Türkiye’deki bütün trafik levhaları yalan söylüyor!
Aralık
1920’den bu yana çıkartılan onlarca genelge ve yasayla Kürtçe,
Arapça, Ermenice, Lazca, Gürcüce ve Çerkezce olan köy, il,
ilçe, dağ, tepe, göl, değiştirilmedik coğrafya ismi kalmadı.
28 bin eski yer adını “Adını
Arayan Coğrafya”
isimli kitapta araştıran gazeteci-yazar İbrahim Sediyani’ye
göre Türkiye’deki bütün trafik levhaları yalan söylüyor.
Türk başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın
30 Eylül günü açıkladığı “demokratikleşme paketinde” yer alan
"1980 sonrasında değiştirilen köy adları eski isimlerine
dönebilir" maddesi eski yer isimleri tartışmasını yeniden
başlattı. Erdoğan’ın “1980 sonrası” vurgusu bir dil sürçmesi
miydi, yoksa “eski isimler yasası” 1980 öncesini kapsamayacak
mı?
Erdoğan’ın açıklamasından sonra
inisiyatifin İçişleri Bakanlığı’na bırakıldığı belirtildi.
Bakanlığın belirlediği isimler Bakanlar Kurulu’nun onayıyla
değiştirilecek.
12 Eylül rejimi 1981- 1983 yılları
arasında özellikle Kürdistan’da “isim operasyonu” başlattı.
Nerdeyse ismi Türkçeleştirilmemiş bir dönümlük bir toprak
parçası bile kalmazken, aslında bir nevi Aralık 1920’de start
alan operasyon da tamamlanmış oldu. “İsim operasyonu”nu ise
Genelkurmay Başkanlığı, İçişleri Bakanlığı, Savunma Bakanlığı,
Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve
Coğrafya Fakültesi ile Türk Dil Kurumu’nun temsilcilerinin
bulunduğu, 1957 yılında kurulan “Ad Değiştirme İhtisas
Komisyonu” yürütüyordu.
1935’TE DEĞİŞTİRİLEN DERSİM’İ NE
YAPACAKSINIZ?
25 yıldır eski yer isimlerine ilişkin
araştırma yapan İbrahim Sediyani’ye göre ise yer isimlerinin
iadesi konusunda “sadece 1980 sonrası demek milletle alay
etmek, konunun özünü bilenlerle dalga geçmektir.”
“Eğer sadece 1980 sonrasını
kapsayacaksa, o zaman Tunceli’yi nasıl Dersim yapacaksınız?
Dersim’in Tunceli olması 25 Aralık 1935’tedir” sorusunu
yönelten Sediyani, Türk devletinin isimleri değiştirme
modelinin dünyada benzerinin olmadığına dikkat çekiyor.
Kürt ve Laz
bölgelerinde 4 yıl boyunca gezerek eski yer isimlerini
araştıran ve çalışmalarını “Adını
Arayan Coğrafya”
adlı kitapta toplayan Sediyani “Masa-yı
Esma”
(İsimler Masası) adlı bir platformun kurulmasına da öncülük
etti. “Bütün
İsimlerimizi Geri İstiyoruz”
girişiminin sözcülüğünü yapan Sediyani “Bir kasaba veya bir
dağ başında karşınıza çıkan ilk kişiye sorun, bakkala veya
çobana, size hemen eski söyler, isimleri iade etmek kolay,
yeter ki hükümet samimi olsun” diyor. Almanya’da yaşayan
Sediyani, Erdoğan’ın paketindeki “eski isimler” maddesini ve
Türk devletinin eski isimler sicilini ANF’ye anlattı.
‘80
SONRASI DEMEK, ASİMİLASYONA DEVAM DEMEK’
Paketten başlarsak; Erdoğan paketi açıklarken “80 sonrasında
değiştirilen köy adları eski isimlerine dönebilir” dedi. Bu
bir dil sürçmesi miydi, yoksa gerçekten sadece ’80 sonrasında
değiştirilen yer adları için mi geçerli?
Ben bunun bir dil sürçmesi olduğuna
inanıyorum. Çünkü eğer gerçekten sadece 12 Eylül 1980 askerî
darbe sonrasındaki isim değişikliğini kapsıyorsa, bunun pek
bir anlamı olmayacaktır. Ya da belki de bu söylem, Başbakan’ın
konuya tam vakıf olmamasından kaynaklanan bir ifade yanlışlığı
da olabilir. Ben açıkçası böyle bir garabete ihtimal
vermiyorum. Yani Başbakan genel olarak değiştirilen köy
isimlerini kastetmiştir, fakat bunu ifade ederken “eksik
söylem” geliştirmiştir. Böyle düşünüyorum.
Eğer gerçekten Erdoğan’ın dediği gibiyse, yani yeni yasa
sadece 1980 sonrasını kapsıyorsa bunun faydası olacak mı?
Hayır, hiçbir faydası olmayacaktır.
Çünkü bu asimilasyon süreci 1978 yılında tamamlanmıştır.
“Sadece 1980 sonrasını kapsayacak” demek, aslında bir nevî
“asimilasyon devam etsin” demektir. 12 Eylül askerî rejimi
sadece ‘eksik bırakılan yerleri tamamlamıştı’ hepsi bu. Bakın,
süreci başından sonuna kadar kronolojik sırasına göre
anlatayım:
Yerleşim birimlerinin isimlerinin
“Türkçeleştirilmesi” ilk olarak 10 Aralık 1920 tarihinde
“devlet politikası” şeklinde gündeme geldi ve 1922 yılında ilk
adım olarak birçok ilçe, köy, kasaba, dağ, köy isimleri
Türkçeleştirildi. 1925 Şeyh Said Ayaklanması’ndan sonra Kürt
illerinde yapılan isim değişikliklerinin ardından, 1934-36
yılları arasında 834 köye Türkçe isimler verildi. 1938 Dersim
katliamıyla birlikte isim değiştirme genelgelerle, valilik
kararlarıyla devam etti. Kürtçe, Arapça, Ermenice, Lazca,
Gürcüce, Çerkezce isimler genelgelerle ya da yerel yönetimler
ve valilik tasarrufu ile değiştirildi.
1940 yılında İçişleri Bakanlığı’nın
8589 sayılı genelgesi ile ad değiştirme işlemi resmileşti ve
tek elden yapılmaya başlandı. 1957 yılı ise adeta bir dönüm
noktası oldu. Bu tarihte “Ad Değiştirme İhtisas Komisyonu”
oluşturularak sistematik bir asimilasyon politikası hayata
geçirildi. Genelkurmay Başkanlığı, İçişleri Bakanlığı, Savunma
Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara Üniversitesi Dil
Tarih ve Coğrafya Fakültesi ile Türk Dil Kurumu’nun
temsilcilerinin bulunduğu bu komisyonda, coğrafyamızda yer
alan tüm yerleşim birimlerinin adları ve coğrafî isimler
değiştirilerek onlara Türkçe uyduruk isimler verildi.
‘ERDOĞAN’A GÖRE OLURSA; DERSİM TUNCELİ KALACAK’
‘İsimler operasyonu’ bütün iktidarlar döneminde de devam etti
mi?
Yıllar içinde iktidarlar değişti ama
bu kurulun faaliyetleri hiçbir aksamaya uğramadan 1978 yılına
kadar devam etti ve bu tarihler arasında binlerce isim
değiştirildi. Söz konusu komisyonun 1978’e kadar yürüttüğü bu
asimilasyon faaliyeti, 12 Eylül 1980 Askerî Darbesi’nden
sonra, askerî rejim tarafından daha bir hızlandırılarak devam
ettirildi. 1981- 1983 yılları arasında özellikle Kürtlerin
yaşadığı bölgelere yönelik, dünyada ve tarihte belki de eşine
rastlanmayan bir kapaklıkta o coğrafyanın tarihini ve
köklerini adeta tamamen ortadan kaldırmak amaçlı bir “isim
operasyonu” gerçekleştirildi. Bunun sonucu olarak bölgede ismi
değiştirilmeyen nerdeyse bir dönümlük bir toprak parçası bile
kalmadı.
Asimilasyon tarihini böyle kronolojik
bir hafızaya tabi tuttuğumuzda, şunu görüyoruz: Asimilasyon
sürecinin asıl zamanı, 1957-1978 yılları arasındaki döneme
tekabül ediyor. Yani 1957’den öncesi sadece bir “başlangıç”,
1978’den sonrası ise sadece bir ‘tamamlama’dır. Ne yapılmışsa
1957-1978 arasında yapılmış. Dolayısıyla ‘sadece 1980
sonrasını kapsayacak’ demek, milletle alay etmektir, konunun
özünü bilenlerle dalga geçmektir. Böyle bir garabet olabilir
mi? Eğer sadece 1980 sonrasını kapsayacaksa, o zaman
Tunceli’yi nasıl Dersim yapacaksınız? Dersim’in Tunceli olması
25 Aralık 1935’tedir.
Yer
isimlerinin değiştirilip onlara masa başında yeni Türkçe
isimler verilmesinin mantığı nedir?
Mantığı yoktur, ideolojisi vardır.
Binlerce yer ismini zorla değiştirmenin mantığı ne olabilir?
30 milyon insanın anadilinin Kürtçe olduğu bir ülkede Kürtçe
anadilde eğitimin yasak oluşunun bir mantığı var mıdır? Kadın
nüfusunun yüzde 80’inin başörtülü olduğu bir ülkede “başörtü
yasağı” oluşunun bir mantığı var mıdır? Şafiî olsun, Alevî
olsun, Caferî olsun, herkesin “Hanefî mezhebine göre dinî
eğitim almak” zorunda olmasının bir mantığı var mıdır?
Asimilasyon politikalarında amaç, bu topraklar üzerinde –
başta Kürtler ve Lazlar olmak üzere – ‘Türk olmayan’ kavimlere
ait her şeyi ortadan kaldırmak, yok etmek, haritadan silmek,
ne var ne yok her şeyi “Türkleştirmek”tir.
Bugün dünya üzerinde 200’ün üzerinde
ülke-devlet vardır. Bunların 193 tanesi uluslararası hukuk
tarafından tanınan ülkeler-devletlerdir ve sadece biri
(Vatikan) hariç, 192 tanesi Birleşmiş Milletler (BM) üyesidir.
Ancak dünya üzerinde, İzlanda hariç hiçbir ülke “tek dil ve
etnik köken”den, Vatikan hariç hiçbir ülke “tek mezhep ve
sosyal sınıf”tan, Kuzey Kore hariç hiçbir ülke de “tek
ideoloji ve dünya görüşü”nden meydana gelmemiştir. Bilakis
dünya üzerinde, devletleşmiş olsun veya olmasın, tanınsın veya
tanınmasın, yukarıda verdiğimiz üç örnek (İzlanda, Vatikan,
Kuzey Kore) hariç, bütün ülkeler ve coğrafyalar, farklı etnik
kökenlerden gelip farklı diller konuşan, farklı mezhebî inanca
mensup ve farklı sosyal sınıflara ait, farklı düşüncelere ve
dünya görüşlerine sahip insanlardan oluşmaktadır.
100
YILDIR UYGULANAN ‘TEKÇİLİK’TEN VAZGEÇİLMİYOR
Türk resmi ideolojisinin niyeti İzlanda, Vatikan ve Kuzey Kore
gibi bir ülke mi yaratmaktır?
Yaşadığımız ülkede 100 yıla yakındır
asimilasyoncu ve tek tipçi bir rejimi benimsemiş olan devlet,
sahip olduğu resmî ideoloji ve halka karşı baskıyla, zor ve
cebir ile dayattığı devlet politikasıyla ülkeyi bu üç ülkeye
(İzlanda, Vatikan, Kuzey Kore) benzetmeye çalışmıştır ve halen
de yapmaya çalışmaktadır. Ki, bunu yapmaya çalışan devlet, ne
garip ve çelişkili bir durumdur ki, farklı dîn, dil, mezhep,
kültür, coğrafya, etnik kökenden insanları yüzyıllar boyunca –
şöyle veya böyle – bir arada tutabilmiş olan Osmanlı
İmparatorluğu bakiyesi topraklarda kurulmuş olan Türkiye
Cumhuriyeti devletidir. 100 yıla yakındır uygulamaya çalıştığı
ve sonuç alamadığı halde vazgeçmediği “tek tipçi” resmi
politikalarını terk edemeyen devlet, “tek dil, tek ırkçı”
Türkçülük politikasıyla ülkeyi “tek dil ve ırk”tan meydana
gelen İzlanda’ya, “tek mezhepçi” Hanefîcilik politikasıyla
ülkeyi “tek mezhep”ten meydana gelen Vatikan’a, “tek
ideolojici” Atatürkçülük ve Kemalizm politikasıyla da Kuzey
Kore’ye benzetmeye çalışmıştır.
Tuhaf olan, ülkede Türkçe dışındaki
tüm dilleri yasaklayan ve tüzel kimlikten soyutlayan Türkiye,
medenî hukukunu İsviçre’den alırken, İsviçre’nin tam 4 tane
resmî dilinin olması ve ülkede konuşulan tüm dillerin “resmî
dil” statüsünde olmasıdır. Yine tuhaf olan, Şafiî olsun Alevî
olsun, ülkede herkese zorla Hanefî dîn eğitimi veren Türkiye,
yönünü Batı’ya yani Avrupa’ya çevirirken, Avrupa’nın hiçbir
ülkesinde, kimseye başka bir mezhebe göre dini eğitim
verilmemesidir. İsteyen Ural Dağları’ndan kendini aşağı atarak
Cebel-i Tarık Boğazı’ndan okyanusa açılabilir ve tüm Avrupa’yı
dolaşarak inceleyebilir; Avrupa ülkelerinde hiçbir Protestan’a
Katolik din eğitimi, hiçbir Katolik’e de Protestan din eğitimi
verilmez. Katolik’seniz Katolik mezhebine göre öğrenirsiniz
Hristiyanlık inancını, Protestan’sanız Protestan mezhebine,
Ortodoks iseniz Ortodoks mezhebine göre.
Yaşadığımız ülkede İttihatçı kadrolar
tarafından kurulan Kemalist rejim, Türk ulusçuluğu politikası
güderek ülkeyi tıpkı İzlanda adası gibi “tek dil ve tek
kavim”den oluşan bir ülke yapmaya çalışmış, bu çabasının bir
sonucu olarak, Türkler dışındaki kavimlerin, Kürt, Laz,
Çerkez, Arap, Rum, Ermeni, Gürcü, varlıkları dahi inkâr
edilmiş, herkesin “Türk” olduğunu iddiâ etmiş, halen dahi
olduğu gibi herkese “Türk” demiş, Kürtçe, Çerkezce, Lazca,
Gürcüce, Arapça, bütün dilleri bizzat kanunla yasaklamış ve bu
yasağa muhalefet edenleri en ağır şekilde cezalandırmış.
Kürtçe, Lazca, Çerkezce, Rumca, Ermenice, Arapça olan bütün
köy ve şehirlerin, göl ve ırmakların, dağ ve ovaların
isimlerini halkın rızası olmadan zorla değiştirip onlara
uyduruk Türkçe isimler vermiş, Türklükten, Türkçeden ve Türkçe
isimlerden başka hiçbir şeye hayat hakkı tanımamıştır.
‘DÜNYADA İSİM DEĞİŞTİRMENİN İKİNCİ ÖRNEĞİ YOKTUR’
İsim değiştirmenin diğer ülkelerde benzerlikleri var mıdır? Bu
sadece bir ‘Türk modeli’ midir?
Laik-Kemalist devletin Anadolu
topraklarında, hususen Kürdistan ve Lazistan bölgelerinde
gerçekleştirdiği bu barbarlığı geçmişte Moğollar ve
Bizanslılar bile yapmamışlardır. Bunu Nazi Almanya’sı ve
faşist İtalya’sı bile yapmamıştır. Kızıl Çin ve Siyonist
İsrail bile yapmamıştır. Bu barbarlığın, bu kültür
soykırımının insanlık tarihinde ikinci bir örneği yoktur, hiç
olmamıştır. Çünkü bu topraklarda Kürtlere, Lazlara ait ne
varsa (dil, din, coğrafya, kültür, folklor) tamamen yok
edilmeye çalışılmış. Ayrıca bu insanlara zorla “Türk” olmaları
dayatılmış, milyonlarca Kürt, Laz, Çerkez, Ermeni, Arap, Gürcü
çocuklarına okullarda “Ne Mutlu Türküm Diyene”, “Varlığım Türk
Varlığına Armağan Olsun” dedirtilmiştir. Bu insan onur ve
haysiyeti için bir utançtır! Bir insanlık suçudur. Bunun
insanlık tarihinde, dünya tarihinde ikinci bir örneği yoktur,
olmamıştır. Moğollar bile bunları yapanların yanında sütten
çıkmış ak kaşık gibidirler. Bu ülkede Kürtlere ve Lazlara
yaşatılan utanç, daha önce tarihte, insanlık tarihi boyunca
hiçbir millete, hiçbir topluluğa yaşatılmamıştır.
Hangi dillerdeki yer isimleri değiştirildi, bunların yüzde
kaçı Kürdistan’daydı?
Türkçe olmayan ya da olmadığı
düşünülen bütün coğrafî isimler değiştirildi. 12 bin 211’i köy
ismi olmak üzere 28 bin coğrafî isim. Özellikle Kürdistan ve
Lazistan coğrafyalarında adı değiştirilmemiş tek bir dönümlük
toprak parçası bile bırakılmadı.
‘BÜTÜN TRAFİK LEVHALARI YALAN SÖYLÜYOR’
Neden eski yer isimleriyle ilgilendiniz?
Çünkü insanım, çünkü Müslüman’ım,
çünkü Kürdüm, çünkü bu toprakların çocuğuyum. Bu şu demek:
Allah’a karşı sorumluluğum var. İnsanlığa karşı sorumluluğum
var. Kürt halkına karşı sorumluluğum var. Vatanıma karşı
sorumluluğum var. 12 bin 211’i köy ismi olmak üzere 28 bin
ismin zorla, zorbaca değiştirilmesinden bahsediyoruz.
Yaşadığımız coğrafyada “Türk, Türkçe ve Türklük” dışında ne
varsa her şeyi tamamen haritadan silmeye ve ortadan kaldırmaya
yönelik sistematik bir asimilasyon politikasından, toprağa ve
dile yönelik bir soykırımdan bahsediyoruz. Bu bir kültür
soykırımıdır; tarih soykırımıdır, toprak soykırımıdır, dil
soykırımıdır. Kimlik soykırımıdır.
Bir ülke düşünün ki, oradaki şehir ve
köy isimlerinin yarısı uydurmadır. Bir paşa tarafından veya
ellerinde güç olan üç beş kişi tarafından masa başında
uydurulmuştur. Bir ülke düşünün ki, oradaki binlerce yerleşim
biriminin gerçek ismi başka, resmiyetteki ismi başkadır. Bir
ülke düşünün ki, o ülkenin milyonlarca vatandaşı kendi köyünün
resmi ismini bilmemektedir. Bir ülke düşünün ki, o ülkenin
yollarında aracınızla seyrederken karşınıza çıkan tüm trafik
levhaları size yalan söylemektedirler.
Bu utanç, aynı zamanda, hiç
abartmasız, hak ve adalet mefhumundan uzaklaşmamış, vicdanı
körelip kararmamış, erdem ve fazilet melekelerini yitirmemiş
herkesin rahatlıkla kabul edeceği üzere, Kızılderili soykırımı
ve Afrika’daki “insan ticareti”nden sonra, insanlık tarihinin
en yüz kızartıcı üçüncü büyük suçudur.
‘HÜKÜMET SAMİMİ OLURSA İADE İŞLEMİ ÇOK BASİTTİR’
Bu
kadar yer isminin iadesi için nasıl bir çalışma yapılacak?
Sizin önerinizin var mı?
Çok basittir, çünkü eski isimler hâlâ
yerli halk tarafından kullanılıyor. Hatta halkımız çoğunlukla
“resmi isimleri” hiç bilmiyor bile. Takip edilmesi gereken
yöntem şu: Her vilayet, bu çalışmayı kendi içinde yapacak. En
pratik ve doğru yöntem bu. Her ilçe kendi içinde çalışma
yürütecek, tamamlayınca bunu vilayet merkezine aktaracak, tüm
vilayetler bu şekilde çalışıp çalışmalarını tamamlayınca da
İçişleri Bakanlığı’n aktaracaklar.
Yani aslında çok kolaydır bunu yapmak.
Yeter ki bu konuda hükümet samimi olsun. Yeter ki meseleyi
sulandırmasın, işin içinde başka türlü çıkar hesapları
olmasın. İsimler konusunda sorun olmaz; sorun belki onların
yazılış şekillerinde, yani alfabeyle ilgili bir parça
olabilir. Çünkü eski isimlerin ne olduğu bellidir. Bir köye
veya nahiyeye ya da ilçeye gittiğiniz zaman, oranın eski
ismini kime sorsanız size söyler. Karşınıza çıkan ilk kişiye
sorun, bakkala veya çobana, hemen söyler size.
Bu çalışmayı yapmanın nesi zor, Allah
aşkına? Benim henüz 20 yaşında bir gençken, hatta çocuk
denecek yaştayken tek başıma yapabildiğim bir çalışmayı
koskoca hükümet mi yapmaktan acizdir? Eğer hükümet bu çalışma
için bir komisyon kurar veya kurul oluşturursa, bu komisyonda
yer almayı seve seve kabul ederim. Bu çalışma için bölgeyi
yıllarca karış karış gezmiş bir insan olarak her türlü katkı
ve göreve hazırım.
|