Prof. Murat Belge, yaklaşık bir yıl önce T24'e
verdiği söyleşide "Türkiye'de bir darbe daha olmayacak
diyemeyiz" notu düşerek şu ifadeyi kullanmıştı:
"Kürt meselesi sarpa sarar, Erdoğan kafasının dikine gider ve
ciddi gaflar yapmaya devam ederse gene darbe olur."
Aradan geçen sürede AKP ile Fethullah Gülen cemaati
arasındaki gerilim kavgaya dönüştü ve Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan'ın siyasi başdanışmanı, AKP Ankara Milletvekili
Yalçın Akdoğan, Gülen cemaatini kast ederek "milli orduya
kumpas kuranlar" dedi. Akdoğan, her ne kadar sözünün maksadını
aşarak kullanıldığını savunmak için üç yazı yazsa da Türk
Silahlı Kuvvetleri (TSK), bir ve iki numarası Cumhurbaşkanı
ile Başbakan olan Milli Güvenlik Kurulu'nda (MGK) Ergenekon ve
Balyoz davalarında "yeniden yargılama"yı gündeme getirdi.
MGK'dan bir gün sonra yazılı açıklama yapan TSK, izleyen
günlerde ilgili davalar için suç duyurusunda bulundu. Son
olarak Başbakan Erdoğan da Dolmabahçe'deki ofisinde
gazetecilerle yaptığı toplantıda "Kumpas lafı TSK'nın önünü
açmış olabilir" ifadesini kullandı.
AKP'ye bir dönem verdiği desteğinin başat nedeni askeri
vesayeti geriletme çabasına kayıtsız kalmamak olan Murat
Belge'nin hem siyasi iktidar ve asker hattındaki bu
gelişmeleri nasıl izlediğini, hem de AKP ve Gülen cemaati
arasındaki kavgaya ilişkin düşünceleri öğrenmek için kapısını
çaldık. "Olabilecek en kötü şey" diye altını çizdiği darbeye
ilişkin endişelerinin geçmediğini belirten Belge, orduda "27
Mayıs" tipi bir örgütlenmeyi büsbütün ihtimal dışı görmüyor.
Burada bir 27 Mayıs parantezi açalım. Türkiye'nin siyasi
tarihine devamında gerçekleşecek üç darbeye sebebiyet veren
"ilk darbe" olarak geçen 27 Mayıs 1960 darbesini, hiyerarşi
dışına çıkan subaylar, dönemin Genelkurmay Başkanı Rüştü
Erdelhun'a rağmen yaptı. Darbe sonucunda, başta dönemin
Cumhurbaşkanı Celal Bayar ve Başbakan Adnan Menderes
olmak üzere 592 kişi Yassıada'da kurulan askeri mahkemede
yargılandı. Yargılama sonucu Menderes ile dönemin Dışişleri
Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Maliye Bakanı
Hasan Polatkan idam edildi.
AKP'nin son dönemdeki faaliyetlerini "ateşle oynamak" olarak
nitelendiren Belge, şunları kayda düşüyor:
"Ben eminim, binbaşıdır, albaydır, şu an aralarında 'Bunları
bir şey yapıp devirmek lazım, yoksa memleket batacak' diye
konuşan subaylar mutlaka vardır. Bunların arasından bir adım
daha atarak “O halde sen, ben ne yapalım” diyenler de çıkar.
Bir şey bildiğimden söylemiyorum bunları, tamamen sosyoloji
çerçevesinde düşünerek yürüttüğüm 'Bir kurum üç gün içinde ne
kadar değişir' sorusundan yola çıkarak konuşuyorum. 27
Mayıs’tan sonraki olaylarda (12 Eylül darbesi gibi-T24) bizim
asker hiyerarşi içinde davranmayı seçmişti, ama 27 Mayıs
hiyerarşiye de karşıydı. Çünkü üst rütbeliler siyasi iktidara
karşı bir şey yapmayı düşünmüyorlardı. Şimdi tekrar 27 Mayıs’a
dönüş olabilir. Böyle bir ihtimal 'yok' denilip, silinip
atılacak şey değil. Endişe verici ölçüde benzerlikler var.
Erdoğan'ın ordunun tümüne hakim olduğu yanılsamasına
kapılmaması lazım."
Türkiye'nin içinden geçtiği gerilimin taraflarını daha iyi
anlamak ve ihtimaller konusunda Prof. Murat Belge'nin
görüşleri önemli. Zira Belge, karşıtlarında da saygıyla
karşılanan kişisel tarihi ve birikiminin yanı sıra,
eleştirilerini esirgemediği Başbakan Erdoğan'ın da Akil
İnsanlar Heyeti'ne davet ederek görüşlerini dinlemeye niyet
ettiği bir isim.
Evet, Türkiye'de neler oluyor, ihtimaller neler? Murat
Belge'nin T24 için verdiği yanıtlar aşağıda:
AKP ile Gülen cemaatinin İslami köken ve yapılanma farkları
- 2004 MGK kararı Taraf'ta yayımlandıktan sonra Tuğba
Tekerek'e verdiğiniz söyleşide “İlkeli siyaset yapan bir
iktidar, cemaat gibi bir yapılanmaya karşı nasıl tavır almalı”
sorusunu şöyle yanıtladınız: "Şu anda karşılıklı bir karnından
konuşma siyaseti var. Açık açık konuşup 'Benim anladığım İslam
şudur' diye tartışın. Toplum da ‘Kim, neyi benimsiyor’ duyar."
AKP ve Fethullah Gülen cemaati arasındaki tansiyonu artan
kavga sizce bir İslam, inanç kavgası mı, yoksa iktidar kavgası
mı?
Bence düpedüz bir iktidar kavgası. Ama, her ne kadar şu anda
olan kavga “Benim anlayışım daha doğru” kavgası olmasa da,
kavganın taraflarının farklı yapılanmaları var ve bu farklı
yapılanmalar da kısmen İslam anlayışlarına dayandırılabilir.
- Kavganın iki tarafını siz nasıl niteliyorsunuz?
Birisi üç aşağı beş yukarı bildiğimiz siyasi parti yapısına
sahip. Bu AKP olduğu için kendine özgü yanları olabilir ama il
teşkilatı, ilçe teşkilatı, yönetim kurulu gibi birtakım formel
organları olan, insanların ortada durduğu, ister istemez daha
saydam bir yapı bu. İdeoloji olarak baktığımız zaman da Milli
Görüş hareketinin öteden beri büyük ölçüde Nakşibendî temeline
oturduğunu görürüz. Nakşibendîlik de ta 13.- 14. yüzyıllarda
Asya'dan başlayıp buralara gelmiş, geleneksel diyebileceğimiz
Sünni çerçevedeki tarikatlardan biridir.
Buna karşılık Gülen, Nurculuk hareketi içinden geliyor. Ölüm
tarihi 1960 olan Said-i Nursi’nin kurucusu olduğu, çok
daha yeni bir tarikat ve modern dünyaya karşı bir tepkinin
motiflerini taşıyor. Şerif Mardin'in çok haklı olarak
anlattığı gibi, modernleşme ile İslami dünya görüşünün nirengi
noktalarının sarsıldığı, neyin nerede olduğunun anlaşılmaz bir
hale geldiği dönemde, Said-i Nursi öncelikle Müslümanlığın
kavramsal çerçevesini modern hayat karşısında yeniden kurmaya
çalışıyor. Bu anlamda Nur girişimi Nakşibendîliğe göre daha
modern.
'Gülen'inki baskıcı devlete karşı sızma stratejisi'
- Dolayısıyla Nurculuk, her ne kadar “modern dünyaya karşı
tepkinin motifleri”ni taşısa da Nakşibendîliğe göre
moderniteyle daha mı uyumlu?
Daha uyumlu demeyeyim, ama Said-i Nursi hayatı boyunca devlet
yapılanması, baskıcılığı ve yasakçılığından rahatsızlık
duyuyor ve bu düzende var olmak, başarılı olmak için - bu
Said-i Nursi'nin fikri değil ama belli ki oradan yola çıkarak
Fethullah Gülen'in geliştirdiği bir yöntem - sızma
(infiltration) dediğimiz türden bir strateji öngörülüyor.
Sonuç olarak, daha hayırhah şekilde yorumlamak istersek, bu
hareket insanları zaman içinde Müslümanlığın en iyi ve en
doğru olduğuna ikna etme siyaseti güdüyor. Bunu siyasi parti
gibi değil, bir şekilde kaleyi içeriden fethederek yapmaya
çalışıyor.
- Cemaate dair hayırhah olmayan yorum ne?
Böyle bir yorum daha çok entrika gibi kavramları gerektirir.
'Cemaat ve AKP'nin simbiyotik ilişkisi bozuldu'
- Bugünkü karşı karşıya gelişte Nurculuk ve Nakşibendîlik
arasındaki yapılanma farkını ne kadar temel görüyorsunuz?
Dediğim gibi, bunun illa Nakşîlik ve Nurculuk ideolojisine
uzanması gerekmiyor. Ama yapılanma farkından ötürü
aralarındaki simbiyotik ilişki bozuldu. Nurcular geleneksel
olarak, Nakşî temelli Selamet veya Refah partilerine oy
vermediler; genellikle Adalet Partisi'ne oy veriyorlardı.
Kadiriler, Rıfaîler gibi geleneksel tarikatlar genellikle
böyle yaparlar; MSP kökenine oy vermezlerdi. Yeni Asya gibi
başka Nurcu kollar da Adalet Partisi'ne oy veregelmişlerdir.
Ortak hareket etme, ilk olarak Gülen hareketi ile AKP arasında
başladı. Birçoklarının arasında bunun Türkiye'yi en çok
ilgilendirmesi gereken sonucu, Silahlı Kuvvetler'in müdahaleci
geleneğine karşı verilen mücadele oldu.
Simbiyoz, iki tane canlı yaratığın bir şekilde çıkarlarını
ortaklaştırmasıdır. Anemon diye bir yaratık vardır, bu yapışır
yere ve kıpırdayamaz. Sonra bir pavuryanın sırtına yapışır,
böylece sağa sola giden pavuryayla seyyaliyet kazanmış olur.
Pavurya da sırtında anemon olduğu için görünmezlik kazanır.
İkisinin de işine yarar. Simbiyoz bozulunca da kötü bozulur.
Çünkü önce iki tarafın lehine işleyen faktörler birdenbire
ikisini ölümcül bir “ya sen, ya ben” durumuna getiriyor.
Burada da böyle bir şey oldu. Ve bu vuku bulduğu zaman da
üstüne oturabilecekleri bütün o geleneksel yapılanma ve
ideoloji farkları daha görünür oldu.
Bu yapılanma farkından dolayı kullanılan mücadele yöntemleri,
strateji ve taktikler de farklı. Hükümetin, her ne kadar
hukuku, teamülleri altüst ederek gidiyorsa da, yaptığı şey
sonuç olarak hükümet gücünü kullanmak. Öbürününse aynı şekilde
mukabele etmesine imkân yok. Onlar ellerindeki bilgileri belli
bir plan ve strateji çerçevesinde sırası geldikçe çıkararak
götürüyor mücadelesini. O bilgi de şimdiye kadar girdikleri
emniyet gibi yerlerden geliyor. Bunun için de cemaatin tavrı
daha bel altı vurma olarak görülüyor.
'Gülen hareketi bir STK değil, iktidar stratejileri var'
- Gülen cemaatinin bu stratejisi sizin için "demokrasi içinde
bir baskı grubunun taleplerini dile getirme biçimi" mi, yoksa
Erdoğan ve çevresinin “darbe” demesine yol açan bir "dayatma"
mı?
Bu iş sonunda “Niye Gülen hareketi böyle örgütlenmek ve
çalışmak gereğini duydu”ya gelir. Türkiye her şeyin baştan
saydam olduğu, burjuva demokrasinin kurumlarıyla çalışabildiği
bir ülke olsaydı, burada bir adamın kalkıp "Aman kendimizi
belli etmeden birtakım devlet görevlerine gelelim" gibi bir
strateji kurmasına gerek kalmazdı. İngiltere'de, Fransa'da
görüyor musunuz böyle bir şey? Gülen hareketinin bir benzeri
gelecek ve Fransız ordusu da Ağustos ayında 35 kişiyi atacak
vs. Bu Türkiye’nin demokratik yapısının sakatlıklarından doğan
bir örgütlenme biçimi. Gülen, bir tür ebedi doğru olarak
“Böyle yapmalıdır” demiyor, "Bu şartlarda ancak böyle var
olabiliriz" diyor.
Tabii böyle diyor diye de Gülen hareketini bir sivil toplum
kurumu olarak görmek de pek mümkün değil. Orada uzun vadeli,
sabırlı bir iktidar stratejisi var. Engels, Kapital
baskılarından birine yazdığı bir önsözde “Sosyalizmin dünyaya
egemen olması Hristiyanlık gibi olacak” der. Roma'da insanlar
Hristiyanlığı benimsemişti, sonra Konstantin kalkıp “Tamam,
dini yasak yok. Herkes inandığına inanmakta serbesttir”
dediğinde anlaşıldı ki herkes Hristiyan olmuş.
'Komplo kokusu AKP'de de, sosyalizmde de var'
Hayırhah dediğim böyle bir şey; "Herkes Müslüman olmuş"a
varmak için “Orada kaç adamımız var, bilmem kim, kime haber
verdi”den geçilecek. Bunda da conspirative (komplo kokusu
veren) bir şey var. Aslında siyasi parti yapısında da bu var.
Ben sosyalizmden geliyorum, bizim yapılarımız da conspirative
değil miydi? Harp okulundan başlayarak subay kafalamak gibi
şeyler bizim için de söz konusuydu. Bütün bunlar, kendinden
başkasına hayat hakkı tanımayan güçlerin kurduğu, adına
“demokrasi” denilen bir sistemde hayatta kalma mücadelesi
veriyor. Onun için ben burada ne AKP, ne Gülen için nihai bir
yargıyla böyledir demiyorum, Türkiye'nin geçmişini suçluyorum.
Şu anda da taraflar, Türkiye’nin o geçmişten kurtulamamasını
sağlayacak bir mücadele biçimi içindeler.
Erdoğan'ın tavrı ve paranoya
- Gülen cemaatinin önde gelen isimlerinden Zaman yazarı
Hüseyin Gülerce'nin de uyarısını yaptığı “gelecek fırtına"ya
dair sizin öngörüleriniz neler?
Ben pek işin içinden çıkamıyorum. Kötü şeyler olacağını ben de
hissediyorum. Ancak bu şeylerin tahrip derecesi hakkında
tahminde bulunamıyorum. Bunun başlıca nedeni AKP'nin kendi
iradesini ve geleceğini Tayyip Erdoğan'ın eline teslim
etmesi. Bir kısmı AKP kökenli olmayan birkaç milletvekili
istifa etti, birkaç kişi daha istifa edecektir diye tahmin
ediyorum. Ama sonuç olarak gövde Erdoğan diyor. Bu hepsinin
aynı fikirde olduğu anlamına gelmiyor muhtemelen, çünkü en
belirgini Bülent Arınç’ınki olmak üzere aynı fikirde
olmadıklarına dair yeterince sinyal gördük. Ama sonunda
itirazlar Erdoğan'ın önüne geliyor ve ortalık sütliman oluyor.
Ama Erdoğan'ın davranışlarının rasyonel olduğu kanısında
değilim.
- Yazılarınızda bir adım öteye giderek Erdoğan’ın durumunun
psikolojiyle açıklanması gerektiğini de söylediniz. Erdoğan
için psikolojideki hangi adlandırmayı seçiyorsunuz?
Tabii paranoya gibi şeyler hemen akla geliyor. Erdoğan’a göre,
lobilerin, Amerika'nın, içinde olduğu, Türkiye'nin kuyusunu
kazmaya çalışan geniş bir cephe, uluslararası bir komplo var.
Bu da o irrasyonalizmin başlıca göstergelerinden biri.
Erdoğan'ın hoşuna gitmeyen herhangi bir lakırdı ettiğinizde de
bu uluslararası komplonun bir parçası haline geliyorsunuz. Bu
kadar irrasyonel, bir türlü dinmek bilmeyen bir öfkeyle
politika yaptığınızda bunun sonuçlarının ne olacağına dair
insanların tahminde bulunması çok zor. Gezi'den başlayarak
şimdiye kadar olanları da anlamakta ve bir yere oturtmakta
zorlanıyorum.
'Erdoğan'a da yazık…'
- Siz Erdoğan’a dair soru işaretlerini farklı zaman
dilimlerinde koymuştunuz, sırasıyla “Diktatoryal eğilimleri
var”, “Diktatoryal hayaller kurabilir”, “Benim ümidim
kalmadı”, 2011’de Öcalan’ın asılmasını gündeme getirmesi
hakkında da “Artık güvenemem, benim için bitti” diyerek
en sert tavrınızı koydunuz. Buna rağmen Akil Adamlar Heyeti’ne
katıldınız. Bugün Erdoğan’a dair sözleriniz daha sertleşirken
yarın Erdoğan’a başka türlü bakma ihtimaliniz var mı?
Olursa memnun olurum.
- Bu ihtimali hala koruyor musunuz?
Artık çok daha ihtiyatlı, çok daha şüpheciyim. Değişimin
olacağını hiç sanmıyorum ama hayat bu, her şey olabilir, olsa
da iyi olur. Yazık bu adama da… Şimdiye kadar bir sürü iyi şey
yapmış bir adam tarihe bugünkü gibi geçmeseydi iyi olurdu.
'Erdoğan Dr. Jekyll ve Mr. Hyde manzarası çiziyor'
- Referandum döneminde askeri vesayeti geriletmek dışında en
önemli madde olan HSYK düzenlemesi hakkında Erdoğan
“Üzerindeki denetim mekanizmasını kaldırarak yanlış yaptık;
yetkim olsa ben yargılarım” dedi. Ve yeni bir düzenlemenin
yolunu açtı. Onca nefreti de göğüslemenize neden olan “yetmez
ama evet” son dönemde boşa düşmedi mi?
Düşmedi. Bu Tayyip Erdoğan “Yanlış yapmışız” dediğine göre
demek ki o doğruymuş.
- İki Tayyip Erdoğan arasındaki çizgi sizce nerede çizildi?
Hakikaten bu adamla o adam “Dr. Jekyll ve Mr. Hyde” manzarası
çiziyor. Ama o hikâyede gündüz bir türlü, gece bir türlü
oluyordu. Ama bu hikâyede bir tarih geldi, bir adam gitti ve
yeni bir adam geldi. Akşamdan sabaha değişecek gibi de
gözükmüyor.
''Ben yapıyorum, oluyor' ile 'Biz neler çektik' arasındayız'
- Nedir o tarih?
Kabaca son seçim ve yüzde 58 oy. Bir yandan habire mazlum
edebiyatı dinliyoruz. Bu büsbütün temelsiz değil, ama
abartıldığı kadar da değil. Sınıfsal alt tabakalarda İslam
daha yaygın olduğu için kendini laik zanneden elit, sadece
Müslüman olarak değil, "kapıcının oğlu", "çamaşırcının çocuğu"
diyerek de küçümsüyor onları. Dolayısıyla oradan gelen bir
adam olarak gururunda, kişiliğinde bu zedelenmeleri yaşayarak
gelmiş. Ve 2002’den bu yana da oldukça başarılı bir politika
yürütmüş. Spektaküler başarılar kazanmış, bu hem Orta Doğu’da,
hem Batı’da tescil edilmiş. Bugün, ezilmişlik psikozu ile
hâkimiyet psikozunun çok tehlikeli bir şekilde bir adamda iç
içe geçtiğini görüyoruz. “Ben yapıyorum, oluyor” ile “Biz
neler çektik” arasındayız.
Ayrıca, kuvvetli düşmanlık ambarları var kişiliğinde, bunların
daha kişisel olanları da var. Kendi gördüklerinden dolayı
örneğin içki içmek gibi şeylere karşı bir birikimi var.
Bunları yapanlara karşı bir düşmanlık duyuyor. Söylemin yanı
sıra bilmem kaçıncı zam yapılıyor içkiye. Ekonomik
gerekliliğin ötesinde içenleri cezalandırmak gibi adeta bir
intikam içeriği de var bu zamların.
Erdoğan, önemli başarılardan geçip birdenbire baş edemediği
bir durumla karşılaştı ve bence bunun miladı Gezi. Orada
tanımadığı, varlığından da haberdar olmadığı bir şeyle
karşılaştı. Ulusalcıları, TKP, İşçi Partilileri biliyor ve
onlara hakim olduğunu düşünüyordu, ama tweetçileri bilmiyordu.
Orada Erdoğan’la birlikte partisi ve cephesi de birdenbire
sınırlarının bilincine vardılar. Ve bu asabiyet yaratan bir
şey. Yurt dışından gelip yaptığı mitingde “Yol ver geçelim,
Taksim’i ezelim” denildi; bunun karşılığında Taksim’dekiler de
“Bırak gelsinler, insanlık görsünler” dediler. İki slogan
arasındaki fark, Erdoğan’ı ezdi. Çünkü Erdoğan, “Ezelim,
vuralım” sloganıyla var oldu.
Tayyip Erdoğan ve Kenan Evren nerede benzeşiyor?
- Erdoğan, kişisel kin beslediğini söylediğiniz içki konusunda
sarf ettiği “Tıksırıncaya kadar içiyorlar” ifadesinin
yanı sıra “Cem evleri ibadethane değildir”, “Hangi baba
kızının bir erkeğin kucağında oturmasından hoşlanır ki”,
“Kızlı erkekli öğrenci evlerini denetleyeceğiz” gibi sözlerle
uzatılabilecek bir liste de yarattı. Bu listeyi göz önüne
aldığınızda, 1994’te Alper Görmüş’e İstanbul için “Ben bu
şehrin imamıyım” diyen Erdoğan’ın “Türkiye’nin imamı” olma
yolunda olduğunu düşünüyor musunuz?
Evet. Biraz önce zaaf olarak saydığım formasyon yıllarında
edindiği mahalle kültürünün getirdiği bir şey bu, bir mahalle
ahlakı çerçevesinde telakkiler… Yoksa uzun boylu bir kökü yok.
Entelektüel bir geçmişten gelmiyor Erdoğan, kendi iç
dünyasıyla kaldığında öyle derin, insancıl bir felsefe
çıkmıyor.
- Başka bir söyleşide de “Müslüman bir aile babası” olarak
nitelendirdiğiniz bu tutumun Türkiye’ye yansımasını “İslami
mühendislik” olarak niteliyor musunuz?
Erdoğan’ın buradaki kusuru veya handikapı Türkiye’nin geri
kalanı gibi olması. Toplumun üç adım ilerisine çıkmış birisi
değil. Çok değişik biçimde Kenan Evren de öyleydi
mesela. Ona da bakınca Türk toplumu çok alışmadığı bir manzara
görmüyordu; “sevimli, biraz da ukala amcamız” görüyordu
karşısında.
- Hem Erdoğan’ı, hem Evren’i içinden çıkmış görebilecek bir
toplum var mı? İki ayrı Türkiye’den mi bahsediyorsunuz?
Sanıldığı kadar birbirlerin farklı değiller. Aynı toplum
ikisini de benimseyebiliyor. Erdoğan, ahlak adına bu yaşına
gelene kadar ne öğrendiyse onları söylüyor. Dolayısıyla
yadırganmıyor. Yahut “Türkiye’de şöyle milliyetçi olmamız
lazım” diyen Kenan Evren’e teorik düzeyde bir itirazı yok,
sorulduğu zaman o da aynı şeyleri söyler ama hiçbir zaman da
yerine getirmiyor. Bu iki kişiyi de benimseyen böylece aynı
toplum oluyor, çünkü ikisini de benimsemiyor, ikisinin de
dediklerini çok da yerine getirmiyor.
'Erdoğan haklı diyorlar ama kucaklarına oturtacak kız
arıyorlar'
- Evren’in benimsenmemesinin sağlaması darbe ertesi seçimlerde
aksi yöne gidilmesinden alınabiliyor. Ancak Erdoğan, artan bir
destekle en son yüzde 50 oranında oy alan bir lider; bu nasıl
bir benimsememek?
İçinden benimsememek. İkisinin temsil ettiği siyasetlerin
alternatiflerini düşündüğü zaman Kenan Evren’e itiraz etmez,
“Haklısın Paşam” der. Ama onun istediği partiye oy vermez. Ama
öbürüne oy verdiği zaman da o partinin her dediğini benimsiyor
anlamına gelmez.
- Sizce AKP kitlesi, Erdoğan’ın hangi görüşlerini
benimsemiyor?
Mesela bunların birçoğu içki içiyor, ama saklayarak… Bizim
üniversite Silahtarağa’da, oradaki parkları dolaşırken
nerdeyse yerdeki bira kapaklarından ayağın yere basmıyor. Bu
adamlar Erdoğan’a oy veren adamlar… “Kızını bilmem kimin
kucağında görmek ister misin” dediği zaman “Adam haklı”
diyorlar, ama kendileri kucaklarına oturtacak bir kız
arıyorlar. “Ben yaparsam zararı yok” diye bakıyorsan bu işlere
o zaman bu benimsemek olmuyor. Bu sadece AKP kitlesi için
geçerli değil tabii, Türk toplumu böyledir, yetişmesi, aldığı
terbiye böyledir.
- Söyledikleriniz genellemeci olmadı mı?
Bence olmadı, böyle çok insan var.
Orduya kumpas ve ateşle oynamak
- Erdoğan’ın başardıkları listesine siz hala askeri vesayeti
geriletmeyi koyuyor musunuz?
Benim en fazla önem verdiğim konu bu. Ama şimdi bakıyoruz,
adamları bırakmak üzere manevralara hazırlanıyor gibiler.
- Bir yandan Bülent Arınç genel affın olmayacağını açıklarken
diğer yandan Yalçın Akdoğan’ın “orduya kumpas” sözleri üzerine
TSK, MGK ertesinde açıklama yaptı, ardından Başbakan’a rağmen
olamayacağı konuşulan suç duyurusunda bulundu. Siz bu adımları
askeri vesayetin gerileme/canlanma hattında nasıl
izliyorsunuz?
Rasyonel bulmadığım sadece Erdoğan değil, policy makerları da
(siyasete biçim verenler) öyle. Bakıyorum ortada policy yok, o
zaman bu makerlar ne yapıyorlar? Aklı başında bir gidiş
görmüyorum, bir debelenme hali var ve o debelenme içinde
“Askere de kumpas kurdular” diye bir laf sallıyor adam. Çünkü
şu anda Fethullah’la savaştan ibaret bütün dünya. Tabii o
zaman da Genelkurmay, “Yeniden yargılama olsun” diye geliyor.
Türk ordusu gibi bir geleneği olan bu insan topluluğu AKP ile
yaşanmış şu kadar yıl içinde değişmedi, bu insanlar gidip
yerlerine yeni insanlar da gelmedi. Bütün o eski sorun orada
duruyor. Ama hareket imkânı bulamadığı için duruyor, yoksa
durmazdı. Onun için bunlar baya bir ateşle oynamak. HSYK
hikâyesinde olduğu gibi, bir eliyle yaptığı şeyi öbür eliyle
bozuyor. Bunlar da bende debelenme izlenimini güçlendiren
şeyler. Hukuka aykırı davranışlar, son TIR hikâyesi ki kim
bilir böyle daha neler göreceğiz… Kaotik bir ortam
hazırlandığında darbe de olmayacak bir şey değildir.
'Endişe verici benzerlikler var; 27 Mayıs’a dönüş olabilir!'
Ben eminim, binbaşıdır, albaydır, şu an aralarında “Bunları
bir şey yapıp devirmek lazım, yoksa memleket batacak” diye
konuşan subaylar mutlaka vardır. Bunların arasından bir adım
daha atarak “O halde sen, ben ne yapalım” diyenler de çıkar.
Bir şey bildiğimden söylemiyorum bunları, tamamen sosyoloji
çerçevesinde düşünerek yürüttüğüm “Bir kurum üç gün içinde ne
kadar değişir” sorusundan yola çıkarak konuşuyorum. 27
Mayıs’tan sonraki olaylarda bizim asker hiyerarşi içinde
davranmayı seçmişti, ama 27 Mayıs hiyerarşiye de karşıydı.
Çünkü üst rütbeliler siyasi iktidara karşı bir şey yapmayı
düşünmüyorlardı. Şimdi tekrar 27 Mayıs’a dönüş olabilir. Böyle
bir ihtimal "yok” denilip, silinip atılacak şey değil. Endişe
verici ölçüde benzerlikler var. Erdoğan'ın ordunun tümüne
hakim olduğu yansılsamasına kapılmaması lazım.
2002’de seçim kazanıp geldiğinde dış dünyanın “Sakın ha
ilişmeyin” dediği bir ortam yaratmıştı Erdoğan, ama bu son
birkaç yıldır, Orta Doğu’da yaptıkları ve Batı hakkındaki
konuşmalarıyla onu sildi.
'Batı 'Askerler bildiği gibi yapsın' diyebilir'
- Batı’nın Erdoğan için gördüğü emniyet supabı niteliği sizce
kalktı mı?
Evet. “Bu adamlar olmuyor, zaten model olmaktan da çıktılar,
askerler bildiği gibi yapsın” diyebilir; Mısır’da uzun boylu
bir şey yapmadıkları gibi...
- TSK içinde muhasebe vesilesi olmak yerine, sizce Ergenekon
ve Balyoz davalarının askeri darbeye itekleyen, teşvik eden
bir niteliği mi oldu?
O da karmaşık bir konu. Sanırım ordu içinde azınlık olabilecek
belirli insanlar, 12 Eylül’den itibaren ordunun Türkiye’de
oynamaya başladığı rolü, Kürt meselesini bastırmak için
yapmayı içine sindirdiği işleri, bütün o faili meçhulleri vs.
düşünüp “Kim bu, devlet mi, eşkıya mı? Türkiye bir şeye doğru
sürükleniyor, o zaman bu devleti kurtarmalıyız, bu adamları
durdurmalıyız” dedi. Davalara konu olan birçok bilgileri de bu
adamların sızdırdığını tahmin ediyorum.
Ama 12 Eylül’den itibaren çok kuvvetlendirilmiş, “Bu ordu, bu
toplumun hamisidir, banisidir, sigortasıdır, biz olmasak
batar” diye yetişmiş bir kesim var. Onların herhangi bir
özeleştiri yapmış olacağına ihtimal vermiyorum. Bunların bir
kısmının da Ergenekon gibi davalardan içeriye giren adamlar
olduğunu tahmin ediyorum. Böyle olmayanlar da vardır, ama
böyle olanlar da mutlaka var. Onların dünya görüşü bu artık;
kendilerini inkâr etmeden değişemezler.
'Asker üç ay da kalsa, epey adam öldürecek vakitleri olacak'
- Sizce 2010’larda bir darbe nasıl olur?
Başarılı olmaz, bir yıllık bir iktidar bile biçemem. Mesele
ipleri ellerinde tuttukları süre içinde ne kadar zararlı iş
yapmaya vakitleri olacak… Bir adamı öldürmek bir tetiğe basmak
kadar vakit istiyor. Dolayısıyla üç ay da kalsalar, epey adam
öldürecek vakitleri olacak. Ortalığı perişan edebilirler.
Başka türlü de orada duramazlar zaten. Onun için bu olabilecek
en kötü şey.
- Babası Yassıada’da yargılanmış biri olarak, bugün
tekrarlanmasını ihtimal olarak koyduğunuz 27 Mayıs darbesi
neydi hatırlatır mısınız?
1950’de yapılan ilk dürüst seçimde Demokrat Parti (DP) diye
bir parti iktidara geldi. "İsmet İnönü bunu (çok
partili sisteme geçiş) Birleşmiş Milletler'e girme hedefi için
yaptı ama yanlış oldu. Toplum henüz hazır değildi" dediler.
Tabii öyle düşünenlere göre toplum hiçbir zaman hazır olamaz;
hâlbuki futbol için bile antreman gerekliyken, demokrasinin de
antremana ihtiyacı vardı. Demokrat Parti’nin başında
Atatürk’ün en yakınında bulunan, en son İnönü’yü harcayıp
Başbakan yaptığı isim Celal Bayar ve Adnan
Menderes vardı. Bu adamlara karşı “Atatürk düşmanı” diye
bir kampanya açabildiler, “Memleketi hilafete götürecekler”
diye anti-Müslüman bir söylem başlattılar ve iktidarı
verdikten 10 yıl sonra geri aldılar.
- Yassıada yargılamalarında öne çıkan mevzuların başında
DP’nin kurduğu yasamaya yargı yetkisi veren Tahkikat
Komisyonları yer aldı. 27 Mayıs darbesinde Menderes ve
ekibinin payı neydi?
Şimdiki hükümetin yaptığı gibi Menderes de hayatta kalma
savaşı veriyordu. Dolayısıyla o da hukuk ihlalleri yapıyordu.
Ama Tahkikat Komisyonu’nun kendisini anayasal suç haline
getirmek yanlıştır. O suçsa, İstiklal Mahkemeleri neydi? O
Meclis’te bakan olan Kılıç Ali’ler, İstiklal
Mahkemesi’ni kurmuşlardı aynı anayasayla.
- Bu doğru olduğunu gösterir mi?
Doğru veya demokratik değil, ama suç da değil. 1960 yılına
kadar bu anayasayla gelmişsin! Halk Partisi ancak muhalefete
düşünce bu anayasanın antidemokratik olduğunu söylemeye
başladı. DP’liler de “Ana muhalefet partisi ve Silahlı
Kuvvetler’den bazı insanlar bir araya gelerek, hükümete karşı
darbe hazırlığı yapıyorlar. Bunu ortaya çıkaracak bir yapı
kuruyoruz Meclis’te” dedi. Sonra olan olay da bu. Ana
muhalefet ve Silahlı Kuvvetler darbeyi yaptılar, adamları
astılar.
'1950'lerde Vatan Cephesi, bugün örgüt ve platformlar...'
- 14 Aralık’taki yazınızda “27 Mayıs benzetmesi yapan
Başbakan’ın 26 Mayıs’taki Başbakan’a benzeme çabasını
anlamakta zorlanıyorum” demiştiniz. Bu benzerlikler neler?
Hiç kimseyi dinlemez hale gelmesi, özellikle “Gidişat iyi
değil” diyenleri... DP’nin de son demlerine gelindiğinde
Ethem Menderes, yargılama sonucu yine de asılacak olan
Fatin Rüştü Zorlu gibi isimler “Bu iş böyle olmaz”
demişti. Ama dinlemedi Adnan Menderes. Onun yerine benim
babamı çağırıp, daha da sert bir radyo gazetesi hazırlattı.
Bugün de aynı şey oluyor. İnönü, Tahkikat Komisyonları
kurulurken muhalefet yapması doğalken Uşak şehrine alınmadı,
kafasına taş atıldı. Vatan Cephesi kuruldu. Allah’ın her günü
cepheye katılanların ismini okudular. Buna benzer bir sürü şey
yapmakta Erdoğan. 1960 Türkiye’si ile nitelik ve nicelik farkı
olduğu için bugün Vatan Cephesi çocuksu duruyor, ama bugün de
birtakım örgütler, platformlar kuruyorlar, bildiriler
çıkarıyorlar. Aynı taktiklere başvuruyorlar.
- Menderes’in o dönem uçak kazasından kurtulduktan sonra
“evliya” gömleğini üstüne geçirdiği, hatta “Cenabı Allah beni
Türkiye’yi hamur gibi yoğurmam, kalkındırmam için gönderdi”
içerikli sözleri sarf ettiği yazıldı. “Ulusallaşan bir mahalle
imamı” portresi de çizdiğiniz Erdoğan’ın bu açıdan Menderes’le
bir benzerliği var mı?
Kendisinde böyle birtakım şeyler gördüğünü tahmin ediyorum.
“Ben hak yolunca çalıştıkça hayat da beni doğruluyor” havasına
girdiğini seziyorum.
'Ulusalcıların darbeyi destekleyeceğini düşünüyorum'
- 27 Mayıs için bazı kesimlerin “darbe” yerine “ihtilal” veya
“devrim” demesine yol açan “bazı sol ve ilerici kesimlerin” o
dönem askere yeşil ışık yakması da olmuştu. Güncel bir 27
Mayıs’a destek vereceğini varsaydığınız gruplar hangileri?
O zaman sol denilecek insanlar devede kulak. Tek tük
Marksistler katılmıştı ama olaya karakterini veren durum bu
değildi.
- 27 Mayıs dönemini mutlulukla karşıladıklarını aktaran Zülfü
Livaneli veya Hilmi Yavuz gibi isimler azınlık mıydı?
Sahiden sol diyeceğin Marksist, sosyalist isimler yok gibiydi.
Geri kalanlar Halk Partisi ideolojisi içindeydi, solculukla
alakası olmayan, sonuç olarak Tan gazetesini de basan
adamlardı bunlar. Bugün ağırlıkları olmasa da seslerini
sayılarının çok ötesinde çıkarma yetenekleri olan
ulusalcıların destekleyeceğini düşünüyorum darbeyi. Yukarıdan
da desteklenince sesleri daha da yükselir ama toplumun büyük
kısmı böyle bir şeyden mutlu olmaz.
- Sizce böyle bir durumda sol ne yapar, hangi tarafta olur?
Küçük küçük gruplardan başka bir şey yok ortada.
'Sol gruplar Kemalist bir darbe olursa 'Helal olsun' tavrı
koyar'
- Bugün Kemalizmle bağları eleştiri konusu olan solun önde
gelen yayınlarından Birgün, Ergenekon davası için attığı
“Yiyin birbirinizi” manşetini AKP-cemaat kavgası için de
geçtiğimiz haftalarda tekrarladı. AKP’ye karşı yapılmasını
ihtimaller arasına koyduğunuz bir darbe girişiminde sizce
Birgün bu manşeti tekrar atabilir mi?
Kemalizm adına bir darbe olursa, ucu kendilerine dokununcaya
kadar “Yesinler birbirlerini” değil ama “Helal olsun, bak
oldu” tavrı koyarlar teşhisime göre. Örnek olarak verdiğin
Birgün, bu konularda hala Mahir Çayan’ın “Sol
Kemalistlerle ittifak bizim için çok önemlidir” dediği o
yazılarıyla bakıyor dünyaya ve Türkiye’ye. Yıllardır da sol
Kemalistleri bekliyorlar, gelip antiemperyalist bir şey
yapsınlar diye. Bu hükümeti düşürecek bir olay olduğunda da
“İşte geldiler” olacaktır. Daha önceki örneklerde (Hikmet)
Kıvılcımlı’nın “Ordu kılıcını attı” sözlerinin
benzerleri, Dev-Genç’in 12 Mart’ı destekleyen tavrı vs. gibi
şeyler gene olacaktır. Ama çok fazla zaman geçmeden gelenler
bunları da temizleyecektir muhtemelen asker.
- Bir önceki söyleşimizde özellikle Koç, Sabancı ve Eczacıbaşı
gibi köklü aileleri anarak “Diktatörlüğe karşı koyarlar”
dediğiniz burjuvazinin sizce askeri darbeye tavrı ne olur?
İstanbul sermayesi işler iyi giderken olacak bir darbeye sırt
çevirirdi. Ama kendini kaybetmiş bir hükümet manzarası arz
edince “Ne yapalım” diyebilir. Darbe olduğunda bundan daha
fazla gocunacak olan İstanbul’dan çok Anadolu sermayesi olur.
Anadolu kaplanları biraz rüzgârda kamış misali rüzgâra
eğilirler. Çünkü Türkiye'de ne toplum, ne de burjuvazi
confrontation (karşı karşıya gelme) sevmez. Göğüs göğüse
gelmekten kaçınır.
'İslami burjuvazi darbeye karşı dik durmaz ama…'
- İslami burjuvazi, varlığını en çok AKP’ye borçlu olduğu için
rüzgâra karşı dik durmaz mı sizce?
Durmaz bence. Ama böyle bir rejimi de ayakta tutmamak üzere
harekete geçerler. Türkiye toplumun dinamolarını gitgide daha
çok sermayenin işlettiğini söyleyebiliriz. Bu burjuvazi öyle
bir yönetimin uzun ömürlü olmamasını sağlar.
- Yine de, darbe girişimi olursa istikrarı hukuka tercih
edebileceklerini söylüyorsunuz.
Evet, ama hukuku şu an iktidar da paramparça etmekte…
- Yaklaşık bir buçuk sene önce “Erdoğan kafasının dikine diker
ve Kürt meselesi sarpa sararsa darbe olur” demiştiniz.
Erdoğan’ın tavrı dışında bugün hala tek parametre Kürt
meselesi mi, yoksa yeni bir denklem oluştu mu?
BDP’nin yönetim kadrolarında olan Kürtler, Türkiye’nin sol
geleneklerinden geçerek geldikleri için böyle bir hükümete
karşı dikenlerini çıkartıyorlardı. Ama beklenmedik bir şekilde
barış süreci deyince bu durum tersine döner gibi oldu. Hatta
daha demokrasiden yana adamların sinirini bozacak kadar
hükümete ses etmeme gibi bir politikaya dönüştü. Ama şu son
dönemde bana geri dönüş oldu gibi geliyor. Çünkü memlekette ne
olsa Kürt sorununda adım atılmasına engel oluyor. Kürt
meselesinin çözülmesine dair hala somut bir şey yok, hala
milletvekili seçilmiş adamlar dışarı çıkarmadılar.
'Bu hükümetle Kürt meselesinde çözüm mümkün görünmüyor'
- Bugün iki tutuklu vekil için (ardından üç milletvekili daha
eklendi) daha Anayasa Mahkemesi ihlal kararı verdi.
Tüm bu yapılanlar ipe un sererek yapıldığı için, telaffuz
edildiği anla yapıldığı an arasında geçen zamanda insanlar
iyice sinirlenmiş oluyor. Sonra yapılınca da o sinir geçmiyor.
Her şeyi gecikerek yapmak bizi çözüme götürmüyor. Ve bundan
kendilerini kurtaramıyorlar. Çünkü herhalde çok içlerinden
gelmiyor. Araya da bin bir türlü başka hesap araya giriyor.
Şimdi de paralel örgütle uğraşmaktan Kürt meselesini
bıraktılar. Bir yandan bu politikaların dünyada yarattığı
tepkiler zaten iyi gitmeyen ekonominin işleyişini etkileyecek.
Bu kadar her tarafta hata yapmak bir marifet. Şaşırtıcı da,
çünkü bir noktaya kadar da başarılı götürülmüş bir çizgi var.
Ama bir noktadan sonra akıl almaz bir ters dönüş yaşandı. Zora
geldiği anda bununla başa çıkacak aleti edevatı olmadığını
gördük hem Başbakan’ın, hem de partinin.
Akil Adamlar işine büyük ümitler besleyerek gitmedim, bizden
istenenin sınırlı olduğu, özellikle Kürt bölgelerine gidecek
bizlerden pek bir şey beklenmediği belliydi. Ama barış süreci
diye bir şeye adını koyarsan, bana da “Gel, yardımcı ol”
dersen, ben prensip olarak gidip yardımcı olurum, ta ki
buradan bir şey çıkmayacağını anlayana kadar. Gezi sırasında
yapılan konuşmalar, mitingler de bunu gösterdi. Barış süreci
edebiyatına rağmen bu hükümetle çözüm olabilir gibi
görünmüyor. Süreçte o lafların soyut da olsa söylenmiş olması,
insanların karşılıklı barış taahhüdünde bulunmuş olması iyi,
bunlar ileride yararlı da olur ama bu hükümetin kendi
başlattığı iyi şeyin arkasını getireceğine inanmaz oldum.
Ömer Laçiner,
Taraf’taki söyleşisinde “İyi komutan iyi saldırmaktan çok iyi
çekilmesini bilen komutandır” dedi. Erdoğan bunu bilmiyor.
Gezi’den başlayarak, meydanlarda adam toplayacağına parka
gelip “Arkadaşlar ne oluyor” deyip bunların olmamasını
sağlayabilirdi. Fethullah’ın okullarına da bu şekilde
saldırmasına gerek yoktu, onlarla konuşarak, başka türlü bir
uzlaşmayla çözebilirdi bu sorunu. Ama son derece hoyrat, zora
dayalı bir politika güdüyor.
'AKP içinde olacaklar darbeye fren işlevi görebilir'
- Netleştirmek adına: Darbe ihtimalini ne kadar kuvvetli
görüyorsunuz?
Olabilecek en kötü şey olarak onu söylüyorum. Böyle bir
ihtimal hiç yoktur diyemeyiz. Art arda üç seçim var, bu
politikaların AKP’ye oy kaybettireceği kanısındayım. Oy
kaybının AKP’nin içini etkileyeceğini ve bunun bir şekilde
Erdoğan’a yansıyacağını düşünüyorum. Bu etkinin gücü, şekli ne
olur bilemiyorum. “Şimdiye kadar yaptıkların için çok
teşekkürler, ama sen artık biraz dinlen” mi, yoksa “Arkadaş
böyle yürümüyor, sen de görüyorsun” mi derler bilmiyorum. Ama
AKP içinde olacaklar, MHP ve CHP’nin yapacaklarından çok daha
önemli; bir fren işlevi görebilir bu gidişe.
- AKP içinde Erdoğan’a karşı çıkışlar yapabilen isimler Arınç
ve Gül oldu. Siz, darbe olmaması için umudu Hasan Cemal’in
tabiriyle “AKP’nin kurucu babaları”na mı bağlıyorsunuz?
Onlarla Erdoğan arasında bütün bu iktidar yılları içinde
mesafe açıldı. Erdoğan gittikçe güçlenerek ön plana çıktı,
parti içinde geri planda kalan daha sağduyulu, ılımlı
insanların etrafında partililerin, insanların birikmesi lazım.
Bu herhalde 27 Mayıs tipi bir darbe yapılmasından çok daha iyi
olur.
- Abdullah Gül, sizin beklentilerinizi karşılayan bir lider
oldu mu? Yolsuzluk soruşturması hakkında Gezi’ye kıyasla çok
daha az konuşan Gül’ün performansı sizce yeterli mi?
Bütün bu konularda biz bir yerde durmuş, “O şunu yapmadı, kötü
oldu; bu bunu dedi, kötü oldu” diyoruz. Ama eleştirdiğimiz
adamların durduğu yerde durmuyoruz, oradan ne, nasıl görünüyor
bilmiyoruz. Gül, ilkelerden baktığı kadar bir yandan partisi
açısından bakıyor ve söyledikleri neye yol açar hesabı
yapıyor. Onun için olduğu kadarına “Eyvallah” demeyi “Vay niye
şunlar olmadı” demeye tercih ediyorum.
'Gül bir kitle lideri gibi görünmüyor ama…'
- Yapılanlardan yola çıktığınızda?
Epey bir süredir Erdoğan’ın söyledikleriyle Gül’ün
söyledikleri uymuyor. Bunun üzerine ikisi de bir şekilde
gitmiyor. O ayrım da orada duruyor. Bunun da bir birikimi
oldu, “AKP’nin izleyebileceği iki yol” gibi bir resim de
çıktı.
- Sizce Gül’ün başkanlığındaki AKP’nin sandıktaki şansı daha
fazla olur mu?
Bir şey diyemiyorum.
- Sizce Abdullah Gül, bir kitle lideri mi?
Çok öyle görünmüyor, ama AKP’nin alternatifsizliği gibi
durumlarda seçmen MHP’ye oy vereceğine, Gül başkanlığındaki
AKP’ye oy verebilir. Bu parti, Selamet çizgisinden geliyor ve
Milli Görüş en parlak olduğu (Necmettin) Erbakan’ın
başbakanlık döneminde ancak yüzde 20 oy almıştı. Yani,
dogmatik Müslüman siyaset diyen müthiş bir çoğunluk yok. Ama
AKP ilk seçimde yüzde 30’un üstüne çıktı ve bu oyu arttırarak
devam etti. Demek ki daha önce Selamet’e, Refah’a oy
vermeyenler bu partiye oy verdiler. AKP bu politikalarla devam
ederse bu insanlar “Biz size bunun için mi oy verdik”
diyecekler mi? İslami burjuvazi dediğimiz insanlar “Böyle
giderse çarpacaksın gemiyi ve hep beraber batacağız. Ağır ol,
sakin ol” demeyecekler mi? Ben bu aşamada bu grupları
önemsiyorum çünkü büyük ölçüde 12 Eylül uygulamalarının sonucu
olarak memlekette solun bulunduğu taraf tarumar olmuş durumda.
Onun için dinci milliyetçilik, etnik milliyetçilik, Atatürkçü
milliyetçilik gibi alternatiflerle sınırlı manzara. Onlara
baktığım zaman da ben gene AKP tarafında bir şey olabilir,
olacaksa da olsun diyorum.
'Ergenekon ve Balyoz davalarında bir sürü pürüz var'
- Kapatmadan soralım: Ergenekon ve Balyoz davalarının yeniden
görülmesi konusunda siz “yeniden yargı”dan mı tarafsınız yoksa
“Oraya bir daha girmeyelim” mi diyorsunuz?
Girmeyelim demem, çünkü çok yakından izlemedim ama
izlenimlerime ve süreci yakından izleyen güvendiğim
arkadaşlarımdan duyduklarıma göre, orada da bir sürü pürüz
var. “Tamamen uydurmadır bu davalar” diyenlerin savunduğu gibi
esasında değil bu pürüzler, sonuçta Türkiye’nin tarihi de
belli, o tarihi kimlerin yaptığı da. Daha ideal şartlarda
Türkiye’de barış üstünden bir gelecek kurulmasının yararına ve
gereğine inanıyorum. 27 Mayıs’a bu kadar kızmamın nedeni de
bu; adam idam ederek kan davası soktu toplumun içine. Bu dava
hala bitmiş değil. Dolayısıyla bir barışma lazım topluma. Bu
barışmayı sağlayacak neyse, afsa, bunların hepsi olsun.
- Siz “Af olsun” diyor musunuz?
Af da olabilir tabii, ama bununla KCK’lılar da çıkacak. Yalnız
ırza geçenler gibi adi suçlar af kapsamında olmayacak. Hükümet
de zaten genel af istemiyor. Konuşarak, uzlaşarak yapılacak
bir siyasi bir af olabilir. Ama içeriden çıkanlar intikam
almak üzere çıkacak, bunları çıkaranlar bilmem kimle
savaşlarında “Onları da yanımıza alalım” diye çıkaracaklar.
Dediğim bu değil, gerçekten barışma ruhu içinde yapılırsa
anlamlı olur af. Şu anda yapılan reel politik.
|