Yazdığı öykülerin birinde şöyle demiş
Ara Güler:
Bu gece dikkat edin, biri ıslık çalarak kapınızın önünen
geçecektir. O kişi ben olacağım…
Güler'i anlatırken dünyanın en iyi yedi fotoğrafçısından biri,
duayen, yazar, sinemacı, fahri doktor, zeki adam, ödül
koleksiyoncusu....bir de huysuz diyorlar. Eğer birgün siz de
dünyanın tüm zorbalıklarını ve tüm zerafetini fotoğraflarında
anlatan bu adamla sohbet ederseniz fark edeceksiniz: Huysuz
falan değil
Ara Güler.
Ağzına geleni olduğu gibi söylüyor sadece. Kimsede pek
rastlamadığımız bir huy olduğu için şaşırıyoruz biz de.
Bu
röportajda
Ara Güler'in
dünyanın dört bir yanında ıslık çalarak geçtiği evlerin
hikayesi var. Onun sözünü sakınmazlığıyla hem de. Kulak verin…
Nasıl bir ailede büyüdünüz?
Annem de babam da Ermeni. Entelektüel bir aileydi. Babam
eczanesi olan zengin bir herif. Benden daha meşhurdu.
Eczacıbaşı filan çoluk çoçuk kalıyordu yanında. İyiydi aramız,
ben de en iyi mekteplerde okudum. Fransız ailesi nasıl
yaşıyorsa öyle yaşardı buradaki Ermeniler zaten. Her biri 2-3
lisan konuşurdu.
Siz?
İngilizce, Fransızca, Ermenice, Türkçe konuşurum.
Sınıfta kalmışsınız 3 sene...
Sınıfta kalmayan adam, adam olmaz. Korkudan hep çalışır.
Kötü bir şey mi çalışmak?
Ben ders çalışmam, başka şeyler çalışırım.
Çocukken birçok kez Atatürk'ü görmüşssünüz...
Florya'da otururduk. Atatürk'ün köşkün yakınında plajı vardı.
Arkası kesik bir sandalı vardı. Onun arkasına p.çler
takılırdı, onlardan birisi de bendim.
Hiç konuştunuz mu peki?
Ne konuşucam? Dedem yaşında adam. Kim olduğunu bilmiyorum ki.
Avare olmayın diye film şirketine vermişler sizi...
Büyük sinema şirketleri filan babamın eczaneden
arkadaşlarıydı. Beni alıp İpek Film şirketine koydular, boş
boş sokaklarda gezip serserilik yapmayayım diye.
Ne yaptınız orada?
Her şey yaptım. Sinemanın içinde yetiştim ben ama benden başka
herkes sinemacı oldu.
Niye bıraktınız?
Gazetecilik yapmaya başladım. Daha mühim.
Vazgeçmişsiniz ama?
Bir fragman yapmışlardı. "Oynatalım, herkes ne düşünüyorsa
fikrini söylesin" diye bir sürü insan çağırmışlardı. Ben de
gitmiştim. Kapıyı bir açtım baktım ki yanıyor her yer. Damdan
itfaiyenin son kurtardığı adam bendim. Annem şeker hastası
oldu yangından sonra. Babam da bir daha sinema yapmama izin
vermedi.
“FİLM ÇEKTİM, YASAKLANDI”
Yıllar sonra bir film çekmişsiniz ama....
Kahraman Yavuz…Yavuz bir Alman gemisiydi. Ben de bir Alman
gazetesinin Türkiye'deki adamıydım. Bana dediler ki Yavuz'u
sökecekler, hurdaya gidecek,
röportajını
yap. Fotoğraflarını çekerken aklıma geldi “Ulan, niye film
yapmıyorum bunu?” dedim. 40 dakikalık bir filmdi ama 12 sene
sürdü çekimi. Sökülmedi çünkü Yavuz. 12 sene boyunca her ay
gidiyorduk, biraz daha çekiyorduk. Çok güzel film oldu.
Underground bir film.
Beğenildi mi peki?
Türkiye'de yasaklandı film.
Niye?
Harbin aleyhine diye. Biz kahraman Türk Milletiyiz ya. Her
zaman harp. Harp sevilir mi ulan? Ben o zaman
Cumhurbaşkanlığı'nda çalışıyordum. Gittim bütün sansür
heyetini şikayet ettim Cumhurbaşkanlığına ama hiçbir b.k
olmadı.
Niye başka film yapmadınız?
Bir film neresinden bakarsan bir milyon dolar ister. Bir
milyonu ona vereceğime seyahate çıkarım.
“ERMENİYİM DİYE TAKMA AD KULLANDIM”
“Benim evimdi tiyatro, piyes yazarı olmak isterdim”
demişsiniz. O niye olmadı?
9 tane piyes yazdım ama piyes yazdım diye ortaya mı çıkayım?
Şairin ilk yazdığı şiir bir b.k mudur?
Okuyunca beğenmiyor musunuz?
Çocukçaydı.
Yeni İstanbul gazetesinin hikaye yarışmasına “Ali İhsan Aygün”
takma adıyla girmişsiniz. Niye?
Kamış koyarlar Ermeniyim diye düşündüm.
Ermeni olduğunuz için sıkıntı çektiniz mi?
Yok. Herkes bilmez zaten benim Ermeni olduğumu.
Niye adınızı sakladınız o zaman?
Burası acayip bir memlekettir. Puştlar vardır, takar. Yoksa
buranın en yerlisi benim.
“BENİ ODAYA KAPATTILAR, İHTİLAL 1 GÜN GEÇ ÇIKTI”
Pekçok arkadaşınız gözaltı ve hapishane ile tanışmış o
yıllarda. Sizin hiç yolunuz düştü mü?
Yok.
27 Mayıs'ta bir tatsızlık yasanmış...
Biz fotoğraflar çekip Avrupa'ya gönderiyorduk. 27 Mayıs
İhtilali'ni de çektik, göndereceğiz. Fotograflarda da askerler
adamları tutuyorlar, götürüyorlar gibi şeyler var. Gümrükçü
korktu, “Abi bunları göndermeye yetkim yok” dedi. Ben de
Radyoevi'ne gidip tasdik ettireyim dedim. Gittim, bunlar nedir
filan diyorlar. Sanki p.zevenk başka memlekette yaşıyor. Ben
de ters bir laf söyledim, odaya kapattılar.
Sonra ne yaptınız fotoğrafları?
Ertesi gün gönderdim. 24 saat geç çıktı dünyada ihtilal.
Nazım Hikmet hapishaneden çıkınca ilk siz
röportaj
yapmışsınız....
Nazım Hikmet, İpekçi Kardeşler'in arkadaşıydı. Hapisten
çıkmış, parasız. İhsan İpekçi de o sırada bir film
çeviriyordu: Lale Devri. Nazim, filmde “advisor” olarak
çalışmaya başladı. Ben de Hayat Mecmuası'nda çalışıyordum.
Bana dediler ki git Nazım'ın resmini çek. Gittim baktım ki her
yer sivil polis, tanıyorum da hepsini. Ben de fazla durmadım,
bir-iki resim çektim, toz oldum.
“MENDERES'E YAĞ ÇEKTİK”
Bir dönem Menderes'in fotoğrafçısı gibiymişsiniz....
Hayat Mecmuası ozel bir kağıda basılıyordu. Bizim stok
yaptığımız kağıt bitti, o kağıt da Türkiye'de yok,
Macaristan'dan geliyor. SEKA fabrikaları makineyi değiştirerek
bize kağıt yapıyordu, biz de Adnan Menderes'e yağ çekmeye
başladık. Ben her gün Adnan Menderes'le geziyordum.
Nasıldı bir adamdı Menderes?
Çok iyi adamdı. Niye fena olsun ki? Herkes her şeyi işine
geldiği gibi anlatıyor.
“6-7 EYLÜL ÇOK FENAYDI”
6-7 Eylül olaylarında Beyoğlu'nda yıkılmayan tek dükkan
babanızın eczanesiymiş....
Eczaneydi, ilk yardım hastanesi yaptılar orayı. Yaralanan
babamın eczanesine geliyordu. Kimin ne olduğu da belli
değildi. Fenaydı o gün. Herkes ne kadar açmış bu memlekette.
Vitrinleri kırıp içeri girip elbise giyiyorlar. Radyolar,
televizyonlar..millet alıp alıp evine götürüyor. Soygun oldu,
soygun. İptidai bir memleketti.
“SOPHIA LOREN'İ YATAĞINDA ÇEKTİM”
Yıllarca Cannes film festivalini izlemişsiniz. En
unutamadığınız an hangisi?
10 sene gittim Cannes'a, çok şeyler yaşandı. Sophia Loren'i
bilir misin? Onun asansöre bindiğini görünce asansöre
binmistim ben de. Yukarı çıktık beraber. Otel odasının
ortasında da yatak var. Kadın yorgundu. Ayakkabılarını
çıkardı, yatağın üzerinde oturdu. "Burada böyle dururken
resmini çekebilir miyim?" dedim. Çek diyince birkaç tane çekip
Türkiye'ye gönderdim. Burada da afiş yapmışlar: “Muhabirimiz
Ara Güler
Sophia Loren'in yatak odasında” diye. Laf mı bu şimdi?
“AÇLIKTAN MUSLUKTAN SU İÇİYORDUM”
Varşova'da bir otelde rehin kalmışsınız...
Milli futbol takımının maçı vardı. Fotoğraf çekeyim diye beni
gönderdiler. Gazete arkamdan para gönderecekti, göndermedi.
Hiç param yoktu, açlıktan musluktan su içiyordum. Babama
söyledim de öyle kurtuldum.
Babanız hep böyle destek mi oldu size?
Tabi, ben zengin çocuğuyum. Fakir adamın yapacağı iş mi bu?
Akıl hastanesine bile yatmışsınız fotoğraf için....
Ürdün Kralı Talâl, Şifa Hastanesi’nde yatıyordu. Karısı şeytan
gibiydi, onun yüzünden delirmişti adam. Ben de hastaneye
gittim. Biraz böyle garipmişim gibi filan davrandim. Hastayım,
yatacağım dedim. Bütün derdim de içerde adamın fotoğrafını
çekmek. Çekemedim ama. Çünkü adamlar benim gazeteci olduğumu
farkettiler. Aldılar beni, odaya kilitlediler. “Bir daha seni
görürsek vururuz” dediler.
“CHAPLIN'İN KAPISINDA BİR HAFTA NÖBET TUTTUM”
Charlie Chaplin'in kapısında da 3 gün nöbet tutmuş ama
çekememişsiniz fotoğrafını....
3 gün de değil bir hafta. Chaplin, İsviçre'de bir dağ köyünde
oturuyordu. Şatoda 6 metre yükseklikte duvarlar, dobermanlar,
bekçi filan var. Ben de bir mektup yazdım: Siz Charlie
Chaplinsiniz, çok mühimsiniz. Insanlığın malısıniz” diye. Tabi
herif çok duygulanmış ama fotoğraf çektirmedi yine de. Çünkü
dünyanın en cevval adamı Chaplin, felçliydi o zaman. Öyle
resim çekilmek istemedi, rica etti, çekmedim ben de.
“PICASSO RESMİMİ YAPTI”
Sizde orijinal bir Picasso mu var?
Ben kendim uğraşıp uğraşıp görüşememiştim Picasso’yla. Herif
yanına adam sokmuyor. Yoksa resim yapamaz. Bizim yayınevi
kitabını basacaktı. Patron da meyhane arkadaşım, “Beni
götürmezsen konuşmam seninle” dedim. Öyle gittim. Picasso da
sevdi beni, “Sen benim bu kadar fotoğrafımı çekiyorsun, ben de
senin resmini çizeyim” dedi. Türkiye'de bir adet orijinal
Picasso var, benim evde.
“DALI BİR İMZA ATTI Kİ...”
Dali'nin de fotoğraflarını çekmişsiniz...
Deliler grubu vardı Dali'nin etrafında. Çünkü etrafında
serseri istiyor Dali. Benim bir kız arkadaşım vardı. Meğer
Dali, onun vaftiz babasıymış. Beni aldı, götürdü.Bir gün dedim
ki ben senin doğru dürüst resmini çekeceğim. “Peki yarın
çekeriz” dedi. Bir gittim, 3 tane Fransız gazeteci. “Dur ben
onları salarım şimdi” dedi. Oturttu adamları karşısına, “Söyle
bakalım ziftin formülü nedir?” dedi. Üçü de bilemedi tabi.
“Hah işte. Ben bastonumu alır, ziftin içine batırır, dışarı
çıkarırım 250 bin dolar eder, bunu sen yaparsan deli derler.
Şimdi git dediğimden ne anladıysan onu yaz” dedi. “Ben
Salvador Dali'yim, sen kimse değilsin” diyor adam.
Çektiniz ama sonra?
Çektim, çektim. Oteli yıktık hatta. “Matador ol sen” dedim.
Kılıcını çıkarıyor filan. Oyun oynadık resmen. Sonra çektiğim
resimlerden bazılarını ona verdim. “İmzalar mısın?” dedim.
İmzaladı ama öyle bir imza attı ki kurumuyor. Akacak, birisi
oturacak, bir şey olacak diye bir yere de koyamıyorum. Elimde
kaldı böyle. Kurusun diye 3 espresso, 2 domates suyu, 1 soda
içtim lobide. Kurumadı, evime gittim ben de. Sabaha kurudu
anca.
“KIZILDERİLİYLE KAN KARDEŞİ OLDUK”
Kızılderili bir kan kardeşiniz mi varmış?
Ben Amerikaya gitmiştim davetli olarak. 6 ay gezdim. “Ulan hiç
Kızılderili görmedim. Yalan mı söylüyorsunuz p.zevenkler?
Nerede Kızılderililer?” dedim. Bir Kızılderili şehrine
gönderdiler beni. Oradaki lokal televizyonlar da televizyona
çıkardılar, kan kardeşi ayini yaptılar. Gece çadırların içinde
tam tam tam diye müzik çalıyordu. İkimiz de bileklerimizi
kestik, kan kardeşi olduk.
UNESCO'da diplomat olmanıza ramak kalmış...
UNESCO'nun fotoğrafçısı olacaktım. Benim ilk karımla
evlendiğim zamanlardı. Küçüktü, lisan bilmezdi. Onun için
gidemedik.
İster miydiniz?
Oradan maaş alsaydık fena olmazdı. Bir de diplomatik
dokunulmazlığım olurdu.
“NEMRUT BENİM FOTOĞRAFLARIMLA PİYASAYA ÇIKTI”
Nemrut'u siz mi buldunuz hakikaten?
Fransız televizyonu için bir film yapıyordum, sürekli
Arkeoloji Müzesi’nde çalışıyorduk. Ara verdigimizde
kütüphanedeki kitapları karıştırdım. Bir de baktım ki Nemrut
Dağındaki Tümülüs diyor. Okudum, “ulan, burası neresi?” dedim.
Nasıl gidileceğine dair bir kroki de vardı. Kopyasını aldım.
Fransız televizyonu ile birlikte yolumuz o taraflara düşünce
onlara “Sizi bir yere götüreceğim.” dedim. 9 saat katırla
çıktık. Zordu, kör karanlıktı. Bir de gördük ki kocaman
kafalar duruyor. Fotoğraflar cektim, her tarafa gönderdim. İlk
benim
röportajlarımla
Nemrut Dağı piyasaya çıktı.
Takdir edildiniz mi?
Yok. “Gidip taş parçaları çekiyorsun, Türkan Şoray'ı çeksene”
diyorlardı. Anlamıyorlardı.
“BURADA ÖLÜRÜZ ARTIK DİYE DÜŞÜNDÜM”
Son
röportajınız
yamyamlarlaymış...
Bir grubum vardı. Her sene bir yere gider ve bir hafta
fotoğraf çekerdik. O sene de Malezya'ya gitmiştik. Oradaki işi
bitirince ben karımla birlikte kaldım. Yıllar önce National
Geographic'te okuduğum kuru kafa avcılarını görmek istiyordum.
Derenin içinden kanoyla gitmek gerekiyordu. Kano da nefes
alsan sallanıyor. Sinekler var, timsahlar var. Düştün mü o an
yok olursun. Bir de kanoyla giderken su bitiyor, kanoyu
sırtlayıp yürüyorsun. Burada ölürüz artık, bu
röportajdan
geri dönemeyiz diye düşündüm. Orada kuru kafa avcılarıyla bir
arada kaldık işte. Onlar yamyam da değil aslında. İngilizler
burayı işgal etmişler. Herifler de birini öldürünce vücudu
taşıyacağına kafayı alıp götürüyor, onu da hatıra diye
saklıyorlar. Biz de bir hafta bunların altında yattık karımla
beraber, gece boyu kuru kafalara baktık.
“HAYATIMDA ÇOK KADIN VAR”
Ara Kafe sizin mi?
Bu bina benim ama bu katı babam ben 10 yaşındayken satmış.
İnsanlar bu kafe benim zannediyor. Değil.
Bu hareketli hayatın neresinde kadınlar?
Hayatımda çok kadın var benim.Çok çapkın bir adamdım. İki kere
evlendim, kaç kere de evlenmeden beraber yaşadım.
Çocuğunuz olsun ister miydiniz?
İngiliz kız arkadaşımdan olmuştu bir tane, onu da aldırdık.
Pişman oldunuz mu?
Oldum tabi. Bir çocuğum olsa iyi olurdu.
4 kez de savaşa gitmişsiniz. Barış geliyor mu simdi ülkemize?
Barış dünyada hiçbir zaman gelmez. Şimdiki sürece sen barış mı
diyorsun? İki ayrı grubun. uyuşmasıdır bu.
Ne olacak peki sürecin sonunda?
Politikacının işidir o. Bana ne. Politikacılar düşünsün
Size akil insan teklifi geldi mi?
Yok, hayır.
Gelse kabul eder miydiniz?
Hayır.
Niye?
Türkiye'yi ben mi kurtaracağım? Girenlerin canları girmek
istemiş, girmişler.
CHP'nin tavrını nasıl buluyorsunuz?
Allah bütün politikacıların belasını versin. Hepsinin.
Kemal Kılıçdaroğlu'nun fotoğraflarını çektiniz. Nasıl bir
adam?
Ferd olarak ben hepsini severim. Kılıçdaroğlu'nu da severim
Başbakan'ı da severim. Başbakan çok entresan bir adam.
Nesi entresan?
Entresan işte. Ne bileyim ben?
Gidişattan memnun musunuz peki?
Ben hayatımdan memnunum. Ülkeden de memnunum. Ulan ben
Türkiye'den başka yerde yaşayamam.
Ondan mı dönüp dolaşıp hep İstanbul’a geliyorsunuz?
İstanbul benim memleketim. İnsanlar başka başka yerlere mi
gider? Doğduğu yerde kalır. Seviyorum ben bu şehri.
Yok mu daha güzel yer?
Yoktur aşağı yukarı.
Her köşesini gezdiniz mi İstanbul'un?
Çiş etmediğim yeri yok.
Son söz...
Yaşasın Türkiye Cumhuriyeti.
|