İyilik
yoluyla elde edilemeyen şey, kötülük yoluyla hiç elde
edilemez. İnsanın kendi kendisini koruyacak ve kötülüklerden
uzak duracak bir biçimde eğitilmesi gerekir. Genç ya da çocuk,
ikiyüzlü/sinsi olmazsa, toplumca benimsenmiş kurallara uyan
biri olursa, amaca ulaşılmış olur. Davranışlar, gelenek ve
görenekler, tıpkı bir giysi gibidir. Giysi giyilir
çıkarılır ya da değiştirilir. Gelenek ise, değiştirilen, satılan
ve satın alınan bir şey değildir. İnsanlar arasında güvercin
gölgesi ya da koyun postuna bürünmüş bir kurt gibi dolaşıp
duruyor, kimsecikler de senin farkına varmıyorsa, ortada bir
tehlike vardır ve geleneğin bir anlamı kalmaz.
* Burada
her bir bireyin dikkat etmesi gereken şey, kişinin kalbini ve
aklını kullanarak, kendisine yapılmasını istemeyeceği şeylerin,
başkalarına yapılmasına karşı çıkacak biçimde bir kişilik
kazanması için çalışılması olabilir. O zaman gelenek ile anlayış
ya da akıl çatışmaz, her ikisi birlikte bir dayanışma içine girer.
Çocuk, geleneğin uygulandığını ve saygı ile karşılandığını
görürse, gördüklerinden etkilenmeye başlar, üstelik o geleneği bir
de içselleştirirse/kendi yaşamının bir parçası haline getirirse,
ortaya harika bir birey çıkar! Öyle bir çocuğun temiz kalpli,
özgür düşünceli, sözü ve özüyle bir, örnek bir kişi olacağı
bilinir.
Çocuklar, aile
içindeki büyüklerini, zor durumlarında bir dayanak ve danışmanları
olarak görmelidirler, bundan çekinilmemelidir, bunun sakıncalı bir
yanı olamaz. Çünkü ”Güzelin karşılığı yine güzeldir” (дахэм дахэ
ипэгъок1). Kişinin tutkalı, yine kişidir (Ц1ыфым ищэпсыр ц1ыфы).
Büyük olsun, küçük olsun, tüm insanların, her bir bireyin,
tartışmasız, hiçbir bireyin bir başkasının kopyası olamayacağı,
her bir kişinin ayrı bir dünya olduğu gerçeği bilinmelidir.
Geleneğe uygun
olarak hareket edersen, senin davranışların, bu davranışlarının
kaynaklandığı duygu ve düşünceler, seninle aynı değerleri paylaşan
başkaları tarafından algılanır. Geleneğin işlevi/amacı, iki
kişinin birbirini dostça karşılamasını sağlamak, kişilerin
hareketleri, oturup kalkmaları ve benzeri davranışları yönünden
uzlaşmalarını ve dayanışmalarını gerçekleştirmektir.
Binlerce
yıldan beri insanlar, her bir değişik ulus, geleneği, sırf gelenek
olsun diye benimsemiş, yaşatmış ve geliştirmiş değildir. Bir
ulusun, aynı dili konuşan bir ulusun ya da aynı giysileri giyen
yüz kişinin darılmadan ve birbirini kırmadan bir arada yaşaması,
kendilerini çevreleyen doğaya ve başka topluluklara aydınlık bir
gözle, dibi görünen berrak bir ırmağa bakar gibi bakmaları,
gördükleri şeyleri içlerine sindirmeleri için, bu insanların hep
birlikte yaratmış, benimsemiş ve bir dayanak olarak kullanmakta
oldukları değerler bütününe gelenek denir. Ulus, karşılaşmış
olduğu her bir olaydan bir ders çıkarmış, bunların her bir bireyi
için de bir ders olması, bu dersin o bireyi akıllı ve uyanık biri
yapması için, geleneği oluşturmuştur.
Birey, üyesi
bulunduğu toplumun düşünce dünyasını ve ortak aklını
kavrayabilirse, sadece ulusunu ve ondan kalan ulusal mirası
korumakla kalmaz, ulusunu ve ulusunun olan ulusal mirası da daha
ilerilere taşıyabilir. Başka uluslara dostça yaklaşma gücünü de
kendinde bulur.
Bütün bunları
kavrayan ve içselleştirmeye başlayan, bunları bir yük değil,
aksine soluduğu hava gibi gerekli bulan ve bu havaya yeni bir
ruh/canlılık katan bir çocuk, her şeyden öte övgüye değerdir ve
ona yaraşacak olanı da, ona insanca bir saygı duymak olabilir.
Çocuğun
yarınları, kendisi, anne ve babası, okulu ve ulusu (чылэ)
tarafından akılcı ve bilgece bir biçimde düzenleniyor. Gelenek, bu
yaşam yolculuğumuz boyunca, yolu şaşırmamızı önleyen bir
pusuladır. Sevgili öğrenciler, uyanık olmalı, gördüğünüz ve
duyduğunuz her şeyi akıl süzgecinizden geçirerek daha da
güzelleştirmelisiniz (*).
*Utanılacak
şeylerle karşılaşabileceğini düşünmeyen kişi, dostu olmayan
kişidir (Губгъэн емынэгуерэр гъусэнчъ).
*Seni
ağlatan seni sevendir, güldüren de sevmeyendir (Узгъэгъырэм
урик1ас, узгъэщхырэм уриджагъу).
*Kendine
yakıştıramadığın şeyi başkasına yapma (О къыомык1ущтыр нэмык1рэ
ц1ыфым емыш1). (Adige atasözleri).
BİLGİ NOTU:
1) Birçok
yardımcı sözcükler eklenerek Türkçe’ye aktarmaya çalıştığımız bu
felsefi metin, Çerkesce/Adigece özgün biçimde, çok daha kısa, az
sözcükle yazılabilen ve herkes tarafından kolay anlaşılabilecek
olan bir metindir. Çerkesce’nin/Adigece’nin, kısa, öz ve kolay
yoldan çabuk kavratma gibi kendine özgü bir özelliği var. Marifet,
Adigece’yi o ustalıkta yazabilmek ve kullanabilmektedir. Yukarıda
iki dilde yazılmış atasözü ve deyişlerden de bu özellik
anlaşılabilir. -HCY.
CEZALANDIRMA (ГЪЭПЩЫНЭНЫР)
Adige ulusal
pedagojisinde/çocuk ve insan eğitiminde, ulusal eğitimde, diğer
uluslarda bulunmayan farklı özellikler bulunur.
Diğer uluslar
gibi, Adigelerde de, çocuğu hoş (едэхаш1эу) ve el üstünde
tutmanın, bebeğe/çocuğa önem vermenin ve onu elden geldiğince
iyiye doğru yöneltmenin, çocuğun kendisi, ailesi ve ulusu için
yararlı olacağını bilinir. İyinin ve kötünün, kuşkusuz belirlenmiş
sınırları vardır. Bu iki özelliğin, yani iyi ve kötü
özelliklerinin birbirlerinden uzak tutulmaları gereği, kötünün
kişiyi iyi olandan uzaklaştırdığı da bilinir.
Böyle
durumlarla karşılaşan Adige ana ve babaların, eğitim (п1ук1э)
konusunda bulmuş oldukları çözüm yolu da ilginçtir.
Çocuk yersiz
ve zamansız davranışlarda bulunmaya başlarsa, geleneğe ve Adige
ulusal eğitim anlayışına göre, ana ve babalar durumun farkında
değilmişler gibi davranırlardı. Ancak bundan, çocuk karşılaştığı
bir kişiyle uygunsuz konuşacak olursa, büyüklerin bundan
hoşlandıkları ve sustukları gibi bir anlam da çıkmaz. Ana
babaların susma nedeni, başkalarının gözü önünde çocuğunu terbiye
etmeye kalkışmanın ayıp ve geleneğe ters düşmekte olduğunu
bilmeleri idi. Evde ana ve babanın çözemediği sorunu, köylünün
öğütle (гъэсэпэтхыдэк1э) çözemeyeceği bellidir. Adigeler hep
derler: ”Evinde terbiye al, toplum içine öyle gir! ” (Уиунэ
зыщыгъаси хасэ к1о! ). (1).
Çocuk ana ve
baba korkusu duyacak, toplum içinde ana babayı utandırmaktan
kaçınacak biçimde, küçüklüğünden başlanarak eğitilir. ”Baban
duyarsa uygun düşmez, baban görürse ayıp olur” gibi sözlerden daha
büyük bir cezalandırma olamayacağı, küçükken çocuğa kavratılır.
Bu, Adige çocuk eğitiminde izlenen bir yöntemdir.
Çocuğun
öğrenmesi gereken şey, toplum içinde ya da insan önünde uygunsuz
davranırsa, bunun kendi ailesi mensuplarına utanç getireceğini,
leke süreceğini kavramasıdır. Toplum uygunsuz davranmanın
ceremesini/cezasını çocuğa değil, çocuğun yanındaki büyüğüne
keser. Çocuğun cezası ise daha sonra gündeme gelir. Çocuğu
yüzünden utanacak hallere düşen baba ya da aileden büyüğü, eve
dönüldüğünde ve baş başa kalındığında, çocuktan yaptığının
hesabını sorar. Adige geleneği, bir başkasının önünde, insanların
içinde, büyüğün kendi çocuğuna terbiye vermesini uygun bulmaz.
Çocuk yanlış
yapacak ya da hatalı davranacak olursa, sert bir göz işareti ile
(нэплъэгъук1э) uyarılır, bu da geleneksel bir uyarı biçimidir.
Adige
ulusal eğitiminin temel özelliği, azarlamadan, güzellikle, tatlı
dille ve sevecen yaklaşımlarla çocuğu eğitmek, sözle uyarmadan
çocuğun yanlışını anlamasını ve düzeltmesini kavratma biçiminde
olmasıdır.
Çocuğun
büyütülmesi ve eğitilmesi, kuşkusuz kolay bir şey değildir. Yanlış
yaptığında, bilerek gelenek dışı davrandığında/suç işlediğinde,
Adigeler çocuğa sert yaptırımlar uygulamaktan da kaçınmazlardı.
Adige çocuk eğitiminin, diğerlerinden farklı olan yönü, çocuğu
küçük düşürecek ve aşağılayacak söz ve konuşmalara yer vermemesi,
bu tür cezalandırmalara da izin tanımamış olmasıdır. Kaynana (гуащэ),
kayınbirader/çocuğu amcası (пщыкъу) ve komşu biri yanında annenin
çocuğunu terbiye etmeye kalkışması ise, çok ayıp karşılanırdı.
Anne ya da baba, geleneği bu biçimde bozmaya kalkıştıklarında,
çocuğa uygulanan ayıba tanık olmamak için, o ailenin ya da kişinin
yanında olanlar, uzaklaşırlardı, evde iseler kalkıp giderlerdi.
Anne
sabredemeyip gelenek dışına çıkar ve çocuğa kızacak olursa,
kaynana, kayın ya da olaya tanık olan aileden olmayan birinin,
gelenek gereği susması ve bir şey duymamış gibi davranması da
gerekirdi. Bunun nedeni, anne gelenek dışına çıkmış ve huysuzca
davranmış olsa bile, anneyi çocuğunun önünde kınamaya, küçük
düşürmeye kalkışmanın geleneğe aykırı olmasıydı. Böylesine bir
durumla karşılaşan kişi, kendi kendisini eleştirmekle yetinirdi:
”Acaba bu gelin bana mı kızdı ki böyle yaptı? Bana kızdığı için,
suçsuz yere o küçük çocuğu azarlamış olmasın sakın? (Сэры ш1у1а
мы нысэр зыфэетагъэр? Сэ ыгу къысфыхэк1ыгъэу лажьэ зимы1э к1алэм
ар тефагъ шъу1уа? )” diyerek kusuru kendinde aradığı durumlar
olurdu (2).
Çocuğu yanlış
yapacak olursa, bunu yalnız iken ve bir başkasına duyurmadan, ona
kavratmak gerekirdi. Bu da eski Adigelerin en üst düzeyde bir
eğitim anlayışına ulaşmış olduklarını gösteriyor. Adige geleneksel
eğitimi, insanın insan, özgür ve serbest olmasını amaçlıyordu.
Bunu toplumun kavraması, benimsemesi, Adigeler bağlamında en doğru
bir eğitsel yol olarak görülüyordu.
DİPNOTLAR:
1) Çocukluğumda birçok
çocuğun, kimsenin görmediği yerlerde bir başına, karşısına bir
sopa dikerek onunla dans ettiğini, dans etmeyi öğrenmeye
çalıştığını, daha sonra kendileri gibi küçük çocuk ve kızlarla
kapalı yerlerde/ev odalarında dans ettiklerini, büyüklerin bunları
görmezlikten geldiklerini, daha sonraları daha büyüyen bu
çocukların köy içi küçük danslara katıldıklarını, ağabey ya da
ablalardan destek ve teşvik gördüklerini, işi ilerlettiklerini,
bazılarının çalgı çalmasını öğrendiklerini, bu gençlerin zamanla
köyler arası danslara da katıldıklarını görmüşlüğüm çoktur. -HCY
2) Kusuru
kendi üstüne alarak, dolaylı yoldan, davranışını düzeltmesinin
gerektiği geline bildirilmiş de olabilirdi. -HCY |