Blenaw Batuk'un (Harun)
Çerkes Alfabesi 1335 (1915) yılında Şimali Kafkas
Cemiyeti tarafından İstanbul'da yayınlandı. Bu alfabenin
ilginç bulduğumuz ve ilginç bulacağınızı umduğumuz
önsözünü (günümüzün Türkçe'siyle) sunuyoruz.
ANLATIM
Yok olmaktan,
asimilasyondan kurtulmak, başka bir deyişle ulusal
varlığını korumak isteyen her hangi bir toplumun ilk ve
sürekli kaygısı ulusal dilini unutmamak, yitirmemek,
tersine; onu, çağdaş ve uygar gereksinmelere göre
geliştirmek olmalıdır.
Yarım yüzyıl önce pek küçük ve önemsiz görünen, hatta
bir bakıma erimiş, yitmiş sayılabilen Yunan ve Ermeni
gibi küçük uluslar da bugün görülmekte olan ulusal
gelişmeyi, her şeyden önce ulusal dillerini koruma,
yeniden yaratma konusundaki övgüye değer çabalara
borçludurlar.
Dünyanın en güzel en eski, aynı zamanda özgürlüğüne,
ulusal değerlerine pek düşkün ve bağlı bir ulus olarak
bilinen biz Çerkesler, dilimizi derleme ve işlemede
gecikmiş isek de onu unutmadığımız gibi ona verdiğimiz
önemi hiç de eksiltmedik.
Dilimizde söylenen ulusal şiirlerimiz, en eski tarih
çağları ile ilgili anılarımız, tam bir doğrulukla
korunmakta, atalarımızın; sevgili öz vatanımız olan
Kafkasya'daki kahramanlık destanlarını yine ulusal
şiirlerimiz sürekli olarak yaşatmaktadır.
Çerkes dili, kanımızca çok önemlidir. Her şeyden önce
çok eski ve güçlü bir dildir. Bilimsel ve teknik kimi
yabancı deyimler bir yana bırakılacak olursa, hiçbir
yabancı dile gereksinim duyulmadan her duygu ve düşünce
tam anlamıyla anlatabilmektedir. Her tür kitap
yazılabilmektedir. Oldukça zengin bir dildir. Gerçi
çağımızın en uygar uluslarında da görüldüğü gibi,
dilimizin çeşitli şiveleri vardır. Ancak, sosyal
sınıflara özgü, farklı lehçelerimiz yoktur. Törelerimiz,
giyimimiz gibi dilimiz de her toplumsal sınıf için
tektir. Çok eski tarih çağlarından beri ulusal
birliğimiz olmuştur. Dilimizin büyük önemini belirleyen
bir başka neden de uygarlık tarihindeki işlevidir. Eski
Trakeler Hititler gibi uygarlık yaratan ve
yayan atalarımızı günümüze değin yaşatan dilimiz, övünç
kaynağı olan tarihimizin bir bölümüdür. Bu yönüyle de
onu korumak, geliştirmek en kutsal ve insanlık görevimiz
olmalıdır.
Dilimizin derlenmesi ve geliştirilmesindeki gecikme
önemli nedenlere dayanmaktadır; İslam dininin yayıldığı
yerlerde gerçekten güçlü olmakla birlikte dinsel bir dil
olan Arapça nice doğu dillerini bilim, edebiyat ve yazı
dili olmak üzere kullanılmaktan, geçici de olsa,
alıkoymuştur.
Kuran'da
her ulusa kendi diliyle peygamber gönderildiği
hakkındaki tanrısal belirtilerin gerçek anlamları
üzerinde durulamadı ve bu nedenle Çerkes dili de o
çağlarda gerekli ilgiyi görmedi. Bu olayı izleyen
çağlarda dış saldırılar nedeniyle Çerkes ulusu sürekli
savaş içinde yaşadı, giderek elli yıl önce Kafkasya'nın
saldırıya uğraması Çerkes ulusunu ''büyük göç''
gibi acı bir felakete itti. Türkiye'de Meşrutiyet'e
değin süregelen mutlakıyet yönetimi ise Çerkes ulusunu
değil dilini kullanıp geliştirmek, tarihini yazmaktan
bile acımasızca yoksun bıraktı.
Yukarıdaki nedenlerle ne Abakue İshak Efendi gibi büyük
Çerkes düşünür ve bilgininin, Kuran'ı bile Çerkesce'ye
çevirme kertesine varan çabaları; ne Sora Negumukue ve
Prens Hatokhuşokue gibi kişilerin Rus harfleri ile
dilimizin yazılması ve yayılması konusundaki uğraşıları
ne de Türkiye'de Cavit Paşa gibi Çerkes İttihat ve
Teavün Cemiyeti'nin değerli üyelerinin otuz yıl önce çok
gizli bir biçimde litografla bastırıp yayınladığı
alfabesi Çerkes ulusu arasında yeterince yaygınlaşamadı.
Bununla birlikte Çerkes ulusunun düşünürleri çirkin bir
politika oyunu ile Türkiye'nin geniş, büyük
İmparatorluğu'nda art düşüncelerle dağıtılmış olan küçük
Çerkes grupları arasında Çerkesce'nin karşılaştığı büyük
tehlikeyi içi sızlayarak görüyor ve izliyordu.
Bu nedenle Meşrutiyet'le birlikte oluşan Çerkes İttihat
ve Teavün Cemiyeti'nin ilk işi ulusal tarihini, dilini
derleyip geliştirmek, gerek Kafkasya'da gerekse
Türkiye'de birçok yerlerde ulusal dil ile öğretimi
hızlandırmak oldu. Ancak, dilin yazılmasında
kullanılacak alfabenin seçilmesi uzunca bir süre
tartışılan bir sorun olarak kaldı. Kafkasya'da Abhazya
ve Asetin bölgelerindeki soydaşlarımız tümüyle Kiril
harfleriyle okuyup yazmakta ve ulusal kültürü işleyen
kitaplar yayınlamakta, Kabardey bölgesinde ise dil
uzmanlarımız Kiril ve Arap kaynaklı harfler arasında
kararsızlık içindeydi. Türkiye'deki Çerkes İttihat ve
Teavün Cemiyeti ise Guaze gazetesinin 9 Haziran 1327
(1907) tarih ve 12 nolu sayısında yayınladığı
kararnamesinde hem Arap hem Latin harflerinin
kullanılmasına ve ulusal yapıtlar oluşturulmasına karar
vererek, hanginin kesinlikle, aynı zamanda genellikle
benimsenmesi gerekeceğini denemelerin sonuna
bırakmak zorunda kaldı. Başlangıçta en çok tutan
yapıtlar Arap harfleriyle yazılan yapıtlar olmakla
beraber, çok geçmeden Arap harflerinin gerçekte
15-16'sına özgü kalan temel harflerinin 40'a yakın sesi
bulunan Çerkes dillerini yazmaya yetmeyeceği ve
özellikle Arap harflerinin gerek baskıda ve gerekse
yazıda sözcüğün başında, ortasında ve sonunda gelmesine
ya da başlı başına yazılmasına göre ayrı ayrı biçimler
alarak 300-400 biçimin oluştuğu, bunun da giderilmesi
olanaksız olan güçlükler, sakıncalar doğuracağı
anlaşıldı.
Kafkasya'da kullanılmakta olan Kiril harfleri ise Latin
harfleri karşısında her bakımdan yaşama olanağından
yoksundu. Ruslar bile kendi harflerinden bir kısmını
değişikliğe uğratmak zorunluluğunu duymuşlardı. Hatta
kendine özgü Gotik alfabesini kullanan Almanlar bile bu
alfabede göz sağlığı açısından büyük sakıncalar görerek
giderek onu bırakmak, yerine Latin harflerini
almak zorunda kalmışlardır.
Çerkesler ise edebiyatlarının geliştirilmesine henüz
yeni başladıklarından, o denli yaygınlaşmış, genelleşmiş
bir alfabe ile zenginleşmiş edebi ürünleri, yeni bir
yazıya aktarılacak önemli ölçüde ulusal yapıtları
bulunmadığından, gerek baskıda, gerekse yazıda en uygun
alfabeyi s
İşte, yukarıdaki nedenlerle Arap harflerinin çağımızın
ve özellikle dilimizin güncel gereksinmelerine
kesinlikle yetmeyeceği kanısıyla 1329 yılında Dr.
Pçıhaluk Mehmet Ali Bey ve arkadaşları (Met İzzet,
Brağun İlyas) tarafından Latin harfleriyle yeni bir
alfabe küçük bir sözlükle birlikte cemiyetçe yayınlandı.
Bu yeni alfabe artık ulusal alfabe olmaya adaydı.
Alfabenin yayınlanmasından hemen sonra Birinci Dünya
Savaşı'nın patlamasına karşın, çeşitli yerlerden gelen
görüşler ve değerlendirmeler ancak bir alfabe ile
dilimizin kolaylıkla yazılıp okunabileceğini gösterdi.
Nice sayın bilginimiz bile bu yeni harflerle, diğer
harflerden daha güzel yazabil diklerini açıkladılar.
Artık alfabe sorununun dinsel duygularla ilişiği
olamayacağı gerçeğini herkes benimsemeye başlamıştı.
Gerçekten böyle bir ilgi olamazdı.
Eski Arabistan'da Himyerilerin binlerce yıl önce
benimseyip kullandıkları harfler, Avrupa harflerine
benzemekteydi. Çerkeslerin Kafkasya'da ve diğer yerlerde
bulunmakta olan en eski yazıtlarının Yunan harfleriyle
yazılmış olduğu anlaşıldı. Hatta Latin harfleriyle
yazılmış eski Çerkes yazıtları da bulunmuştu. Kaldı ki
atalarımız olan ve bugün de Avrupa bilginlerince
''Hitit'' diye adlandırılan eski uygarlıkta olağanüstü
gelişme göstermiş bir ulusun yani Adigelerin,
Anadolu'nun, Suriye'nin çeşitli yerlerinde bulunmakta
olan en eski yazılarındaki harf biçimleri Latin
harflerini doğuran Fenike ve Yunan harflerine temel
olmuştu. Böylece, gerçekte İbranilerin bulgusu olan ve
bizler için kesinlikle ulusal niteliği olmayan ve tüm
uygar uluslarca hemen tümüyle bırakılmış olan Arap (Geldani)
harflerinde direnmek, hem dilin, ulusal değerlerin
gelişmesine büyük ölçüde engel, hem de içinde
bulunduğumuz çağdaş uygarlığın gerçeklerine aykırı
olurdu.
Yukarıdaki nedenlerle, bütün Kafkas boylarının
katılmasıyla oluşan ve her şeyden önce bu boyların her
birinin dilini işleme, yayma ve geliştirmeyi programında
en önemli amaç edinen Şimali Kafkas Cemiyeti gerek yazma
ve okuma kolaylığı, gerekse eski tarihimiz ile ilgili
olması bakımından Pçıhaluk ve arkadaşlarının Çerkes
Teavün Cemiyeti'nin eski kararlarına göre düzenleyip
yayınladığı alfabeyi gerek Kafkasya, gerekse Türkiye'de
yaşayan tüm Kafkas boyları için genel ve ulusal bir
alfabe olmak üzere benimsemiş ve adı geçen cemiyetin
oluşturduğu (Maarif Encümeni) ulusal okullar için
gerekli kitapları bu harflerle yazıp yayınlamaya karar
vermiş ve uygulamaya geçmiştir.
Pçıhaluk, beyin o zaman cemiyetçe benimsenip yayınlanan
birçok alfabe örnekleri ile daha bir çok değerli yapıtı
barındıran ulusal kütüphanenin 1332 (1412) yılında
İstanbul'daki büyük yangında yanmış olması üzüntü
yaratmış olmakla birlikte, ilkokul öğrencilerine özgü
olmak üzere üyesi bulunduğum encümence yeniden bir
alfabe yazılması gerekli görüldüğünden Adige, Lezgi,
Çeçen vb. Kuzey Kafkas boylarının her birinin şivesini,
dilini yazıp okumalarına elverişli olacak bu alfabeyi
kitabın yaşlılar için olan bu açıklama bölümünde de
görüleceği gibi kimi tamamlayıcı değişikliklerle yeniden
kaleme aldım. Encümence incelenip onanmış olan bu
alfabe, Kuzey Kafkas otokton halklarının Avrupalılarca
bilinen ''Çerkes'' genel isminden dolayı ''Çerkes
Alfabesi'' genel adıyla sunulmuştur. En içten dileğimiz
şudur ki, otokton Kafkas halklarında belirgin biçimde
görülen töre, giyim ve öz birliğine uygun olarak,
yaşadığımız şu yüzyılda uygarlığın gereklerine göre
yazılmış olan bu alfabe de her Kafkas boyu tarafından
içtenlikle benimsenerek korunsun, ve dünyanın gözdesi
olan Kafkasya'nın soylu ulusu yeni ve parlak bir
bilimsel gelişme ile ve her noktada tam bir birlik
içinde uygarlık yolunda ilerlesin.
Genel parolamız ''marje'' olsun. |