...................
...................
“TÜRK’ÜM” VE “MÜSLÜMANIM” DEMEYENE NE OLUR?

Devrimci Karadeniz

                         
 
...................
...................

Geçenlerde e-posta kutuma üyesi olduğum grupta bulunan Devrimci Karadeniz'den bir yazı geldi. Okuduğumda Türkiye gerçeğini (gerek geçmişte gerek günümüzde) bir defa daha görmüş oldum. Toplumlar ister Türkiye topraklarında doğsunlar (Rumlar, Ermeniler, Kürtler ve diğerleri), ister bizim gibi sürgün ve başka sebeblerle bu topraklara gelsinler önce dinlerini, sonra dillerini ve son olarak da kimliklerini kaybediyorlar.

Öyle uzun uzadıya asimilasyonla falan değil. Kısa yoldan: Asarak ve keserek.

Biz Çerkesler bu toplulukların içinde en şanslılarından sayılırız. Çünkü saraya kendi rızasıyla biat etmiş çok Çerkes büyüğü vardır. O günden bu güne devlete her zaman biat etmişizdir. Tabii ki, bu biatın faturası olarak da dilini, dinini, kültürünü kısacı neyimiz varsa yoksa kaybettik gitti. Şimdi bile devlet politikası olarak toplumsal misyonu olan derneklerimiz taa Osmanlı’dan kalma ittirmeyle Kafkas adıyla izole edildiler. Kafkas dediniz mi, Türk’ü var, Azeri’si var, Ermeni’si Kürt’ü var. Gürcü’sü Çeçen’i var.

Devrimci Karadeniz isimli grup üyesinin makalesini bu sebeblerden dolayı önemsiyorum ve size yolluyorum. Yollarken gerçek adımla yollamıyorum. Çünkü ne “Türk’üm” ne “Müslümanım”. Dolayısıyla çekiniyor ve korku duyuyorum. (CC Okuyucusu)



'Türk'üm'' demedikleri için, Müslüman olmadıkları için Osmanlı'nın zulmünden yüzyıllar boyunca çekmiş bir halktır Pontus halkı. Osmanlı'nın gayrimüslimlere yönelik vergi zulmüne karşı direnecek gücü kalmayan aileler teker teker ''Müslümanlığı'' seçtiler. Ancak dinlerini gizli yaşadılar, kendi aralarında evlilik yapmayı sürdürdüler, dillerini devam ettirdiler.

Osmanlı, vergi zulmünün yanısıra sık sık uyguladığı ''yer değiştirmelerle'' geçmişle bağlarını koparmaya çalıştı. Ama onlar nereye gitseler, dinlerini değiştirseler, Türkçe konuşmayı öğrenseler de her yerde belli ettiler kendilerini. Onlara her yer Pontus'tu çünkü.

İçlerinde boyun eğmeyenler de çoğunluktaydı. Osmanlı'nın başta kendi kardeşlerinin olmak üzere Anadolu halklarının katil padişahı Fatih'ten, 1919'a kadar dinlerini değiştirmeyen ve Pontus kimliğini açık yaşayanların maruz kaldığı zalimliğin en büyüğü İttihat ve Terakki'nin ve ardılları Kemalistlerin iktidar olduğu dönemdir.

Öyle ki, kimilerinin Sevr meselesi gündeme geldiğinde hop oturup hop kalkarak ''emperyalizmin uşaklığı'' ile suçladığı Kürt ve Ermeni halklarının Sevr'de leyhlerine maddeler olmasına rağmen (Ki, bu onların hakları olanın kabul ettirilmesidir, yoksa emperyalizme uşaklık da Türkiye Cumhuriyeti'nin eline kimse su dökemez) Pontuslularla ilgili tek bir madde yoktur. Pontus halkı değil galip emperyalist devletler, Yunanistan'dan bile destek görmedikleri gibi, Sovyetler Birliği tarafından yer yer sınırlarına girenleri Türkiye'ye iade edecek denli ''karşı safta'' görülmektedir. Pontus halkı birinci emperyalist paylaşım savaşının sonucunda yapayalnızdır. Ne itilaf devletleri, ne ittifak devletleri ne de Sovyetler'in desteğini almıştır. Üstelik bir ''Kurtuluş Savaşı'' yalanının gölgesinde Kemalistlerce katledilmiş, soykırıma uğramıştır.

Bu öyle bir soykırımdır ki, bu konuda dünyada herkes lal olmuştur; çünkü bu soykırımı izleyen, Kemalistlere verdikleri destekle soykırıma ortak olan, sessiz kalan herkes, her devlet, her kurum, kendi sorumlulukları gündeme gelmesin diye, böyle bir soykırım olmamış gibi , hatta sanki Karadeniz'de hiç böyle bir halk yaşamamış gibi davranmış ve davranmaya devam etmektedir. Oysa her şey herkesin gözünün önünde olmuştur; Katil Topal Osmanlar, Yahya Kaptanlar, İpsiz Recepler ve adamları işledikleri cinayetleri yaptıkları zulümleri, ''kahramanlık hikayeleri'' olarak yaşadıkları dönemde övüne övüne heryerde anlatmışlardır. Ama her nedense kendilerine kahramanlık madalyaları verilen bu zevatın faaliyetleri, o ''yedi düvel''e karşı verildiği iddia edilen ''Kurtuluş Savaşı'' hikayelerinde anlatılmaz.

Oysa onların ''yedi düvele karşı Kurtuluş Savaşı'' dedikleri Karadeniz'deki Pontusluların soykırıma uğratılmasından başka bir şey değildir.

Pontus halkı direnmiştir, silahlanıp dağlara çıkmıştır, ancak ''mertçe'' olmayan bir savaşın mağlupları olarak diyetlerini Karadeniz topraklarını kanlarıyla sulayarak ödemişlerdir. Bu soykırımdan sağ kurtulanların ise karşısında iki seçenek vardı, ya ''Türk'üm'' diyecek ya da Yunanistan'a sürgüne gideceklerdi. Lozan anlaşması ile adı ''Mübadele'' olan bir anlaşma ile memleketlerinden koparıldılar...

Peki ya geride kalanlar?

Onların bir kısmı daha önceden Müslümanlaştırılmış olanlardı ve bir kısmı da bu zulm karşısında Müslüman ve ''Türk'' olmayı kabul etti. Ama herşeye rağmen dillerini, kültürlerini yaşamaya devam ettiler. Aileler cumhuriyet döneminin baskılarından dolayı çocuklarına dillerini gizli konuşmalarını öğütlemek zorunda kaldı, adları en ''Müslüman'' en ''Türk'' adlarından seçildi.

Ve toplumsal travmalarla dolu geçmişin yarattığı, reflekslere sahip oldular, en milliyetçi (Türk), en Müslüman olduklarını ispat etmeye çalıştılar.
Gizlenen gerçek tarihe, yalanlar, zulmlere rağmen onlar Müslüman (!) Pontuslular olarak Karadeniz'de yaşıyorlar.

Sürgünde olanlar sadece Yunanistan'da değiller, dünyanın dört bir yanında yaşıyorlar. Ve oldukları her yerde hala oralı değiller, yürekleri Pontus'da çünkü. Dillerini, kültürlerini nesilden nesile aktararak yaşamaya devam ettiler ve onlara da her yer Pontus!..


Karadeniz'de yaşayan Pontuslular kimlerdir?

Ailesinde Romeika (Pontusluların dili- halk arasında Rumca olarak da anılır) dilini konuşanlardır...

Bu nesilden nesile baskılardan kaynaklı giderek azalmaktadır, ayrıca göçlerle birlikte yeni nesiller bu dili öğrenememekte ve geliştirememektedir.

Kendisi ya da ailesinden kişilerin Romeika dilini konuşmalarının sebebi sorulduğunda, ''bizim Rum komşularımız vardı, o yüzden bu dili öğrendik'' diyenlerdir...

''Sizde Rumluk var mı'' sorusuna; ''biz soyumuzu araştırdık, Osmanlı arşivlerine bile baktık, şurdan ya da burdan gelen Türkleriz'' diyenlerdir...

Kemençe sesini duyduğunda yerinde duramayanlardır...

Mizahı özeleştiriyle karıştıran, düşündüren ve bazen insanı sıkan uzun uzun hikayeler anlatanlardır...

Her konuda laf söylemeyi becerebilenlerdir...

Tabularla alay edebilmeyi bilenlerdir...

Fındığına çayına, tütününe haramilerin gözkoyduğu yoksul köylülerdir...

Doğasına, derelerine, vadilerine, ormanlarına göz dikmiş çok uluslu şirketlerin ve devletin, canını, yaşamını hiçe saydığı HES'lerle memleketlerini kendilerine cehenneme çevirmeye çalışanlara karşı boyun eğmeyen, direnen HES karşıtlarıdır...

Onların da Hızır Paşaları vardır elbet; cellatlarına yaranmak için her türlü insani değeri çiğneyen, Topal Osman gibi, Yahya Kaptan gibi, İpsiz Recep gibileri de vardır. Devletin ırkçı, faşist politikalarına, HES'lere, sömürüye, zulme destek verenlerdir, ama onlar artık Pontuslular'dan değildirler...