Yukarıda yüksek çam ormanları, karşıda uzun ve
yüksek bir dağ sırası daha. Dağların arasında bir
ova. Bir tarihten güç alır gibi yaslanırım onlara.
Burası hayatın temellerini öğrenip sonra da içinden
çıkıp önce okumak için büyük şehirlere sonra
çalışmak için başka yerlere ve en sonunda anavatan
Kafkasya'ya gittiğim, geriye dönüp özlemle andığım
tek yer.
Küçük ama büyük hayatlar
barındıran köyüm. Saf komşulukların, yardımlaşmanın,
menfaatsiz ilişkilerin, temiz suların, temiz gıdaların,
temiz yüreklerin, kısacası saf insanlığın gözümdeki son
kalesi.
Geçmişin topraklarına yirmi yıl aradan sonra ayağını
bastığında huzurla karışık bir hüzün dolar içine. Kökü
toprakta kalmış, yaprakları aşağı doğru uzayan bir dut
fidanı gibisindir. Hayatının bir yanı o topraklara
aittir diğer yanı bir başka topraklara.
Ağaçlarının gölgesinde yanı başınıza oturan çocukluk
arkadaşlarınız eskilerden bir şarkı gibi konuşurlar
sizinle. Köyde yaşayan akrabalardan biri rehberlik eder,
anlatıp durur toplanan kalabalıktaki bir zamanlar
tanıdık olan yüzleri. Yakın akrabaların uzak
insanlarından bahsederler. Uzakta kalmış yılların
hatıraları düşer bir bir. Bir ölüm çıkagelir o hikayenin
içinden. Onlarca yıl girmiştir o uzak araya. Bir şeyleri
götürmüştür. Kaybetmiş, kaçırmışsındır anıların
serpildiği bu toprakların kokusunu.
Sabah gözünü açıp da pencereden Kazkayası'nın çıplak
kayalarını, çam ve incir ağaçlarını gördüğünde kendi
çocukluğunun masal gibi rüya gibi tüller ardında kalmış
günlerine oradan daha uzak geçmiş zamanlara, yakından
tanıdığın çağlara uzanır içinde bir şeyler. İnsanın
içine sinen ne olsa ne görse ne duysa ne bilse ne yaşasa
insanın içinde hep kalan o güzide mutluluk!
Bugün dünyanın en güzel coğrafyasında yasıyor olsan da
hepsi birer hatıra olan o yaşayış, o huzur hala
gözlerini kapadığında aradığın en seçkin duyguların
hatırlatıcısıdır.
Yağmur sularıyla
çoğalan yaz sıcaklarıyla azalan Kızılırmak süslerdi
sırtını çam ormanlarına, dağlara vermiş köyümüzü.
Çocukken kimi zaman bana kader olarak belirlenmiş
olduğunu düşündüğüm etrafı dağlarla çevrili bu alanın
içinde canım sıkılır çekip gitmek isterdim nereye
olursa. Evimizin etrafındaki dağ ve üstündeki tepeleri
büyük bir engel olarak karşıma dikilmiş görürdüm.
Sonraları sürekli rüyalarıma giren o dağlar, tepeler
olmasa sanki gidecektim de onlar bana engel olacakmış
gibi gelirdi. Onlara doğru yürümek ve en üst noktasına
çıkıp ötesindeki dünyayı gözlemlemek isterdim. Çareyi
içimde bulur ona sığınır yolculuklarımı içimde
başlatırdım her köy çocuğu gibi
Baharla birlikte uzak diyarlardan hacı leyleklerin
gelişi biz çocukların hayatına mutluluk katardı köyde.
Derlerdi ki yılın ilk leyleğini uçarken gördüysen bu
sene sana yollar açık. Köyün dışına çıkıp bir yerlere
gezmeye gidebileceksin.
En son seksenli
yılların sonunda köyle iletişimim kopmadan önce gördüm
leyleği. O günlerden sonra ne havada ne yuvasında tek
bir leylek görmüşlüğüm yoktur nedense.
Artık ne yazık ki imkansız arazilerinin tamamı ve
evlerin yüzde doksanı Altınkaya Barajı suları altında
kalmış, insanları metropollere savrulmuş köyümüzde
tekrar yaşamak. Zaten zor ya da imkansız olduğu için o
anılar hafızamda hep müthiş bir tat olarak kalmıştır
belki de.
Bizim Çerkeslerin hikayesi hep bir yer değiştirme
hikayesidir aslında. Her zaman özlem yanmış yüreklerde.
Uzağa gidenin özlemi ayrı bir acı, uzakta olup
sevdiklerini özleyenin özlemi başka bir acı olarak
dillerde “ğıbze” olmuş. Kimi “halifenin ülkesidir”
demiş, düşmüş yola, kimi zorla düşürülmüş , kimi yeni
yurtlarında “okuma sevdasıyla” uzaklığı kendine yol
edinmiş.
Bir zamanlar köyden
şehre bakarak hayal kuranlar, bugün şehirden köye
bakınca “özlem” koklar olmuşlar.
Artık önümde dağ yükselmiyor. Başka yerlere gitmek için
kendisini arkama aldığımdan beri anlıyorum ki sadece
köyümden ayrılmamışım, biraz da kendimden ayrılmışım.
Çocukluğuna karışan çocukluğunu kuran coğrafyayı özleyen
bir gün ziyaret için dahi olsa oraya gitmek isteyen her
insan gibi özlüyorum Kafkasya’nın Hajemukohable köyünden
1888’çıkan dedelerimizin kurduğu ve tam yüz yıl sonra
1988’de Altınkaya Barajı suları altında kalan köyümü.
Düşündükçe bütün bir çocukluğuma yürüyor gibi
hissediyorum kendimi.
Siz nereye giderseniz gidin zaman geçtikçe doğduğunuz ve
çocukluğunuzun geçtiği yer sizi hep kendisine doğru
çeken yer oluyor. |