Siber Sibel Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilk kadın
başbakanı oldu.
Anlaşıldığı üzere, Kuzey Kıbrıs’ta olan olayları biz
Adigelerin daha ilgi ile izlemesi gerekecek.
Kıbrıs’a biz Adigeler daha önce de, orada Adigeler yaşıyor
olduğundan dolayı daha yakın bakıyorduk. Bunun yanısıra
Antalya Yeleme köyünden olanlar için Kıbrıs’ta yaşayan
Adigeler akrabamız değillerse de aynı köylerden olabilirler.
Bizimkileri vatanlarından çıkarttıklarında onları taşıyan
gemilerden birisi Kıbrıs yakınlarında batmıştı. Bu gemiden
kurtulanlardan türeyen nesiller Kıbrıs’ta yaşayan Adigeler
arasında yer alıyor olabilir. Gelecek nesillerin kaybolmaması
için çoğu soyadı olarak 'Çerkez'i aldı.
Şimdi bahsettmek istediğimiz Başbakan olarak atanan Adige
guaşe 1864 yılında vatanımızdam sürüldüğümüzde Kıbrıs’a
yerleştirilen Adigelerden.
Bildiğiniz gibi Kıbrıs Akdeniz'de Sicilya ve Kostarika'dan
sonra üçüncü büyük ada.
Kıbrıs’ın tarihine değinmeyeceksek de 1974 yılında Yunanistan
ve Türkiye arasındaki anlaşmazlıktan dolayı adanın kuzey
tarafı Türkiye’nin, güney tarafı Yunanistan’ın olmak üzere
ikiye bölünmüş olduğunu belirtelim. Kuzey yarısı cumhuriyet
ilan edilmesine rağmen Türkiye’den başka bir ülke tanımış
değil. Türkiye’nin desteği ile cumhuriyet varlığını sürdüyor
ve daha iyi yaşıyorlar.
Fakat bu son aylarda Kuzey Kıbrıs'taki politik yaşam
Başbakan’ın adeletli olmaması ve halkın güvenini kaybetmesi
sebebiyle biraz karıştı. Onun yerine daha iyi olacağı
konusunda mutabakata varılmış bir başbakan adayı seçilmeside
mümkün olmadı. Adige guaşe Siber Sibel muhalefet partilerinden
birsinde milletvekiliydi, halkta ona çok güven duyuyordu. Bu
yüzden muhalefet partileri eğer Siber Sibel’i başbakan adayı
gösterilirse onu destekleyeceklerini belirttiler.
Bunun üzerine Cumhurbaşkanı Eroğlu Derviş Adige guaşe Siber
Sibel'i davet ederek Başbakanlık görevini verdi. 28 Temmuz
tarihinde yapılacak seçimlere kadar Başbakanlık görevini
yerine getirecek.
Siber Sibel kendisine güvenerek böyle önemli bir göreve
getirilmiş olduğundan dolayı memnun olduğunu, kendisine
gösterilen güveni elinden geldiği oranda boşa çıkartmamaya
çalışacağı sözünü vererek ulusa faydalı olması temennisinde
bulundu. Günümüzde, hükümet kabinesini kurdu parlementoda da
güven oyu aldı.
Başbakanlık görevi verildikten sonra gazetecilerin sorularına
şöyle yanıt verdi; 'Benim rüyam Kuzey Kıbrıs sokaklarında
yürüyen insanların yüzlerinin mutlu olması, böyle bir ülkede
yaşamalarıdır. Şimdi üzerime düşen vazifeleri yerine getirmek
amacım. Gerçekten insanların 'ben olsaydım öyle yapardım, şunu
yapardım gibi' bazı umutları rüyaları oluyor. Benim de
rüyalarımdan birisi Başbakan olmaktı. Çünkü o zaman insanların
rüyalarına arzularına kavuşmasını sağlama imkanlarına sahip
oluyorsun. Kıbrıslı kadınlar da erkeklerden geri kalmamacasına
iyi eğitimliler. Fakat bu, yaşam içerisinde o kadar
belirgin değil. Örneğin 50 milletvekilinin
yer aldığı parlementomuza sadece dört kadın milletvekili
seçildi. Partilerimizden birisinin bile başkanı kadın
değil. Kalabalık halk kitleleri partilere güvenmez
oluyorlar. Başbakanlık makamının bana layık görülmesi
kadınlarımızı onurlandırdı ve kendilerine güvenlerini
arttırdı.'
SİBER SİBEL KİMDİR?
Sibel 1960 yılında Lefkoşa kentinde doğdu. 1983 yılında
İstanbul’da tıp eğitimini tamamlayarak doktor oldu. 1984
yılında kendisi gibi doktor olan Siber Rifat ile aile kurdu.
Rifat Lefkoşa’de bulunan devlet hastahanesinde baştabip olarak
çalışıyor. Ailenin iki kızı var, Şumer ekonomi tahsilini
tamamladı, özel sektörde çalışıyor. Ufak kızları Aysel hukuk
fakültesinde öğrenim görüyor.
Sibel 1987 yılında Kıbrıs’a geri döndü. Özel bir klinik açarak
iş hayatına atıldı. 1989 yılında kazandığı bursla Amerika’ya
gitti, Virginia Üniversitesi’nde Endokrihologi eğitimi
aldı. 2000 yılında aldığı bursla Şikago Üniversitesi’nde
eğitim aldı.
Kıbrıs’ta yayınlanamakta olan bir gazetede gazeteci olarak
çalıştı. Esseler yazdı. 2011 yılında 'Rüyalarım Düşüncelerim'
isminde bunları kitap olarak yayınladı.
Doktor ve gazeteci olarak yaşamını sürdürürken 2009 yılında
Lefkoşa kenti milletvekili olarak seçildi.
SİBER SİBEL HANGİ MİLLETTEN?
Bunun cevabını verebilecek olan kendisi, bu yüzden onun
yazdıklarına göz atalım. Kendi kaleminden dökülen bu satırları
okuyan hiç bir kimse o Adige değil diyemez.
Adige Ninemi Denize Atmışlardı
Dr. Siber Sibel
Kıbrıs Posta gazetesi
'Annem çok güzeldi. Gözlerimin önüne hayal meyal getiriyorum,
zayıf uzun boyluydu, yemyeşil gözleri vardı. Upuzun siyah
saçları beline kadar uzanıyordu....
Annemle-babam büyük Adige sürgününde çocukları ile birlikte
bütün Adigeler gibi tüm mal varlıklarını bırakarak vatanlarını
terk etmek zorunda kalmışlardı.
Pek çok zorlukla karşılaşmış olmalarına rağmen umutlarını,
umudu yitirmek ile ölmenin eşdeğer olduğunu bildiklerinden
yitirmediler.... Uçsuz denizin ortasında, bilmedikleri
karanlık bir yaşama doğru giderken bulundukları gemide salgın
hastalık başgösterdi, açlık ve ölüm etraflarında
dolanıyordu...'
Büyük Adige sürgününü ninemin annesinin böyle anlatırdı,
upuzun siyah saçları bulunan annesi de başka diğerleri gibi
gemide hastalanır. Anlatırken gözleri bir noktada donar
kalırdı. 'sadece dört yaşımdaydım ama onu denize attıklarını
hiç unutmadan hatırlıyorum. Denize attıklarında uzun saçları
büyük dalgalarla dalgalanıyordu... gemidekiler görünmez olana
kadar ardından baktılar. Kızkardeşim ve ben babamızın
kucağındayken nasıl üzüldüğümüzü ağladığımızı çok iyi
hatırlıyorum, hiç unutmuyorum. Hem ağlıyordum hem de bir
taraftan kızıyordum, 'Neden annemi denize attınız' diye kalkıp
herkese karşı durmak istiyordum...
Çocukluğumda anlatılanlar hiç durmadan gözümün önüne o gemiyi,
o 'upuzun simsiyah saçlı' Adige ninemi getiriyordu. Yaşamının
anlatılanlardan çok daha zorlu olduğunu kavrıyordum.
Adigelerin vatanlarından sürülmeleri tarihin acı ve gözyaşı
dolu bir sayfası. Rus Çarı’nın kararı ile vatanlarından
sürülmeden önce uzun yıllar boyunca çok direnç gösterdiler.
'Savaş merhametsiz ve acımasızdı. Yüzlerce Adige köyü yakıldı.
Gece karanlığında köyleri basıyorlardı. Rus askerlerinin
yaptığı zulümü kendi tarihçileri bile dile getirmekte
zorlanıyorlardı.' Kendi rus tarihçileride aynı şeyi söylüyor.
Abranov 'Kafkas Dağları' isimli kitapta; 'Adigelerin başına
gelenleri anlatmaya kelimelerin gücü yetmiyor. Çıktıkları
yollarda binlercesi soğuktan açlıktan öldü. Sahilde ölüler ve
ölmek üzere olanlar çok sayıdaydı.Soğuktan donup ölmüş
olmasına rağmen göğsünde bebeğini sımsıkı tutan analar
vardı... Donmuş annesinin göğsünden süt emmeye çalışan
bebekler...'
Gemilere binebilenler de açlık ve salgın hastalığın pençesine
düşüyorlardı. 'Alabileceğinden çok daha fazla insanı alan
adeta yüzen tabutlara dönmüş gemilerden kaç tanesinin
battığını bilmek zor.' diye araştırmacı Pitson yazıyor.
Kıbrıs’ta yaşayan Adigelerin atalarını taşımak üzere üç gemi
ilk önce Samsun'a sonra İstanbul’a ardındanda Kıbrıs’a
yollandıklarında takvimler 22 Eylül 1864'ü gösteriyordu. Bu üç
gemide 2 bin 346 kişi vardı.
Bir hafta kadar denizde yol aldıklarında salgın hastalık ve
açlıktan yaklaşık 1000 kişi öldü. Gemide ölenleri denize
atıyorlardı.
İngiliz konsolosu R.H. Lang 'bir gemide ortalama günde 30-50
arasında insan ölüyordu. Ölmeden kalanlarda ceset
gibiydiler...'
Adigeleri vatanlarından sürmeye başladıklarında Mayıs ayıydı.
Her yıl Mayıs yaklaştığında bu yolda ölenler aklıma
geliyor yüreğime sızı saplanıyor, upuzun simsiyah saçları
olan, denize atılmış Adige ninem, yaşama sımsıkı tutunan
diğerleri aklıma geliyor....
Atalarımızın geçmişleri tamamen zorluk içinde olmasına rağmen,
ne kadar dertle karşılaşmış olsalarda hiç bir zaman umutlarını
kaybetmemiş olmaları, tırnaklarını dişlerini takarak bu
topraklara tutunarak, bu toprak parçasını kendilerine yurt
edindiklerini bize miras bıraktıklarını biliyorum. Bir şekilde
umudumuzu kaybettiğimizde, ilk önce kendi kendi kendimizi
kandırırız ardından onların anılarına saygısızlık etmiş
oluruz. İşte bu yüzden bunları hiç unutmayalım!
|