...................
...................
MOSKOVA YAZILARI   -2
Yaşam Korkusu

Keremcan Gümüştaş

                         
...................
 
...................
Arka arkaya “sanal yaşam” üstüne kurulu 2 film izleyince, insan kendini bir garip hissediyor. Malum, bu fikirlerin dayanağı oldukça eskiye dayansa da, günlük hayatımıza Matrix filmiyle girdiği aşikâr. Sürdürdüğümüz hayatın aslında gerçek olmadığı, gerçeğin ne olduğunun bilinmesinin ise oldukça zor olduğu bir ortamdı Matrix. Üstüne tonlarca yazı yazıldı, “Matrix ve Felsefe” gibisinden kitaplar bile basıldı. Son dönemde izlediğim filmlerin ilki ise, Bruce Willis’in başrolünde oynadığı “Surrogates – Suretler”, diğeri ise Gerard Butler’ın oynadığı “Gamer-Oyuncu”.
 

Arada şöyle bir fark var; Matrix’deki durumda, kişilerin seçme şansı yok, onlar kendileri dışında oluşturulmuş sistemin bir parçası durumundalar. Surrogates-Suretler’de ise, insanlar günlük yaşamda kendilerinin yerini alan, dolayısıyla istedikleri görünüşte olabilen, düşünceye bağlı bir sistem ile kontrol edilebilen robotları kullanıyorlar. Dolayısıyla kimsenin güvenli ortamından (evlerinden vs) çıkmasına gerek kalmadan, fiziksel olarak yorulmadan çalışabiliyorlar, dışarıda gezebiliyorlar. Gamer-Oyuncu’da ise durum biraz daha farklı. İzlerken bana “Total Recall-Gerçeğe Çağrı” filmini hatırlattı; bu filmdeki durum ise, insanların başka gerçek insanları kontrol ettikleri bir oyun üstüne kurulmuş. Filmlerin sanatsal yeterlilikleri üzerinde durmayacağım, benim için önemli olan sahip oldukları toplum kavramı.
 

1984, Yön: Michael Radford

Bu tip filmlerin çıkış noktaları, aslında bize yabancı değil. Temeline baktığımız zaman genel olarak bir “korku toplumu” fikrini görmekteyiz. Güvenli alanımızdan dışarı çıktığımız zaman bizi bekleyen o kadar çok gerçek ya da uydurma tehlike var ki; hem kendimizi hem de sevdiğimiz insanları tehdit eden bu korku, bahsettiğim “sanal yaşam” fikirlerinin gelişmesine, hatta kabul edilebilir olmasına zemin hazırlıyor. Toplumu bir paranoyaya sürüklediğini görmemek mümkün değil. Bu tip fikirlerin yerleşmesi, tahmin edilebileceği üzere, komşuluk ilişkilerinden tutun sokakta yürümemize kadar bizi etki altına alıyor. Giderek bir bireyselleşme ve “bana dokunmayan yılan bin yaşasın”cılık hakim oluyor. Maalesef, “büyükşehir”de modern yaşamın getirdiği olumsuzluklardan biri bu.

Eğer konuyu ilerletirsek, bu fikirlerin insanı giderek daha fazla yalnızlığa ittiği de bir gerçek. Üstelik, Rusya gibi 1991’den sonra oldukça büyük sayılan bir devrimin gerçekleştiği ve değişimin yaşandığı bir ülkede (SSCB’nin tarihe karışması), bu kavramları net bir şekilde görebiliyoruz. Açıkçası SSCB döneminde –doğal olarak- burada değildim. Sahip olduğum bilgi, insanların bana anlattıklarından ve bir kısım izlediğim filmden ibaret. Dolayısıyla bu konunun o zamanlardaki durumu hakkında bir fikir öne sürmeyeyim. Ama şu anda Moskova’da sürdürdüğüm hayata dışarıdan bir gözle baktığım zaman, sokakta sorduğum bir soruya cevap vermeden kaçanları, hint asıllı komşumun farkedilmemek için midir nedir, anlamadığım bir şekilde, kapısını hızlı hızlı açıp kapayıp bir sürü kilit kullanmasını (1 yıldır kendisinin yüzünü görebilmiş değilim bu arada), marketteki kadının ingilizce bilmesine rağmen benimle bu dilde konuşmak istememesini (ayrı bir öykünün konusudur) hep bu sebeplere bağlayasım geliyor. İşin acı tarafı da, aslında bazı yönlerden sahip olunan bu paranoyanın birtakım gerçek olaylara dayanması oluyor. Bunun fiziksel zararı tabii ki kaçınılmaz, büyükşehirde yaşayanlar arasında stres kaynaklı panik-atak en büyük dertlerden biri.


Gelmek istediğim nokta aslında şu: Bahsettiğim, kendi güvenli alanımızda, zarar görmeden dışarıda olabileceğimiz bir sistem inşa edilse –Surrogates filmindeki gibi- acaba kaç insan bunu istemezdi? Veya karşı çıkardı? Ki bu teknolojinin temelleri çok ilkel de olsa yavaş yavaş atılmakta. İçinde yaşadığımız toplum bireylerinin birbirleriyle olan 100 ya da 500 yıl sonraki –ki o zamana kadar insanlığın devam edeceğini varsayıyorum- ilişkileri sosyal yönden acaba hangi durumda olacak? “Korku Toplumu”na dair kavramlar acaba hangi boyutlara varacak? İşte bunlar, son zamanlarda bana üzerinde kafa yorulacak ilginç fikirler olarak geliyor.