliyette bulunan milliyetçi aydın kesiminin de
söylem ve tavırlarının halkı üzerinde etkili olduğu da bir
gerçektir. (9)
Gazeteler bununla birlikte, Yunanistan’daki gelişmeleri ve
Yunan basınında çıkan haberleri sütunlarına taşıyarak halkın
daha da heyecanlanmasına neden oluyordu. Türk basını
tarafından paçavra olarak nitelendirilen Yunan gazetesi
Ethnikos Kiriks’in 13 Ağustos’ta Atatürk hakkındaki bir
değerlendirmesi, basın tarafından ağır bir şekilde
eleştirilmekteydi. Ethnikos Gazetesi’nin bir yazarı, “Yaşa
Mustafa Kemal” başlıklı yazısında Atatürk’ün 1922 yılında
Yunanlıları tarihte görülmemiş bir şekilde aldattığını
yazmaktaydı ve yazara göre; Yunan milleti bunu hiçbir zaman
unutmayacaktı. Gazete bundan başka Atatürk’ün İstiklal savaşı
yıllarında bir İtalyan ajanı olarak çalıştığını ve
İtalyanların bütün zaferlerini Türkiye’nin sırtından
kazandıklarını bildirmekteydi. (10) Bu dönemde Yunan ve Türk
basını arasında canlı bir propaganda savaşının olduğunu da
belirtmek gerekir.
Türk gazeteleri İstanbul’da Rumca yayın yapan gazetelerin
yazılarını da eleştirmekteydi. Ulusal basın, Rum
gazetelerinden Türk tezini destekler nitelikte yazılar
yazmalarını istiyor, istenen olmayınca da sürekli olarak
eleştirerek kamuoyunun dikkatlerini bunlar üzerine çekmeye
çalışıyordu. (11) Ayrıca, aleyhte yayın yaptıkları iddia
edilen bu gazetelerin Rum vatandaşlarca adeta kapışıldığının
vurgulanmasının; İstanbul’da yaşayan tüm Rumların hedef haline
gelmesinde etkili olduğu söylenebilir. İstanbul Rumlarının bu
durumdan tedirgin oldukları ve her an başlarına bir şey
geleceği korkusunu yaşadıkları görülmektedir. Birçok Rum, daha
6-7 Eylül olaylarından önce tedirginliklerinden dolayı
dükkanlarını çok erken saatlerde kapatmakta, hatta bazıları
hiç açmamaktaydı. Bu konu basına da yansımış, Hürriyet’in 30
Ağustos tarihli baskısında “Rum vatandaşların yersiz ve boş
telaşları”, “hadise çıkacağını zannedenler dün dükkânlarını
kapadılar” şeklinde bir haber yapılmıştı. (12)
25 Ağustos’ta Hürriyet gazetesinde çıkan “İstanbul’da çıkan
bir Rumca gazetenin hezeyanları” başlıklı haberde; İstanbul’da
yayın yapan Apoyevmatini Gazetesi’nin Kıbrıs konusunu üstü
kapalı bir tarzda ele aldığı ve Kıbrıs’ın adını vermeden konu
hakkında “bir mesele” “mahut (bilinen) mesele” diye yorumda
bulunduğu belirtilmektedir:
“Apoyevmatini’nin bu yorum yazısı Kıbrıs hakkındaki bütün
haberleri gibi, son zamanlarda Atina gazetelerinin kullanmağa
başladıkları dilin bir naziresinden farksızdır ve adeta
İstanbul’da çıkan bir Atina gazetesinin yazıhanesinden aynen
nakledilmiş gibidir. Rumca Gazete’ye göre; bu mesele yüzünden
mukaddes Türk- Yunan dostluğunun feda edilmesi büyük bir
günahmış. Hangi mesele bu? Burası meçhul ve esrarengiz! A
mübarek ağzındaki baklayı çıkarsana! Ne olur bu mesele yerine,
Yunanistan’ın kendine ilhakını istediği Kıbrıs meselesi
deyiver.” (13)
Aynı konuya değinen Vatan gazetesi, 27 Ağustos günü yazdığı
yazıda Apoyevmatini’yi ağır bir dille eleştirmekteydi. (14)
Yine aynı gazetede çıkan bir haberi 2 Eylül’de sütunlarına
taşıyan Hürriyet Gazetesi; Yunan Dış İşleri Bakanı
Stefanopulos’un o sıralarda Londra’da; Türkiye, Yunanistan ve
İngiltere’nin katılımıyla gerçekleştirilen üçlü toplantıdaki
Yunanistan’ın Kıbrıs’a yönelik tezlerinin Apoyevmatini
Gazetesi’nde geniş bir yer bulduğunu ve bu gazetenin İstanbul
Rumları tarafından adeta kapışıldığını yazmıştır. Buna karşın
gazetede Türk tezini destekleyecek tarzda en ufak bir imada
bulunulmadığı önemle belirtilmiştir. (15)
Sonuç olarak İstanbul’daki Rum basının yazıları ve ulusal
gazetelerin buna karşı olan tutumu neredeyse tüm yurtta derin
bir infial uyandırıyordu. 6-7 eylül öncesinde ortamı
gerginleştiren şeylerden biri de özellikle başta Kıbrıs
Türktür Cemiyeti olmak üzere bazı toplulukların eylemleriydi.
Kıbrıs Türk’tür Cemiyeti, Kıbrıs konusunda halkı
heyecanlandıran eylemler yapıyor, sürekli olarak bu konuda
bilinçlerin uyanık tutulmasını sağlıyordu. Hürriyet,
Cemiyetin, Londra’da beş bin kişiyle miting yapmasının,
Cemiyete olan sempatiyi arttırdığını, bundan dolayı yurdun
birçok yerinde açılan yeni şubelerle son zamanlarda cemiyetin
şube sayısında büyük bir artışın olduğu belirtilmekteydi.
Bunun yanında dönemin Başbakanı Adnan Menderes’in 6-7 Eylül
olaylarının başlamasından bir gün önce Kıbrıs Türk’tür
Cemiyeti Genel Başkanı Hikmet Bil ile arabasında bir süre
görüşmesi düşündürücüdür. (16)
6-7 Eylül olaylarının hemen öncesinde yaşanan bu gelişmeler,
daha sonra olacakların habercisi gibidir. 27 Mayıs 1960
darbesi sonrasında 6-7 Eylül konusunda yargılanan Adnan
Menderes “Efkarı umumiye bu olaya hazırdı. Mürettibini aramak
gerekmez” diyerek olayların çıkmasında hiçbir sorumluluğunun
olmadığını anlatmaya çalışmıştı. (17) Gerçektende toplum
hadise çıkarmaya hazırdı ancak toplumu buna hazırlayan
koşullar Menderes ve diğerlerinin suçlu olduklarını ortaya
koymaktaydı.
Ortam bu derece gergin bir haldeyken 6 Eylül günü Atatürk’ün
Selanik’te doğduğu eve bomba koyulduğu haberi gazetelerin ve
radyonun duyurularıyla birlikte Türkiye’de adeta bir bomba
etkisi yarattı. İstanbul ve İzmir’de zaten günlerden beri
hazır halde bekleyen halk kitlesi, özellikle Rum azınlıklara
karşı bir saldırıya dönüşen gösteriler yapmaya başladılar.
Özellikle İstanbul’daki olayların boyutu ve etkisi daha
büyüktür. Bunun da en büyük nedeni İzmir’de Rum nüfus ve
mülklerinin sayısının az olmasıdır. İzmir’de gelişen olaylarda
birçok ev, dükkân, bazı kiliseler, Yunan Konsolosluğu, İngiliz
kültür evi yakılmış ve tahribata uğratılmıştır. (18)
Ancak daha büyük olayların olduğu yer ise İstanbul’du, çünkü
Rum nüfusun en yoğun yaşadığı yer burasıydı. Ayrıca İstanbul
halkı olay çıkarma konusunda İzmir halkına göre daha fazla
manipüle edilmişti. Dolayısıyla buradaki hadiselerin çapı ve
etkisi de büyük oldu. 6 Eylül günü başlayan protesto kısa
zamanda yağma, tahrip ve saldırıya dönüştü. 2 günlük süre
zarfında İstanbul tam bir savaş alanına döndü. 7 Eylül günü
sıkıyönetimin ilan edilmesiyle duran hadiselerde ortaya çıkan
tablo çok ağırdı. 1004 ev, 4348 dükkan, 27 eczane ve
laboratuar, 21 fabrika, 110 lokanta ve kafe, 73 kilise, 26
okul, 5 spor kulübü, 2 mezarlık tahrip edilmişti. Saldırılar
esnasında birçok Rum kadına da tecavüz edildiği ortaya
çıkmıştı. Ayrıca olaylar sırasında 3 kişinin öldü ve 30 kişi
de yaralandı. (19) Bununla birlikte yüksek derecede maddi
hasar meydana geldi. (20)
Olaylar Yunanistan’da derin bir infial uyandırmış özellikle
basın öfkeli ve aşağılayıcı yorumlarda bulunmuştur. Demokrat
İzmir Gazetesi 10 Eylül’deki baskısında Yunan gazetelerinde
çıkan yazılara yer vermiştir. Yunan Tovima Gazetesi’nin yorumu
şöyledir: “Yunanlıların kendilerine taarruz edildiği zaman
dinamit kapsülünü patlatmak gibi komik hareketlere tevessül
etmek adetleri değildir. Bunu yapanlar ya Türk- Yunan
dostluğunu bozmakta menfaati olanlardır. Yahut da kim bilir
hangi maksatla bizzat Türklerdir.” Vradini Gazetesi’nin yorumu
ise aşağılayıcıdır: “ Zaman geçer fakat insanlar değişmez
Büyük Kemal; köylü vatandaşlarını medeni insanlar haline
sokmak istedi. Fakat bunda muvaffak olamadı. Onlar yine barbar
olarak kalmıştır. Kilise yakmak, ev yağma etmek onların milli
endüstrisi olarak kalmıştır.” (21)
Bununla birlikte Yunan Hükümeti Türkiye’den saldırılarda
zarara uğrayanların zararlarının tazmin edilmesini istemiştir.
Olayların ortaya çıkmasından sonra hükümet olayın komünistler
tarafından tertip edildiğini beyan ederek kamuoyunun dikkatini
bu yöne çekmeye çalışmış, olaylarla hiçbir ilgileri olmamasına
rağmen komünist olduğundan şüphelenilen birçok kişi
tutuklanmıştı. Ancak yargılamalar sonrasında suçsuz oldukları
anlaşılınca bu kişiler serbest bırakıldılar. (22)
Sıkıyönetimin ilan edilmesiyle birlikte basına bazı yasaklar
getirildi. Özellikle halkı kışkırtıcı nitelikte yazılar
yazmamaları konusunda sıkıyönetim komutanlığınca uyarıldılar.
Ancak hadiseler olmadan önce neden böyle bir yasaklamanın
yapılmadığı sorgulamaya değerdir. Bununla beraber olayları
kışkırttıkları gerekçesiyle birçok gazete sıkıyönetim
komutanlığı tarafından kapatıldı. Birçoğunun da kısa ya da
uzun süreli olmak üzere yayını durduruldu. (23) Ayrıca daha
başından itibaren halkın kışkırtılması ve hadiseler
esnasındaki rolü dolayısıyla Kıbrıs Türktür Cemiyeti’nin bütün
şubeleri kapatılarak başkanları tutuklandı.
Suçlu görülenlerin yargılanmasıyla kapanan 6-7 Eylül
hadiseleri ile ilgili dosya, 27 Mayıs 1960’daki askeri darbe
sonrasında yeniden açıldı. Olayların tertipçisi olduğu
iddiasıyla Demokrat Parti ileri gelenleri ve İstanbul, İzmir
ve Ankara’nın mülki erkânı yargılandı. Davanın tekrardan
açılmasında M.F. Köprülü’nün “Olayların olacağını hükümet
öncede biliyordu. Bir tertip vardı.” Şeklindeki açıklamasının
büyük etkisi vardı. Yassıada’da görülen duruşmalarda 11
sanıktan dönemin Başbakanı Adnan Menderes ve Dışişleri Bakanı
Fatin Rüştü Zorlu 6’şar yıl, İzmir Valisi Kemal Hadımlı da 4,5
yıl hapse mahkûm edildi. (24)
6-7 Eylül olayları sonrasında birçok Rum asıllı Türk vatandaşı
ülkeyi terk etmek zorunda kaldı. Böylelikle homojen bir Türk
ekonomisi yaratma hayali de kısmen gerçekleşti. Yaşanan
olaylar ülke içinde büyük maddi ve manevi zarar yarattığı
kadar dış politikada da Türkiye’yi olumsuz etkilemiştir.
Özellikle Londra Konferansı kesintiye uğramış ve Kıbrıs konusu
çözümsüz kalmıştır. Bu sorunun bugün de devam ettiği
düşünülürse ne denli kritik bir dönemde meydana geldiği
anlaşılabilir. Bununla birlikte olaylar Türkiye’nin dışarıdaki
imajına da zarar vermiştir. Türkiye’nin içindeki azınlıkları
korumada aciz kaldığı görülmüştür.
DİPNOTLAR:
1) Bkz., Mehmet Akif Demirer, 6 Eylül 1955 / Yassıada 6/7
Eylül Davası Dezinformatsiya, Bağlam Yay., İstanbul 1995.,
Hulusi Dosdoğru, 6-7 Eylül Olayları, Bağlam Yay., İstanbul,
1995., Yılmaz Karakoyunlu, Güz Sancısı, Doğan Kitap, İstanbul,
2002., Sergun Ağar, Aşkın Samatyası Selanik’te Kaldı, Can
Yay., İstanbul, 2003., Yahya Koçoğlu, Hatırlıyorum (Türkiye’de
Gayrimüslim Hayatlar), Metis Yay., İstanbul, 2003.
2) Özellikle II.Meşrutiyet dönemindeki milli iktisat
yaklaşımları için bkz., Zafer Toprak, Milli İktisat – Milli
Burjuvazi, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, Ankara, 1995., Zafer
Toprak, Türkiye’de Milli İktisat, Yurt Yayınları, Ankara,
1982.
3) Bu konuda bkz., Rıfat N. Bali, “Cumhuriyet Döneminde
Azınlıklar Politikas”ı, Birikim, Kasım 1998, sayı 115, s. 80.
4) Rıdvan Akar, “Cumhuriyet Dönemi Azınlık
Politikaları”, http://genet.sitemynet.com/tarih33.htm,
(Erişim: 05.08.2005)
5) Arzu Kılıçdere, “İzmir’de 6-7 Eylül Olaylar”ı,
Toplumsal Tarih, Şubat 2000, s.35.
6) Foti Benlisoy, “6-7 Eylül Öncesinde Basında Rumlar”,
Toplumsal Tarih, Eylül 2000, s.29.,
7) Hürriyet, 27 Ağustos 1955.
8) Hürriyet 3 Eylül 1955.
9) Mehmet Yaşın, “Türk Aydınlarının Kıbrıs Tarihi ve
Ümitsizlik İdeolojisi”, Birikim, Sayı 115, s.120.
10) Hürriyet, 13 Ağustos 1955.
11) Foti Benlisoy, a.g.m. s.33.
12) Hürriyet, 30 Ağustos 1955
13) Hürriyet, 25 Ağustos 1955.
14) Vatan, 27 ağustos 1955.
15) Hürriyet, 2 Eylül 1955.
16) Hürriyet, 6 Eylül 1955.
17) Hayat Mecmuası, , 28 Ekim 1960, sayı 44, s.4.
18) İzmir’deki olaylar hakkında ayrıntılı bilgi için
bkz., Arzu Kılıçdere, İzmir’de 6-7 Eylül Olayları, Toplumsal
Tarih, Şubat 2000,
19) Rıdvan Akar, “İki yıllık gecikme: 6-7 Eylül 1955”,
Toplumsal Tarih, Eylül 2003, s. 92.
20) Olaylar sırasında meydana gelen hasar ve yapılan
yardımlar hakkında bkz., Uygur Kocabaşoğlu , “6-7 Eylül
Olaylarından Sonra “Hasar Tespit Çalışmaları” Üzerine Birkaç
Ayrıntı”, Toplumsal Tarih, Eylül 2000, Sayı 81, s. 45.
21) Demokrat İzmir Gazetesi, 10 Eylül 1955.
22) Bkz. Kansu Şarman, “Komünistler Yapmıştır
Yakalayın”, Popüler Tarih, Eylül 2000, Hulusi Dosdoğru, 6/7
Eylül Olayları, Bağlam Yay., İstanbul 1993.
23) Bkz., Hıfzı Topuz, “6-7 Eylül Olayları ve Aknoz
Paşa’nın Yasakları”, Toplumsal Tarih, Eylül 2000.
24) Rıdvan Akar, a.g.m., s. 93. 6-7 Eylül yargılamaları
hakkında bkz., Mehmet Akif Demirer, 6 Eylül 1955 / Yassıada
6/7 Eylül Davası
Dezinformatsiya, Bağlam Yay., İstanbul 1995. |
|
|
|
|
|
|
|