...................
...................
ARA GÜLER: ERMENİ’YİM DİYE TAKMA AD KULLANDIM    

Evrim Evre Çolakoğlu  
Habertürk Gazetesi, 25 Nisan 2013

                         
 
...................
...................

Yazdığı öykülerin birinde şöyle demiş Ara Güler: Bu gece dikkat edin, biri ıslık çalarak kapınızın önünen geçecektir. O kişi ben olacağım…

Güler'i anlatırken dünyanın en iyi yedi fotoğrafçısından biri, duayen, yazar, sinemacı, fahri doktor, zeki adam, ödül koleksiyoncusu....bir de huysuz diyorlar. Eğer birgün siz de dünyanın tüm zorbalıklarını ve tüm zerafetini fotoğraflarında anlatan bu adamla sohbet ederseniz fark edeceksiniz: Huysuz falan değil Ara Güler. Ağzına geleni olduğu gibi söylüyor sadece. Kimsede pek rastlamadığımız bir huy olduğu için şaşırıyoruz biz de.

Bu
röportajda Ara Güler'in dünyanın dört bir yanında ıslık çalarak geçtiği evlerin hikayesi var. Onun sözünü sakınmazlığıyla hem de. Kulak verin…

Nasıl bir ailede büyüdünüz?

Annem de babam da Ermeni. Entelektüel bir aileydi. Babam eczanesi olan zengin bir herif. Benden daha meşhurdu. Eczacıbaşı filan çoluk çoçuk kalıyordu yanında. İyiydi aramız, ben de en iyi mekteplerde okudum. Fransız ailesi nasıl yaşıyorsa öyle yaşardı buradaki Ermeniler zaten. Her biri 2-3 lisan konuşurdu.

Siz?
İngilizce, Fransızca, Ermenice, Türkçe konuşurum.

Sınıfta kalmışsınız 3 sene...
Sınıfta kalmayan adam, adam olmaz. Korkudan hep çalışır.

Kötü bir şey mi çalışmak?
Ben ders çalışmam, başka şeyler çalışırım.

Çocukken birçok kez Atatürk'ü görmüşssünüz...
Florya'da otururduk. Atatürk'ün köşkün yakınında plajı vardı. Arkası kesik bir sandalı vardı. Onun arkasına p.çler takılırdı, onlardan birisi de bendim.

Hiç konuştunuz mu peki?
Ne konuşucam? Dedem yaşında adam. Kim olduğunu bilmiyorum ki.

Avare olmayın diye film şirketine vermişler sizi...
Büyük sinema şirketleri filan babamın eczaneden arkadaşlarıydı. Beni alıp İpek Film şirketine koydular, boş boş sokaklarda gezip serserilik yapmayayım diye.

Ne yaptınız orada?
Her şey yaptım. Sinemanın içinde yetiştim ben ama benden başka herkes sinemacı oldu.

Niye bıraktınız?
Gazetecilik yapmaya başladım. Daha mühim.

Vazgeçmişsiniz ama?
Bir fragman yapmışlardı. "Oynatalım, herkes ne düşünüyorsa fikrini söylesin" diye bir sürü insan çağırmışlardı. Ben de gitmiştim. Kapıyı bir açtım baktım ki yanıyor her yer. Damdan itfaiyenin son kurtardığı adam bendim. Annem şeker hastası oldu yangından sonra. Babam da bir daha sinema yapmama izin vermedi.

“FİLM ÇEKTİM, YASAKLANDI”

Yıllar sonra bir film çekmişsiniz ama....
Kahraman Yavuz…Yavuz bir Alman gemisiydi. Ben de bir Alman gazetesinin Türkiye'deki adamıydım. Bana dediler ki Yavuz'u sökecekler, hurdaya gidecek, röportajını yap. Fotoğraflarını çekerken aklıma geldi “Ulan, niye film yapmıyorum bunu?” dedim. 40 dakikalık bir filmdi ama 12 sene sürdü çekimi. Sökülmedi çünkü Yavuz. 12 sene boyunca her ay gidiyorduk, biraz daha çekiyorduk. Çok güzel film oldu. Underground bir film.

Beğenildi mi peki?
Türkiye'de yasaklandı film.

Niye?
Harbin aleyhine diye. Biz kahraman Türk Milletiyiz ya. Her zaman harp. Harp sevilir mi ulan? Ben o zaman Cumhurbaşkanlığı'nda çalışıyordum. Gittim bütün sansür heyetini şikayet ettim Cumhurbaşkanlığına ama hiçbir b.k olmadı.

Niye başka film yapmadınız?
Bir film neresinden bakarsan bir milyon dolar ister. Bir milyonu ona vereceğime seyahate çıkarım.

“ERMENİYİM DİYE TAKMA AD KULLANDIM”

“Benim evimdi tiyatro, piyes yazarı olmak isterdim” demişsiniz. O niye olmadı?
9 tane piyes yazdım ama piyes yazdım diye ortaya mı çıkayım? Şairin ilk yazdığı şiir bir b.k mudur?

Okuyunca beğenmiyor musunuz?
Çocukçaydı.

Yeni İstanbul gazetesinin hikaye yarışmasına “Ali İhsan Aygün” takma adıyla girmişsiniz. Niye?
Kamış koyarlar Ermeniyim diye düşündüm.

Ermeni olduğunuz için sıkıntı çektiniz mi?
Yok. Herkes bilmez zaten benim Ermeni olduğumu.

Niye adınızı sakladınız o zaman?
Burası acayip bir memlekettir. Puştlar vardır, takar. Yoksa buranın en yerlisi benim.

“BENİ ODAYA KAPATTILAR, İHTİLAL 1 GÜN GEÇ ÇIKTI”

Pekçok arkadaşınız gözaltı ve hapishane ile tanışmış o yıllarda. Sizin hiç yolunuz düştü mü?
Yok.

27 Mayıs'ta bir tatsızlık yasanmış...
Biz fotoğraflar çekip Avrupa'ya gönderiyorduk. 27 Mayıs İhtilali'ni de çektik, göndereceğiz. Fotograflarda da askerler adamları tutuyorlar, götürüyorlar gibi şeyler var. Gümrükçü korktu, “Abi bunları göndermeye yetkim yok” dedi. Ben de Radyoevi'ne gidip tasdik ettireyim dedim. Gittim, bunlar nedir filan diyorlar. Sanki p.zevenk başka memlekette yaşıyor. Ben de ters bir laf söyledim, odaya kapattılar.

Sonra ne yaptınız fotoğrafları?
Ertesi gün gönderdim. 24 saat geç çıktı dünyada ihtilal.

Nazım Hikmet hapishaneden çıkınca ilk siz röportaj yapmışsınız....
Nazım Hikmet, İpekçi Kardeşler'in arkadaşıydı. Hapisten çıkmış, parasız. İhsan İpekçi de o sırada bir film çeviriyordu: Lale Devri. Nazim, filmde “advisor” olarak çalışmaya başladı. Ben de Hayat Mecmuası'nda çalışıyordum. Bana dediler ki git Nazım'ın resmini çek. Gittim baktım ki her yer sivil polis, tanıyorum da hepsini. Ben de fazla durmadım, bir-iki resim çektim, toz oldum.


“MENDERES'E YAĞ ÇEKTİK”

Bir dönem Menderes'in fotoğrafçısı gibiymişsiniz....
Hayat Mecmuası ozel bir kağıda basılıyordu. Bizim stok yaptığımız kağıt bitti, o kağıt da Türkiye'de yok, Macaristan'dan geliyor. SEKA fabrikaları makineyi değiştirerek bize kağıt yapıyordu, biz de Adnan Menderes'e yağ çekmeye başladık. Ben her gün Adnan Menderes'le geziyordum.

Nasıldı bir adamdı Menderes?
Çok iyi adamdı. Niye fena olsun ki? Herkes her şeyi işine geldiği gibi anlatıyor.


“6-7 EYLÜL ÇOK FENAYDI”

6-7 Eylül olaylarında Beyoğlu'nda yıkılmayan tek dükkan babanızın eczanesiymiş....
Eczaneydi, ilk yardım hastanesi yaptılar orayı. Yaralanan babamın eczanesine geliyordu. Kimin ne olduğu da belli değildi. Fenaydı o gün. Herkes ne kadar açmış bu memlekette. Vitrinleri kırıp içeri girip elbise giyiyorlar. Radyolar, televizyonlar..millet alıp alıp evine götürüyor. Soygun oldu, soygun. İptidai bir memleketti.


“SOPHIA LOREN'İ YATAĞINDA ÇEKTİM”

Yıllarca Cannes film festivalini izlemişsiniz. En unutamadığınız an hangisi?
10 sene gittim Cannes'a, çok şeyler yaşandı. Sophia Loren'i bilir misin? Onun asansöre bindiğini görünce asansöre binmistim ben de. Yukarı çıktık beraber. Otel odasının ortasında da yatak var. Kadın yorgundu. Ayakkabılarını çıkardı, yatağın üzerinde oturdu. "Burada böyle dururken resmini çekebilir miyim?" dedim. Çek diyince birkaç tane çekip Türkiye'ye gönderdim. Burada da afiş yapmışlar: “Muhabirimiz Ara Güler Sophia Loren'in yatak odasında” diye. Laf mı bu şimdi?


“AÇLIKTAN MUSLUKTAN SU İÇİYORDUM”

Varşova'da bir otelde rehin kalmışsınız...
Milli futbol takımının maçı vardı. Fotoğraf çekeyim diye beni gönderdiler. Gazete arkamdan para gönderecekti, göndermedi. Hiç param yoktu, açlıktan musluktan su içiyordum. Babama söyledim de öyle kurtuldum.

Babanız hep böyle destek mi oldu size?
Tabi, ben zengin çocuğuyum. Fakir adamın yapacağı iş mi bu?

Akıl hastanesine bile yatmışsınız fotoğraf için....
Ürdün Kralı Talâl, Şifa Hastanesi’nde yatıyordu. Karısı şeytan gibiydi, onun yüzünden delirmişti adam. Ben de hastaneye gittim. Biraz böyle garipmişim gibi filan davrandim. Hastayım, yatacağım dedim. Bütün derdim de içerde adamın fotoğrafını çekmek. Çekemedim ama. Çünkü adamlar benim gazeteci olduğumu farkettiler. Aldılar beni, odaya kilitlediler. “Bir daha seni görürsek vururuz” dediler.


“CHAPLIN'İN KAPISINDA BİR HAFTA NÖBET TUTTUM”

Charlie Chaplin'in kapısında da 3 gün nöbet tutmuş ama çekememişsiniz fotoğrafını....
3 gün de değil bir hafta. Chaplin, İsviçre'de bir dağ köyünde oturuyordu. Şatoda 6 metre yükseklikte duvarlar, dobermanlar, bekçi filan var. Ben de bir mektup yazdım: Siz Charlie Chaplinsiniz, çok mühimsiniz. Insanlığın malısıniz” diye. Tabi herif çok duygulanmış ama fotoğraf çektirmedi yine de. Çünkü dünyanın en cevval adamı Chaplin, felçliydi o zaman. Öyle resim çekilmek istemedi, rica etti, çekmedim ben de.

“PICASSO RESMİMİ YAPTI”

Sizde orijinal bir Picasso mu var?
Ben kendim uğraşıp uğraşıp görüşememiştim Picasso’yla. Herif yanına adam sokmuyor. Yoksa resim yapamaz. Bizim yayınevi kitabını basacaktı. Patron da meyhane arkadaşım, “Beni götürmezsen konuşmam seninle” dedim. Öyle gittim. Picasso da sevdi beni, “Sen benim bu kadar fotoğrafımı çekiyorsun, ben de senin resmini çizeyim” dedi. Türkiye'de bir adet orijinal Picasso var, benim evde.


“DALI BİR İMZA ATTI Kİ...”

Dali'nin de fotoğraflarını çekmişsiniz...
Deliler grubu vardı Dali'nin etrafında. Çünkü etrafında serseri istiyor Dali. Benim bir kız arkadaşım vardı. Meğer Dali, onun vaftiz babasıymış. Beni aldı, götürdü.Bir gün dedim ki ben senin doğru dürüst resmini çekeceğim. “Peki yarın çekeriz” dedi. Bir gittim, 3 tane Fransız gazeteci. “Dur ben onları salarım şimdi” dedi. Oturttu adamları karşısına, “Söyle bakalım ziftin formülü nedir?” dedi. Üçü de bilemedi tabi. “Hah işte. Ben bastonumu alır, ziftin içine batırır, dışarı çıkarırım 250 bin dolar eder, bunu sen yaparsan deli derler. Şimdi git dediğimden ne anladıysan onu yaz” dedi. “Ben Salvador Dali'yim, sen kimse değilsin” diyor adam.

Çektiniz ama sonra?
Çektim, çektim. Oteli yıktık hatta. “Matador ol sen” dedim. Kılıcını çıkarıyor filan. Oyun oynadık resmen. Sonra çektiğim resimlerden bazılarını ona verdim. “İmzalar mısın?” dedim. İmzaladı ama öyle bir imza attı ki kurumuyor. Akacak, birisi oturacak, bir şey olacak diye bir yere de koyamıyorum. Elimde kaldı böyle. Kurusun diye 3 espresso, 2 domates suyu, 1 soda içtim lobide. Kurumadı, evime gittim ben de. Sabaha kurudu anca.



“KIZILDERİLİYLE KAN KARDEŞİ OLDUK”

Kızılderili bir kan kardeşiniz mi varmış?
Ben Amerikaya gitmiştim davetli olarak. 6 ay gezdim. “Ulan hiç Kızılderili görmedim. Yalan mı söylüyorsunuz p.zevenkler? Nerede Kızılderililer?” dedim. Bir Kızılderili şehrine gönderdiler beni. Oradaki lokal televizyonlar da televizyona çıkardılar, kan kardeşi ayini yaptılar. Gece çadırların içinde tam tam tam diye müzik çalıyordu. İkimiz de bileklerimizi kestik, kan kardeşi olduk.

UNESCO'da diplomat olmanıza ramak kalmış...
UNESCO'nun fotoğrafçısı olacaktım. Benim ilk karımla evlendiğim zamanlardı. Küçüktü, lisan bilmezdi. Onun için gidemedik.

İster miydiniz?
Oradan maaş alsaydık fena olmazdı. Bir de diplomatik dokunulmazlığım olurdu.


“NEMRUT BENİM FOTOĞRAFLARIMLA PİYASAYA ÇIKTI”

Nemrut'u siz mi buldunuz hakikaten?
Fransız televizyonu için bir film yapıyordum, sürekli Arkeoloji Müzesi’nde çalışıyorduk. Ara verdigimizde kütüphanedeki kitapları karıştırdım. Bir de baktım ki Nemrut Dağındaki Tümülüs diyor. Okudum, “ulan, burası neresi?” dedim. Nasıl gidileceğine dair bir kroki de vardı. Kopyasını aldım. Fransız televizyonu ile birlikte yolumuz o taraflara düşünce onlara “Sizi bir yere götüreceğim.” dedim. 9 saat katırla çıktık. Zordu, kör karanlıktı. Bir de gördük ki kocaman kafalar duruyor. Fotoğraflar cektim, her tarafa gönderdim. İlk benim röportajlarımla Nemrut Dağı piyasaya çıktı.

Takdir edildiniz mi?
Yok. “Gidip taş parçaları çekiyorsun, Türkan Şoray'ı çeksene” diyorlardı. Anlamıyorlardı.


“BURADA ÖLÜRÜZ ARTIK DİYE DÜŞÜNDÜM”

Son röportajınız yamyamlarlaymış...
Bir grubum vardı. Her sene bir yere gider ve bir hafta fotoğraf çekerdik. O sene de Malezya'ya gitmiştik. Oradaki işi bitirince ben karımla birlikte kaldım. Yıllar önce National Geographic'te okuduğum kuru kafa avcılarını görmek istiyordum. Derenin içinden kanoyla gitmek gerekiyordu. Kano da nefes alsan sallanıyor. Sinekler var, timsahlar var. Düştün mü o an yok olursun. Bir de kanoyla giderken su bitiyor, kanoyu sırtlayıp yürüyorsun. Burada ölürüz artık, bu röportajdan geri dönemeyiz diye düşündüm. Orada kuru kafa avcılarıyla bir arada kaldık işte. Onlar yamyam da değil aslında. İngilizler burayı işgal etmişler. Herifler de birini öldürünce vücudu taşıyacağına kafayı alıp götürüyor, onu da hatıra diye saklıyorlar. Biz de bir hafta bunların altında yattık karımla beraber, gece boyu kuru kafalara baktık.

“HAYATIMDA ÇOK KADIN VAR”

Ara Kafe sizin mi?
Bu bina benim ama bu katı babam ben 10 yaşındayken satmış. İnsanlar bu kafe benim zannediyor. Değil.

Bu hareketli hayatın neresinde kadınlar?
Hayatımda çok kadın var benim.Çok çapkın bir adamdım. İki kere evlendim, kaç kere de evlenmeden beraber yaşadım.

Çocuğunuz olsun ister miydiniz?
İngiliz kız arkadaşımdan olmuştu bir tane, onu da aldırdık.

Pişman oldunuz mu?
Oldum tabi. Bir çocuğum olsa iyi olurdu.

4 kez de savaşa gitmişsiniz. Barış geliyor mu simdi ülkemize?
Barış dünyada hiçbir zaman gelmez. Şimdiki sürece sen barış mı diyorsun? İki ayrı grubun. uyuşmasıdır bu.

Ne olacak peki sürecin sonunda?
Politikacının işidir o. Bana ne. Politikacılar düşünsün

Size akil insan teklifi geldi mi?
Yok, hayır.

Gelse kabul eder miydiniz?
Hayır.

Niye?
Türkiye'yi ben mi kurtaracağım? Girenlerin canları girmek istemiş, girmişler.



CHP'nin tavrını nasıl buluyorsunuz?
Allah bütün politikacıların belasını versin. Hepsinin.

Kemal Kılıçdaroğlu'nun fotoğraflarını çektiniz. Nasıl bir adam?
Ferd olarak ben hepsini severim. Kılıçdaroğlu'nu da severim Başbakan'ı da severim. Başbakan çok entresan bir adam.

Nesi entresan?
Entresan işte. Ne bileyim ben?

Gidişattan memnun musunuz peki?
Ben hayatımdan memnunum. Ülkeden de memnunum. Ulan ben Türkiye'den başka yerde yaşayamam.

Ondan mı dönüp dolaşıp hep İstanbul’a geliyorsunuz?
İstanbul benim memleketim. İnsanlar başka başka yerlere mi gider? Doğduğu yerde kalır. Seviyorum ben bu şehri.

Yok mu daha güzel yer?
Yoktur aşağı yukarı.

Her köşesini gezdiniz mi İstanbul'un?
Çiş etmediğim yeri yok.

Son söz...
Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti.