Büyük Ekim Devrimi’yle birlikte doğan Kabardey
Edebiyatı'nın temelini atmış, yüzyıllardır karanlığın,
bilimsizliğin, eğitimsizliğin baskısı altında ezilegelen
halkı için canla-başla çalışmış, onun ulusal kültürünün
gelişmesine büyük katkılarda bulunmuş eşsiz bir ozandır.
Şocentstuk Aliy. O'nu tanıyan, sevap sayan yalnızca
kendi halkı değildir. Onun ölümsüz ürünlerini bugün pek
çok Sovyet halkı da bilip tanımakta, zevkle okumaktadır.
Adige ulusunun onur ve gurur duyduğu bu büyük ozanın
ürünlerinde insanın kalbini çeken asıl tılsımlı
çekicilik bu ürünlerde yansıyan derin düşüncelerin
yanı sıra anlatımdaki büyük sanat ustalığı ve tüm
ezilenlerin dilek ve isteklerini derli toplu dile
getirmeye yönelik olmasıdır. Gerçekten de ozanın her
bir sözü engin bir anlatım gücüyle, geniş kalbinin
sıcaklığıyla, tezcanlılıkla, canayakınlılıkla
doludur ve içtenliklidir. |
Ömrü
uzun değildi Şocentstuk'un ama onu doğuran ulusu ve
sosyalist ülkesi, ürünlerini ölümsüzleştirdi, her zaman
taze bir zevkle okunabilmesi için çabalarını esirgemedi.
Zira halkı bu sanat kavrayışına yönelten de, ulusal
kültürü sağlıklı gelişmenin doğru yoluna ileten de, onun
çeşitli janrlarını ilk kez derleyip saptayan da kuşkusuz
odur. Kabardey-Balkar Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti
yönetiminin büyük saygısı ve takdiri de ozanın ülkesi ve
ulusu için yaptığı eşsiz çalışmaları yüzündendir.
Kabardey Sovyet Edebiyatı'nın temel taşı ve klasiği olan
Şocentstuk’un: Çok iyi tanıdığı Kabardey halkının
yaşamına ve tarihine ilişkin olarak verdiği yapıtların
gerek içeriği gerek sanatlı yapısı bakımından çok büyük
değeri ve önemi olduğunu vurgulaması da, onun
eserlerini ‘’Kabardey sanat ve edebiyatının değerli
ölçekleri’’ olarak kabul etmesi de bundandır.
Ulus sevgisini kazanmak kolay değildir elbet ama ulus
kalbini bir kez açtı mı sana, bir kez buyur etti mi
kalbine, artık her zaman konuğu olursun onun,
yüzyıllarca misafir eder, ağırlar seni. Böylesi sevgi,
saygı her yazara nasip olmaz kuşkusuz, ama Şocentstuk
işte böyle bir kısmete kavuşmuş sayılı ozanlardan biri
olarak bugün her Adige'nin kalbinde mutlu mutlu yaşıyor,
yaşayacak da... Bu, her halkın yetkin ozanlarına da
layık olan bir ödül, bir kısmettir.
Ashad oğlu Şocentstuk Aliy, 1900 yılında Kabardey-Balkar
bölgesinde Kuşmızıkhuey köyünde doğdu. Kalabalık bir
çiftçi ailesine tüketici yeni bir boğaz olarak katılan
çocuğun izleyebileceği yol belliydi: Babasının,
ağabeylerinin mesleğini öğrenmekti, güç bela sahip
oldukları birkaç koyunu, mallarım otlatabilmek,
çiftten-çubuktan bir şeyler anlar hale gelebilmekti.
Keskin bir zekası ve yapılabilecek başka işlerin de
olabileceğini, başka işlere yönelmenin de mümkün
olabileceğini kendisine bildiren birileri olmasaydı bu
çocuğun da akıbeti kuşkusuz aynıydı.
Çok görmüş geçirmiş, yaşamı kavramış olan dedesi,
torunlarının içinde daha bir dikkat çeken Şocentstuk'e
özel bir özen gösterirdi: Ona Kafkas tarihini anlatır,
düşüncenin, bilimin önemini kavratır, halk şarkıları
söyler, öyküler anlatırdı. Çocuk da kendisi gibi küçücük
çocukların ellerinde kitap gibi bir şeylerle okula
gittiklerini görürdü ve uzak olmasına rağmen okula
gider, kapıdan içeri alınmasa da pencereden olup-biteni
izler, gördüklerini çok ilginç ve zevkli bulurdu.
Azimle, inançla okumaya yönelmese, bunun için yalvarıp
yakarmasa ve de dedesi ona destek olmasa kim bilir
Şocentstuk belki de hiç okul yüzü göremezdi. Küçücük
çocuğun daha ilk adımını attığı bu okul düzenli, yetkin
bir okul değildi; yalnızca okuma-yazma öğretebilen bir
okuldu ama zeki, akıllı ve azimli bir çocuk için bu da
az değildi.
Biraz riskli ve korkulu olsa da çocuk bu okula gider. Bu
okul yalnızca soylu ve varlıklı ailelerin çocukları için
açılmış bir okuldur. Varsıllar bu okulu, yırtık pırtık
elbiseli, yoksul çiftçi çocuklarıyla kirletmek
istemezler.
Şocentstuk, bu hırslı isteğine erişemeyince ‘’tümden
yoksun kalmaktansa, bir ayak parmağının kapladığı yer
kadar’’ dedikleri gibi, İslam din adamlarının Bakhsan'da
açtıkları okula gider. Burada din işleri için
yetiştirilen mollalar zamanlarını bilimden, okumaktan
çok yemek hazırlama, sofra kurma, bulaşık yıkama işleri
için harcarlardı. Okumaya daha çok ağırlık vermek
isteyen birkaç öğrencinin de okulun katı kuralları,
işlenen konuların hayattan kopuk olması, anlamadıkları
bir dilden ha bire bir şeyler okuyup tekrarlamak gibi
nedenlerle moralleri bozuluyordu.
Ancak çocukların tek umut ve moral kaynakları Tsağo
Nuriy idi. Öğrenciler tüm sorunlarını, dertlerini ve
isteklerini yalnızca ona anlatırlardı. Bilimin,
eğitimin, anadilin anlam ve önemini yalnızca onun
dersinde kavrayabiliyorlar, bu yüzden de hem öğretmene,
hem de derslere daha bir sevgi ile bağlanıyorlardı.
Şocentstuk bu yetkin öğretmene daha da yaklaşır. Nuriy
sayesinde dilini, ulusal tarihini, efsane ve destanları
daha derinlemesine incelemeye, kavramaya başlar.
Molla adaylarının böylesine bir sevgi ve güvenle
bağlandıkları öğretmen Nuriy, öteki öğretmenlerce ve
okul kurucularınca istenmez, çekilmez olur. Artık
kıskanmanın da ötesinde öğretmen olarak Nuriy'i davet
ettiklerine de, okulda anadil eğitimini kabul
ettiklerine de pişman olurlar. Bu sorunların hepsinin
tek kestirme çözümü vardır: Nuriy'e, ‘’öğrencileri
şımartan, kışkırtan, islam dininden çıkaran öğretmen’’
derler ve işine son verirler.
Öğrenciler yapılan bu haksız işleme, en sevdikleri, en
beğendikleri, en yararlı hocalarının işine son
verilmesine razı olmazlar. ‘’Sabırsız, kaynarken içer’’
dedikleri gibi, bu olaydan çok etkilenen Şocentstuk,
arkadaşlarını toplar ve birlikte okul yöneticisine
giderler. Daha yalvarmaya, ricada bulunmaya sıra
gelmeden yapılan işlemin yanlışlığını, haksızlığını
savunmaya başlayan gurubun temsilcisi, tıpkı hocası
gibi, okuldan kovulur.
İşsiz kalan öğretmen de, okulsuz kalan öğrenci de uzun
uzadıya üzülmezler bunun için. Giderler, köydeki
arkadaşlarının da yardımıyla Nuriy'in evine bir oda daha
eklerler ve ileride ‘’Tsağo'nun Üniversitesi’’ adıyla
anılacak olan tek odalı bir okul açarlar.
Şocentstuk, burada bir yıl öğrenim görür. Çok sevdiği
öğretmeni de gerçekten ona çok şey verir. Nuriy'in bu
büyük katkısını, yalnızca Adigece’yi derinlemesine
öğretmiş olmasında, Türkçe meramını anlatabilir hale
getirmesinde değil, ulusal tarihin, bilimin, okuma-
yazmanın büyük anlam ve önemini kavratmış olmasında,
karanlıkta yüzen bir insanı aydınlığa çıkarmanın ne
denli büyük bir görev olduğunu takdir edebilmesinde
aramak ve görmek gerekir.
Öğretmenine ve çalışmalarına sevgiyle bağlanan
Şocentstuk, yine bu gerçek dostunun, arkadaşının yardımı
ve önderliğiyle (Dağıstan S.S. Cumhuriyetinde) Temirhan-Şura'da
açılan öğretmenlik kursuna 1915 yılında katılır. Bu
kursu üstün başarıyla bitirdiğinden Şocentstuk, 1916
yılında Kırım’daki öğretmen okuluna gönderilir. Daha ilk
günlerinden itibaren kendini tümden bilime, çalışmaya
veren Şocentstuk, dilleri, ulusların tarihlerini,
edebiyatlarını daha derinlemesine öğrenir.
Tam bu yıllarda Rusya'da Şubat 1917 Burjuva Devrimi
gerçekleşir. Bu devrime umut bağlayan emekçi yığınlarına
devrim hiçbir şey vermez. Herkesin bıktığı, gına
getirdiği emperyalistçe savaşlar yine durmaz, emekçi
yığınlar yine özgür olamazlar. Birtakım olumlu
değişikliklerin gerçekleşmesi bir yana; Şocentstuk,
yaşamın gittikçe daha çok ağırlaştığını, dalavereyle
başarıya ulaşıp iktidarı ele geçiren burjuvazinin gerçek
devrimcileri, özgürlük savaşçılarım teker teker
hapsetmeye, idam etmeye başladığını görür. Terör ve
açlığın alıp yürüdüğü bölge gittikçe daha kötüye gider
ama buradan çıkıp gitme olanağı da yoktur. Anayurt yolu
hiç de emin değildir, asıl kanlı çarpışmalar o yollarda
sürmektedir.
|
İşte bu sırada Kırım'da yapayalnız kalan Şocentstuk,
bir karışıklıkla Türkiye'ye gider. Bir yaban ülkede
kimsesiz kalan Şocentstuk orada daha büyük
güçlüklerle karşılaşır. Bütün güçlüklere rağmen
okumaktan bir türlü vazgeçmez ve bir okula kaydolur
ama kendisine yardım edecek kimsesi yoktur, bir burs
veya kredi de verilmediğinden geceleri çalışıp
gündüzleri okumak zorunda kalır. |
Orada kendini azimle Türkçe’ye ve edebiyata verir,
Fransızca’yı iyice öğrenir. Çok geçmeden Türkiye'deki
Adige bilim adamlarıyla ilişki kurar, çalışmalarım izler
ve elinden geldiğince onlara bu işlerinde yardımcı
olmaya çalışır.
Şocentstuk’in yazarlığa, ozanlığa başlaması Türkiye'de
bulunduğu zamanlara rastlar. Onun Türkiye'de ozanlığa
başlaması kuşkusuz oradaki yaşamının, görüp
öğrendiklerinin ve tanık olduğu olayların bir
sonucudur.
Anayurtlarından uzak olsalar da, anadillerinin, kültür
ve edebiyatlarının gelişmesi için uğraş vermek isteyen
bir grup Adige o günlerde İstanbul'da Adigece için bir
alfabe hazırlayarak efsanelerini, destanlarını,
tarihlerini okuyup yazmaya başlarlar. Çeşitli yayınların
yanı sıra Adigece olarak ''GUAZE'' adlı bir gazete
yayınlarlar. Çok şey yapmamış, sağlıklı bir yol
izleyememiş olsalar da bu girişimleri oradaki Adigelerin
ilişkilerini arttırıyor, onları, uluslarını,
anadillerini sevmeye, daha çok önem vermeye çağırıyor,
eğitmeye çalışıyorlardı. Herkes bu bilim adamlarına
yardımcı olmaya uğraşıyor, amaçlarını içtenlikle
paylaşıyordu. Bu grupla ilişki kuran Şocentstuk, onların
çalışmalarından sevinç duyuyor, mutlu oluyordu. Hepsini
benimsemese de, yanlışlıklarını, eksiklerini görse de
anadillerine, ulusal tarihlerine önem vermeleri,
sürdürdükleri bu amatörce çalışmalar onu
yüreklendiriyordu. Onların yaptığı her çalışmaya göre
bir yaklaşım, bir görüş kazanıyordu. Ozanın o zamanlarda
yazdığı tüm şiirler bunu kanıtlamaktadır.
Türkiye'de yaşayan Adigelerin (bugün orada olanların da)
en büyük sorunları ulusun yok olması, anadillerini,
törelerini, kültürlerini, ulusal karakterlerini yavaş
yavaş yitirmekte, unutmakta oluşlarıydı. Bu konudaki en
büyük zarar Türk Devlet Başkanı'ndan geliyordu: Onun
emriyle, Adigeler belirli bir yere bir arada
yerleştirilmiyor, kendi anadilleriyle okuyup yazacakları
okullar açmalarında yardımcı olunmuyor, onlara özgürlük
verilmiyordu.
Türkiye'deki adaletsiz uygulamadan, anayurtlarım
terkeden Adigelerin yok olmakla karşı karşıya
kalmalarından habersiz kalmadı Şocentstuk Aliy, bu kötü
akıbeti o zaman görüp, bundan büyük üzüntü duydu. Bu
adaletsiz uygulamanın ozana verdiği büyük üzüntü ve
derin düşünceler o sıralarda yazdığı ‘’Türk Bahçesinde’’
adlı şiirinde de görülmektedir:
Bir yaz akşamıydı,
Garip başım kucağımda
Ulusumu düşünerek
Türk bahçesinde geziniyordum.
Önümde güzelim güzellere
Karayılan örneği, rastladığımda
Tanışmak istedim, sorduğumda
Janpago ve Setenay idi güzeller.
Gözümün nuru Janpago'ya
Derdimi anlattığımda
İlk armağanım selamımı bile almadı,
Adigece anlamadı.
Tek bu olay bile ozana çok şey anlatmıştı ama bunun
nedenleri yalnızca Türk yasalarının katılığı, bozuk
burjuva düzeninin haksız ve adaletsiz uygulamaları
değildi. Ozana göre muhaceretteki Adigeler de
anadillerini, kültür ve edebiyatlarını, karakterlerini
koruyup geliştirme yolunda her birinin kendi güçleri
oranında katkıda bulunmaları, güçlerini birleştirerek
etkin bir dayanışma ve mücadele içinde olmaları
gerekiyordu.
Janpago ve Setenay gibi güzellerin yanı sıra ozan,
ulusunun içinde güçlü ulus severlerin de bulunduğuna,
onların çabaları sonucu halkının daha kötü durumlara
düşmeden korunabildiğine ve ileride varolma, gelişme
yolunda önemli başarılar kazanabileceklerine de
inanmaktaydı. Ozanın umutsuzluğa kapılması, Adige’nin,
Adigeliğin onurunu düşüren, boyun büktüren bu güzel
kızların verdiği üzüntüye karşın onları eleştirebilmesi
ve kınayabilmesi de bundandır.
Peri gibi dilberim bu bacılarımızın
Yabancılaşırken birden kendilerine,
En geri bu barbar Turanlara
Adigelere boyun eğdirtmelerini,
Ataları haksızlığa tahammül edemeyen
Kafkas delikanlılarının,
Kabullenemeyeceklerini umuyor kalbim
Ve kızıyor, içerliyorum güzel Janpago'ya.
Adige ulusunun tarihi Adige aydınları arasında kimi
anlaşmazlıkların, sürtüşmelerin, doğmasına neden
oluyordu. Adige ulusunun tarihi gelişimi nasıldı,
ileride kimlerle, ne ölçüde, niçin birlikte olunabilirdi
gibi sorunlara değişik yaklaşımlar vardı. Kimileri
haksızlıklar yapsa da, kimileri doğru teşhisler
koyabilmiş olsa da, kimilerini bilgisizlik yanlış
yollara yöneltmiş olsa da pek çoğu bir yaban ülkede
böylesi tartışmaların, sürtüşmelerin sen-ben
kavgalarının ulusu koruyamayacağını, böylesine
hareketlerle bir ulusal bütünlük sağlamanın
olanaksızlığını göremiyor veya gözardı ediyordu.
Şocentstuk'un bu tartışmalara katılmış olduğu ve onun
yaklaşımında gerçeklik payı bulunduğu ‘’Cengizlerin
Kara Bayrağı’’ adlı şiirinde açıkça
görülmektedir. Aslı oldukça uzun olan şiirin büyük bir
çoğunluğu kaybolmuştur. Yinede ondan kalan bir dörtlük
bile, uzun yüzyıllar boyu saygınlığını, özgürlüğünü
koruyabilmiş olan ulusundan ozanın gurur duyduğunu,
yüreklendiğini göstermektedir:
Ne Cengizlerin kara bayrağı gölge olur Adigelere,
Ne de Aksak Timur'un güneşi eritebilir Oşhamafe’nin
karını.
Her şeyden çok ozanı kahreden, ulusuna ihanet etmiş
tek-tük kimseler sayesinde Türk ulusunu ‘’kardeş’’ etme
çabasındaki Adigelerdi. Kimileri örtbas etmeye
çalışsalar da Cengizlerin Adige ülkesinde döktükleri
kanları, yaptıkları zulümleri, böyle bir toplumla
arkadaş olmanın açıkça kandırılmak olduğunu, onur
kırıcılığım çok iyi biliyorlardı.
Türkiye'deki Adigelerin karşılaştıkları en büyük sorun,
içinde bulundukları baskı, yoksulluk ve terk ettikleri
anayurtlarına olan büyük sevgi ve bağlılıktı.
Birçok kimse Şocentstuk'un kendi durumu ve yaşamı olarak
yorumlasa bile, muhacerette anlatılamayacak ölçüde azap
çeken, zulüm gören kardeşlerinin uzak kaldıkları
anayurtlarına duydukları özlem ve bağlılıktır
Şocentstuk'un ‘’Nane’’ (Anne) şiirinde işlediği tema.
(Bu şiirin aslı ve tam çevirisi. Anayurt şiirleri
bölümünde verilmiştir.)
Bilir misin ki bu küçücük oğlun
Deniz kıyılarında ürkek ve titrek
Yaban topraklarda öksüz ve yetim
Atılıp durur kayalarına özlemle?
Bir tek gün bile yok burada
Bana Oşhamafe'yi aratmayan
Bir anne de yok burada
Anne, sen gibi beni okşayan.
|
Yaşamda gördüğü zulümler, haksızlıklar, yoksunluklar
ozanı ürkütmüş, korkutmuş olacak ki; doğmamış olmayı
ya da doğar doğmaz ölmüş olmayı yeğlemektedir. Fakat
ilginçtir ki, yaşamda gördüğü bu büyük zulümlerin,
yoksulluk ve yoksunlukların kaynağını genç ozan
henüz, mevcut sosyal adaletsizlikte, bozuk düzende
ve insanlar arasındaki fırsat ve olanak
eşitsizliğinde değil de, başka yerlerde aramaktadır: |
Tanrım ne yaptım da sana böyle
Çırılçıplak atıverdin beni yeryüzüne
Zavallı günahsız garip anamı
Gözü yaşlı bıraktın, yapayalnız.
Bu mu senin adaletin,
Feryat ederken bebek aldırmazsın.
Uyuyakaldığında çöplükte o,
Karnı tokları ona güldürürsün.
Yaşamdaki bunca zulmü ve adaletsizliği görebilmişti
kuşkusuz ama gerçek nedenleri henüz tam teşhis edememiş,
tanrıya bağlamıştı. Oysa kendilerine karşı savaşması
gereken, o acıklı olayları yaratan ‘’karnı tokları’’
şiirinde gereği gibi değerlendirememişti.
Şiir, ne denli üzücü ve acıklı olsa da yine vatan
sevgisi ile doludur. Genç ozanın tükenmek bilmeyen
zorluklara karşı çıkabilmesinin nedeni de, iyimserliği,
vatan sevgisi ve tutkusudur kuşkusuz.
Şocentstuk'un Türkiye'de yazdığı kuşkusuz sadece bu üç
şiir değildir. Ne var ki diğer şiirlerini bulamadık.
Yinede bu şiirleri ozanın, yazmaya başladığı ilk
günlerdeki yaşama bağlılığını, ulusuna tutkusunu dile
getirmeğe yetiyor. Yazdıkları genellikle kendi duygu ve
düşünceleri ve kendisini kuşkulandıran olaylardır. Yine
de şiirlerinde duygusal olmaktan çok gerçekçidir. Ona
değer kazandıran da budur. 1917 yılı Kabardey halkına
mutluluk getirdi. Büyük Ekim Devrimi beraberinde
özgürlüğü getirdi. Bu özgürlük içinde Kabardey'in
gerçekçi oğlu Şocentstuk Aliy kutsal görevinin
başarılması uğraşısına katıldı.
Güç koşullar altında yaşamım sürdüren Şocentstuk Aliy,
1919 yılında anavatanına dönerek özlemine kavuştu.
Anavatanına dönen ozan, hemen hemen Büyük Ekim
Devrimi’ne ulaşmak için yapılan çalışmalara canla-başla
katıldı, ilk ajitasyon çalışmalarını köylerde sürdürdü.
Daha sonra Bakü'de açılan politik kurslara katıldı.
Kursu bitirince Sovyet iktidarı düşmanlarına karşı
Dağıstan'da uğraşlarını sürdürdü. Burada hastalanınca
Kabardey'e dönmek zorunda kaldı, iyileştikten sonra 1923
yılında zamanının öğretmen okulunu Nalçik'te bitirerek
kendi köyünün okuluna öğretmen olarak döndü.
Özlemini çektiği, kendini adadığı görevi -ulusal
gençliğin eğitimi çalışmalarına- Büyük Ekim Devrimi ile
kavuşmuştu. Bu devrimden sonra karanlıkta boğulmaya
tutsak olmuş köyler, okullarına ve öğretmen kadrolarına
kavuştu. En önemlisi, saygınlığı olmayan Adige dilinin
alfabesi hazırlandı, onunla yapıtlar yayınlandı ve
okullarda okutulmaya başlandı. O sıralarda öğretmen
olarak çalışmak çok güçtü. Yine de bu güç koşullar
öğretmeni yıldırmadı, çok sevdiği görevini uzun yıllar
başarıyla yürüttü, bağlılığını kanıtladı.
Kabardey Sovyet Edebiyatı 1920. yıllarda güç bulmaya ve
ilk adımlarım atmaya başladı. Yeni edebiyatın kurulması
için o zaman uğraşanlar, Adige folkloru ile yakından
ilgilenerek yetişen ünlü ozanlardan Paş'e B. Berıkuey,
T. Şecıhaş'e, R. Hakhupaş'e, A. Kışokue P. gibi
ozanlardır. Bunlar geçen acı yaşama ilk karşı
çıkanlardır ve bunlar özgürlüğü, emekçilerin kavuştuğu
güzel yaşamı övgüyle karşılayanlardır ama izledikleri
yol çapraşık ve dardı. Yeni yaşamı tam anlamıyla
belirtemiyorlar, güçlenmesi gereken Kabardey Sovyet
Edebiyatı'na da bu yol, yol olamıyordu. Başarının,
ilerlemenin gerçekçi yoluna Kabardey Edebiyatı'nı
ulaştıran ozanlarla birlikte Şocentstuk Aliy de kendine
özgü ustalığı ile çalışmalarını yürütmeyi sağladı.
Şocentstuk'un 1920. yıllardaki çalışmalarının ve sanat
ürünlerinin tümünü tanımak bugün bizim için
olanaksızdır. Bunun nedeni el yazmalarının
kaybolmasıdır. Yazdıklarının çoğunun da
yayınlanmadığına kuşku yoktur ama eksik yönleriyle
yayınlanan eserleri bile ozanın uğraşılarındaki
başarıyı, ilerlemeyi kanıtlamaktadır.
Toplum yaşamındaki değişmeleri sevinçle kutlayan ozanın
en saygı duyduğu şey Büyük Ekim Devrimi ve onun
emekçilere sağladığı haklardır. Fakat ozana göre bu yeni
yaşam, yenilikler kendiliğinden oluşmayacaktır. Bu yeni
yaşamı kuracak ve geliştirecek olanlar emekçiler genç
kuşaklardır. İşte ozan gençliği özgürlükçü yola bunun
için çağırıyor ve ‘’ölümsüz ödüllerini’’ sunuyordu.
Kalk Adige’m, çabuk uyan!
Sarıl özgürlüğe, kucakla.
Ölümsüz armağanlarla
Ödüllendirsin bizi Vatan
''Özgürlük''
Ozanın en büyük özlemi, halkını bilime yöneltebilmekti.
İçinde bulundukları karanlıktan ancak bu yolla aydınlığa
kavuşabilirlerdi. Bu düşüncelerini gerçekleştirmek,
bilimin önemini işçi kitlesine kavratabilmek için
yaşamda gördüğü her şeyden yararlanmayı ve
değerlendirmeyi iyi biliyordu. Ozanın o zamanlar yazmış
olduğu ‘’Arkadaş Hajıkare Ulaştı Amacına’’, ‘’Öğrenci
Kabardey Öğretmen’’, ‘’Karahalk’’, ‘’Gazetenin
Yakınmaları’’, ‘’Ono’’, ‘’Selam Öncü Çocuk’’ şiirleri
bunu çok iyi kanıtlıyor.
Bu şiirlerin her birinin teması ayrı bile olsa, bunlar
Şocentstuk'un yaşamını çok iyi açıklıyorlar. O
şiirlerinde ulusun ilerlemesindeki bugünün
gereksinmelerini soyutlayabiliyordu. ‘’Öğrenci Kabardey
Öğretmen’’ şiiri bunun bir örneğidir. Burada anlatılmak
istenen Oblo’nun o zamanlar öğretmenler için her yıl
düzenlediği kurslarla ilgili çalışmalarıdır. Şiiri bir
bildiri niteliğinde eleştirenleyiz. Ozan, burada çağının
önemli bir olayına değiniyor: Öğretmenin yaşam
anlayışına ilginç çalışmalarının başarısına, yurduna
gelecek mutluluğun emeğe bağlılığına... Bunu
belirtmesinde amaç, emekçilerin bilinçlenmesinde
Komünist Partisi’nin ve Sovyet iktidarının yönetimine
zarar getirecek, hatta başarabilirlerse sınıf
düşmanlarının öğretmeni köylülerin gözünden düşürmeye
yönelik iğrenç çabalarını dile getirmektir. Özgürlüğe
düşman kirli ellerin amaçlarına ulaşmaması için
köylülere, öğretmenin kendileri için canla başla
çalıştığını anlatmak ve ‘’adı küçük başarısı büyük’’
olan öğretmenin emekçilerin öncüsü olduğunu göstermek
gerekiyordu:
Çok yaşa-Genç Adige’nin
Bilgilerini yücelten,
Göz kamaştıran ödülleri emeğiyle
Biz emekçilere kazandıran.
Küçük yazı dili-büyük yıldızımız,
Vurun karanlığa çekilsin başımızdan,
Bilgisizliğin kara bulutu
Açsın yüzünü güneşin.
Korkmadan, çekinmeden
Gerçeği silah seçin,
Eğitelim küçük Hasanşları,
Vatan için emekçi yetişsin
Ulusun bilime vermesi gereken önemi Şocentstuk, A,B'yi
öğrenmekle bağdaştırmıyordu. Emekçinin düşün açıklığını,
yaşam görüşünü değiştirebilecek etken, her gün eline
geçecek bilimsel yazılardır. Bu anlamda Şocentstuk'un
‘’Karahalk Gazetesi’nin Yakınmaları’’ şiiri oldukça
ilginçtir. Ozan bu şiirinde, toplumun politik eğitim ve
bilgi kazanması amacıyla ‘’Kolektif
Ajitatör-Propaganda’’ gazetesinin gücünü, başarısını
anlatmaya çalışıyor.
Anadilinle üç hafta oku
Beni çağır gelirim.
Yabancılaşmadan biz
Kardeş olup çıkarız.
Beni çağıran iyi arkadaşların
Çokluğuyla taşarım.
Açarak kanatlarımı
Bulutlara daha tez ulaşırım.
Ozan, gazetelere düşen görevin sadece eğitmekle
bitmediğini çok iyi anlıyordu. Gazetenin görevinin,
emekçilerin koruyuculuğunu, yardımcılığını,
danışmanlığını yapmak olduğunu bilerek, bu gibi
çalışmaları belirterek yazıyordu:
Zora düşen insanların öfkesini
Açıklamakta kararlıyım,
Köylünün çiftçinin koruyuculuğunu
Yapacağıma söz verdim.
Çiftçi-köylü, varsa tasan
Ver de sergileyeyim,
Kıskanmadan, korkmadan
Top gibi dağıtayım!
Geri kalmış ulusların bilime önem vermelerini sağlayıcı
çalışmasında Sovyet iktidarı kısa zamanda başarıya
ulaşmıştı. Bu başarıda katkısı olan ozan, diğer halklar
gibi Kabardey halkının başarılarım gördükçe gurur
duyuyordu ve bilinçlenmenin bu başarısını birkaç şiirle
kutladı.
Yinede çok şey isteyen, yükselişe, eğitime doymayan
ozanın beğenisini kazanmak çok zordu. Eğitim alanında
düşülen yanılgıları bağışlamayan ozan, eleştirilerinde
ödün vermiyor, yılmadan uğraşısını sürdürüyordu. ‘’Ono’’
şiirini böyle bir yanılgı için yazmıştı. Ozanı en çok
öfkelendiren : ‘’Oblonom'un’’ çalışmalarında, pratikten
çok teoriye önem vermesi ve ‘’olabilir’’ sözcüğü ile her
şeyi çözümlemeye kalkışmasıdır:
Görülmedi tatlı sözün
Ürünü, tutmayınca el,
Görülmedi kağıt üzerinde kalan savların
Bir yurda iyilik getirdiği.
Az konuşup çok çalışan
Gerçekçilikte buldu başarıyı,
Dünya malının düşman ettiklerini
Kendine, avladı iyi olanaklarla.
Yüce Ono, yetişmedi mi
Gök olup ta tepemizde gürleyen
Çiftçinin sevmediği yağmursuz
Gök gürlemeleri değil mi?
O zamanlar Ono'nun da yanlış tutumları vardı, öğrenciler
yeterince kitap bulamıyorlardı. Emperyalist savaş
yıkıntıları yüzünden yeni Sovyet Cumhuriyeti
gereksinimlerini yeterince karşılayamıyordu. Burada
ozanın şiirlerine önem kazandıran, eksiklikleri sert bir
dille eleştirmesidir. Ozan, bunların bir açıklık
kazanmasını, herkesin anlamasını, tez elden
düzeltilmesini öneriyordu.
Yurt çapında başarılan büyük işlerin ulusunun çıkarları
doğrultusunda olması övünç kaynağı oluyordu ozana.
Yapılması gereken işleri 1920. yıllarda yazdığı
şiirlerinde de anlatmış ve olaylara güncellik
kazandırmıştı. O, her zaman öncü ve gerçekçi olmuştur.
Görevi, sanat ustalığını kullanarak emekçi topluma
yararlı olmak, onları yönlendirmek ve onlara güven
kazandırmak olmuştur.
1920. yıllarda Şocentstuk, şiirlerinin yanı sıra bir kaç
tane makale de yazmıştır. Ozan, bu makalelerinde de,
şiirlerinde olduğu gibi, ulusunun yükselmesi ve
kalkınması için yapılması gereken işlere değinmiştir.
Yine aynı makalelerinde ulusal edebiyat dilinin ve
öğretmenin önemini işlemiştir. Daha öncede belirttiğimiz
gibi Sovyet iktidarına ve toplumun bilinçlenmesine karşı
olanların ilk hedefleri öğretmenler olmuştur. Bunun için
öğretmenin önemini köylüye anlatmak, öğretmene saygı
duymalarını sağlamak, ona güvenmelerini, sevinçlerini ve
acılarını onunla paylaşmalarını öğretmek gerekiyordu.
‘’Emekçiyi Bilime Özendiren’’ başlıklı makalesinde
bilinçsizliğin toplum üzerindeki olumsuz etkilerini
anlatmıştır. Yaşamda karşılaşılan iğrenç olayları,
insanların toplum içindeki olumsuz davranışlarını ancak
bilgi yok edebilecektir. Bilinçlenmenin öncüsü de
‘’karanlığı aydınlatacak, vatanı yüceltecek’’ dediği
öğretmenlerdir.
|
Onun için en büyük amaç, yeni yaşamın koruyuculuğunu
üstlenecek gençliği okutmak ve eğitmek olmuştur.
Bütün düşmanlar ancak bu yöntemle yenilgiye
uğratılacaktır.
Ozan, öğretmenin Önemini en iyi şekilde ‘’Halka En
Yakın Kişi Kimdir?'' başlıklı yazısında
belirtmiştir. |
’’Saf Altın’’ olarak ozanın nitelediği kişi görevinin
önemini kavramış bilinçli öğretmendir. Ozana göre
öğretmen, çağlar boyunca halkı ezen karanlığı yok etmeye
çalışmış ve her zaman ezilenlerin yanında yer almıştır.
Öğretmenlik, özgürlüğe kavuşan toplumlarda gereken
saygınlığı kazanır. Çünkü o, çocuklara ve gençlere
dünyadaki yaşam koşullarının kolaylıklarım Öğretir,
onlara gerçekçiliği tanıtır ve babalık görevini yaparak
öğrencileriyle bütünleşir, Ozanın, öğretmeni halka daha
yakın görmesinin nedeni de budur.
Adige dilinin güçlenmesi, kolay bir edebiyat dilinin
oluşturulması ile ilgili sorunları içeren makaleleri
1925-1926 yılları arasında ‘’Karahalk’’ gazetesinde
yayınlanmıştır. Dil için ayrı makaleler yazmasının
nedeni, o yıllarda Kabardey bölgesinde süren sınıf
kavgalarıdır. Kısa zamanda Adige gençlerinin
bilinçlenmesine kızan, öfkelenen kulaklar ile
İslamiyetçi geçinenler Adige diline ve okullarına,
bilinçlenen köylülere gerçekçi yoldan saptırarak kendi
amaçlarını gerçekleştirebilecekleri ümidiyle, karşı
cephe alıyorlardı. ‘’Adige dili Kaleçıh'den sonra işe
yaramaz’’, ‘’Bu dille Balk bile geçilmez’’ diyerek
anadilin anlamsızlığını savunuyor, ona karşı cephe
oluşturmaya çalışıyorlardı.
Bir yönden Şocentstuk'un amacı, yalancıların,
revizyonistlerin emekçilere karşı düşmanlığını
sergilemek, bir yönden de dilin öneminin anlaşılmasını
sağlamak, güçlenmesi için kitlelerin çalışmaya
yönelmesini sağlayarak edebiyat dilinin kuruluş
ilkelerini saptamaya çalışmaktı.
Ozanın yapıtlarındaki savlara göre, eğer dili üzerinde
çalışmalar yapılırsa; ‘’Dili-dil olmayacak hiç bir halk
yoktur yeryüzünde’’. Yani, halkın ya da ulusun kendine
özgü sözcüklerinden yararlanılırsa, konuşulan dil,
edebiyat dilinin kökenini oluşturur. Dilin güçsüzlüğüne,
yetimliğine etki eden, yazılı olarak kullanılmaması ve o
dili konuşanlar arasında ekonomik, kültürel bağların
güçlü olmamasıdır. Ozan, bir ulusta değişik lehçelerin
konuşuluşunu, bu bağların güçlü olmaması ile kanıtlamaya
çalışıyor, Şocentstuk bunu Rusça ile örneklemiştir:
Ruslar küçük feodal prenslikler halinde yaşarlarken
Rusça’nın da değişik lehçeleri vardı. Dillerinin bugünkü
durumu başarılı çalışmalarına bağlıdır.
Halk tarafından konuşulan dil de kendiliğinden edebiyat
dili olamaz. Bu, hazır bir edebiyat dilinin
olanaksızlığına benzer. Ozana göre dilin güçlenmesi,
geçerlilik kazanması güzel, güçlü, etkili sözcüklerin
öğretmenler ve bilim adamları tarafından yazılarda
kullanılmasına bağlıdır. Bu durumda, edebiyat dilinin
kurucuları öğretmenlerdir. Bir yazarın gücü ile
istenilen amaca ulaşılmaz, bunun yanı sıra kitle
çalışmalarının da yapılması gereklidir. Herkes kendi
görevine içtenlikle bağlanırsa ve gerekeni yaparsa
ulusal dil istenilen düzeyi bulur, geçerlilik kazanır.
Maksim Gorki, yetkili dil kurumları tarafından kabul
edilen ve sanat değeri olan dil ürünlerini edebiyat dili
olarak kabul eder. Bu durumda, Maksim Gorki ile
Şocentstuk Aliy'in edebiyat dili anlayışlarındaki
benzerlik çok ilginçtir.
Bir ulusun edebiyat dilinin kurulmasında, geçen çağlara
ait dilin güzel, etken, güçlü sözcüklerini içeren,
onlarla yoğrulmuş efsanelerin önemi büyüktür. Adige
ozanlarının üzerlerinde çalıştıkları ve derledikleri
efsanelerde kullanılan dilin dışında bir dille edebiyat
dilini oluşturmanın olanaksızlığını çok iyi anlamıştı
Şocentstuk Aliy.
Efsanelerin korunmasını ve gerekli değerin verilmesini
belirten ozan, dilin zenginliği için: ‘’Dilimizin
zenginleşmesine katkıda bulunacak öğretmenler çok
çalışmak zorundadırlar. Adigelere özgü, geçmiş çağlara
ait öykü, destan, türkü ve ağıt gibi kültür değerlerini
derlemek onların görevidir.’’ diye yazıyordu.
Şocentstuk Aliy, edebiyat dilinin önemi, kuruluş
ilkelerinin saptanması gibi temel kavramları anlayarak
ilk adımını attıktan sonra gerçekçi-özgür
düşüncelerinden, sanat ustalığından yararlanmaya
başlayıp Kabardey edebiyat diline önemli katkılarda
bulunmuştur.
Her ulusun yazılı edebiyatına başlangıç nazım türüdür.
En çok yararlanılan türde şiirdir. Kabardey edebiyatında
da 1920. yıllarda aynı durum göze çarpar. Yaşam anlayışı
şiirle belirtiliyor, yeni düzeni kutlamalar şiirle
oluyordu. Aynı yıllarda Kabardey ozanları da yaşamı daha
anlamlı, daha derin olarak açıklama uğraşısına
katılıyorlar ve nazım türünün diğer janrlarından
(türerinden) da yararlanmaya başlıyorlardı. Bu dönemde
(Ekim Devrimi’nden önce, Paş'e Beçmırze'nin çalışmaları
hariç) destan janrının öncülüğünü yapan Şocentstuk
Aliy'dir.
Yapılan araştırmalarda Şocentstuk Aliy'in 1927 yılında
‘’Yaban Ellerde’’ başlıklı bir destan yazdığı
saptanmışsa da aslı bulunamamıştır. Destanı duyan
kimselerin açıklamalarına göre konusu: Vatandan göç eden
Adigelerin Türkiye ve Arap devletlerindeki acıklı
durumları, çektikleri çileler, vatana olan sevgileri ve
özlemleriymiş. Yaban ellerde gördüğü insanların acıklı
durumlarını anımsayan ozanın amacı büyük bir olasılıkla;
onların yaşamı ile anavatandaki Adigelerin yaşamını
karşılaştırmaktı. Bazı kimselere göre onun başarılı ve
eksik yönlerini tartışmak gereksizdir. Bu destanla
ozanın başarılı olduğunu veya sanat ustalığını
kanıtladığını söyleyemeyiz. Ozanın ikinci destanı
''Madine'' bunun doğruluğunun kanıtıdır.
Ozan, Madine'yi 1928 yılında yazmıştır ve bu destanın da
aslı kayıptır. 1933-1935 yıllarında yayınlanan destanın
örnekleri ozanın nazım janrlarında başarılı olamadığını,
sanat ustalığını kanıtlayamadığını doğruluyor. Nazım
türünde sanat ustalığını kanıtlayamamışsa da ozanın bir
janrla yetinmeyerek -sadece şiirle- yaşamı tanıtma
uğraşısı ve ulus edebiyatında kullanılmayan janrları
sezinleyerek bunlar üzerinde de çalışması ilginçtir.
1920. yıllarda Şocentstuk'un yayınlanan yapıtları,
kurulan yeni düzen ve yaşamdan yana olduğunu doğruluyor.
Yaşamın anlamını kavrayarak topluma anlatabilmesi,
kendini hiç düşünmeden çalışması bir başarısıdır.
Yaşamdan kopuk olmaması onu derin düşünmeğe zorlamıştır.
Şiirleri ile emekçinin o çağlardaki yaşantısını,
gereksinmelerini ve düşüncelerini gerçekçi bir anlatımla
dile getirmesini bilmiştir. Onun için ozanın sanat
ürünleri bugün de geçerlidir, gelecekte de geçerliliğini
koruyacaktır.
O çağlarda derinleşen sadece Şocentstuk'un yaşam gücü
değildir. Sanatta ilerlemenin yeni boyutlara ulaşması
gibi, yaşamın kavranması da yeni boyutlar kazanıyordu.
Daha doğrusu ozanın yapıtları diğerlerininkilerden ayrı
özellikler kazanıyordu. Bu ayrıcalıkları, şiirlerindeki
akıcılık, anlatım gücü, sanat ustalığı, gerçekçilik ve
güncellik çok iyi kanıtlıyor. Şocentstuk Aliy ile
Kabardey şiiri güç bulmuş ve ilk kez Rus şiirindeki
uyaklardan, ölçülerden, benzeşmeyen koşuklardan
yararlanılmaya başlanmıştır.
Aliy'in şiirlerinde rastlanan deyimler ve etkili
sözcükler, anlatım dilindeki sadeliğin, gücün kanıtıdır.
‘’Görülmedi tatlı sözün ürünü tutmayınca el‘’, ‘’Az
konuşup çok çalışan Başarıyı gerçekçilikte buldu‘’,
‘’Adı küçük Başarısı büyük‘’, ‘’Kör gözlüğü‘’...
Ozanın bazen yanılgıya düşmediğini söyleyemeyiz. O,
henüz şiirlerindeki dizelere gerekli etkinliği
kazandıramıyordu. Söz, düşünceden üstün geliyor,
anlatımlarında doyurucu olamıyor ve dilin zenginliğinden
tam anlamıyla yararlanamıyordu.
Emperyalist savaşlarda büyük kayıplara uğrayan Sovyet
Cumhuriyetleri çok kısa bir zaman içerisinde halkçı
iktisadı düzelttiler. Yüz binlerce çiftçi kolektif
çalışmayı ve sosyalist ekonomi ilkelerini benimsedi.
Diğer cumhuriyetlerde olduğu gibi Kabardey-Balkar
Cumhuriyetinde de çiftçiler yeni düzen için canla-başla
çalışmaya başladılar.
Yeni düzenle Kabardey-Balkar Cumhuriyeti'nde de büyük
yatırımlar yapıldı. Sanayileşme ve fabrikalaşmaya önem
verildi. Kurak bir bölge olan Clahsteney bölgesinde
Küçük Kabardiya Sulama Kanalı'nın yapımı tamamlandı.
Kabardey-Balkar'da ulusal kültürde de büyük aşamalar
oldu. Enstitüler, teknik okullar açıldı. Anadil ile
yayınlanan gazetelerin, yapıtların tirajları arttırıldı.
Bu başarılar kuşkusuz Kabardey edebiyatının güçlenmesine
bağlıdır. Bir ulusu, ulus yapan öğelerin başında dil
gelmektedir. O yılların ozanlarının esinlendiği
kaynaklar ise; toplumculuk, sanayileşmenin ve
makineleşmenin ilerlemesi, Adige köylülerinin
kavuştukları güzel yaşam ve üretimin artmasıdır.
Dilin ulusu yücelteceğine inanan genç edebiyatçılar ve
eski ozanlar çalışmalarım yoğunlaştırmışlar, edebiyatın
güçlenmesi uğruna kendilerini adamışlardı. Bütün ozan ve
yazarların el birliği ile çalışmalarını sağlamak
amacıyla ‘’Yazarlar ve Ozanlar Birliği‘’ derneğini kurup
Çerkesce ‘’Yeni Güç‘’ yıllığını yayınlamaya
başlamışlardı.
O yıllarda Şocentstuk Aliy kendi köyü Kuşmızıkhuey
köyünde öğretmen olarak görev yapmaktaydı. Daha sonra da
Bakhsen Ziraat Okulu öğretmenliğine atandı. Bu
görevinden bölge ‘’ONO ‘’ kuruluşuna
denetleyici-yöntemci ve okul direktörü olarak atandı.
1936 yılına dek bu yeni görevini sürdürdü. Aynı yıl
görevinden ayrılarak Nalçik'e yerleşti.
Ozan, ulusunun bilinçlenmesi için yılmadan çalışmıştır.
Kendini saygı ile anacak öğrencileri az değildir.
Öğrencilerinin eğitim-öğretiminin yanı sıra kendisi de
çok şey öğrenmiştir; Gerçek yaşamın derinliği, çağdaş
insanların düşünce özgürlüğü anlayış ve kavrayışının
genişliği, Adige efsanelerinin değerliliği gibi... Bu
öğrendiklerinin yanında, kuşkusuz şiirdeki sanat
ustalığı da görüşlerini açıklarken ozana yardımcı
olmuştur.
Toplumun başarısına ve yaptığı işlere bağlanan ozan,
kalkınmayı, ulusal gelişmeyi ve yeni düzeni içtenlikle
kutluyordu. O, ulusal kalkınmayı her yerde görüyordu;
kolhoz ovasında kişneyen çelik atlar, taşkın Bakhsan'a
vurulan eyer, dağlara açılan dümdüz yollar, ülkenin
‘’sanayileşmesi ‘’, her yandan yükselen sevinç
türküleri...
Yürekten taşan tertemiz sözcüklerle yazdı şiirlerini,
sosyalizm yolunda ilerleyen köylüye, işçiye, ülkede
gelecek mutluluğun bağlandığı, Bakhsan kıyılarındaki
tesislere, tarımsal kuruluşlara...
1930. yıllarda, Ozanın başarılarının bir sonucu;
bilinçli insanların kendisine duyduğu saygı, sevgi ve
öncü insanın yarattığı tipik kahramandır. Bu tip
kahramanın yaratılması ozana, kendiliğinden kısmet
olmamıştır. ‘’Kolhoz Karığı‘’ şiirinde kahraman, zor
ayakta duracak niteliktedir. Henüz tam bir kahraman
değildir, bütün canlılığı, diriliğiyle öne
çıkamamaktadır. Sadece bir uğraşının peşindedir. Burada
ozan, yalın sözcüklerle yetinmektedir.
Her an yenilik arayan, ilerlemeye kararlı olan ozan, bu
tip kahraman insanları gerçek yaşamda buluyor, bu tip
insanların diğer insanlara ve topluma örnek olmasını
sağlamaya çalışıyordu.
Bu açıdan değerli şiirlerinden biri de ‘’Ne Olur
Uğraşayım Özgürce‘’ şiiridir. Şiirin asıl kahramanı
çocuk denebilecek çağda genç bir izcidir. Ozan, bu
tipten -Hasanş- 1920. yıllarda da söz etmiştir. Bu iki
tipin (kahramanın) davranışlarını karşılaştırırsak; izci
genç, Hasanş'tan anlayışlı hırslı ve tutarlıdır. Ozan'ın
Hasanş için vurguladığı nitelikler ise daha çok,
sevecenliği, güzel huylu oluşu vb.dir. Ozanın izci gence
ayrı bir özen göstermesinin ve değer vermesinin nedeni
izci gencin, yeni düzenden yana olması, onu tüm gücüyle
korumaya çalışması, eski törelerdeki olumsuz etkilerin
yıkılması için elinden geldiğince çaba göstermesidir.
Ey, altın sakallı babam
Beni kullanıp kandırabilirler seni,
Yalansız, gerçek eğitim için
Ne olur! özgür bırak beni,
İnsanı acımasızca köstekleyen töreler
İyice katılaştı senin yüreğinde,
Ben de duydum okuma özlemini
Çalışkan gençlerle birlikte.
İzci arkadaşlarımla açacağız
Özgürlüğe giden yolu,
Ölümsüz güzel zamanı
Avucumuza alacağız.
Line'de tip olarak genç izcinin aynısıdır. Şocentstuk,
büyük bir ustalıkla ‘’Line‘’ tipi ile ezilen, acı çeken
Çerkes kadınının kısa zamanda ilerlemesini, başarılı
çalışmalarını, özgürlüğünü belirtmeye çalışıyor:
Uzakta, uzakta ta tarlada
Kişniyor öfkeli çelik at,
Gözün alabildiğince, uzakta
Dalgalanıyor al yazma.
Boya görmedi tarlanın iki yanı da
Dönüşüyor birden simsiyaha,
Küçük kırmızı başın buyruğundan
Geçmiyor o, kendine ayak uyduruyor.
Kadınlara öncü oldu,
O açtı izi bugün
Ve şafağın güzelliğinde
Onunla uyandı sevinçle.
‘’Traktörcü Line’’
|
Şocentstuk, Sovyet insanının anlayışındaki değişimi,
1930. yılların son aşamalarını büyük bir ustalıkla
açıklamıştır. ‘’Adige dili ile yapıtların
çoğaltılmasını isterim’’ diyerek 1920. yıllarda
yakman Hajkare'ye ozan değer vermiştir. O zaman
Adigelerin bilime yönelik çalışmalarını dileyen
sadece Hajkare idi, şimdi Hajkareler bilinç
saçıyorlar ve bilinçlenmeye karşı olanlarla
savaşıyorlar. Bu yiğitliğe Adige kadını birdenbire
erişmemiştir. |
O, başarısı için her acıya katlanmasını bilmiştir. Onun
hızla yükselemediğini ozanın ‘’Setenay’’, ‘’Güzel
Setenay’’ şiirlerinden anlıyoruz.
Ozanın açıkladığına göre Setenay mut dolu büyük işler
başarmıştır. Artık o, utangaç değildir, kendini mal ile
almaya kimse cesaret edememekte, düşüncelerini dilediği
gibi açıklama olanağı bulabilmektedir. Toplum içinde
sözü dinlenmekte ve saygınlık kazanmaktadır. Ozan,
Setenay’ın kadınlara örnek olmasını dileyerek kutluyor
Setenay’ı yine de ‘’Güzel Setenay’’ın başarısı daha
büyüktür. Ozan, bunu daha içtenlikle kutluyor. Burada
güzel Setenay artık bilinçlenmiştir, hakkını aramasını
öğrenmiş, yeni yaşam için savaşabilir olmuştur:
Akboyunlu güvercin ayaklandı,
Uyuyan bacıları uyandıracak
Bilgi ışıklarını yaymaya başladı,
Kabardey yurdunun güneşi
Güzel Setenay uyandı,
Boyandı zamanın altın güneşiyle...
Güzelce yavaşça konuşuyor,
Ustaca, yumuşakça sitemi,
O, imgecilerle savaşarak
Öldürüyor bilgisizliği
Güzel Setenay parlıyor,
Süsleniyor bilgi giysileriyle...
Adige kadınının ilerlemesine ve mutluluğuna ozanın
sevinmesinin nedeni çok açıktır. Çünkü onların
ilerlemesini Büyük Sosyalist Ekim Devrimi’nin
başarısında görmektedir.
Bütün Sovyet insanlarının elbirliği ile kurduğu yeni
yaşama içten bağlanan ozan, kendini düşünmeden çalışan,
onu her şeyden üstün tutan öncü emekçiye büyük değer
veriyordu. Sayıları az olsa da yine düşüncesiz, yalancı,
ikiyüzlü, başkalarının alın terine göz diken, yeni
yaşama zararı dokunacak insanların varlığını da
biliyordu. Onun için ozan, bu tip insanların
tanınmasının, onlara gereken dersin verilmesinin ön
plana alınmasını istiyordu. 1930. yıllarda yazdığı
‘’Çekil ‘’, ‘’Büyük Tabanca‘’, ‘’Karbeç'in Yarınları‘’
şiirlerinde, doğruluktan yana olmayan insanların çalışma
yöntemlerini, zararlarını anlatmak istemiştir. ‘’Pşı
Konuğunu Ağırlama‘’ törelerini yöntem seçen Karbeç, işi
için gelenlere ‘’bugün git-yarın gel‘’ diye rüşvet
almadan iş yapmak istemeyen, terör ile buyruklarının
yerine getirileceğini sanarak aldanan bir Kolhoz
yöneticisidir. Bu tip yöneticilerin amaçlarını ozan,
‘’Çekil‘’ şiiri ile çok iyi belirtmiştir.
Bugünkü durumları ne olursa olsun bu tiplerin
ömürlerinin uzun olmadığını, kanatların tez düşeceğini,
gizli gizli çevirdikleri işlerin bugün değilse de yarın
mutlaka açığa çıkacağını anlatmak istiyor. Gerçekçi ozan
amacını, ‘’Büyük Tabanca‘’ şiirinin şu koşuğu çok güzel
açıklamaktadır:
Engel olamayacaklar bugünkü güneşin
Yeşil vadileri aydınlatmasına,
Binlerce yıldız ışığının
O dar boğazdan yansımasına,
Şocentstuk'un şiirleri bugün de anlamını yitirmemiş,
değerini kaybetmemiştir. Çağımızda da birçok insan bu
şiirleri okudukça kendini olduğu kadar, birçok insanı da
daha iyi tanımaktadır.
Şocentstuk'un 1930. yıllarda önemsediği, yapıtlarında
belirtmek istediği sadece çok sevdiği Sosyalist
ülkesinin ilerlemesi, kalkınması, insanların
çalışkanlığı ve kavuştukları güzel yaşam değildir. O,
her şeyi ile yaşamı daha geniş anlamlı, daha
derinlemesine anlatmayı kendine amaç edinmiştir. Kendi
ülkesinde kurulan güzel yaşamın diğer yerlerde de
kurulmasını ve bunlarla kendi ülkesinin kaçınılmaz
bağlılığını açıklamıştır. Kendi ulusu gibi dünyadaki
ulusların tümünün de özgürlüğe kavuşmaları gerekir.
Onlar için elinden geldiği kadar çalışmağa hazırdır.
Kabardey ozanının Asya, Avrupa ve Afrika'da ezilen
ulusların özgürlük savaşına saygı duymasının, onlardan
yana çıkmasının nedeni enternasyonalist proleter
devrimciliğidir.
‘’Habeşi ‘’, ‘’Pirenelerin Gülü‘’, ‘’Korsanlar ‘’, ‘’1
Mayıs‘’ şiirlerinde Şocentstuk, bir yandan özgürlük
savaşçılarını, bir yandan da ‘’insan soyunu köstekli
tutmak ‘’ onları kendi buyrukları altında çalıştırmak
isteyen faşistlerin tutumlarını anlatmak istemiştir.
Şocentstuk’un değer verdiği, yurdunun koruyuculuğunu
yapan ‘’Pirene Gülü‘’dür. Uğraşılarında yiğitlik ve
mertlik örneklerini veren Habeş ulusudur, kurtuluşu için
savaşan Çin ulusunun başarıya ulaşmasıdır. Ozan,
bunların da mutluluğa kavuşacaklarına inanıyor:
Korsanlar, çelikleriniz
Emekçiyi yıkamaz,
Toplarınız susturamaz
Onların seslerini.
Başaramayacaksınız
Emekçileri kös teklemeyi,
Tutamayacaksınız insanları
Özgürlüklerinden uzak.
O çağlarda ileriyi görebilen ozan, faşizm ne kadar
‘’güçlü ‘’ gelse de, hangi yöntemleri uygulasa da,
insanlığı yenmek için kiminle işbirliği yapsa da,
gerçeği yenmek, birlik sağlayan ulusların özgürlüklerini
yıkmak başarısına ulaşamayacağını, başkalarına kazdığı
kuyuya kendinin düşeceğini yazıyordu. Ozanın bu gerçek
görüşünü ‘’Korsanlar‘’ şiirinin şu koşukları kanıtlıyor:
Şişko karınlarınıza
Denizlerin suyu sığmayacak,
Dalgaların önünü
Çamurla kesemeyeceksiniz.
Örümcek ağlı korsanlar,
Düşündüğünüz çarelerle
Kazdığınız kuyular
Kendi mezarlarınızdır.
Ozanın yazdığı yazılarda görünen gerçeklik payı, güçlü
Sovyet Cumhuriyeti’nin iç savaşlarda kazandığı tarihi
başarının kanıtıdır.
O yıllarda Şocentstuk dünya ve doğanın görüntülerinin
anlatımına ayrı bir özen göstermeğe başlamıştır.
Kabardey edebiyatında olmayan ve yaşlı ozanların da
sezinleyemediği peyzaj şiir akımını başlatma, onu
edebiyatın geçerli bir kolu durumuna getirme çalışmaları
ile ozan yeni bir başarı sağlamıştır. Ülkesinin
görünüşünü, güzelliğini şiirde ustalıkla anlatma
başarısını gerçekleştirmiştir. Ozan, doğanın resmini
çekti ya da gördüğünü olduğu gibi anlattı diyemeyiz.
Doğanın tanıtılması ile Sovyet insanının sevincini,
ülkesindeki gelişmeleri, köylerin ve kentlerin
görüntüsündeki değişiklikleri bir araya getirerek
kaynaştırdığını unutmamalıyız. ‘’Kış‘’, ‘’Sonbahar‘’,
‘’Mayıs’ta‘’, ‘’Hafif Rüzgar Okşuyor‘’, ‘’İlkbahar‘’,
‘’Kulkujun'un Bir Günü‘’, ‘’Nalçik‘’, ‘’Park‘’ şiirleri
bunun örnekleridir. Ozanın her şiirinde gerçekçiliğinin
ve sanat ustalığının yanı sıra olayları
somutlaştırdığını görüyoruz. Onun için Şocentstuk,
peyzaj şiirleri ile Kabardey edebiyatına yeni bir güç
kazandırmış, günümüz ozanlarına da örnek olmuştur.
Şiirlerinin yanı sıra Şocentstuk Aliy 1930. yıllarda
destanlar ve öyküler de yazmıştır. ‘’Kış Gecesi‘’,
‘’Tembot'un Geçen Günleri‘’ destanları ile ‘’Bir Ölçek
Un‘’ ve ‘’Armut Ağacının Altında‘’ öyküleri aynı
yıllarda yayınlamıştır. Bu edebiyat ürünlerinin konuları
geçmiş zamanlarla ilgilidir. Geçmiş yıllarda toplumun
zavallılığı ve özgürlükleri için uğraşıları
anlatılmaktadır.
‘’Kış Gecesi‘’ destanında Şocentstuk'un anlattığı, kendi
halinde bir ailenin emperyalizme karşı katlandığı güç
koşullar ve unutulmayan acılardır. Destanda, acımasız
savaş yüzünden kocasını ve tek güvencesi, oğlunu yitiren
dul kadının kişiliği ile emperyalist savaşın tüm
acımasızlığının kendi halinde bir emekçiyi yıktığı,
sermayenin çıkarı uğruna işlerin, emekçinin kanıyla,
canıyla yürütüldüğü anlatılmaktadır.
Destanda bir savaş uğraşısı yoktur. Anlatılan, savaşın
getirdiği acı ve çiledir ve bu durum emperyalizme karşı
bir nefret uyandırmaktadır. Ozan burada herkesin
emperyalizme karşı olmasını öneriyor.
Emperyalist savaş bu dul kadını ezmiş ve yaşarken
öldürmüştür. O zavallı ise emperyalizme karşı
savaştığını bile düşünememektedir. Yıkılacağından da
haberi yoktur. Fakat onun gibi düşünmeyip savaşın
bilincinde olanlar da vardır.
Bu tip kahraman insanı Şocentstuk ‘’Tembot'un Geçen
Günleri‘’ destanında karşımıza çıkarmaktadır. Tembot da
henüz bilincinin farkında değildir. Yaşamdan hoşnut
olmadığını eylemleriyle ortaya çıkarmaktadır. Yapılan
haksızlıklar için kızmakta ve bu haksızlıkları
yapanlarla uğraştığı da olmaktadır. Yine de kendi
sınıfından olanlar için kullandığı silahı,
kullandıranlara karşı nasıl çevireceğini, sosyalistlerin
öncülüğü olmaksızın bilememektedir. Destan, konusu
bakımından değişik çağların olaylarını feodalizmi,
köleliğin kaldırılmasını, Dzelıkue'deki ayaklanmayı
içermektedir. Asıl konu ise bunlar değildir. Kendi
haline olan bir köylünün devrimden yana olmasıdır. Bu
köylü sadece kendini değil, ezilen bütün köylüleri
düşünmektedir. Ozan, bununla da sadece bir kişinin
çabasını belirtmeyip bütün Kabardey köylülerinin
tutumunu, Büyük Ekim Devrimi’nden yana olduklarını ve
kurtuluşları uğruna çabalarını anlatmak istemiştir.
Büyük Ekim Devrimi’nin emekçilere verdiği haklara inanan
ve kendini ona adayan sadece bir Tembot Dede değildir.
İç savaşlarda halkın başarısı; devrimci emekçilerin
örgütlenmesine ve sınıfının çıkarı uğruna savaşan
kimselerin bilinçli olmasına bağlıdır. Bu tip savaşçılar
işçi sınıfının yanı sıra köylülerin içinde de çoktur.
Şocentstuk Aliy, iç savaşlarda devrimin koruyuculuğunu,
savaşçılığını yapan köylülerin olduğunu da ‘’Partizan
Jambot‘’ destanında açıklamaktadır. Konu, iç savaşlarda
bir köylünün yaptığı işler, başardıkları ve başına
gelenlerdir. Ozan, onun kişiliğinde, kendi halinde olan
çiftçilerin devrim için tutumlarını, onların kısa
zamanda kazandığı düşünce yapısını açıkça
yansıtabilmektedir. Ozan, Jambot'a sadece devrimci
olduğu için önem vermemektedir. -Bütün emekçiler
devrimcidir.- Önemsediği, onun kazandığı düşünce
şeklidir, toplumun çıkarlarına canını adamasıdır,
geleceğin mutluluğu, yeni yaşam ve gençlik için
ölmesidir. Jambot yeni Sovyet insanının bir örneğidir,
ozan onun kişiliği ile gelecek kuşağın davranışlarını
açıklamağa çalışmıştır.
Çoğu tamamlanamamışsa da Şocentstuk'un o yıllarda
yazdığı destanların büyük değer ve anlamı vardır. Bu
destanları yazmamış, destan janrının inceliklerini
bunlarla kavramamış olsaydı, sonradan yazdığı ve
ölümsüzleşen sanat ürünlerinden ‘’Madine‘’, ‘’Kambot ile
Latse‘’ destanlarında başarılı olamayacaktı.
Şocentstuk'un
o
yıllarda nesir edebiyatına da katkıları olmuştur.
Kabardey nesir edebiyatının ilk ürünlerinden olan ‘’Bir
Ölçek Un’’, ‘’Armut Ağacının Altında’’ öykülerini aynı
yıllarda yazmıştır. Şiirlerinde olduğu gibi öykülerinde
de devrim öncesi köylülerinin çektiği acıları,
katlandıkları çileleri ve uğraşılarını işlemiştir.
Yaşamı anlatırken öykülerinde gerçekçi ve inandırıcıdır.
Öykü kahramanlarından, katlandığı acıların
ölümcülleştirdiği Hamid'i, saygınlığını gururunu
korumasını başaran Bot'u, yaşamdaki acıklı olayların
öfkelendirdiği küçük Haset'i bütün canlılığıyla
karşımıza çıkarıyor. Ellerinde tespihleri çeke çeke
insanın derisini yüzen açgözlü Hacı Yerendiler de.
|
Bu gerçekçi öyküler günümüzde de anlamını korumakta,
çağımız Kabardey nesir edebiyatına örnek olmakta ve
herkes tarafından içtenlikle okunmak 1930. yıllarda
Şocentstuk'un yaratım yeteneği daha da güçlenmiş,
yaşamı, daha anlamlı ve doğru tanımlayarak,
tümcelerine etkinlik kazandırmıştır. Yine de ozanın
bu başarıya kolay kolay erişebildiğini söyleyemeyiz.
|
Bazı ozanlar da Şocentstuk'un izlediği yolu o çağlarda
tam olarak anlayamamışlar, edebiyatın güçlenmesi ve
kurulması için yararlandığı temel ilkeleri de doğru
olarak kavrayamamışlardı. Yine de Şocentstuk Aliy,
efsanelerin dışında bir şeyin üzerinde çalışmak yersiz,
başka ulusların edebiyatının yararı olmaz diyenleri de (Barıkuey
T.), efsanelerde yararlanılacak hiç bir şey yok,
edebiyatın başlangıcı sadece proletarya kültürü olur
diyenleri de (Nalo Z.) dinlememiştir. Bütün gücü ile
bağlandığı amaç: Sanat ve bilimsel değeri olan
efsanelerden, diğer ulusların sanat ürünlerinden ve
proletarya kültüründen yararlanarak ulusal edebiyatın
kurulmasına çalışılmasıdır.
Şocentstuk Aliy 1936 yılında Nalçik'e yerleştikten sonra
‘’Kabardey-Balkar Ozanlar Birliği’’ ile çalışmaya
başlamıştır.
Gece-gündüz demeden yaşlı ozanlara yardım ediyor,
yorulmadan genç ozanları yetiştirmeye çalışıyordu. Bu
sıralar Paş'e Beçmırze'nin şiirlerini derleyerek yayma
hazırlamış, Kajer Yindris ile Hakhupaş'e Amırkhan'ın
şiirlerini yayınlatmıştır. Ozan, zamanının çoğunu genç
ozanların yetiştirilmesine, eğitilmesine ayırıyordu.
Aynı yıllarda Kabardey edebiyatına katılan genç ozanlar
Tav Boris, Beykul Barisbiy, K'uaş Bet'al, Şocentstuk
Adem gibi ozanlar Aliy'in öğrencileridir. Bunlara her an
öncülük yapıyor, yazacakları konuları söylüyor ve
ürünlerini düzelterek basıma hazırlamaya çalışıyordu.
Şocentstuk bunları da azımsayarak Araştırma Enstitüsü
Derneği'ne yardımcı olmaya çalışıyor, köylerde de bu
derneklerin kurulmasına uğraşıyor, gençliği edebiyat
çalışmalarına özendirmeye çabalıyordu. Öğrencilerden
derleyerek yayınlattığı yazılar bunun kanıtıdır.
Yeni yaşama imrenen, onun başarılarından güç bulan ozan,
çok şey görmeyi, arkadaşlarının çoğalmasını arzuluyor
birlikte çalıştığı ozan ve yazarlarla daha sık görüşmek
istiyordu. Ozan, sadece Kabardey-Balkar değil, çok yer
gezmiş, kuşkusuz karşılaştığı ve tanıştığı
arkadaşlarından da çok şey öğrenmişti.
1930. yılların sonlarına doğru Şocentstuk'un anlatım
yeteneği daha da güçlenmişti. Sosyalist Realizm
Metodu’ndan gerçekten yararlanmaya başlayan ozan, yeni
Sovyet yaşamına, emekçilerin bugün eriştikleri
özgürlüğe, kavuştukları güzel yaşama ve bunların
getirilmesine neden olan Büyük Ekim Devrimi’ne çok değer
veriyordu.
Ozan, kısa zamanda Sosyalist ülkenin ulaştığı başarıyı,
emekçileri demokratik haklarına kavuşturan Büyük Ekim
Devrimi’ne bağlıyor:
Bak, ezilerek yaşayan halklar
Gökyüzü merdivenine çıktılar,
Binlerce altın-yıldızın ışığım yakarak
Yıldırımları tutmaya başladılar.
Tepe
- gök sandalyelerinin üstünde
Uzaya damgalarını vuruyorlar,
Sevinçli yaşamın çocukları
Mars'ta konuklamayı arzuluyor.
O yıllarda Sosyalist yönetim, ancak yeryüzünün altıda
biri olan Sovyetler Birliği’nde uygulanmaya başlamıştı.
Yine de ozan karlı Himalayaların, Mont-Blanc'ın
‘’Uahamahue'den yansıyan ışığı’’ öpmek için
Uaşhamahue'ye uzandığını ve Ekim Devrimi’nin yenilikleri
ile dünyanın dalgalanacağını görüyordu.
Büyük Ekim Devrimi.
Güçlü bayrağın yeryüzünde
Tek
damga olacak,
Hazıra alışmış tırnaklardan emekçileri
Yarın gün doğarken kurtaracak.
Yeni yaşamın sevincini ozan, ‘’Ekim’’ şiirinden başka,
‘’Yüksek Şura’’, ‘’Güveniyoruz’’, ‘2Yeni Gün Beni
Sevindiriyor’’, ‘’Sergo-Orjonikidze’’ şiirlerinde de
belirtmiştir. Şiirlerin anlatımındaki sanat ustalığı,
gerçekçilik, Kabardey edebiyatı şiir tekniğine örnek
olmuştur.
Şocentstuk, yaşamdan kopuk bir ozan değildir ve yaşamda
gördüğü her şey onun için aynı anlamı taşımaktadır.
Çünkü o, kendinindir, güzel yaşamın kurucusu kendisidir.
Özgür olduğu sürece, gerçek bir koruyucu, sosyalizm
ilkelerinin bir öğreticisi olacaktır. ‘’Lenin’’ şiiri
ile ozanın açıklamak istediği budur:
Ben gezegenlere çıkabilseydim
Adını alnımda gösterirdim onlara,
Varsa orada da ezilen insanlar
O
damgamla kurtarırdım.
Bizi
mutlu yaşama kavuşturan
Büyük insana söylüyorum,
Yaptıklarına el uzatacak düşmanlara
Acımayacağıma söz veriyorum.
Şocentstuk'un o yıllarda sanatta ulaştığı başarı, diğer
halkların edebiyatlarını daha iyi anlamasına, diğer
ulusların sanat akımlarından da gerektiği gibi
yararlanmasına bağlıdır. Bunu kendisi de açıklamıştır.
Ozana göre, eserlerinde sanat ustalığı ve ilerleme
görüyorlarsa bunun nedeni, önce Adige efsaneleri ve
öyküleridir, sonra da, Puşkin, Lermatov, Gorki gibi
ozanlardır. Bunun için ünlü Rus ozanlarını anımsıyor ve
onları şiirlerinde içtenlikle övüyor, bu ozanların
yapıtlarım herkese tanıtmaya çalışıyordu. Ünlü proleter
yazar Maksim Gorki için yazdığı bir makalede ozanı çok
iyi tanıtmaya çalışmış, aynı ozanın ‘’Şahin'e Türkü’’,
‘’Fırtınaya Karşı Çıkanların Türküsü’’ başlıklı
yazılarını Çerkesce’ye çevirmiştir.
Şocentstuk'un çok sevdiği, saygı duyduğu bir ozan da,
ünlü Ukrayna ozanı Taraş Şevçenko'dur. Ozanın
Şevçenko'yu çok sevmesine neden: ‘’Acımasız Çarların
Kafkas Halklarına yaptığı baskıyı’’ korkmadan dile
getirmesi ve buna karşı çıkmasıdır. Bunun için de
Şevçenko'nun ‘’Kafkas’’ destanını Çerkesce’ye
çevirmiştir.
Ulusu için çalışan, ulusunun gereksinmeleri ve yararına
usunu kullanan her ozana ve her yazara saygı duyuyordu
Şocentstuk Aliy. Çok beğendiği bir ozan da Kosta
Hetagurov'dur. Bu büyük Oset ozanı için de 1939 yılında
‘’Büyük Ozanı Hiç Unutmuyoruz’’ başlıklı bir makale
yazmıştır.
Saygı duyduğu, değer verdiği bir ozan da (Şocentstuk'un
-Altın Dede- adını taktığı) ünlü ozan Paş'e Beçmırze'dir.
Aynı yıllarda Aliy, Altın Dede'nin ‘’altın sandığını’’
açmış, yaşamına ve çalışmalarına ilişkin biyografisi ile
derlediği şiirlerini ilk kez yayınlatmıştır.
Şocentstuk Aliy, aynı yıllarda ülkesinde değer kazanan,
‘’Ela Gözlü’’, ‘’Hamid’’, ‘’Ninni’’, ‘’Traktörcü Line’’
türkülerini de yazmıştır. Bunun yanı sıra, eski Adige
türkülerinden birkaç tanesi üzerinde çalışmalar yapmış,
Rus türkülerini ve aryalarını Çerkesce’ye çevirmiştir.
Kabardey edebiyatının ilerlemesinde başarı sağlayan
ozana, Kabardey-Balkar Muhtar S.S. Cumhuriyeti Yüksek
Şurası 1939 yılında ‘’Kabardey-Balkar M. S. Ş.
Cumhuriyetinin Edebiyat Bilgini - Profesörü’’ unvanını
verdi. Aynı yıllarda sanat ustalığını (şiirlerin
dışında) destanlarında da kanıtlamıştır. ‘’Yiğit Genç’’,
‘’Madine’’, ‘’Kambot ile Latse’’ destanlarında, düşünce
ve sanat ustalığındaki başarısını son aşamada görüyoruz.
Sosyalist Realizm Yöntemi'ne uygun yazılmış bu yapıtlar
Kabardey Sovyet Edebiyatı’nın temel taşını oluşturdu
diyebiliriz.
1938-1939 yıllarında yazdığı ‘’Yiğit Genç’’ destanında
göze çarpan bazı eksikliklerden dolayı bu destan, ozanın
yazdığı ilk destandır diye ileri sürenlerle aynı kanıda
olmak, kuşkusuz büyük bir yanılgıdır. Destandaki ana
konu; kendi halinde olan bir çiftçi çocuğunun gerçekçi
bir insan, devrimin bir savaşçısı olmasıdır. Çetin iç
savaşlarda, düşüncesini, anlayışını, dünya görüşünü,
yiğitliğini pekiştirebilmesidir. Daha on dört
yaşındayken Mejid'jn bu olaylara karışmasının nedeni,
Beyaz Ordu askerleri tarafından babasının öldürülmesi
değil, çocuk denecek yaşta kendisinin de haksızlıklara
uğraması, zor koşullar altında yanaşmalık yaptığı halde
emeğinin karşılığının verilmek istenmeyip göz göre göre
yenmesidir.
Babasını öldürenler ile Yehuef arasındaki ilişkiyi,
onların birbirlerini korumaya çalıştıklarını ve
emekçilere, karşı duydukları kini çok iyi
anlayabiliyordu. Küçük Mejid onun için güvenemiyordu bu
insanlara. Tatlı sözlerine kanmadan Karbeç, aslan gibi,
insanların yaptığı kirli işleri açığa çıkarabiliyordu.
|
Şocentstuk Aliy'in sanat ürünlerinden biri de
‘’Madine’’ destanıdır. Destanın ilk örneklerini 1928
yılında yazmıştır. Fakat bunun üzerinde uzun zaman
çalışmalar yaparak bugünkü son şekliyle 1941 yılında
yayınlatılmıştır. Destanın konusu, Büyük Ekim
Devrimi öncesinde Adige kadının ezilmesi, köleci
toplumda olduğu, gibi mal ile onun nasıl alınıp
satıldığı, zor yaşamın, bitmeyen acıların Adige
kadınını zamanından önce öldürmesidir. |
Ozan, zevki ile Madine'nin güzelliğini açıklamaya
çalışıyor:
Anımsıyorum… Madine’nin kaşı
Hilal gibi, ay gibi.
Haleli kara saçları
Ak
yüzüne düşen gölge idi...
Sırmalı gibi sanki
iri
kara gözleri pırıl pırıldı.
Kırmızı dudaklarının arasında
İnci
gibi dişleri görünürdü.
Gezerken görsen o güzeli
Suda
yüzen kuğu gibiydi,
Konuşurken sesi
Cennet kuşu şiiri gibi dinlenirdi...
Güzelliğini önemseyen Madine, sonsuz bir mutluluğu
özlüyor. Sevgisinin gerçekleşeceğini umuyor, ‘’Özgür’’
olduğu için yaşamda her istediğini yapabileceğini
sanıyordu. Yine de Madine'nin ‘’Özgürlüğünün’’ bir
anlamı yoktur. O, bugün pşının buyruğunda değilse de,
babasının, kardeşinin, akrabalarının, malı çok
olanların, eski törelerin elindedir. Bunlar bir şey
yapmayacak olsalar da kendisi, yapacağı işlerde özgür
değildir.
Kendini ‘’Özgür’’ sansa da, tutup yaşlı adama satarlar.
Sevmediği adamla yaşamaktansa ölümü yeğleyen Madine,
yakalandığı hastalıktan kurtulamayarak ölür.
Madine'nin ölümüne neden olan, bazı kimselere göre
babası Wumar'ın fazla mala imrenmesidir. Aslında doğru
olan bu değildir, her baba gibi Wumar da kızının mutlu
olmasını istemiş, fakat bunu başaramamıştır. Eski
törelerin kıskacına sıkışmış, kendi halinde yaşamını
sürdüren bir köylü, istediğini yapamıyordu. Madine gibi
olan kimselerin sevgisine engel olan, onların yaşamasını
istemeyen, bozuk sosyal düzenin insanlar arasında
yarattığı çelişkilerdir.
Madine, bozuk düzenin etkilerini anlar, bütün gücü ile o
bozuk düzenle savaşmaya çalışır. Madine’nin bunu
istemesinin nedeni, yüreğindeki sıkıntı ve düşünceli
durumudur. Temiz sevgisini koruyamıyorsa da, yaşama
doymadan ölmüşse de, Madine, düzenin baskılarına boyun
eğmemiş, onun istediklerini yapmamıştır.
Destanda çok konuşamıyorsa da, Wumar tipini gerçekçi
olarak canlandırmıştır. O, bir yandan da kızını çok
seven birisidir. Hatta kızına söz vermiştir istemediği
biri ile evlendirmeyecek, mal ile satmaya
kalkışmayacaktır. Diğer yandan da anlamını yitirmiş
törelerin kıskancında olduğu için sözünü yerine
getirememektedir. Zavallı babayı yasa boğan, çok sevdiği
kızım elinden alan da odur.
Destanda ana; doğrudan yana olan gerçekçi bir tiptir.
Kendine ne olursa olsun, kızının mutluluğu, temiz
sevgisinin korunması için çabalamaktadır. Yine de yalnız
kadın ne yapabilecektir. Madine gibi o da, bir şey
başaramaz, elinden bir şey gelmez, ne yapsa da tek
kızını mutsuzluktan kurtaramaz.
Yaşama hakim olan, istediklerini yapabilen, düşkünleri
ezen tipleri de ozan, destanında çok iyi
canlandırmaktadır. Pıhj Ceriy, Kasım gibi kimseler ne
pşı ne de wuerkdır. Onlar wune-utlikten kurtulalı çok
olmamıştır, fakat bu gün yaşamda hakim durumuna
geldiklerinden ne yapsalar olmaktadır. Bu gücü onlara
veren; yalan dolanla edindikleri mal-mülk ve onun
yitirttiği insanlıklarıdır. Altının şımarttığı Pıhj
Ceriy gibi yaşlı bir adamın, kızın sevgisini satın
almaya kalkışması ve bir at için Kasım'ın yeğeni
Madine'yi ölüme itmesine neden olan da budur.
Pılıj Ceriy ve Kasım'ın kişiliğinde, köleliği yıktıktan
sonra Kabardey'de, pşı-wuerk gibi kimselerle işbirliği
yaparak oluşan sömürücü yeni bir hakim sınıf
canlandırılmıştır. Hakim sınıfın çevirdiği kirli işleri
her zaman din-imanla saklayabilen, söylediği ile yaptığı
birbirine uymayan bir tip olarak destanda canlandırılan
bir kahraman da imamdır. Arkadaşlarına uyan aç gözlü
imamın da istediği tek şey, mal-mülk ve altındır. Onun
için ‘’nikah kıyma ücretinin’’ verilmeyeceğinden korkar,
bir at vermezlerse bu işin yapılamayacağını belirtmeye
çalışır:
Nikahı kıymanın ücreti iyi bir at'tır.
Daha aşağıya düştü mü kıyamam,
Pılıj Mudar'lar da, Madine gibi
Bir gelini bulamazlar.
Madine destanında ozan unutulmayacak bir şekilde Büyük
Ekim Devrimi öncesi düzenin, kendi halinde ya şayan
çiftçileri, köylüleri nasıl ezdiğini, içinde
bulundukları zor koşulları ye uğraşlarını dile
getirmiştir. Destanda kan ve gözyaşı doludur. Yine, ne
kadar korumağa çalışsalar da insanlar arasına kin sokan
bozuk sosyal düzenin ömrü çok sürmeyecektir. Emekçilerin
artık buna katlanacaklarım sanmıyor ozan, bunun için
Madine'nin oğluna ‘’annesi için yazılanları unutmamağa,
kadınlara koruyucu olmağa’’ ona yapılan haksizliği
bağışlamamaya çağrıda bulunuyor.
‘’Madine’’, ozanın sanat değeri olan bir yapıtıdır.
Konusu da çok açık olduğundan anlaşılmayacak bir yanı
yoktur. Akıcı-sade bir dille yazılan destanda
kompozisyon, uyum, gerçeklik çok ilgi çekicidir.
Köylülerin ve çiftçilerin destanı besteleyerek
söylemelerinin nedeni, destanın çekici ve etkileyici bir
yapıya sahip olmasıdır. Ancak emekçinin beğenisini
kazanan bir sanat ürünü, bu değin saygınlık kazanabilir.
Şocentstuk Aliy, düşüncesinin derinliğini, üstün
yeteneğini, başarılı sanat ustalığını en güzel ve en
anlamlı şekilde ‘’Kambot ile Latse’’ yapıtında
kanıtlamıştır. Ozan ‘’Kambot ile Latse’’ yapıtı üzerinde
uzun yıllar çalışmıştır (1934-1941 yılları arasında).
Destan konusunun kökenini, Adige efsanelerinde anlatılan
öyküler ve geçen çağlarda köylülerin-çiftçilerin yaşam
kavgaları oluşturmaktadır. Ozan, konunun tümünü
efsanelerden aldı diyemeyiz. Onun üstün niteliklerini
biraz da ozanda aramak gerekir. Çünkü bilimsellik
kazandıran odur.
‘’Kambot ile Latse’', tarihi yansıtan bir yapıttır.
Burada yaşanan olayların tümünün gerçek olduğunu
savunmak olanaksızdır. Anlatılan efsanevi öykülere,
ozan, kendi düşüncelerini ve o çağlarda olması gereken
bazı olayların konularını katarak yaşamın daha anlamlı,
daha gerçekçi tanımlanmasına çalışmıştır.
Destanın asıl konusu; kölelik devrinde köylülerin
özgürlükleri uğruna savaşları, wune-utların
gösterdikleri yiğitlik, insanlık ve onların bu işe
girişmelerine neden olan olaylardır. Ozan, ezeri ve
ezilenler arasındaki savaşı konu olarak feodalizmin
gerektirdiği savaşları açıklamak istiyordu. Ozanın
yapıtında; feodalizm çağındaki can ve mal güvensizliğini
git gide fakirleşen halkı etkileyen olayları
görebiliyoruz; Bu düzende pşılar fakir halkı hor
görüyor, onların gururu ile oynamaya çalışıyorlardı. Gün
geçtikçe artan baskı wune-utların ayaklanmasına neden
oldu.
Bu savaşa katılan köylüler ise doğru yolu
seçemiyorlardı. İçinde bulundukları bozuk düzenin
nedenini kavrayamıyorlardı. ‘’Kambot ile Latse’’deki
wune-utların amacı: Kendilerini köleleştiren düzeni
yıkıp pşıları tümden yok etmek değildi. Kendilerini hor
gören, ezen Makheşokue'yi bırakıp kendilerine daha iyi
davranan başka bir pşı aramaktı. Ayaklanan köylülere
öncülük eden yaşlı ozan, bunu tam olarak açıklayamıyorsa
da herkese yapacağı işi anlatmağa çalışıyordu:
Zararı yok, dünya öyle küçük değil.
Elbette iyiliksever bir pşı bulunur!
Makheşokue'yi istemiyorum ben,
Bana
pşı olabilecek birini aramalıyım;
Ben
de halkına değer veren birinin
Konuğu olmak isterim.
Kabardey wuerk ve pşılarının birbirlerinden farklı
olmadığını anlayan köylüler onlarla uğraşmaya başlayınca
düşünce yapılarını değiştirdiler. Çünkü onlar kendi
çıkarları için halkı bile satabilirlerdi. Köylülerin
savaşı, düşünce yapısı, değişen anlayışları onlara
özgürlük getirmedi. Bunlara ayrı ayrı değinmeyen ozan,
köylü ayaklanmalarının feodalizm çağında başarı
sağlayamadığım, başarının sağlanması için belirli bir
aşamanın gerektiğini açıklamaya çalışmıştır. Bu çağda
köylüler arasında henüz bir yardımlaşma yoktu. Bilinçli
bir işçi sınıfı ve emekçiye öncülük edebilecek bir parti
de yoktu.
Şocentstuk Aliy, yüz yıllardır Adige köylülerini,
bağlandığı umudu, özlemleri, insanlıklarını,
gerçekçiliklerini ‘’Kambot ile Latse’’ yapıtındaki
kahramanların kişilikleri ile kaynaştırmıştır.
Saygınlık, özgürlük ve gerçek sevgisi için canını veren
yiğit Kambot, korku bilmeyen, arkadaşının acısını,
mutluluğunu paylaşabilen Hasanş, gerçekçi bir insan,
arkadaşı için kendi canından olabilen Aslenişxue,
yaşamım sonuna dek halkının başarısı için uğraşılarla
sürdüren ilginç yaşlı ozan bunun örnekleridir. Bunların
her biri insan belleğinde unutulmaz bir anı bırakır. Bu
ise ozanın yeteneğine, toplumcu düşüncesine,
sanatçılığına, anlatım ustalığına bağlıdır. Onların her
birinin acısına, sevincine, mutluluğuna ozan yürekten
katılmakta ve onları elinden geldiğince yüceltmeye,
okuyucuları üzerinde daha çok etki bırakmaya
çalışmaktadır.
‘’Latse’’ kişiliğinde ozan, başarılı bir kahraman
yaratmıştır. Adige destanlarında, tarihi türkülerinde
karşılaştığımız kadının ezilmiş, her zaman gözyaşı
dökmüş, haksızlığa uğramış olmasının nedenim şöyle
açıklamaktadır. Feodalizmin her isteğini Adige kadını
yerine getirmemiş, onun kıyımcılığı ile savaşmıştır.
Saygısını, sevgisini korumasını bilmiştir. Başaramamışsa
da, gerçek sevgisini koruyacak, çiğnetmeyecek gücü her
an kendinde bulmaya çalışmıştır.
Latse kişiliğinin anlatımı, Kabardey edebiyatının en
başarılı ürünlerinden biridir. Bunda Adige kadının
doğruluğunu, temizliğini, güzel davranışlarını her an
kendini korumaya yiğitçe çalıştığını görüyoruz.
Yapıtta, pşıların kişiliklerini çok iyi belirtmektedir.
Beğenilecek, insancıl denecek davranışları olmayan
Makheşokue, Aşejokue, Aslenokue gibi. Bunlar kibirli
oldukları gibi korkaktır da. Vatanlarını ve başkalarının
özgürlüğünü düşünmezler, Düşündükleri tek şey içki,
hırsızlık, başkalarını köle gibi kendi hakimiyetleri
altında tutmaktır. Karılarının da kendilerinden farkları
yoktur.
Sosyalist realizmin başarılı yapıtı ''Kambot ile
Latse'de'' Şocentstuk, bütün sanat ustalığını başarılı
bir şekilde kanıtlamıştır. Bunu yapıtın düzeninde,
kahramanların kişiliğinde, deyişin içtenliğinde, kolay
ritminde, yararlanılan sanat tarzlarında, dilin
güzelliğinde, güçlülüğünde ve şiirsel düzenin
başarısında görebiliyoruz.
1940-1941 yılları arasında ozan ''Kızbrun'' dramı
üzerinde çalışmalar yapmıştır. Bu dramda ozanın işlediği
konu; Adige kadınının çektiği çiledir, ezilmişliğidir.
Bu dramın el yazmaları İkinci Dünya Savaşı’nda
kaybolmuştur.
Kabardey-Balkar Cumhuriyeti'nin 20. kuruluş yıldönümü
için ‘’Ersin Sözlerim Sana Dek’’ dramım yazmıştır. Bu
dramda ozan, ulusunun yüzyıllarca tarihi ezilmişliğini
ve karanlık çağları geride bırakarak sosyalizme
kavuşmasını işlemiştir. Bazı yerlerinde de İkinci Dünya
Savaşı ile ilgili olaylara değinmiştir. Ozan,
Sovyetlerdeki bütün insanları bu dramında Sosyalist
ülkenin koruyuculuğuna çağırmış ve inanarak Sovyetlerin,
Alman faşizmini yeneceğini yazmıştır.
|
Savaş yıllarında bu dramın yanı sıra şiirler de
yazmış ve yazdığı şiirleri radyoda okuyarak cepheye
giden savaşçılara cesaret vermeye çalışmıştır. Aynı
şiirlerde savaşın gelişimini halka iletmeye çalıştı.
Ozan, bununla yetinmek istemeden 15 Eylül 1941
yılında ülkesinin özgürlüğünü korumak için cepheye
gitti. Çok geçmeden Almanlara tutsak düştü. 1941
yılının sonlarına doğru Bobruysk kenti
yakınlarındaki bir kampta değerli Kabardey ozanı,
faşistler tarafından acımasızca öldürüldü. |
Ozanın ölümüne üzülen, ağlayan, yasını tutan Kabardey
halkının değerli ozana karşı sevgisini K'ışokue Alim şu
şiirle dile getirmeye çalıştı:
Babası ölmüş bir genç gibi, elimde olmadan
Senin ölümüne ağlarım.
Acı gözyaşlarını akıtan
Kardeşlerimiz yaslıdır.
Savaş alanında kan içinde bulsaydım seni
Üstüne siyah yamçımı örterdim.
Sırtımda kalanım bir gömlek olsa da
Yaranı sarmak içi yırtardım.
Daraldığın yeri bilseydim
Hızlı koşan kara Alp'i sana getirirdim
Sen
binerken o at, azgınlaşsa
Özengiye ayaklarını ben takardım.
|
Kabardey Edebiyatı Şocentstuk Aliy'i yitireli 36 yıl
oluyor. Ancak onun başlattığı büyük iş (Kabardey
edebiyatının güçlenmesi) yerinde saymadı, her gün
ilerliyor, güçleniyor. İlk bakışta sezinlenmese de,
Kabardey edebiyatının bugünkü başarısında değerli
ozanın payı çoktur. O, K'ışokue Alim, K'uaş Bet'al,
Şocentstuk Adem gibi değerli ozan ve yazarların
ulusal şiire kazandırdıkları gücün içindedir.
Kabardey nesir edebiyatının da koparılmaz bir
parçasıdır. Dram janrının bulduğu güçte de onun
izine rastlanır. |
Kabardey edebiyatı ile uğraşan bütün genç ozanlara
arkadaş ve yardımcı olmuştur. Bu genç ozanların her
başarısında Aliy'nin bir katkısı ile karşılaşırız.
Şocentstuk çok yaşamamışsa da, ulusuna kendini
unutturmayacak büyük işler başarmıştır. Kabardey
edebiyatının ünlü klasiği Şocentstuk'un şiirleri ve
diğer yapıtları bu başarısı yüzünden ölümsüzleşmiştir.
K'uâş Öet'al bu yargıyı -Şocentstuk'un bugünde
yaşadığını, gerçek dost olarak yanımızda olduğunu-
‘’Şocentstuk Aliy’’ başlıklı şiirinde anlamlıca
kanıtladı.
Değerli şiirlerinin makamıyla
Sen
Adige oğullarına öncüsün.
Kendin yaşamıyorsan da, ikili
Sen
aramızdasın, Aliy
Bilmiyoruz, kara kurşunla vurup, sesini
Neden kestirdi düşmanımız?
Yinede sel gibi güçlü dağarcığın
Ölümsüz makamlardır, Aliy.
İçten şiirlerin, yorulmayan asker gibi
Öcünü alıyor bugün de
Sanki akına gitmişsinde
Bugün dönüşünü bekliyoruz, Aliy.
Sen
süngüyle toprağa yazarak,
Düşmana kavratıyordun acı gerçeği.
Güçlü sözlerinle taşlayarak düşmanı
Savaştın cephede, Aliy.
Tüm
heba değilse de değerli ömrümüz,
Yedi
ömrün olsa ne çıkar,
Yarım ömründe bile senin yaptıkların nicedir
Hiç
unutmadığımız, Aliy... |