...................
...................
ÇERKESLİK SORUNU VE BİR ÇERKES DELİKANLISI

Yabğeko A.
Yamçı Dergisi, Mayıs 1977-Şubat 1978, s.489

                         
...................
 
...................

1969 yılında Türkiye'ye gelerek, Yalova'daki Dağıstanlı Güney köyünü gezen ''Benim Dağıstan'ım''ın yazarı ünlü ozan Rasul HAMZAT, biz muhacirlerle ilgili izlenimlerini yazarken şöyle başlıyor söze:

Yolunu şaşıran balıkçılar, atını yitiren biniciler, vatanını terk edenler! Yaşantınız nicedir? Yolunu şaşıranlardır ancak, vatanını terekedenler ve bizi en güzel tarif eden yine bir anavatan şairi oluyor.

Ey dağlı ağacından kopan
Buralara düşen eski dal
Seni sulayan hangi su?
Vatan vatan dedikçe
Yüreğiniz nasıl, kalbiniz nice?
Yaşantımızı, bizi sulayan suyu ve kalbimizi soruyor.

Dağılmış bir milletin, günlük yaşam kavgasına dalmış, asimile olmaya mahkum bir görünüm içersinde yaşantımız.

Bizi bir vatan suyu sulamadığı için, güç birliğinden yoksun, içerisinde yaşadığımız ülkelerin çeşitli eğitimleriyle sulanan bir yaşantımız var.

113 yıldır uyuyan Çerkes toplumunu uyandırmak için, Vatan, vatan diye kalpleri atanlar da var ve onların çıkartmaya çalıştıkları mütevazi yayınlar. Kimimiz o düşünceyi pek ilkel bulup yardımım esirger, çoğumuz böyle bir sorundan habersiz, umursamaz. Bir kısım, durumlarımız sarsılmasın diyenler ise: ''Yayınlamış olduğunuz yazıların bazılarında kasıtlı yalanlar ve bölücü, yıkıcı cümleler görülmektedir'' diye olanca hareketlerini yığdırıp sabote etmekten geri kalmazlar.

Biz muhacirleri bir tek kaynak sulasa, kendi suyumuz sulasa böyle çelişik ideallerin insanı olmazdık. Bir muhaceret  şairi olan Hapae, bu durumu mısralarına şöyle döküyor:

Sen cümle halkların özgürlük militanı
Kendi halkından başka
Herkesi düşünürsün
Sen yok olma hürriyeti ile hürsün.

Bu gibi yazıları bölücülükle itham edenlerle ve vatan diyenlerle karşılaşan Dağıstan milli şairi bizim için neler düşünüyor:

''Dağıstan bina edilirken yerine uymayan taşlar, rüzgarın ağaçtan kopardığı yapraklar, pandura (telli bir halk enstrümanı) uygun düşmeyen teller, iyi Dağıstanlı olmak istidadında olanlar, bu imkanlardan yararlanmamış olanlarla epey görüşmemiz, konuşmamız oldu...

Bunlar bana Dağıstan oyunlarını oynadılar. Fakat çaldıkları davul başkalarına aitti. Bunlar bizim ekibe alınabilirlerdi. Fakat bunlar bir buçuk milyonluk Dağıstan arasında sayılmazlar.''
(Kuzey Kafkasya Dergisi s. 36, sy. 1-2).

Nart Savsur'un Yamçı'nın beşinci sayısında : ''İçinde bulunulan blokların çıkarları doğrultusunda şartlandırılan kuşaklar için Sovyet Rusya bir öcü gibi gösterilmiştir'' şeklindeki yazısını eleştiren bir Kafkas Derneği'nin idare heyeti üyesi: ''Anti-konıünist propagandayı benimsemiyorsunuz. O zaman komünizmin övülmesi mi gerekirdi'' diyor.

Bir asırdan beri yayınladığımız kitap ve mecmualarda -Kafkasya Kültürel Dergi ve Kamçı gazetesi hariç- geriye dönük, maziyle övünen yayınlarda bulunduk. Türkiye'de, Arap ülkelerinde, Almanya ve Varşova'da son yarım asırdır yaptığımız yayınlarda, devrin politikasına veya Avrupa'da yardım görülen yabancı devletlerin politikalarına uygun komünist düşmanlığım işledik. Kafkasya'dan göçü, komünizme bağlayanlarımız bile oldu. Bütün bu propagandalar bize ne getirdi? Bizi anavatandaki soydaşlarımız -o tip yayınlarda bulundukça- bakın hangi gözle görüyor:

''Türkiye'deki bazı milliyetçiler vaktiyle Kafkasya'dan çıkanlarla birlikte komünizm aleyhinde faaliyetlerini yoğunlaştırmak amacıyla,...'' diyerek devam ediyor yazısına, Dağıstan Devlet Üniversitesi Felsefe Kürsüsü Profesörü M. Abdullayef.
(Kuzey Kafkasya Dergisi, s. 40, sy.2)

Vatanı olmayan uluslar ayakta kalamazlar. Bizim yok olmamız için kendi öz toprağımızda toplu yaşamamız gerekir. Bizim muhacerette yaşadığımız ülke adedi pek çok. Biz bu ülkelerde bugüne dek eriyerek dilimizden ve harslarımızdan uzaklaşmışız. Bundan sonra da bu karışım ve koşullar, yok oluşumuzu getirecektir. Kurtuluşumuz, bir halk olarak onurla varlığımızı devam ettirebilmemiz, vatanımıza dönerek oradakilerle bütünleşmekle mümkün.

Kafkasya'nın tamamen boşaltılmamış olması, toparlanabilmemiz bakımından büyük bir avantaj. Oradakilerin birer özerk cumhuriyet kurabilmelerini de, rejimlerinin bir mahsulü olarak görmeliyiz. Oradakilerin ifadesiyle şimdiki rejimde rahat etmişler. Çarlık rejimi devam etseydi, ne onlar o hakları alabilir, ne de bizde bu umutlar uyanırdı. Hal böyle iken ve varlığımızı sürdü­rebilmek için dönmeliyiz derken, eskisi gibi durmadan onların idare sistemlerini kötülemekle elimize ne geçecek?

Rejimler zamanla değişir. Değişmeyen ise anayurdunda oturan halklardır. Halk bütünlüğünü korur ve dağılmazsa varlığını sürdürebilir.

Dedelerimiz vaktiyle bir hata yaparak ülkelerini terk etmişler ve bu göç yarım asır boyunca devam etmiş. Bilhassa Batı Kafkasya tamamen boşaltılmış. Terk edenlerin çocukları ise gittikleri ülkelerde bu dağınıklık ve çözülüşleri ile bugünkü erime süreci içinde, çok geçmeden, bir hatıra bile bırakmadan yok olup gidecekler. Yamçı dergisinin çıkmasına neden, işte bu sebepler ve halkın geleceğini hazırlamaya katkıydı.

''Çerkes Toplumu Üzerine Notlar'' ve ''Hedefte Birleşen Yollar'' isimli hikaye yukarıdaki temayı işlemek için kaleme alınmıştı.

Eğer Sivaslı bir Çerkes delikanlısının dediği gibi sol ve komünizmi öven yazılar olsaydı, dergi çoktan kapatılırdı. Ayrıca Nart Savsur 6. sayıda: ''Ne halklara özgürlük sloganı, ne de Altaylardan Tuna'ya kadar Turan tekerlemesi bizim için bir çözüm yoludur, ilk bakışta cazip gelse dahi derinlemesine bir inceleme her iki yaklaşımın ütopik olduğunu gösterir. Başkalarının toprağındaki bir özgürlükte benim gözüm yok'' demesi dahi düşüncelerimizi apaçık ortaya koymaktadır.

Bir asır boyunca meselelerimize derinlemesine inilmemesi, Yamçı gibi ulusal amaçlı bir dergiyi bile pek çoğumuza yadırgatmıştır. Onlardan birisi olan Emir Marşan, Sivas'tan gönderdiği bir mektupta, tecavüzkar ifadeleri sık sık kullanmış. Beşinci sayıdaki Uzunyayla ile ilgili yazıyı eleştirip (!) ''Uzunyayla köyleri Türkiye'nin Cennet'idir.'' diyerek Uzunyayla köylerinin iyi taraflarını anlatmaya çalışmış.

Köylerinde, sadece ilkokullarının çatısında kiremidi olan, içme suyunu kuyulardan temin eden, sulanır arazileri ve yeşilliği neredeyse hiç bulunmayan bu köylerin neresi Cennet'tir? Okuma-yazma oranı çok düşük, üniversite öğrenimi görmüş çocukları pek az olan bir yöreden daha geri kalmış bir bölge olur mu? Ankara'nın Dikmen ve Akdere'sinde, Kayseri ve İstanbul'da gecekondu mahallerinin Uzunyayla Çerkeslerince oluşturulmasının sebebini, Hatko Guşan tenkide uğrayan yazısının sonunda çok güzel ifade etmiş:

'Şehir ve ekmek... Yoksulluktan yok oluşa gidiştir bu, muhacerette...''

Bidanıko'nun Kafkasya gezisi izlenimlerini bir propaganda aracı olarak gören ve orayı, oradaki rejimin övüldüğünü sananlar var. Ancak hiçbirisi, o olduğu gibi gösterilen durumları sayın Marşan gibi müstehzi bir ifadeyle karakterize etmemişti. İlk tahsillerini kendi ana dilleriyle yapıp bir edebiyat yarattıklarını, oradan gelen alfabe ve kitapları görerek, gelişen fevkalade musikiyi plaklarını dinleyerek ikna olanlarımız, gerçeği kavrayanlarımız pek çok. Kendi kendilerini idare ettiklerini, geçim derdi diye, sağlık derdi diye, öğrenim derdi diye bir problemlerinin kalmadığını bu devirde bilmeyen kalmadı.

Asırlık bir ihmalin, halkımızı kendi benliğinden uzaklaştırışını, Almanya'ya çalışmaya giden hemşehrilerimizden dinlemiştim. Her ülkeden gelen Çerkesler Münih'te bir dernek kurmak istemişler. Türkiye'den gidenler, ''Türk Kafkas'' ismini derneğe vermek isteyince, Arap memleketlerinden gelenlerin itirazlarıyla karşılaşmışlar. Onlar, ''Türk olmadıklarını, o isimdeki bir derneğe gelemeyeceklerini, kendilerinin kuracağı ''Arap Kafkas'' derneğini bizimkilerin benimseyip benimsemeyeceklerini'' sormuşlar. Neticede sadece Kafkas ismiyle derneklerini kurmaya karar vermişler. Bizim kan birliğimizin mevcut olduğunu iddia edenler, kaderin başka başka ülkelerde yerleştirdiği Çerkesleri nasıl inandıracaklar bu kan bağına?

Kraldan çok kralcı olanlarımıza Hapae şöyle sesleniyor:

Sen Balkan şehirlerinde asker
Gün olur aklın eser
Kendininki dursun varsın
Türk dilini arıtırsın.

Orijinlerini tanıyamamışlar için Ziya Gökalp şöyle der: ''İnsan milliyetini cehaletle tanıyamamışken, sonradan, taharri ve tahkik vasıtasıyla keşfedebilir. Fakat, bir fırkaya girer gibi, sırf iradesiyle şu yahut bu millete intisap edemez.''
(Türkçülüğün Esasları sy. 20)

Yine Alpaslan Türkeş, memleketin içersine serpiştirilmiş bizim gibiler için: ''Kalbinde başka bir ırkın gururunu taşımayan ve kendisini samimi olarak Türk hisseden ve Türklüğe adayan herkes Türk'tür. (9 ışık, sy. 15)

Lügatlar ulus sözcüğünü: ''Dil, kültür, duygu, ülkü ve düşünce birliğiyle birbirine bağlı, vatanları bir olan insanların oluşturduğu sosyal bir topluluk'' olarak tarif eder.

''Din ve kan birliği''nden bahseden sayın Marşan, sen bir Çerkes ana ve babadan doğmuşsan, dilinle törenle, harsınla farklı bir yapın varsa; Türkeş'in dediği gibi, ya kendi ırkının gururunu taşımayacaksın veya Gökalp'in dediği gibi, ne olduğunu araştırıp öğreneceksin.

Bunlar da yetmiyorsa, Türk edebiyatının en tanınmış simalarından Yusuf Ziya Ortaç, ''Bir Çerkes Delikanlısı'' başlığıyla Akbaba'da yayınladığı bir makalede, Çerkesleri nasıl görüyor, dikkat etmek gerek: ''Ben Çerkez'im, diyor, ben Abaza'yım!

Çerkes!...Kalemin ucuna gelen ilk kolay sorulan soralım:

Sen Çerkessin, öyle mi delikanlı?... İşte Avrupa, işte Asya, işte Afrika, işte, işte... Al şu dürbünü eline ve bana bir nokta göster : üzerinde ''Çerkes'' yazan kaşık adası kadar bir nokta!... Var mı yeryüzünde böyle bir şey?

Haritayı bırak!...  İşte milletlerin rüzgar rüzgar uçuşan bayrakları... Şu Fransız, şu İngiliz, şu Yunan, şu Habeş  bayrağı!...   İçlerinde  adını bilmediklerimiz,  rengini tanımadıklarımız bile var... Hani Çerkes Bayrağı?...

Bayrağı da bırak... Edebiyatsız millet, musikisi/ millet olur mu? Bir tek Çerkes şairi, bir tek Çerkes romancısı,  bir  tek Çerkes  bestekarı gösterebilir misin bana?... Hele sahnede Çerkes? O, Osmanlı seyircisini güldürmek için ramazan geceleri yalnız karagöz perdesine çıkabildi!

... Bir genç, yedek subaylık ödeviyle gittiği köyü, Atatürk'ün resimlerini yakarak aydınlatmağa kalkıyor. Ve sorguya çekilince, suçunu iki kelime ile savunuyor:

Ben Çerkesim!

Demek ilkokul, orta okul, sanat okulu, o yıllar yılı tahsil bir Abaza delikanlısına Türklüğü benimsetmeğe yetmemiş, tarihsiz, zafersiz ve san'atsız Çerkesliğini unutturamamış!

Bu Çerkes delikanlısı, milli varlığımız için ''Çerkes Ethem'' çetesinden bile tehlikelidir.''

Burada bitiyor Yusuf Ziya Ortaç'ın, bizim kuşağın üniversite gençliğini delirten yazısı.

Evet, bütün hak ve özgürlükleri gasp edilmiş, yok olmalarını sağlamak için her türlü çareye başvurulmuş, param parça, darmadağın dağıtılıp serpiştirilmiş, etnik varlığı tümüyle inkar edilmiş bir halk için, o halkın bu duruma düşmesinin sorumlularının sözcüsü durumundaki Ortaç'ın sorularını cevaplamak kolay değil ama bu halkın, anayurt temelinden kopmamış parçası, bu soruların tümüne bizzat kendi yaşamı ile en güzel, en yetkin ve en açık cevapları vermiştir. Anadilini unutmayan­lar, anadille okuyup-yazmayı öğrenenler ve anayurtla ilişkilerini sürdürebilenler, kendilerine yabancılaştırmamışlar ancak Çerkes halkını ve uygarlığını, onları yok etmek isteyenlere de tanıtabileceklerdir, yoksa kendilerini yok etmek isteyenlerin seslerini daha da yükseltmek isteyenler değil.

Ortaçtan daha evvel de, daha küçük sınıflarda, çok işitmiştim arkadaşlarımdan, benzer sualleri...

Şimdi de çocuklarım aynı suallere muhatap... Çerkes aydınları olarak ulusal görevlerimizi yapmadığımızdan, dağınıklığımızdan, kraldan çok kralcı alışkanlığını bırakamadığımızdan...

Ancak, ta o sıralar yemin etmiş olanlar da var, halkının geleceği için üzerine düşen her görevi yapmaya ve her şeye rağmen kendine yabancılaşmamış halkımız var. Çerkes halkı var. Umutsuzluğa gerek yok.

CC Notu: Yusuf Ziya Ortaç'ın bu yazısına ilişkin bir makale daha vardır. Okumayı arzu ederseniz http://www.circassiancanada.com/tr/yorum/031_al_durbunu_eline.htm linkini tıklayınız.