Mutant kavramıyla çoğumuz Hollywood
filmlerinden X-Men serisi ile tanışmıştır.
Tabi bu kelimenin fantazileştirilmiş
karşılığı.
Sözlük anlamı: Gen yapısı
değiştirilmiş, değişmiş, mutasyona uğramış.
Grip virüslerinden tutunda aklınıza
gelen sayısız virüs, hava kirliliği, kimyasal
atıklar vb. sürecinde değişim geçirmiş ve
mutant virüsler olmuşlardır. Ağaç türlerinden,
hayvan türlerine, sebze meyve ürünlerine ve
insana kadar geniş bir alanda mutant tanımını
karşılayacak örnekler bulmak mümkün. Sosyal
alanda, kimlik ve davranış kalıplarında mutant
kavramının karşılığı benim ilgimi çeken. Bu
açıdan Türkiye ve Kürdistan toprakları zengin
örnekler sunuyor.
Türkiye devleti,
cumhuriyetin başından bu yana azınlıklara
yönelik uyguladığı asimilasyon politikasının
büyük oranda başarılı olduğu ve bugün
Anadolu coğrafyasında yaşayan azınlıkların
birer mutant topluluklara dönüştüğünü söylemek
yanlış olmaz. Asimilasyon politikasının
tutmadığı tek halk Kürtler olmuştur ki; bunda
hem nüfusun büyük oranda Kürdistan
coğrafyasında yaşaması, hem nüfus olarak büyük
bir halk oluşunun, hem süregelen direnme
geleneğinin payı büyüktür.
Diğer
yandan, mutant topluluğa dönüşme noktasında en
çarpıcı örnek ise Kafkasya kökenli azınlıklar
ve içlerinde en belirgini Çeçenlerdir. Aslen
Ermenilerden de önce, sürgün ve katliama
uğrayan halklardır Kafkasya halkları.
Osmanlı İmparatorluğu’nun gerileme sürecinde,
sınırlarını koruma ve asker ihtiyacı
temelinde, Kafkasya’yı anlaşmalı şekilde
Rusya’ya terketmesi, Rus işgali ve katliamları
ile milyonlarca insanın Karadenizi aşarak
Osmanlı İmparatorluğu’na sığınması sürecinde
işgal, katliam ve sürgün koşulları neticesinde
binlerce insan hayatını kaybetmiştir.
Osmanlı devleti, sürgünlerin bir kısmını
İstanbul’un korunmasına yönelik, Düzce-Sakarya
hattına yerleştirir. Bir kısmı Balkan
sınırına. Kürdistan coğrafyası sınırı boyunca
ve Suriye ve Ürdün’e uzanan bir hat boyunca
Kafkasya sürgünleri yerleştirilir.
Savaşçılıklarıyla ünlü bu halkların devletle
bağları her zaman güçlü olmuştur. Osmanlı
devletine asker olarak hizmet etmiş, zaman
içinde de devlet içinde makam ve mevki edilen
Kafkas kökenliler olmuştur. Keza Kafkasya
kızlarının Osmanlı sarayına yüzyıllar boyunca
cariye olarak gitmeleri, bu ilişkinin bir
diğer kanalıdır.
Kurtuluş Savaşı
sürecinde gerici Düzce-Adapazarı
ayaklanmasının temel gücünü devlete-saraya
yakınlığı bilinen Kafkas göçmenleri
oluşturmuştur. Diğer yandan aynı Kurtuluş
Savaşı sürecinde Çerkes Ethem gibi milli
kahramanlar çıkmıştır. Çerkes Ethem ve
kardeşinin güçlerinin gerilla tarzı, son
dönemlerinde Ankara’yı tehdit edebilecek
düzeyde kuvvetlenmeleri ve Sovyetlerle
görüşmeleri, Bolşevizim’den etkilenmeleri
temelinde Ankara tarafından siyasi
entrikalarla ortadan kaldırılmışlardır. Yine
de tüm bu dönemler boyunca Kafkasya
göçmenlerinin kendi dillerini konuştukları,
kendi gelenek ve göreneklerini güçlü şekilde
yaşattıklarını görebiliriz.
Cumhuriyetin Türk ırkçılığı temeli üzerine
oturtulmasıyla başlar asimilasyon ve
mutantlaşma süreci. Anadil; bir ulusun,
halkın ruhunun en önemli ve büyük parçasıdır.
Ama bu kadar da değil, aynı zamanda o ruhu
çoğaltan bir araçtır. Onu ulus ya da halk
yapan değerleri, ruhu anlaması,
içselleştirmesi ve bireyin o ulusa ya da halka
ait oluşunu sağlayan en önemli araçtır.
“Vatandaş Türkçe konuş” tabelaları ilk olarak
Kürdistan’da değil, Düzce ve Adapazarı
bölgelerinde asılır.
Cumhuriyetin başlangıç yıllarında, Kafkas
göçmenlerinin konuştuğu ondan fazla dil
varken, bugün bu dillerin büyük çoğunluğu
ortadan kalkmıştır. Görece büyük nüfusa sahip
Abhazlar, Çeçenler gibi topluluklarda da yaşlı
kuşaktan sınırlı sayıda insan anadillerini
konuşabilmektedir. Kafkas kökenli halkların
devletle içiçeliğinin, onların asimilasyon
sürecini kolaylaştırıcı etkisi ayrı bir
araştırma konusudur. Sonuçta asimilasyon büyük
ölçüde başarılmış ve mutant azınlıklar
yaratılmıştır.
Bir elinde Çeçenya
bayrağı, bir eliyle bozkurt işareti yaparak,
“Ne mutlu Türk’üm diyene” diye bağırıp, Kürtçe
konuştular diye Kürt işçileri ya da gençleri
linç etmeye koşan insanın, topluluğun
tarifidir mutantlaşma. Rus zulmüne karşı,
bozkurt işaretleriyle tepki gösterirken, Türk
devletinin Kürt halkına karşı giriştiği savaş
ve katliama alkış tutabilmektedir. Zihni ve
genleriyle böylesine oynanmıştır. Kendisi de
zulmlere ve katliamlara uğramış, sürgünü
yaşamış bir halk olarak, ezilen halklarla
empati yeteneğini kaybetmiştir. Kafkas
halk danslarından öte geçmeyen, diğer yandan
ırkçılık temelinde bir kimlik sahiplenişiyle
zehirlenmiş kuru bir ulusal onur duygusu
sözkonusudur.
Örneğin büyük kişilikler olarak, Kürt
halkının katliamında önemli roller oynayan ve
boğazına kadar Kürt halkına karşı işlenen
suçlara batmış “tak şak”cı paşa büyük kişilik
ve onur kaynağı olarak gösterilebilmektedir.
Bir işkenceci polis müdürü de sözde Çerkes
kökeni var diye övünç kaynağı olarak
sunulmaktadır. Keza bir mafya lideri salt
Kafkas kökeni nedeniyle göklere
çıkarılabilmektedir. Mutantlaşmanın sonucudur
bu.
Mutantlaşmış bu topluluk, sadece
Kürt halkına karşı değil, kendi halkına karşı
da benzer tutum almaktadır. İki büyük
imparatorluk arasına sıkışmış Kafkasya
halkları gibi küçük halkların kaderleri
bellidir sonuçta. Ama 1991 sürecinde yüzyılda
bir olabilecek bir fırsatı iyi değerlendiren
yetenekli asker ve önder Dudayev’le
bağımsızlığı yakalayan Çeçenya’nın yeniden
savaş yıkım ve bağımlılık sürecine
sokulmasında bizzat mutantlaşmış kişiliklerin
oynadığı rol önemlidir.
Suudi parası,
Vahabilik ideolojisi ve Kafkas kökenli Milli
İstiahbarat Teşkilatı (MİT) vb devlet
görevlileri eliyle, Çeçenya’nın bağımsızlık
ve yaşama şansı, Türkiye’nin koçbaşı rolü
üstlendiği Amerikan planlarına feda
edilmiştir. O zamanın sözde Türki
devletler, Büyük Türkiye Vizyonlu Projesi,
ABD’nin Rusya’yı enerji kaynaklarından uzak
tutma ve o bölgelerde tutunma projesiydi.
Enerji boru hattının geçtiği Çeçenistan bu hat
kesilsin diye yeniden karışıklık ve savaşa
sokuldu.
Milli, bağımsızlıkçı bu
oyunları görebilen ve Vahabiliğe karşı
komutanların, Rusların füzeleriyle
yokedilmelerinde, Erbakan’ın bu komutanlara ya
da o komutanların çok yakınındaki kişilere
hediye ettiği özel telefonların (füzelerin
komutanların bulundukları yerin
koordinatlarını bulmasında) nasıl bir rolü
olmuştur, bir soru işareti olarak kalacaktır.
Her şeye rağmen bu kısacık dönemde Çeçenya
halkı, kendinin kahramanı oldu. Kendine şan ve
şeref kazandırdı. Bunun ötesinde başka
devletlerin askeri olarak, o devletlerin
çıkarları için öldüler, o devletlere şan ve
şeref kazandırdılar.
Son örnek
Suriye’deki savaştı. İŞID saflarında ekilen
Vahabilik ideolojisinin ürünü yüzlerce Çeçen,
asker olarak savaştı. Bu savaşa müdahale eden
Rusya’da oraya Kadirov’un askerlerini
gönderdi. Yani Çeçenler, Çeçenlere karşı
başka bayrakların altında dövüştü. Hadi
buyurun buradan ulusal onur, şan ve şeref
çıkartın. Çeçen savaşçılığına övgüler dizin.
Yapamazsınız, yapmaya kalktığınızda da
mutantlığınızı ispatlamış olursunuz. Başka bir
bayrağın altında, başka bir devletin
üniformasıyla ve onun amaçları için dövüşen
kişinin Çeçenliği üzerinden ulusal değerler
üretmeye kalkmak ancak züğürt tesellisi ve
mutantlaşma durumudur.
Savaş sonrası
ağırlıklı İstanbul’a sığınan Çeçenya
göçmenlerinin yaşadığı ağır koşullar
bilinmektedir. Bu bir yana Türkiye’deki
kardeşlerinin koruyuculuğuna inanan bir dizi
komutanın, Rusların elindeki PKK’liler
karşılığı ya da PKK’ye yönelik tedbirler
karşılğı Ruslara verilmesi ya da suikastla
öldürülmelerine gözyumulması, verilen değerin
düzeyi anlamında ibretliktir.
Devlet,
Kürtlerin yanısıra, Kafkasya göçmenlerinin
kendi ulusal ve azınlık hakları bilincine
ermelerinin engellenmesi ve mutantlaşma
durumunun sürmesi için son derece dikkatli ve
titiz bir örgütlenme sürdürmektedir.
Gezi sürecinde, Çeçenya bayrağı ile
dil ve azıklık hakları temelinde sürece
katılan dernek başkanlarının ve üyelerinin
bizzat MİT tarafından ölümle tehdit
edildiklerini, o insanların cesareti ve
basına yaptıkları açıklamalar sayesinde
öğrenebildik. Bunun ötesinde, Alperen Ocakları
gibi direk kontgerilla örgütlenmelerinin,
Kafkas kökenli azınlıkların yoğun olduğu
yerlerde örgütlenmeye özel bir önem vermesinin
altını çizmek lazım.
Kafkas
derneklerinin varlığı, bir şekilde kendi
kimlikleriyle ilişkilenen Kafkas kökenlilerin
örgütlenme istek ve ihtiyaçlarının da bir dışa
vurumu. Bu derneklerin faaliyetlerinin halk
dansları dışına çıkmaması ve
mutantlaşmış bir ideolojinin yeni kuşaklara
empoze edilmesi için ciddi br faaliyet
yürütüldüğünü de eklemek lazım.
Ucu
bir şekilde Osmanlı devleti ve cumhuriyete
dokunacağı, keza sürgün tarihi işlendikçe,
başka halklara empati yeteneğinin artacağı
korkusuyla, yaşanan büyük sürgün ve katliamın
reddedilmeye çalışıldığı, buna yönelik
etkinliklerin engelllenmeye, etkisinin
azaltılmaya çalışıldığı görülüyor.
“Ekmek yenen sofra, ekmek yenen kap” gibi dil,
kültür ve azınlık hakları gibi demokratik
taleplerle hiç bir alakası olmayan demogojik
argümanlarla bu talepler oluşmadan boğulmaya
çalışılıyor. Ve bütün bunlar öncelikle, bu
derneklere yerleşmiş mutantlaşmış grup ve
kişiler eliyle sürdürülüyor.
Yine de
zaman zaman demokratik azınlık hakları
temelinde mücadeleyi yükselten ve
mutantlaşanlarla mücadeleye tutuşan kişi ve
grupların varlığı, “Yalnız Kurt’’un
bugün zayıf olsa da ruhunu koruduğunun
mesajını veriyor.
|