...................
...................
ANILARIN SERPİLDİĞİ TOPRAKLAR

ÇETAO Nadir Yağan
Maykop, 11.07.2008

                         
...................
...................

Yukarıda yüksek çam ormanları, karşıda uzun ve yüksek bir dağ sırası daha. Dağların arasında bir ova. Bir tarihten güç alır gibi yaslanırım onlara.

Burası hayatın temellerini öğrenip sonra da içinden çıkıp önce okumak için büyük şehirlere sonra çalışmak için başka yerlere ve en sonunda anavatan Kafkasya'ya gittiğim, geriye dönüp özlemle andığım tek yer. Küçük ama büyük hayatlar barındıran köyüm. Saf komşulukların, yardımlaşmanın, menfaatsiz ilişkilerin, temiz suların, temiz gıdaların, temiz yüreklerin, kısacası saf insanlığın gözümdeki son kalesi.

Geçmişin topraklarına yirmi yıl aradan sonra ayağını bastığında huzurla karışık bir hüzün dolar içine. Kökü toprakta kalmış, yaprakları aşağı doğru uzayan bir dut fidanı gibisindir. Hayatının bir yanı o topraklara aittir diğer yanı bir başka topraklara.

Ağaçlarının gölgesinde yanı başınıza oturan çocukluk arkadaşlarınız eskilerden bir şarkı gibi konuşurlar sizinle. Köyde yaşayan akrabalardan biri rehberlik eder, anlatıp durur toplanan kalabalıktaki bir zamanlar tanıdık olan yüzleri. Yakın akrabaların uzak insanlarından bahsederler. Uzakta kalmış yılların hatıraları düşer bir bir. Bir ölüm çıkagelir o hikayenin içinden. Onlarca yıl girmiştir o uzak araya. Bir şeyleri götürmüştür. Kaybetmiş, kaçırmışsındır anıların serpildiği bu toprakların kokusunu.
Sabah gözünü açıp da pencereden Kazkayası'nın çıplak kayalarını, çam ve incir ağaçlarını gördüğünde kendi çocukluğunun masal gibi rüya gibi tüller ardında kalmış günlerine oradan daha uzak geçmiş zamanlara, yakından tanıdığın çağlara uzanır içinde bir şeyler. İnsanın içine sinen ne olsa ne görse ne duysa ne bilse ne yaşasa insanın içinde hep kalan o güzide mutluluk!

Bugün dünyanın en güzel coğrafyasında yasıyor olsan da hepsi birer hatıra olan o yaşayış, o huzur hala gözlerini kapadığında aradığın en seçkin duyguların hatırlatıcısıdır.

Yağmur sularıyla çoğalan yaz sıcaklarıyla azalan Kızılırmak süslerdi sırtını çam ormanlarına, dağlara vermiş köyümüzü.

Çocukken kimi zaman bana kader olarak belirlenmiş olduğunu düşündüğüm etrafı dağlarla çevrili bu alanın içinde canım sıkılır çekip gitmek isterdim nereye olursa. Evimizin etrafındaki dağ ve üstündeki tepeleri büyük bir engel olarak karşıma dikilmiş görürdüm. Sonraları sürekli rüyalarıma giren o dağlar, tepeler olmasa sanki gidecektim de onlar bana engel olacakmış gibi gelirdi. Onlara doğru yürümek ve en üst noktasına çıkıp ötesindeki dünyayı gözlemlemek isterdim. Çareyi içimde bulur ona sığınır yolculuklarımı içimde başlatırdım her köy çocuğu gibi

Baharla birlikte uzak diyarlardan hacı leyleklerin gelişi biz çocukların hayatına mutluluk katardı köyde. Derlerdi ki yılın ilk leyleğini uçarken gördüysen bu sene sana yollar açık. Köyün dışına çıkıp bir yerlere gezmeye gidebileceksin.

En son seksenli yılların sonunda köyle iletişimim kopmadan önce gördüm leyleği. O günlerden sonra ne havada ne yuvasında tek bir leylek görmüşlüğüm yoktur nedense.

Artık ne yazık ki imkansız arazilerinin tamamı ve evlerin yüzde doksanı Altınkaya Barajı suları altında kalmış, insanları metropollere savrulmuş köyümüzde tekrar yaşamak. Zaten zor ya da imkansız olduğu için o anılar hafızamda hep müthiş bir tat olarak kalmıştır belki de.

Bizim Çerkeslerin hikayesi hep bir yer değiştirme hikayesidir aslında. Her zaman özlem yanmış yüreklerde. Uzağa gidenin özlemi ayrı bir acı, uzakta olup sevdiklerini özleyenin özlemi başka bir acı olarak dillerde “ğıbze” olmuş. Kimi “halifenin ülkesidir” demiş, düşmüş yola, kimi zorla düşürülmüş , kimi yeni yurtlarında “okuma sevdasıyla” uzaklığı kendine yol edinmiş.

Bir zamanlar köyden şehre bakarak hayal kuranlar, bugün şehirden köye bakınca “özlem” koklar olmuşlar.

Artık önümde dağ yükselmiyor. Başka yerlere gitmek için kendisini arkama aldığımdan beri anlıyorum ki sadece köyümden ayrılmamışım, biraz da kendimden ayrılmışım. Çocukluğuna karışan çocukluğunu kuran coğrafyayı özleyen bir gün ziyaret için dahi olsa oraya gitmek isteyen her insan gibi özlüyorum Kafkasya’nın Hajemukohable köyünden 1888’çıkan dedelerimizin kurduğu ve tam yüz yıl sonra 1988’de Altınkaya Barajı suları altında kalan köyümü. Düşündükçe bütün bir çocukluğuma yürüyor gibi hissediyorum kendimi.

Siz nereye giderseniz gidin zaman geçtikçe doğduğunuz ve çocukluğunuzun geçtiği yer sizi hep kendisine doğru çeken yer oluyor.