Birincisinin emperyalist paylaşım savaşı
olduğu konusunda tereddüt yok. Gayet sade ve
uygun bir tariftir. Ancak “İkincisi” için de
yapılması sakıncalı olmayan bu tarife, aynı
sadelikte şunun eklenmesini öneriyorum: Ve
aynı zamanda sosyalist devleti imha savaşıdır.
Bilir
misiniz, birincisinde Alman İmparatoru 2.
Wilhelm’in gizli Müslüman olduğu ileri
sürülmüştü. Arkasında saf tutup namaza
durduğuna dair yemin şart edenler vardı.
İstanbul’a, Abdülhamit’i ziyarete geldiğinde
Hacı Wilhelm diye karşılanmıştı Almanya
İmparatoru. Dik bıyıklıydı... Otuz sene sonra
bu defa ikincisinde yine bir Alman,
“Kafkasya’nın Baş İmamı” ilan edildi. Badem
bıyıklıydı. Cephede sünnetiyle, farzıyla
namazını kıldığını görenler vardı.
“Kafkasya’da ve Kafkasya Dışındaki Çerkesler”
adlı kitabında Kadir Natho çok değerli
bilgiler aktarır, ne güzel, bu vesileyle badem
bıyığın kimliğini de öğrenmiş oluruz:
“İşgalciler Adıgey, Kaberdey-Balkar ve
Karaçay-Çerkes halkına karşı iyi davrandılar.
Her fırsatta milliyetçiliği teşvik ettiler ve
dini özgürlük tanıdılar. Birinci Tank Ordusu
komutanı General Von Mackizen Müslüman oldu,
camilerde ibadet etti ve yerel adetleri
uyguladı. Hitler ‘Kafkasya’nın Büyük İmamı’
ilan edildi...” (s.339)
Alman
orduları yenilip Çerkesya’dan çekilirken,
“Büyük İmam”ın çağrısıyla Von Mackizen’in
ardında namaza duranlar sırtlarında ihanetin
ağır yükü olduğu halde mağlupların peşi sıra
ülkeyi terk edeceklerdir. Bunların sayılarının
15 bin civarında olduğunu öğreniyoruz Ahmet
Hazer Hızal’ın “Kuzey Kafkasya” adlı
kitabından. (s.117)
Öğretici bir kitap. “Şecaat arz ederken
sirkatin söyler” sözünün, “Kahramanlığını
anlatırken hırsızlığını ifşa eder” anlamına
geldiği biliniyor. Pek beğendiğim bu sözü
doğrulayıcı çokça anlatı var kitapta. Yazar,
Kafkasyalı Sovyet yurttaşların
“kahramanlıklarını” anlatırken işgalci Nazi
ordusuyla nasıl işbirliği yaptıklarını da ifşa
ediyor. Yani şecaat arz ederken, pek güzel,
pek öğretici olarak sirkatin eğliyor... Şimdi
Çerkes Bolşeviklerin destansı direnişine
geçmek için sabırsızlanıyorum ama “sirkatin”
olandan bir tane olsun örnek vermeme izin
verin. “Sirkatin”i ihanet anlamında
kullanıyorum 1941’de Nazi Almanya’nın
Sovyetler’e saldırmasını fırsat olarak
değerlendiren çıkarları sarsılmış eski düzenin
soyluları, din adamları çeşitli vaatler ve
kışkırtmalarla Nazi desteğini de yanlarına
alarak, Kafkas halklarını ayartma yoluna
gittiler. Bunda bir ölçüde başarılı
olduklarını da söyleyebiliyoruz. Ahmet Hazer
Hızal, halkın bir bölümünün ihanetini övünerek
güzel güzel yazarken, pekiştirmek için olmalı,
gözlemci olarak orada bulunan bir Alman
gazetecinin yazdıklarını da aktarıyor:
“Bilhassa yerli İslam unsurları ile aramız
iyi. Her tarafta gönüllü süvari birlikleri
kayıd ve teşkil olunuyor. Hazreti Peygamber’in
yeşil savaş bayrağı Alman bayrağı ile birlikte
dalgalanıyor. Sıkı bir emir icabı
Kafkasyalılara dost muamelesi yapılıyor.
Teşvik edici bir propaganda karşılıklı samimi
bir anlaşmayı sağladı...” (Kuzey Kafkasya,
s.109)
Kafkasya’da Kafkaslılardan oluşan lejyon
birliklerinin kurulmuş olduğunu öğreniyoruz.
Sizi
bilemem ama ben, dayımın savaş sonrasında
ihanet edenlere tepkisini çok ağır bulmadığımı
söylemek zorundayım. 25 milyonu aşkın
yurttaşını anayurt savunmasında kaybeden dayım
daha önce yazmıştım annesi Oset olduğu için
dayımgillerden olur, Stalin demek istiyorum,
pek de haksız olmamalı. Savaş sonrasında Yalta
Konferansı’nda Churchill, Roosevelt, Stalin’in
vardığı anlaşma gereğince “Sovyet esirlerinin
ve kaçkınlarının” iadesine karar verildi. İade
edilen kaçaklar “bir”e kadar, Karaçaylar ve
Malkarlar ile Çeçen ve İnguşlar çoğunluk
Sibirya’ya sürüldü.
Peki,
hepsi bu mu?
Değil.
Başlığı boşuna çekmedik göndere! Çerkesya’da
yerli halktan Bolşeviklerin Nazilere karşı
destansı bir direnişi var. Şimdi aradan
çekilip sözü Kadir Natho’ya bırakma cesaretini
gösteriyorum. “Cesaret” diyorum çünkü kendisi
süzme Bolşevik karşıtıdır, ne diyeceği belli
olmaz! 927 doğumlu olduğuna göre
araştırmalarının sonuçlarını da tanıklığıyla
test etmiş olmalıdır!
Uzatmadan, sözü Natho’ya bırakıyorum:
“Alman
işgali sırasında Maykop gerilla kuvveti 18
gruptan oluşuyordu (...) Yoğun olarak
Çerkesya’da (adıgey, Kaberdey-Balkar ve
Karaçay-Çerkes) faaliyet gösteren bu gruplar
fedakâr eylemleriyle düşmana ağır kayıplar
verdirdiler (...) Çerkesler İkinci Dünya
Savaşı’nda emsalsiz kahramanlıklarıyla dikkat
çektiler. Pravda gazetesi şunları yazmıştı:
Şimdi halkımızın ve dünyanın dikkati Kuzey
Kafkasya’ya odaklanmıştır. Fırtına bulutları
onun dağları ve yamaçları ile Kuban’ın vadi ve
ovaları üzerindedir. Hitler’in haydutları
Kuzey Kafkasya’nın derinliklerinde ilerleyerek
dağlara yaklaşıyor. Düşman Kafkasya’nın cesur
halklarının yurdu olduğunu, bağımsızlıkları
için savaşırken içlerinden korkusuz savaşçılar
çıkardıklarını, korkaklığın burada en utanç
verici suç olduğunu bilmiyor...”
Devamında şunlar var:
“Gerçekten de Çerkesler cesaretlerini İkinci
Dünya Savaşı’nın değişik cephelerinde
kanıtlamışlardı. Almanlar ile sadece
anayurtları Kafkasya’da savaşmayıp Moskova,
Leningrad, Stalingrad, Sıvastopol, Novorosis
ve başka yerlerde kahramanlık gösterdiler
(...) Adıgey’in 37 yerli vatandaşı Sovyetler
Birliği kahramanı olmuştur...” (s.341)
Benim
de son bir sözüm var: Hainlerimizle,
kahramanlarımızla bütün halklar gibi(yiz)
“biraz kuş dili, biraz kahve falı ve biraz da
düş...”
Josef’e
gelince, onun yeri başka... Elimde değil, eski
kafa işte, dedim ya, dayım olur! Şu sözü pek
yerindedir: “Çerkesler olmadan Kafkasya,
Kafkasya değildir!” (s. 342)
Meraklısına: Bu yazıda iki kaynak kullandım.
İkisi de Bolşevik karşıtıdır: Kadir Natho,
Kafkasya ve Kafkasya Dışındaki Çerkesler, Çev.
Ömer Aytek Kurmel, Kaf-Dav Yayınları, Ank.
2009 Ahmet Hazer Hızal, Kuzey Kafkasya
Hürriyet ve İstiklal Davası, Orkun Yayınları,
Ank. 1961.
|