Sayın Emir MARŞAN,
Çerkes ulusal sorunu kimsenin tekelinde değildir
kuşkusuz. Bu, tümüyle Çerkes halkının sorunudur.
Bu sorunla ilgilenmek, bu sorunla ilgili çalışmaları
izlemek, eleştirmek, bu çalışmalara katılmak, kendisini
halkından soyutlamayan her Çerkes için doğal bir hak,
hatta ulusal bir görevdir. Bu anlamda tüm eleştirileri
olduğu gibi, sizin 31 Mayıs 1976 tarihli mektubunuzu da
doğal ve saygı ile karşıladık.
Uzun zamandır yayımı gecikmiş bulunan dergimizin bu
bileşik son sayısında, şimdiye kadar bize yöneltilmiş
eleştiri ve önerilerden, önceki sayılarımızda
cevaplayamadıklarımızı veya yayınlayamadıklarımızı
topluca -cevapsız ve yorumsuz- olduğu gibi okuyucuya
sunmayı, eleştirilerin hangilerinin veya hangi
yönlerinin haklı veya haksız olduğunun takdirini
okuyucumuza, halkımıza bırakmayı demokratik
anlayışımızın bir gereği olarak yararlı bulduk. Zira
Çerkes halkının etnik sorunları ile ilgili görüş ve
tavrımız bir ölçüde de olsa dergilerimizde yer almıştır.
Yöneltilen eleştirileri de olduğu gibi sununca,
okuyucuya, hem objektif bir değerlendirme olanağı
sağlamış, hem de demokratik bir tartışma ortamında daha
sağlıklı bir kamu oyunun oluşmasına katkıda bulunmuş
olacağımız inancındayız.
Bu anlayışla hareket ettiğimizde sizin mektubunuzu da
cevap vermeksizin yayımlamamız gerekirdi. Ne var ki,
mektubunuzdaki üslup, değerlendirmeleriniz ve
yaklaşımlarınız, mektubunuzu cevaplandırmadığımız
takdirde kendi sübjektif yargılarınızı tamamen doğru ve
haklı görüp bunlara dayanarak daha büyük yanlışlıklara
ve olumsuzluklara kapılabilecek bir yapıda olduğunuz
izlenimini vermektedir.
Ayrıca bugün her ne kadar bizim ulusal varlığımızı inkar
edenlerin, hiçbir ulusal hakkımızı tanımayanların, bizi
tümüyle asimile etmek isteyenlerin etkileri ve
şartlandırmaları nedeniyle, Çerkes meselesine onların
gözüyle bakar ve onların görüşlerini paylaşır durumda
iseniz de, bir gün bu şartlandırmalardan kurtularak
Çerkeslik sorununa daha samimi, iyi niyetli ve gerçekçi
biçimde eğilebileceğiniz yolundaki umudumuzu
korumaktayız. En azından bugün sizin durumunuzda olan
kimi Çerkeslerin, çeşitli sosyo-ekonomik ve sosyo-kültürel
şartlandırmalardan kurtularak kendi ulusal çıkarları
doğrultusundaki çalışmalarda yerli alabileceklerine
inanıyoruz. Bizim bir çabamız da budur. Yani bugün
kendine yabancılaştırılmak istenen, bir bakıma kendi öz
sorunlarından koparılarak ters yonde istismar edilmekte
olan kimi Çerkeslerin, etnik varlığımızı yok etmek
isteyenlerin aldatmacalarından, şartlandırmalarından
kurtularak halkımızla bütünleşmeleri, kendi öz ulusal
sorunlarına yönelmeleri, tümüyle halkımızın,
sorunlarımızı demokratik bir tartışma ortamına
getirmeleri, somut durumumuzun bilimsel bir yöntemle
saptanması, buna göre belirlenecek sağlıklı bir çözüm
yolunda birleşilmesi bugünkü aşamada çalışmaların bir
amacı olmaktadır. Cevabımızın, bu amaca bir ölçüde de
olsa katkıda bulunabileceği inancındayız. Bu nedenlerle
de yalnızca sizin mektubunuzu cevaplamanın gerekli
olduğu kanısındayız.
Sayın Marşan,
Mektubunuzun hemen ilk paragrafında eleştiri yerine bizi
''kasıtlı yalan'' söylemekle, ''bölücülük ve
yıkıcılık'' yapmakla suçluyorsunuz.
Şunu hemen belirtelim ki, ''kasıtlı yalan'' söylemek,
aslında, kendi kişisel ve sınıfsal çıkarlarını geniş
halk yığınlarını aldatma, uyutma ve pasifize etme
temeline dayandırarak korumak zorunda olan haramzade
asalakların işidir. Geniş halk kitlelerinden gerçekler
ne kadar iyi saklanırsa, onların çıkarları o kadar
korunmuş olur. Bunu sağlamak için de ellerinden geleni
yapmak zorundadırlar ve bunda da uzun zaman başarılı
olabilirler. Sizin bu suçlamanız da kuşkusuz onların
başarısının somut bir örneğidir. O haramzade asalaklar
-ki ele geçirdikleri geniş topraklar, hanlar,
apartmanlar, fabrikalar ve devlet gücünün desteğiyle
çalışmadan rahat yaşamanın tadını alanlardır- yıllardır
basını, yayını, yani, tümüyle devlet örgütüyle gerçeği
yalan, yalanı gerçek göstermişlerdir. Şimdiye kadar
hepimiz hep onların dediklerini ve dedirttiklerini
kabullenmek zorunda bırakılmışızdır. Hiçbirimiz, gerçeği
gidip görmek, araştırıp incelemek imkanını
bulamamışızdır. Başka alternatif olmayınca da ''galat-ı
meşhur lügat-i fasihten evladır'' kuralı hükmünü icra
etmiş, o haramzade asalakların yayıp yaygınlaştırdıkları
yalanlar, gerçekleri alt etmiştir ama ''güneş balçıkla
sıvanmaz''. İşte her şeye rağmen neyin yalan neyin doğru
olduğu artık iyice ortaya çıkmaya başlamıştır.
Haramzade asalaklar, Kurtuluş Savaşı'nda sırf kendi
çıkarları doğrultusunda bizleri kullanabilmek, istismar,
edebilmek için cumhuriyet kuruluncaya kadar bizleri
okşama gereğini duymuşlar, sırtımızı sıvazlamışlar,
gerçeği söylemek, ulusal varlığımızı kabul etmek zorunda
kalmışlardır. Yani Türkiye'de Türk'ten başka ulusların
veya ulusal toplulukların var olduğunu kabul etmişler,
bunları ''anasır-ı islamiye'' deyimiyle Müslümanlık
noktasında birleştirerek cepheye sürmüşlerdir. Ama
Türkiye'de Türk'ten başka ulusların veya ulusal
toplulukların varolması, onların ulusal hak eşitliği
taleplerinde bulunması bu haramzade asalakların işine
gelmemektedir. Onun için de gerçeği inkar etmek, gerçeği
yalan, yalanı gerçek göstermek gerekmektedir. Nitekim
cumhuriyet kurulduktan ve devlet artık gerektiğinde
azınlıkların üstesinden gelebilecek güce eristikten
sonra Türkiye'de yaşayan herkesi Türk saymışlar,
Çerkesce okuma-yazma bir yana konuşmayı bile
yasaklamışlar, yer yer konuşanları cezalandırmışlar,
çeşitli baskı uygulamalarını başlatmışlardır. İşte
onların da dün ifade ettikleri, fakat bugün gizlemeye
çalıştıkları gerçekleri ortaya çıkaranları, yani
Çerkeslerin Türk olmadıklarını, ayrı bir ulusal topluluk
olduklarını yazıp söyleyenleri ''kasıtlı yalancı'',
''bölücü'', ''yıkıcı'' diye suçlayanlar yine onlardır
veya onların etkisinden kurtulamamış, şartlanmışlardır,
aldatılmışlardır. Onlar ne denli gizlemeye çalışırlarsa
çalışsınlar gerçekler artık bilinmektedir, ayrıca onlar
bile zaman zaman bu gerçeği ağızlarından
kaçırmaktadırlar. Türk kökenli göstermeye çalıştıkları
Çerkeslerden biri onların çıkarma uymayan bir iş yaptı
mi onu ''ne olacak Moskof bozuntusu pis Çerkes'' diyerek
aşağılamaya çalışırken istemeyerek de olsa bir gerçeği,
Çerkeslerin Türk kökenli olmadıkları gerçeğini ifade
etmiş olmaktadırlar. Onların çıkarma savaş verirken Türk
ve kahraman sayarak okşadıkları Çerkesler, onların
saflarından ayrıldıklarında hiç kuskunuz olmasın
''pis Çerkes'', olacaktır ''Moskof tohumu''
olacaktır. Bu haramzade asalaklarının mantığına göre
Çerkesler Türkiye'de Türk, kimi Arap ülkelerinde Arap,
Amerika'da Amerikalı olmaktadırlar. Size göre Çerkesler
kimlerdir, nedir, ve siz kendinizi nasıl hissedersiniz
bilmiyoruz.
Biz dergimizde doğru olduğunu bilmediğimiz hiçbir şeyi
yazmadık sayın Marşn. Bize göre -ki biz tarihi
gerçeklere, bilime, kendi somut varlığımıza dayanıyoruz
-Çerkesler ne Türk, ne Arap, ne de başka bir ulusal
kökenlidir, Çerkesler Kafkasya'nın otokton, yerli
halklarıdır; Adigelerdir, Abhazlardır... v.b...
Türk, Arap gibi balı başına bir ulusal topluluktur ama
Çerkesler, Rus Çarı ve Osmanlı İmparatorluğu gibi
kolonyalist (yayılmacı) ülkeler ve egemen güçlerce
parçalanarak anayurtlarından uzaklaştırılmışlar, çeşitli
ülkelerde serpiştirilmişlerdir. Bugün muhacerette bölük
porcük yasamakta olduklar ülkelerde ulusal varlıklarını
koruyabilme hak ve olanaklarından yoksundurlar.
Türkleştirilmekte, Araplaştırılmakta,
Amerikanlaştırılmaktadırlar. Oysa -gasp edilmiş. olmakla
birlikte- tıpkı o egemen ulusların olduğu gibi
Çerkeslerin de ulusal demokratik hakları vardır ve bu
haklan yeniden elde etmek için mücadele kaçınılmaz bir
görevdir.
Bize göre, Çerkesce'nin okunup yazılamaz bir dil
olduğunu söyleyenler yalan söylemektedirler. Çerkesce
ile bugün Anayurtta eğitim ve öğretim yapılmakta,
yayınlar çıkarılmaktadır. Kafkasya'da Çerkes
kalmadığını, kalanların asılıp kesildiğini söyleyenler
de yalan söylemektedirler. Zira tek başına bugünkü
Kafkasya bunun somut kanıtıdır. Kafkasya'da Çerkesler,
ekonomik olarak insanca, etnik olarak da her şeyleriyle
Çerkes olarak yaşamaktadırlar. Nüfusları -atalarımızın
oradan uzaklaştırılmalarıyla- çok az kalmış olmasına
rağmen Sosyalist Devrim'inden sonra özerk yönetimler
halinde örgütlenerek kendi kendilerini yönetmektedirler.
Dillerini, edebiyatlarını, kültürlerini yaşatabilmekte,
geliştirebilmektedirler. Yine bize göre, bizler,
muhaceretteki Çerkesler anayurtlarına döndükleri
takdirde tüm bu çalışmalar, hak ve olanaklar daha da
genişleyebilecek, yükselebilecektir.
Biz bunları söylüyoruz sayın Marşan, bunları oraya gidip
gelenlerden, zevkle, saygıyla izlediğimiz Çerkesce
yayınlarından, kitaplarından, dergilerinden,
gazetelerinden, broşür ve resimlerinden öğrenerek
söylüyoruz ve söylediklerimizi her zaman ispata hazırız
ama bütün bunları ''kasıtlı yalan'' olarak itham etmeyi,
ülkede uygulanmakta olan asimilasyon politikalarının
başarılarından başka bir şeyle izah etmek kolay olmasa
gerektir. Evet bütün bu itham ve suçlamalar, haramzade
asalakların, kendi çıkarları için, Türkiye'deki
Çerkesleri anayurtlarından soğutmak, asimile etmek ve
burada ucuz fiyatlarla emeğini satarak yaşamak zorundaki
geniş halk kitlelerinin oradaki düzenle ilişki
kurmalarını önlemek üzere uydurdukları yalanların,
sürdürdükleri anti-Sovyetik ve anti-sosyalist
propagandaların birer sonucu ve ürünüdürler.
''Bölücülük'' ve ''yıkıcılık'' suçlamalarınız da bunun
sonucudur, temelsizdir, yalandır.
Biz ne Türkiye'yi, ne de Türk ulusunu ve ne de başka bir
ulusu veya ülkeyi bölme iddiasında, niyet ve
çabasındayız. Ne Türkiye'nin bir avuç toprağında gözümüz
vardır, ne de Türk kökenli olan herhangi birini
Çerkesleştirme veya başka bir ulustan gösterme
eğilimimiz vardır. Bu doğrultuda bir tek cümlemiz ne
görülmüştür, ne de duyulmuştur. Öyleyse kimi nasıl
bölüyoruz, kimi nasıl yıkıyoruz?
Çerkesler bu ülkenin kurulmasında ve yükselmesinde her
zaman fedakarca çalışmışlardır, kan dökmüşler, can
vermişlerdir ama bu ülkenin ve ulusun bölünmesi,
yıkılması doğrultusunda tarihte en küçük bir çabaları
bile gösterilemez. Bugün gerici-yobaz damgalarıyla
reddedilen Çerkes Anzavur da, hain damgasıyla lanetlenen
Çerkes Ethem de bu ülkenin daha iyiye yöneltilmesi
amacıyla savaşmışlardır ama Çerkeslere hiç hayrı olmamış
böylesi Çerkesler bile bugünkü Çerkesler üzerinde bir
ulusal eziklik yaratmak, onların boyun bükmelerini,
asimilasyona teslim olmalarını ''ne mutlu Türküm
diyene'' demelerini sağlamak için kullanılmaktadırlar.
Evet sayın Marşan, asıl bölücüler, Çerkesleri parçalayıp
dağıtanlardır, Çerkesleri yok etmek isteyenlerdir,
Çerkesleri yok sayanlar kimilerini Türk, kimilerine Arap
kökenli göstermeye çalışanlardır. Asıl yıkıcılar, ulusal
doğal temel haklarımızı gasp edenler, Çerkes ulusal
varlığını yıkanlar, yıkmak isteyenlerdir. Haramzade
asalaklardır, egemen ulus şovenistleridir, faşistlerdir.
Artık uyanmalı, yalancılara, bizi yok etmek isteyenlere
kanmamalı, alet olmamalıyız. Onların
şartlandırmalarından sıyrılarak, onların bize dikte
ettiklerini bilimsel bir objektiflikle yeniden gözden
geçirirsek göreceklerimiz, onların öğrettiklerinden çok
farklı ve başka olacaktır.
Sayın Marşan, sizin ima ettiğiniz gibi dergimiz, ne
solun uşağıdır ne de kimilerinin, egemen ulus
şovenistlerinin, faşistlerin militanı olduğu gibi
Türkiye'deki siyasal yelpazede yer alan herhangi bir
siyasal parti veya kuruluşun militanı veya organıdır.
Dergimiz, Çerkes halkının yararına gördüğü, doğru
olduğuna inandığı bir çizgide halkımızın sorunlarını
dile getirmeye, elbirliğiyle çözüm bulma çabalarına
katkıda bulunmaya çalışan, her türlü demokratik
eleştiriye açık ve saygılı sosyo-kültürel bir dergidir.
Ancak bugün Türkiye'de yasayan Çerkesleri Türkiye'deki
siyasal oluşumdan soyutlamak, Çerkeslik sorununa
Çerkesleri yok etmek isteyenlerin gözüyle bakmak
hayalciliktir, yanlıştır. Biz, sorunlarımızı bilmek,
sorunlarımızın nasıl çözümlenebileceğini araştırmak ve
ulusal çıkarlarımız nerede ise orada yerimizi almak
zorundayız. Türkiye'deki Çerkesler olarak bizler, ulusal
sorunlarımıza dünyada esi benzeri olmayan, hiçbir ulus
topluluğun çözümüne benzemeyen bir çözüm bulacak değiliz
ya da bulduğumuz çözümü, şu veya bu toplumun çözümüne
benziyor diye reddedecek de değiliz. Bulacağımız çözüm
elbette birilerine benzeyecektir. Önemli olan bulunacak
çözümün şu veya bu siyasal görüşe uyması, şu veya bu
ulusun çözümüne benzeyip benzememesi değil, bu çözümün
gerçekten bizim ulusal ve sosyal sorunlarımızı en iyi
biçimde çözebilecek ve bilimsel olarak gerçekleşebilecek
durumda olmasıdır.
Bize göre, büyük göçten bu yana muhacerette her gün
sayısal olarak biraz daha azalan, ulusal yok oluşa biraz
daha yaklaşan Çerkes halkı tümüyle asimile olmadan
dilini törelerini, kültür zenginliklerini yitirmeden,
varlığını geliştirerek sürdürebileceği bir statüye,
ulusal hak ve olanaklarına kavuşmalıdır. Bu ise büyük
ölçüde, Çerkeslerin başkalarına alet olmaktan
kurtulmalarına, bilinçle kendi ulusal çıkarlarına
yönelmelerine, halkımızın uğratıldığı haksızlıkların,
tarihsel ulusal eşitsizliklerin giderilmesi yolundaki
mücadelelerin yükseltilmesine bağlıdır. Bu nedenle, gözü
kapalı bir biçimde herhangi bir siyasal örgüte
kapılmamak, ulusal demokratik çıkarlarımız
doğrultusundaki çalışmalara daha etkin biçimde
katılabilmek için olanakları zorlamak her Çerkes'in
temel ulusal görevi ve amacı olmalıdır. Yayınlarımız
tarafsız olarak değerlendirildiğinde, bize yöneltilen
öteki eleştiriler gözden geçirildiğinde görülecektir ki
dergimizin amacı ve çabası bundan başka bir şey
değildir. Biz bu çabalarımızın haklılığına, bunu takdir
edeceğine inandığımız halkımıza kesinlikle güveniyoruz.
Halkımız, şimdiye kadar kendisinden saklanan gerçekleri
gördüğünde, kendi sosyal ve ulusal çıkarları
doğrultusunda yerini alacak, mücadelesine omuz
verecektir.
Şimdiye kadar söylediklerimiz, ulusal varlığımızı koruma
ve sürdürme amacımız, bu ülkede yalnız Türklerin yaşama
hakkı olduğunu savunanlarca, Tanrı'nın yalız Türkleri
korumasını isteyenlerce; kısacası, hangi etnik kökenden
gelmiş olurlarsa olsunlar, çalışmadan rahat yasamanın
yolunu bulmuş haramzade asalaklar ve onların etki alanı
içinde bulunanlarca bölücülük, yıkıcılık olarak
nitelenmekte ve suçlanmaktadır. Sizin ekonomik durumunuz
bunlarla aynı mıdır bilemiyoruz ama örneğin soyadınız
''kaya'' değil de ''Marşan'' olduğuma göre kesinlikle
Türk olmadığınızı, Çerkes olduğunuzu biliyoruz. Buna
rağmen maalesef onların suçlamalarına aynen
katıldığınızı görüyoruz. Eğer ekonomik durumunuz
haramzade asalakların durumuna uygunsa, bizi böyle
suçlamakta haklı olabilirsiniz ve şimdilik bir
diyeceğimiz olmaz. Ama kendinizi Türk saydığınız,
Türklüğü benimsediğiniz için bizi suçluyorsanız,
''bölücü'' olamamak için hiç değilse Türkçe bir soyadı
almanız gerekmez miydi? Çerkesce soyadınızı -ki
yanılmıyorsak yakın bir geçmişte almıştınız- kullanmakla
aynı suçcu siz de islemiş olmuyor musunuz? İstiklal
Savaşı yıllarında bölücülüğe sebep olmasın, Düzce'de,
Hendek'te, Adapazarı'nda, Manyas'taki gibi bir
ayaklanmaya önder olmasın'' diye mebus yapılıp güya
taltif edilerek Ankara'da bir nevi göz hapsinde tutulan,
Millet Meclisi'nde Lozan Antlaşması'nın azınlıklarla
ilgili bölümleri görüşülürken ayağa kalkıp ''BeyIer,
bu ülkede Çerkes halkının da var olduğunu unutmayalım''
diye haykıran -yanılmıyorsak sizin de atanız olan- saygı
duyduğumuz rahmetli Emir Marşan Paşa da Türkiye'de
Çerkeslerin var olduğunu söylemekle bölücülük yapmış
olmuyor muydu? Size göre bunlar bölücülük ve suç
sayılıyorsa böyle bölücü ve suçlu (!) birinin adını
taşımanız biraz garip olmuyor mu?
Evet sayın Marşan, kimlerin neleri bölücülük saydığı
artık gün gibi ortada. Bizim yaptığımızın bölücükle
filan ilgisi yok. Biz sadece -vaktiyle rahmetli atanızın
ve atalarımızın da yaptığı gibi- bir gerçeği dile
getirmeye çalışıyoruz. Biz sadece Birleşmiş Milletler
Örgütü Yasası'nın, İnsan Hakları Evrensel
Bildirgesi'nin, T.C. Anayasası'nın ve son olarak da,
bizi suçlama noktasında ortak olduğunuzu gözlemekten
üzüntü duyduğumuz siyasi cephenin başbakanı sıfatıyla
Süleyman Demirel'in de imzasını koyduğu Helsinki
Konferansı Nihai Belgesi'nin ulusal azınlıklara ve bir
ulusal topluluk olarak, Çerkes olarak bizlere getirdiği
demokratik ulusal haklarımizi kullanma, bu haklan kağıt
üstünde kalmaktan çıkarıp hayata geçirme çabasındayız.
Umarız ki, siz de kendi tercihinizi daha geniş bir
perspektif içinde yeniden gözden geçirirsiniz.
Genel olarak Uzunyayla'ya ilişkin yargılarınıza da
katılmamız mümkün değil sayın Marşan.
Uzunyayla'da ''biçare, gadre uğramış Türkmen köylerini''
savunmanıza bir diyeceğimiz yok. Gerçi, vaktiyle onların
egemen güçlerin, Türk şovenistlerinin ve faşistlerin
şartlandırmaları ve güdümleri altında, ellerine fırsat
geçtiğinde neler yaptıklarını az çok biliyoruz. Örneğin,
kaçırılan sürünün peşinden haklı olarak gittiği Hınzırı
köyünde linç edilerek öldürülen Çerkes delikanlısı
Dumeniş Mecid'i katledenler, ''Çerkes'in kanını
için!'', ''Yeyin ha yeyin, Çerkes eti pek tatlı
olur.'' diye bağıranlar, kadını erkeğiyle yamyamca
ısırıp dişleyenler o Türkmenlerdi. Ama yine de biz
bugün, onların yaptıklarını klan zihniyetinin bir gereği
sayıyor, egemen güçlerin çıkarcı politikaları
doğrultusunda onların yoksul, bilgisiz, eğitimsiz
bıraktırılmışlığına bağlıyor ve suçlamıyoruz. Ne var ki,
sorunlarını bizim de paylaştığımız Uzunyayla
çevresindeki Türkmen halkını savunurken Uzunyayla
Çerkeslerini ''pis, tembel Çerkes halkı'' diyerek
horlamanızı da, işlerine gelmediğinde bize hep aynı
nitelikleri yapıştırıveren egemen ulus şovenistlerinin,
faşistlerin, haramzade asalakların çıkarcı ve
anti-demokratik propaganda ve politikalarının
başarısından başka bir şeyle izah edemiyor, kesinlikle
katılmıyor ve kınıyoruz.
Biz, şovence bir anlayışla Laz'ı, Kürt'ü, Türkmen'i hor
görüyor, onların daha az saygıdeğer halklar olduğunu
iddia ediyor değiliz. Tersine her halkın aynı ölçüde
saygınlığını, her halkın hak eşitliğine dayalı ulusal
yaşama hakkını biliyor, benimsiyor ve savunuyoruz. Sizin
kendi halkınızı, Çerkesleri suçladığınız, horladığınız
gibi biz hiçbir zaman hiçbir halkı horlamadık,
horlamayız.
Ama şunu bilmek gerekir ki, Uzunyayla'da yaşayan
Türkmenlerin yoksul, eğitimsiz bırakılmışlığının
sorumluları hiçbir zaman Uzunyayla Çerkesleri değildir,
bunun gerçek sorumluları kendi çıkarlarından başka bir
şey düşünmeyen ve kendi çıkarları için de ellerinden
gelen her şeyi yapan, yapmak isteyen haramzade
asalaklardır, onların çıkarlarını koruyan -bir ölçüde
görüşlerini sizin de paylaştığınız- yöneticilerdir,
siyasetleridir.
Çerkes
halkı Uzunyayla'ya Türkmenleri kovarak yerleşmemiştir.
Mithat Paşa kabinesinin padişaha sunduğu teklif üzerine
padişahın fermanı ile devrin siyasetine ve yasalarına
uygun biçimde yerleştirilmişlerdir. Bu iskanın bir
nedeni ise Güney'deki Avar aşiretleri ile Kuzey'deki
Türkmenler arasında bir denge unsuru yaratmak, Celali
isyanlarını önlemek, Avşarları bu yolda iskana
zorlamaktır ve kimsenin beğenmediği verimsiz Uzunyayla
topraklarını değerlendirmektir.
Çerkeslerin elindeki topraklara gelince, Kazancık
köyünden Yağan Paşa'nın elindeki toprak, Uzunyayla
Çerkeslerinin zenginliği, refahı demek değildir. Yağan
Paşa'nın veya atalarının bu toprakları nasıl ele
geçirdigi de konumuzun dışındadır. 1953 yılında Arazi
Tevzi Komisyonu'nun Pınarbaşı köylerinde nasıl toprak
dağıttıkları, örnek gösterdiğiniz Kazancık köyünde bile
kaç gencin topraksız kaldığı, bu gençlerin haklarını
almak için mahkemelere başvurduğu, şu günlerde bile bu
konuda ki sorunların, anlaşmazlıkların sürdüğü
bilinmektedir.
Demirboğa, Tavladere, Kazancık, Yeniyapan, Karacaören
gibi Uzunyayla Çerkes köylerinden -sizin dediğiniz gibi
tembellik ve pısırıklık yüzünden degil- yokluk,
yoksulluk, topraksızlık, traktörsüzlük nedeniyle nice
gencin büyük kentlerde hipodromlarda yatarak
kentsoyluların özel merakla besledikleri yarış atlarına
bakıcılık, seyislik yapmak, tarih boyunca at üstünde
yaşamış bir halkın çocuklarının karın tokluğuna at
meraklısı kent-soyluların uşaklığını yapmak zorunda
kaldıkları da bilinmektedir. Bizim bu ''pısırık,
tembel'' (!) Çerkeslere saygımız sonsuzdur.
Kısacası sayın Marşan, Çerkes halkının Uzunyayla'yı
giderek boşaltması ''tembellik, pısırıklık'' yüzünden
değildir. Çetin doğa şartları ile tırnak tırnağa boğuşan
bu çileli halkı Almanya bataklıklarına, İstanbul'da at
uşaklığına süren yokluktur, yoksulluktur. Çiçek gibi
kizlarını, en saygıdeğer kızlarını eskiden Saray'a,
şimdilerde Adanalı, Kayserili para babalarının kucağına
attıran yoksulluktur, topraksızlıktır, doğa şartlandır,
adaletsizliktir, ihmal edilmişliktir, geri
bıraktırılmışlıktır, bir avuç mutlu azınlığın çıkarcı,
işbirlikçi politikalarıdır. Ama inanıyoruz ki, o
Uzunyayla halkı, bir gün gerçekleri kavrayacaktır ve o
zaman Uzunyayla'dan ayrıldığında artık at uşaklığına
değil, insanca yaşamak için, Çerkes olarak açık alınla
yaşamak için kendi anayurduna, Kafkasya'ya gitmek
isteyecek, burada aynı durumda bırakılmış olan öteki
halkların uyanışına da katkıda bulunacaktır.
Tersini ne kadar iddia ederseniz edin, Uzunyayla
yoksuldur, sahipsizdir, susuzdur, yolsuzdur,
elektriksizdir sayın Marşan ve daha çok uzun süre böyle
kalacaktır. O Cennet'e benzettiğiniz Kazancık köyünü
kasabaya bağlayan yol kışın kaç ay kapalı kalır,
bilirsiniz elbet. Nice can doktorsuzluktan ölür
oralarda, bilirsiniz elbet.
1928'lerden beri sözü edilen Kazancık sulama projesinin
Pazarören köylerine kaydırıldığını, yapılan tesislerin
tamamlanmadığını da bilirsiniz. Uzunyayla'nın 60 pare
köyünde ışığın, elektriğin olmadığını, işin garibi,
Keban enerji nakil hattının Uzunyayla'nın ortasından
geçtigini de bilirsiniz. Ne ''Uzunyayla Cennet'tir'', ne
de ''Uzunyayla halkı tembel ve pısırık.'' ama
Uzunyayla halkı Çerkes'tir sayın Marşan, Uzunyayla halkı
Çerkes'tir.
Kafkasya gezi izlenimlerinden artık burada uzun uzadıya
söz etmeye gerek görmüyoruz ama yine de şu kadarını
söylemekte yarar vardır.
İçinde yaşanılan toplumla kan bağıyla bağlı olmaktan söz
ediyorsunuz sayın Marşan, Bizim böyle bir bağımızın
olmadığını biliyoruz. Sizin de böyle bir bağınızın
olduğunu sanmıyoruz ama yine de varsa böyle bir bağınız;
ne diyelim, hayırlı olsun. Fakat ''kan konuşmaza'' sayın
Marşan. Konuşan sadece yasayan ulusal dildir, kültürdür,
tarihtir. Daha genelde ele alırsanız emektir, üründür.
Şimdiye kadar susmuş, susturulmuş olmasına rağmen artık
konuşan ve de konuşacak olan halktır, Çerkes halkıdır.
İşte Çerkes halkından, dili unutturulamamış, üstelik her
şeye rağmen anadiliyle okuma-yazmayı da öğrenebilmiş
kimileri bugün anayurtlarında, Kafkasya'da kalan
akrabalarıyla, kardeşleriyle, soydaşlarıyla
haberleşebilmekte, mektuplaşabilmektedirler. Bunlar
giderek birbirlerini davet etmelerini, görüşüp
konuşmalarını, dertleşmelerini, sorunlarını
tartışmalarını da getiriyor ve bütün bunlar Türk -Sovyet
ilişkilerine paralel olarak gelişiyor, gelişecek de.
İşte Nihat Bidanuk arkadaşımız da anayurttaki
akrabalarıyla yazışıp haberleşenlerden biri olarak bir
akrabasının daveti üzerine Kafkasya'ya gitti. 45 gün
kadar kaldı orada. Kabardey-Balkar Özerk Sovyet
Sosyalist Cumhuriyeti'ni, Karaçay-Çerkessk Özerk
Bölgesi'ni, Adigey Özerk Bölgesi'ni gezdi.
Akrabalarıyla, anayurtta yaşayan soydaşlarımızla,
yöneticileriyle, sanatçılarıyla, yazar ve ozanlarıyla
uzun uzun görüştü, sohbet etti, dertleşti, sorunlarımızı
tartıştı. Dönüşünde kendisiyle yaptığımız görüşmenin
başında; ''Benim görüp öğrendiklerim, anlatacaklarım,
ora hakkında şimdiye kadar hep bizim dışımızdakilerden,
yabancılardan duyduklarıyla şartlanmış olduğunu
bildiğimiz muhaceretteki Çerkesler için gerçekten
inanılmaz şeylerdir. Anayurt, oradaki insanlar, onların
yaşamları söylenmekle anlatılamaz. Gidip görmek gerek.''
demişti, ki aynı ifadeleri daha önce gidip gelenlerden
de dinlemiştik ve ''anlatacaklarımı istismar edilebilir,
sizleri oradaki rejimi övmekle suçlayabilirler,
cezalandırmaya kalkışabilirler.'' diyerek kaygılarını
belirtmişti Bidanuk. Her şeye rağmen anayurtla
ilişkilerin geliştirilmesi, anayurdun, oradaki
soydaşlarımızın ve yaşamlarının tanıtılması gerekliydi
ve arkadaşımız ''yine de durumu olduğundan az
göstererek, yanlış değil ama eksik bırakarak anlatayım.
O zaman riskler belki azalabilir.'' diyerek,
belirttiğimiz kaygıların etkisiyle mümkün mertebe orayı
övmemeye, olduğundan az göstermeye çalışarak anlatmaya
başladı. Biz de Çerkesce olarak anlatılanları Türkçe'ye
çevirerek yayımladık. Kafkasya hakkında yazdıklarımız az
değilse, eksik değilse, kesinlikle fazla değil,
kesinlikle yanlış değil.
İnanıyoruz ki, böylesi izlenimler daha da artacaktır
gelecekte. Her gidip gören bunlardan daha az şey
anlatmayacaktır. Hatta belki, gidip görürseniz ve
gördüklerinizi olduğu gibi anlatma dürüstlüğünü ve
cesaretini gösterebilirseniz, aynı doğrultudaki
yayınlara bir yenisini de siz eklersiniz.
Sayın Marşan, bizim sorunlarımızı bizden başka kimse
çözemez, çözmez. Bizim sorunlarımız, bu sorunlarla
ilgilenenlere uluorta suçlamalar, ithamlar, hakaretler,
saldırılar yöneltmekle, oturduğumuz yerden ahkam
kesmekle, asalet iddialarıyla, çağdışı feodal ve şoven
anlayışlarla da çözümlenemez. Bizim sorunlarımız Çerkes
halkının sorunlarıdır ve ancak Çerkes halkının
mücadelesiyle çözümlenebilecektir. Bizim sorunlarımız,
her bir bireyi aynı ve eşit haklara sahip olan Çerkes
halkının demokratik gücüyle yükselecek olan anti-feodal,
anti-şovenist, anti-faşist demokratik ulusal mücadele
ile çözümlenebilecektir ve mutlaka çözümlenecektir.
Tarihimizde pek çok örnekleri bulunan; hep başkalarına
hizmet etme, hep başkalarının gözüyle bakma,
başkalarının ağzıyla, diliyle konuşma eğiliminden,
kraldan çok kralcı olma alışkanlığından, Çerkeslerin
ayrı bir ulusal topluluk olduğunu, onların da ulusal
eşitlik ve yaşam hakları bulunduğunu söylemeyi
''bölücülük'', iki milyonu aşkın Çerkes'in
muhacerette yüz yıllık bir sürede asimilasyon
uygulamalarıyla yok oluşa itilişini ''bütüncülük''
olarak gösterenlerin şartlandırmalarından ve
boyunduruğundan en kısa zamanda kurtulmamız, top-yekun
bilinçle kendi öz ulusal sorunlarımıza, özgürlüğümüze
kurtuluş yoluna sarılmamız umut ve dileğiyle... |