AİLE VE ULUS
Son yüz elli yılda insan yaşamı yeni teknolojik gelişmeler
nedeniyle tanınmayacak kadar değişti. Çalışma koşullarının
değişmesiyle, bunlara dayalı olan yaşam biçimleri de değişime
uğradı.
Aile ulusun temeli olarak tarihte yer almıştı. Ancak teknolojik
gelişmeler bunu değişime uğrattı. On dokuzuncu yüzyılın ikinci
yarısından itibaren kadın, ev içinde gördüğü işlerden ayrı olarak
başka bir işle daha uğraşmak zorunda kaldı. Bu, aile düzeninin
bozulmasında insanoğlunun attığı ilk adımdı. Ev kadını, anne günde
8-10 saat çocuklarından ayrı çalışmak zorunda kalmıştı. Endüstri
insanlığı ileriye oturuyordu. Ancak bunun karşılığında kişiye;
aileye ve topluma bir bedel ödetiyordu. İnsan eğitiminde ailenin
rolünü azaltan ikinci adım ise çocuğun aile ortamından uzakta
yetiştirilmeye başlanmasıdır. Hamisiz kalan çocuk; sokakların ve
çocuk yuvalarının eğitimine terkedilmişti.
Üçüncü adımda ise çocuğa milliyet bilincinin aşılandığı, Adige’nin
Adige, Rus’un Rus olma bilincini edinmiş olduğu ailenin elinden,
tüm dünyayı saran yeni enformasyon ağı nedeniyle bu imkan alınmış
oldu.
Oluşan bu yeni şartlar nedeniyle aile ulusun yaşamındaki
etkinliğini kaybetmiştir. Büyük küçük ulus ayırt edilmeksizin
hepsinin durumu böyledir.
Eskiden aile çocuğunu ulusunun yaşamı ve tarihi ile ilgili en
uygun bilgilerle donatabilir, onu ulusunun bir ferdi olarak
yetiştirebilirdi. Şimdi ise onu yeryüzünü saran zararlı
enformasyondan korumu imkanına sahip değil.
Bu nedenlerle tüm uluslar varlıklarını koruyabilmek için
umutlarını okula ve eğitime bağladılar. Bugün yeryüzünde mevcut
beş bin dolayındaki halk 226 ülkede yaşıyor. Her halk dilini,
kültürünü korumak için devlete güveniyor.
Adigeler gibi çeşitli ülkelerde dağınık olarak yaşayan halkların
durumları ise daha da zor. Dış ülke Adigeleri 45 ayrı ülkede
yaşıyorlar. Yeryüzündeki tüm Adigelerin nüfusları 5-6 milyon
olarak tahmin ediliyor. Dünyanın her yerindeki Adigeler şayet
ulusal dillerini biliyorlarsa iki dilde konuşuyorlar. Bunların
içinden bir mesleği yerine getirecek derecede Adigece bilenlerin
sayısı da oldukça azdır. Onlar; Adigelerin yaşadıkları üç
cumhuriyette gazete, radyo ve televizyonda görev yapanlar,
yazarlar, şairler ve Adige dili edebiyatı öğretmenleridir. Onların
sayıları binlerce değil, yüzlerledir. Bu durumda her yerde
yaşamakta olan Adige işini bir başka halkın diliyle
-Rusça, Türkçe, Arapça, İbranice, Almanca, İngilizce, Fransızca-
yerine getirmektedir.
Böylesine zor duruma düşmüş olan ulusu koruyacak olan onun
dili ile birlikte xabzesidir. Xabzeyi dili kaybetmiş olan kişinin
de yaşama imkanı vardır ancak dil ile xabze birlikte olurlarsa
Adigelerin ömrü daha da uzayabilir.
Bugün eğitim ve bilimle ilgili devlet organları, dil ile xabzeyi
gençliğin eğitiminde yeteri gibi kullanırlarsa Adigeliğin
korunmasına önemli ölçüde destek olmuş olacaklardır.
KIZ ODASI (PŞAŞE VUNE)
Adigelerin en önemli ulusal geleneklerinin başında kız odası
gelmektedir. Kadını özgür ama korumalı, düşünceleri hür ama xabze
kurallarıyla sınırlı, sosyal ilişkilerde etkin, ulusal düşünce ve
yaşam tarzını benimsemiş, ulusal düşüncenin oluşmasına katkı
sağlayabilen bir fert olarak yetişmesi için kız odasından daha
etkili bir kurum olamaz. Kız odasında hem kişinin hem de ulusun
geleceği birlikte oluşturuluyordu.
Ailesi tarafından kızın olgunluk çağına geldiği kabul edildiğinde
kız odası oluşturulur, oda kız kardeşlerden en büyüğüne ait
olurdu.
Kız odasının ziyaretçileri erkeklerdi. Onlar yaşlarına ve
amaçlarına göre şu şekilde gruplandırılabilirler:
- Kendilerine eş aramakta olan gençler,
- Evli, orta yaşlı, güzel konuşma yeteneği olan, özgür düşünceli,
arkadaşları ile birlikte sohbet edecek kız arayanlar,
- Yaşlı, deneyimli, çok görmüş, ününü artırmak isteyen, bu amaçla
ünü duyulmuş kızın odasını ziyaret edenler.
Kızın tüm bu guruplardaki erkeklerle sohbet edebilmesi,onların
sorularını gereği gibi cevaplayabilmesi gerekirdi.
Aklı, düşüncesi, hitabet ve görüntüsüyle ziyaretçilerinin
ilgilerini çekebilen kızların odasını bir gurup terk ederken öbür
gurup ziyarete gelirdi.
Kızın ailesi kız odasının ziyaretçileri ile ilgilenmez, onları
ağırlamakla sorumlu olmazlardı. Aile konuk evine -haçeş- gelenleri
ağırlamakla sorumluydu.
Adige ülkesinde tanınmış, yaşlı bir erkek kızın ailesinin konuğu
olduğunda kızın onu haçeşte selamlaması gerekirdi. Bu da konuğa
sofra kurulmadan el yıkama zamanına rast getirilirdi. Konuk ta
aynı gün veya ertesi günün akşamı, kızın yakınlarından birini
yanına alarak kız odasına ziyarete gidebilirdi. Bu konuğun evden
ayrılacağı günün bir önceki akşamına rast getirilirdi. Konuk, hane
sahibini onere etmek istiyorsa, kız odasına yapılan ziyaret büyük
önem taşırdı.
Adige erkeğinin yiğitliğini gösterme yeri sadece savaş alanı
değildi. Ulusuna değer veren erkeğin, kadına güzel söz söyleme,
ona değer verme, saygı gösterme sorumluluğu vardı. Efsaneye göre,
kadına değer veren ve ona saygı duyan kişilere yiğitlik ödülü
verilirdi. Yiğitliği bu şekilde tanımlayan çok fazla halk yoktur
yeryüzünde ve Adigelerde bunlardan biridir.
Kişinin erkek olarak kabul edilebilmesi için, gerekli olan diğer
şartlarla birlikte kardeş saydığı bir bayan arkadaşının da
bulunması, onun güvenini kazanmış olması gerekirdi. Erkeğin kadın
için yapabildikleri yiğitliğin nişanesi kabul edilirdi.
Günümüzde her ülkenin uygarlık düzeyinin ölçüsü kadının toplumdaki
yeri ile ölçülmektedir. Bu açıdan Adige yaşam tarzına baktığımızda
hayret uyandıran bir çok şey görmekteyiz. Eş seçme geleneği de
bunlardan biridir. Adigelerin bu konuda gençlerine tanımış
oldukları serbestliği başka uluslarda fazlaca göremeyiz. Bu da kız
odası sayesinde mümkün olmaktaydı. Kız, baba evinde iken bir çok
erkekle tanışma ve içlerinden kendi için uygun olanını seçme
imkanına sahipti.
Erkek içinde aynı imkanlar mevcuttu. O da her istediği kızın evine
girebilir, kızla serbestçe konuşabilirdi.
Düğünlerde, gece toplantılarında -Çeşdes-,Yaralıların tedavi
eğlencelerinde -Çaps- gelin odalarında kız ve erkeğin görüşüp
konuşma imkanları vardı.
Önüne çıkan eş adayları arasından aklı ve duyguları ile birini
seçtiğinde, yine tekrar tekrar düşünebilmek için xabze imkanlar
tanıyordu. Birbirlerine anlaştıklarına kanıtlayan bir madde –avuj-
verdikten sonra da taraflardan birinin bundan vazgeçme hakkı
vardı. Bu uygulama sayesinde gelecekte olması muhtemel
anlaşmazlıklar olmadan önlenmiş oluyordu. İnsanın psikolojik
özelliklerini dikkate alan xabze, kıza evlenme kararından vazgeçme
hakkı tanıyordu. Kız erkeğin evine gittikten sonra dahi fikrini
değiştirerek kız tarafından son düşüncesi sorulmak üzere
gönderilen erkekle birlikte baba evine döndüğü takdirde
geleneklere uygun davranmış sayılır ve baba evine kabul edilirdi.
Nikahın yazılması esnasında yine taraflardan biri yanılmış
olduğunu ve evlenmekten vazgeçtiğini beyan ederse evlilikten
vazgeçilmiş olunurdu.
Xabze gençlere evlenme kararlarını verdikten sonra istemedikleri
takdirde bundan vaz geçmek için böylesine geniş imkanlar
tanımıştı. Çünkü aile toplumun temeliydi ve sağlam temellere
dayanmadığı takdirde geleceğin iyi olmayacağı deneylerle
kanıtlanmıştı. Tüm bu aşamaları geçerek evlenme kararını
uygulamaya koymuş gençler içinde artık bu yoldan dönüş olmazdı. Bu
aşamalardan geçtikten sonra oluşan evliliği bozmayı, çocukları
ortada bırakmayı ne toplum,ne tarafların aileleri ve nede xabze
uygun bulmazdı. Bu şartlarda evlilik yapmış olan iki kişiye düşen
görev önlerindeki yaşamı güzelleştirmek, sevgi ve saygı temelinde
el ele çocuklarını yetiştirmekti.
Tüm bunların gerçekleşmesi ise kız odası sayesinde mümkündü. |