Moskova...
Yüzlerce değişik öykünün, binlerce kahramanının
toplandığı yer burası.
Kimi işi, kimi aşkı yüzünden burada. Ne zaman iki kişi biraraya gelsek -ki üyesi olduğumuz
forumlarda da en çok tartışılan konulardan biri- hemen
biri başlar:
- Off ya, ne soğuk hava birader!
- Sorma, resmen buz tuttum. Üstelik gelirken arabayı
militsya durdurdu. Zaten trafik keşmekeş!
|
Fotoğraf: Olga Maleeva
Moskova |
Bu diyalogun sonu olmaz genelde. Moskova tam anlamıyla
bir sorunlar şehridir. Soğuğu, bürokrasisi, polisi, bazı
insanların kabalığı derken liste uzar gider. Oysa
Türkiye’den buraya bakan arkadaşlarımız, sadece “malum”
konuları bilirler, fırsatı olsa koşarak gelecek! Geçen
gün yeni tanıştığım bir arkadaşımla yine bu konulardan
bahsediyoruz. Kendisi bu şehirde 1 yılı doldurmuş ve
bana söylediği ilk fırsatta geri dönmek istediği, sadece
Rus eşi yüzünden burada kaldığı şeklindeydi. Üstelik
çalıştığı yerden de aldığı maaş, Moskova şartlarına göre
oldukça düşük. Tabi konuya onun açısından bakınca haklı;
özellikle içinde bulunduğumuz kış mevsiminde, hangi
konuyu tutsanız elinizde kalıyor. Biraz moral vermek
istedim, birtakım şeyler söyledim ama ne kadar etkili
oldum bilemiyorum tabi.
Aslında duruma biraz daha dışarıdan bakıp, bir
özeleştiri yapmak şart gibime geliyor. Bu şehirden en
çok şikayet edenlerin aslında kendilerini tam olarak
buraya yerleştirememiş, aklında her zaman geri dönme
planı olan kişiler olduğunu gözlemliyorum. Doğal olarak,
Türkiye’de sahip olunan şartları, kültürü, arkadaşlık ve
dostluğu burada bulamayınca şehrin kendisine ve
insanlarına karşı hemen bir tepki oluşuyor. Oysa bu
insanlar, tüm tarihleri boyunca zaten böyleydiler.
Birçok badireler atlattılar; tarihleri oldukça
hareketli, karışık, zaman zaman kaotik ama yüzyıllardır
yerleşik bir hayat düzenleri var, Moskova’da yaşam bu
şekilde. Dolayısıyla bizim açımızdan evrim teorisi
burada da işlemiş gibi gözüküyor; ortama ayak
uydurabilenler -görece- mutlu oldular, ayak
uyduramayanlar ise buhran sahibi.
Çocukluk idollerimden Bruce Lee, bildiğiniz gibi sadece
oyuncu ve Uzakdoğu savaş sanatları ustası olarak
anılmaz, kendi alanında filozof sayılabilecek bir
kişiliğe sahiptir. Efsane filmlerinden “Ölüm Oyunu –
Game of Death (1978)” filminde, 5 katlı bir tapınağın
her katında ayrı stilde dövüşen biriyle karşılaşır,
hepsini sırayla alteder. Ustayı zevkle izlerken, bize
aktarmak istediği mesaj, sanırım Moskova’da yaşayıp
buranın tüm sorunlarıyla yüzleşmek zorunda kalan hepimiz
için bir yol göstericidir:
"Empty your mind. Become formless and shapeless like
water. When water is poured into a cup, it becomes the
cup. When water is poured into a teapot, it becomes the
teapot. Be water, my friend."
Yani diyor ki: “Zihnini arındır. Su gibi şekilsiz ve
biçimsiz ol. Suyu bir kaba boşalttığında, o kap olur.
Çaydanlığa döktüğünde çaydanlık olur. Su gibi ol
arkadaşım!”
Aslında bu mesajı tamamen kendimizden sıyrılmak,
kurtulmak şeklinde almamız gerekmiyor ama bu şartları
çok zor olan şehirde, kendimizi biraz su gibi kabul
edip, içinde bulunduğumuz kaba uyum sağlamamız, sanırım
birçok olumsuz faktörü elememize sebep olabilir. İşte o
zaman, Moskova’nın sahip olduğu zenginliklerden,
kültüründen, yaşam tarzından alacağımız haz, gün geçtikçe
artacaktır.
Hepimize sağlıklı, sıcak ve mutlu Moskova günleri
dilerim. |