Çok
eski zamanlardan beri Adigeler evlenme konusuna büyük
önem vermektedirler. Adigeler, ana ya da baba tarafından
bir akrabalık ilişkisi bulunanlarla evlenmeyi kesinlikle
kabul etmezler. Asla kabul etmedikleri de wunekoşlerin
(aynı soydan olanların) evlenmeleridir. Bu törelere
uymayanların ölüm ya da ülkeden kovulma gibi ağır
cezalarla cezalandırılmaları çok eski çağlara dayanır.
Akraba evliliği konusundaki kimi katı kurallar bugün
bile geçerlidir. Aynı mahalledeki delikanlı ile gene
kızın evlenme istekleri hoş karşılanmaz. Bu yüzdendir
ki, Adige köylerindeki delikanlılar eşlerini başka
köylerden ya da başka mahallelerden seçmeyi
yeğlemektedirler. Sütkardeşlerin evlenmeleri de
olanaksızdır. Bu da tarih boyunca Adige törelerinin
gereği olagelmektedir.
Eskiden evlat edinilmek istenen çocuğun dudakları
ailenin en yaşlı kadının çıplak göğüslerine
dokundurulur, böylece iki aile akraba olmuş sayılırdı.
Artık o iki ailenin çocukları kardeş olurlar,
birbirleriyle evlenemezlerdi. Süt akrabalığı
(belirttiğimiz usul da dahil) öylesine önemliydi ki, bu
iki akraba aileden birinin sorunları ve yükümlülükleri
diğerinin de sorunu ve yükümlülüğüydü. Örneğin, evlat
edinenin bir kan davasında, öç almak evlat edinilenin ya
da ailesinin göreviydi. Bir ailenin gelin alması
konusundaki bütün işlemleri yürütmek öteki ailenin de
yükümlülüğü olurdu. Bir aileden biri ölse, onun cenaze
hazırlık, kefenleme ve defin işlerini yürütmek ve o
aileye her türlü yardımda bulunmak öteki aile için bir
ödevdi.
Adige anası bir dakikalık bile olsa yabancı bir bebeği
emzirmişse o bebek artık kendi çocuklarının kardeşi
olurdu. Bu töre bugün de geçerlidir. Sütkardeşlerin
evlenmesi yasaktır.
Adige delikanlısı sevip beğendiği bir kız için bir kez
‘’bacımdır’’ demişse evlenmek artık akıllarından bile
geçmez ve kardeşçe yaşarlardı.
Aralarında Atelıkh-Khan ilişkisi bulunan ailelerin
çocuklarının ve tlekhotleş ailelerin çocuklarıyla
tlxukhotl (tlfi'khotl, fekhotl) ailelerin çocuklarının
da nikahları kıyılmazdı.
Özellikle soyluluk bakımından benzer veya eşit olmayan
ailelerin çocuklarının birbirleriyle evlendirilmemeleri
konusu üzerinde titizlikle durulurdu. Pşilerin,
workhlerin çocuklarıyla tlxukhotllerin çocukları gibi.
Ama bu kuralların çiğnendiği de olurdu. Örneğin; bir
workh, tlxukhotl bir kadınla cinsel ilişki kurar da bir
çocukları olursa o çocuk annesinin soyadını taşırdı. Bir
tlxukhotl, vvuneut bir kadınla ilişki kurar da bir
çocuğu olursa, çocuk, yine annesinin soyadını
taşıyabilirdi. Ama pşı, bir kadın alırda çocuğu olursa o
çocuklar pşı de olmazlar, workh de sayılmazlar,
böylesine melez denilirdi. Pşilerin himayelerindeki
kadınlardan doğan çocuklar wuneut sayılır, ayrıca aile
adları olmazdı.
İslam dini bir erkeğin birkaç karısı olmasını kabul
etmiyor değildi ama bu kabul tlxukhotller için, köylüler
için geçerli değildi, çünkü onların serveti yeterli
değildi. Ancak zenginler çok karılı olabilirdi, hatta bu
kadınların köle (ya da toprağa bağlı köle) kabul
edildiği de olurdu.
İslam dinini kabul eden toplumlarda üç çeşit nikah
olabilirdi. Hiç bozulmayan süresiz nikah, süreli nikah,
nikahsız yaşama.
Süresiz nikah, dinsel kurallara tümüyle uygun olarak
(genellikle) molla (din adamı) tarafından kıyılırdı. Bu
tür nikah, eşlerden birisi ölmedikçe veya kadın
kısırlığı, başka bir erkekle ilişkisi ya da bulaşıcı
bir hastalığı olması gibi sebeplerle erkek tarafından
boşanmadıkça bozulmazdı.
Süreli nikah ya da (kimi) müslümanların deyimiyle Kabe
Nikahı belirli bir süre için evlenenlere kıyılan
nikahtı. Bu süre bir kaç ay olabildiği gibi bir yıl veya
birkaç yıl da olabilirdi. Bu tür nikah belirlenen
sürenin bitiminde bozulmuş sayılırdı. Ancak karı-koca
ayrılmak istemezlerse yeniden belirli bir süre üzerinde
anlaşabilirler ve nikahlarını yeniletebilirlerdi.
İslam dininin Ehl-i Sünnet mezhebinde bu Kabe nikahı
yoktur. Ancak tabii nikahla çeşitli kadınlarla yaşamak
tlekhatleşlerin adetiydi.
Kafkasya'da yaşayan pek çok halkta olduğu gibi Adige
halkında da iki tür nikah vardır. Biri kaçırarak diğeri
de normal gelin olma yoluyla evlenmelerde kıydırdı.
Sosyalist devrim gerçekleşinceye kadar Adigelerde kız
kaçırma adeti vardı. Ama Sovyet düzeni kız kaçırma
adetini eskiden kalan kötü bir gelenek sayarak kaldırdı,
yok etti.
Gerçekten etnologlar da, tarihçiler de, hatta kendi
Adigeler de kız kaçırma geleneğini iyi bir gelenek
saymazlar. Ancak eskiden bir birine komşu kabileler
arasında kız kaçırma bir gelenek olmuştur. O zamanlarda
bir delikanlının kendi kabilesinden kız kaçırması uygun
olmazdı. Zira kızı kaçırılan ailenin wunokoşleri kaçıran
aile ve wunokoşleri ile kavgaya girişirler, kızı zorla
geri almaya kalkarlar, nice yıkımlar belalar olurdu.
Adigelerde kız kaçırma adetinin sürdürülmesinde wasenin
büyük payı vardır.
Çiftçiler verecek wase bulamıyorlar diye sürekli bekar
kalamazlardı elbet! Beğendikleri birini kaçırmak zorunda
kalırlardı.
Kız kaçırma adetinin yaşatılmasında waseden başka etken
olan başka bir neden daha vardı. O da birbirini sevip
beğenmiş iki kişiden birinin ana veya babasının bu
evliliği kabul etmeyip engel olmaya kalkmasıydı. Çoğu
zaman kızın ailesi istemediği için delikanlı kaçırmak
zorunda kalır, bundan bir yığın kavga gürültü çıkardı.
Bir kızın sevip beğenmediği biri tarafından zorla
kaçırılması ise tamamen bir vahşet sayılırdı.
Feodal beylerin (özellikle tlekotleşlerin) çocukları,
zorla kız kaçırmayı bir yiğitlik sayarlardı.
Her şeye rağmen iki ailenin anlaşarak çocuklarını
evlendirmeleri, kitlenin benimsediği bir uygulama olarak
her zaman başta gelirdi. Bunun da zararlı yanları yok
değildi; damadın da gelinin de evlenmeleri hep ana ve
babalarının isteklerine ve tercihlerine bağlıydı.
Feodal beyler (pşiler, workhler) oğullarını
evlendirecekleri zaman her şeyden önce alacakları kızın
ailesinin sınıfına ve servetine önem verirlerdi.
Tlxukhotller veya çiftçiler ise çocuklarını
evlendirecekleri zaman daha çok gelin olacak kızın
sağlıklı, güçlü-kuvvetli olmasına önem verirlerdi. Çünkü
bu aileler için sağlıklı, iyi çalışabilecek bir gelin
almak büyük önem taşıyordu. Böylesi bir gelinden aile
nüfusunu çoğaltması, soyun daha güçlü olarak yaşaması
için çok çocuk yapabilmesi ve ailenin üretimine katkıda
bulunması beklenirdi.
Adige delikanlıları (güzelde olsa) tembel, pısırık
kızları sevmezlerdi. Kızlar da yürekli, yiğit
delikanlılarla evlenmek isterlerdi. Adige delikanlısı
karısının güzel, becerikli, alçak gönüllü, akıllı,
konuksever, sadık, iyi bir anne, güvenilir bir yardımcı
olmasını isterlerdi.
Delikanlıların beğenebilecekleri bir gelin bulabilmek
için iyi olanakları vardı. Gelin alma törenlerinde, at
yarışlarında delikanlılarla genç kızlar beraber
olabiliyorlardı.
Ana-babanın, oğullarının arzu ettiği kız ile evlenmesini
engelledikleri de olurdu. Ana-babalar oğullarını otuz
yaşında iken evlendirirlerdi. Ancak (40-45 yaşlarına
dek) evlendirmedikleri de olurdu. Otuz yaşına
gelenlerden yoksulluk yüzünden evlenemeyenler çoktu.
Geç evlenmelerin başlıca nedeni; wase verme
zorunluluğuydu. Waseyi kazanabilmek için delikanlılar
30-40 yaşına kadar çalışmak zorundaydı.
Kızlar 14-16 yaşında evlendirilirdi. Hatta kızın
kundakta iken istenmesi, bu anlaşmaya dayanarak evlenme
çağında gelin olarak alınması adeti de vardı.
Kızlar nikahtan bir iki yıl sonraya kadar gelin
edilmezlerdi. Wasenin miktarı damadın ailesinin
statüsüne, servetine bağlı olarak değişirdi. 19'ncu
yüzyılda wase, kız için beş yüz, dul için üç yüz Som
(Ruble) olarak verilirdi. Tlxukhotlerin ise verdikleri
wase kız için 220, dul için 150 Som (Ruble) idi.
Çiftçiler kız için 150, dul için 100 Som wase
verirlerdi. Bilenlerin anlattıklarına göre 19'ncu yüzyıl
sonlarında veya 20'nci yüzyıl başlarında çiftçi kızları
için o zamanın 100 Som karşılığı bir at, iki öküz, iki
sığır wase olarak verilirdi. Hediye olarak 150 Som
(Ruble) veya bir at, bir sığır armağan edilirdi.
Gelinlik ziynetleri (altın kemer, gümüş düğme vb.) için
120 Som (Ruble) verilirdi. Ayrıca gelinin kendisine
verilen dana da, ondan doğacak olanlar da yine
gelinin kişisel malı olarak waseye dahil edilirdi.
Wasenin temeli çok eskilere dayanır. Kız gelin olduğunda
ailesinden üretici bir güç eksilmiş olurdu. İşte bu
eksikliği sınırlı da olsa gidermek için damat ailesi
gelin ailesine bir değer katmalıydı. O zamanlarda nikah
bir alış veriş, ticaret olarak anlaşılmazdı. Ama kız
ailesinin nikah yüzünden (üretici kızını vermek
suretiyle) uğradığı zararı karşılamak olarak
değerlendirilirdi.
Wase eskiden para olarak değil, araç ve gereç olarak ya
da mal, hayvan olarak verilirdi. Daha çok öküz, at,
sığır verilirdi. Ancak yavaş yavaş bu wase kadının
alınıp satılması biçimine dönüştü.
İkinci yüzyılda bu wase konusu tam bir ticaret
görünümünde oluşmuştur. Bu da Kabardey'in o zamandaki
Sosyo-ekonomik durumunun sonucudur. Kıza töre gereği
evlenmeyi kabul edip, etmediğini sorarlardı. Kabul
ettiyse dellal çağırılır, geri kalanı dellallar
hallederdi. Her iki tarafın aileleri, soyları,
servetleri sayılıp dökülür, sonra nikah kıyılması
işlemine başlanırdı.
Müslüman nikahını molla kıyardı. Nikah kıyma bedelini de
alırdı.
Nikah şöyle kıyılırdı: Gelin adayı ile damat adayının
elçileri (vekilleri) ellerini tutuştururlar baş
parmaklarını birbirlerine takıştırırlardı. Bu iki
başparmağı molla sağ eliyle tutar dua okumaya başlardı.
Bu kısa duadan sonra her iki elçiye üçer kez sorardı:
‘’Bu kızı müvekkiline aldırıyor musun? Bu oğlana
müvekkilini veriyor musun?’’ Her ikisi de ‘’aldırdım,
verdim’’ dedikten sonra molla tekrar dua okur, hepsine
‘’amin’’ dedirtir, böylece nikah işlemi bitmiş olurdu.
Bazen de kızın evlenmeyi kabul etmediği olurdu. Bu
durumda elçisi mollaya ‘’vermiyorum’’ diye cevap
verirdi. O zaman nikah töreni orada kalır dağılırdı.
Molla da nikah kıyma bedelini almış olarak kalırdı.
Damadın ailesi waseyi hazırladıktan sonra kız ailesine
haber gönderirdi. Bunun üzerine waseyi alacak heyet
damadın evine giderdi. Damat evinde uzun pazarlıklar,
tartışmalar olurdu; ‘’Biz böyle öküz istemeyiz, öyle at
sizin olsun, ilkbahar yapağısı da sonbahar yünü de
sırtında olduğu halde size bırakıyorum o sığırı da’’
gibi konuşmalar yapılırdı.
Nasılsa iki taraf anlaşır ve ziyafet verilirdi. Nihayet
kararlaştırdıkları tarihte düğün yapılır gelin alınır,
damat evine götürülürdü.
O da şöyle olurdu:
Damadın akrabalarından töre bilir, anlayışlı, becerili
yaşlılar gelin almaya giderlerdi. Genç kızlar,
delikanlılar, dul kadınlar, mızıka çalanlar hep at
arabalarına binerler, koruyucu atlıların eşliğinde yola
çıkarlardı. Gelin tarafı da gelecek konuklan için
gerekli hazırlıkları yapmış olurdu.
Gelin evinde mahalleli, köylü, komşu köylü konuk hep
toplanırlar, kızlar için düğün yaparlar, ziyafet
verirlerdi.
Gelin ise kendi ana babasının evinde, kız arkadaşları
ile birlikte oturur, boyanır, süslenir hazırlanırdı.
Gelin almaya gidenler bir güzel ağırlanır, yedirilir,
içirilirdi, Büyükler iki gencin mutluluğu, dünyadaki tüm
iyiliklerin onların olması için güzel konuşmalar (huaho)
yaparlardı. En başta söylenen şuydu: ‘’Bu sevimli gelin
ayrıldığı yerde hayırlı topuk bıraksın, gittiği yere de
uğurlu adımlar atmış olsun!’’
Seçme Adige kıyafetleriyle giyinmiş, uzun beyaz başörtü
örtünmüş gelini, evden yola çıkarmadan önce; yolcu etme,
kaldırma parası ''aşhavvubıdıpş''e ödenir, sonra çok
yavaş adımlarla ağır ağır dışarı çıkarılır ve önceden
hazırlanan at arabasına bindirilirdi. Ancak at arabası
avlu kapısına yanaşır yanaşmaz bir kaç delikanlı ‘’çıkış
parası’’ der, direnirlerdi. Töre bilenler bunların
hepsini öderler ve gelini alıp yola koyulurlardı.
Öte yandan damat tarafı (pehaie) karşılama kumanyası
hazırlar ve gelin alayı, köye girmeden önce yolda,
yer-içer, oynar-eğlenirlerdi. Ondan sonra ancak gelin
nereye indirilecekse oraya götürülürdü.
Gelin, ya damadın ya da damadın bir akrabasının evine
indirilir. Burada gelini görmek üzere gelen her baliğden
(tehapş'e) yüz görümlülük alınırdı. Herkes dilediği
kadar verirdi.
Geline, yolculuğunda bir akrabası eşlik ederdi. Gelin
feodal beylerden birinin kızı ise ona eşlik eden kız ya
bir köylü kızı ya da wuneut (uşak) kızı olurdu. Eşlik
eden bu wuneut kızı bol hediyelerle geri döner ve artık
o wuneut olmaktan çıkardı. Hür olurdu. Düğün dernek
başladığında çeşitli eğlenceler tertiplenir, at üstünde
evlere girilir, silah atılırdı.
Silah atma geleneği çok eskilere değin uzanır. Bunun
şöyle bir anlamı vardı; silah atmak iyidir, barut kokusu
kötüleri ve kötülükleri ürkütür, kovar. Yeni gelin
kötülüklerden böylece korunmuş olur. Silah atma geleneği
böyle bir inançla ortaya çıkmıştı.
Damat düğünden önce gizlendiği akrabasının evinden
törenle kendi evine getirilinceye kadar (en az) bir
hafta kalırdı. Damadı arkadaşı veya uzak bir akrabası,
kendi evinde ağırlardı. Burada arkadaşları toplanır
çeşitli eğlenceler, şakalaşmalar yapılır, ziyafetler
verilirdi. Sonra da damat ve o arkadaşı ailece
birbirlerinin akrabası sayılırlardı.
Gelinin kocasının evine getirildiği ilk gece damat
arkadaşlarının eşliğinde gizlice eve getirilirdi.
Gelinin odasında da geline eşlik eden bir kız bulunurdu.
Gelinin ihtiyaçlarını karşılar, ona yardım ederdi.
Damat gizlice odasına girdiğinde arkadaşları onun
yürekliliğini, tahammülünü denemek için yaramazlıklar
yapar, bacadan taş atarlar, kedi ve bunun gibi hayvan
indirirler, bağrışırlardı. Damadı bekleyen önemli
engellerden biri de gelinin korsesini çözmekti: Korse
önceden girift kör düğümler halinde bağlanır
hazırlanırdı. Damat korseyi çözemezse güler alay
ederlerdi.
Damat şafaktan önce gizlice ayrılmak zorundaydı. Ertesi
gün damat arkadaşlarıyla birlikte komşu köylere gezmeye
giderdi. Her gittiği aile damada Çerkes mutfağından
hamur işi kızartılmış bir kumanya ikram ederdi.
Damat böylece gezer eğlenirdi, evlenmeye ilişkin tüm
töreler ve törenler yapılıncaya değin.
Bu törenler arasında gelinin aile büyüklerini ziyareti
de bulunurdu. Gelin uzun beyaz başörtüsüyle her iki
kolunda birer bayan, peşinde birçok kız ve kadınlar
olduğu halde kendi odasından çıkar, yaşlı kadınların,
yaşlı adamların, bu arada kayın valide ve kayın
pederinin bulunduğu odalara götürülürdü. Bu sırada koro
halinde özel Çerkes halk türküsü (woridade) söylenir,
gelinin başının üstünden (şeker, ceviz, bozuk para v.b.)
döküm dökülür, bunun da gelinin çocuklarının çok
olmasını sağlayacağına inanılırdı.
Gelin kayın valide ve kayın pederin odasına böylece
girince başörtüsü kaldırılırdı. Burada da döküm dökülür,
iki yeni evlinin yaşamlarının mutlu olması için geline
yağ-bal sürülürdü. Bu törenden sonra artık gelin
çekinmeden kaynanasının odalarına serbestçe girebilir,
hizmet etmeye başlayabilirdi. Ama her nedense kaynata
gelini ile pek erken görüşmezdi.
Gelinin, kendi odasından kaynana ve kaynatasının odasına
götürülüp onlarla görüştürülmesi, onun o ailenin bir
bireyi olduğunun ilanı anlamına gelirdi.
Bu törenden sonra damatta yine bir törenle kendi evine
getirilirdi. Bununla da damadın daha önceki
yaramazlıkları, kabahatleri ailesi tarafından
bağışlanmış olurdu.
Bir grup genç içkiler, çeşitli mezeler ve yemeklerle
damadın bulunduğu aileye gider, damadı o aileden
sembolik olarak satın alırdı. Artık onun kendi evine
dönmesine izin verilmesi için o aileye ricada
bulunulurdu.
Bu grup, damadın bulunduğu aile tarafından bir grubun da
katılması ile çoğalır, damadı aralarına alır ve özel
Çerkes halk türküsü (woridade) ile kendi evine
getirilirdi.
Damadın ailesinin en yaşlısı (kadın veya erkek) elinde
maksıma kadehi ile bulunduğu yerden güzel sözler söyler,
henüz kapıdan içeri girmemiş damada hitaben ‘’Ey bize
güzeller güzeli bir gelin getiren, yeter artık
oyalandığın, varsa kusurların bağışlıyoruz’’ vb. derdi.
Böyle bir kaç konuşmadan ve çağrıdan sonra damat serbest
bırakılır ve o yaşlının odasına giderdi.
Ertesi gün köyün gençleri kağnılarla, at arabaları ile
köye dağılır, tavuk toplarlardı. Sonra da damat adına
son bir ziyafet daha verilirdi. Bu son ziyafette kadeh
döndürme adeti yapılırdı. Toplanan grup yuvarlak bir
halka oluşturur, kulplu kadeh ortada döndürülürdü. Kadeh
dönüp durduktan sonra kadehin kulpu hangi delikanlıyı
gösteriyorsa o kadehin dolusu maksımayı içerdi. Gençler
böyle eğlenir, biri fıçının dibini bulduk, deyinceye
kadar içerlerdi.
Gençler akşama değin yiyip içtikten, eğlendikten sonra
isteyen gider, isteyen kalır, eğlenmeye devam ederdi.
Yaşlılar da kendileri için hazırlanmış bir odada ya da
evde otururlar yanlarında halk ozanları, halk
sanatçıları oyuncuları olduğu halde, şarkılar, deyişler,
anılarını anlatır, söyleşirlerdi. Bu, son maksıme
kadehine değin böylece devam ederdi, Son maksıme kadehi
bir halk ozanına verilir ve ona huaho yaptırılırdı.
Bu ailenin gelini
Koyun gibi sessiz
Kuzu gibi tatlı sözlü
Tavuk gibi bol yavrulu
Cins köpek kadar sadık
Cins at gibi ünlü
Kuş gibi tatlı sesli olsun
Cıvıl cıvıl cıvıldasın.
Süpürgeyi sürüsün
Aile kararlarını aşmasın.
Elbisesi bol
Çocukları yiğit olsun
Doğurdukları yitmesin.
Diktiği sökülmesin
Fidan boylu, şık görünümlü
İpek dudaklı
Gür, çatal saçlı
Kuğu gibi ak boyunlu
Otururken kumru
Uzandığında aslan gibi olsun...
Bu huahodan sonra maksıme kadehini thamadeye uzatır ve
elden ele herkes o kadehten içerdi. Törenler bittikten
sonra kararlaştırılan bir günde damadın akrabaları
gelinin ailesini ziyarete giderlerdi.
Bir yıl kadar sonra gelin ana-babasının evine
götürülürdü. Bu da gelinin, kendi ailesinden kopmadığı
anlamına gelirdi.
Genellikle, gelinin ana-babasının evine götürülmesi,
onun ilk çocuğunun doğumuna yakın bir zamana
rastlatılırdı. İlk çocuğun gelinin ana-babasının evinde
doğması istenirdi, ancak bu kesin bir kural değildi.
Yine de gelinin kendi evine kayın anasının, kaynatasının
evine ilk çocuğuyla birlikte dönmesi gerekirdi.
Gelin, anasının-babasının evine götürüldüğünde ona
çevreden değişik hediyeler getirilirdi. Çoğu da kendi
ailesi tarafından hazırlanır, (çeyiz gibi) ailesinin
hediyesi olarak verilirdi.
Gelin ailesinin akrabaları ve kendi genç kızlık
arkadaşları tarafından sıra ile davet edilir,
eğlendirilirdi. Hediyelerle geri getirilirdi.
Gelin ana-baba ocağında bulunduğu sürece ona verilen
hediyelerin hepsi
-kendi kişisel malı- baba ocağından gelme malı olurdu.
Ama ana-baba evinde gerek çevreden gerekse ailenin
hazırladığı eşyalar olarak toplanan hediyeler tekrar
gözden geçirilir, bunların içinden damada, damadın yakın
akrabalarına verilecek olanlar da seçilirdi. Gelin
ana-baba evindeyken hediye verme adeti klan çağından
kalma bir gelenekti. Yeni geline yardım amacını taşırdı.
Gelin, damadın akrabalarından seçkin bir heyet gidip
getirilinceye dek ana-baba evinde kalırdı. Gelin kendi
evine böyle bir heyetle tekrar getirildikten sonra yavaş
yavaş çalışmaya başlatılırdı. Önce su getirmeye
götürülürdü, gelin de buna kendini hazırlardı. Palto,
manto, elbise hediyelik keseler, şeker, tütün gibi
şeyler hazırlar, bulundururdu. Komşu kadınlar, kızlar
mızıka eşliğinde gelini su getirmeye götürürlerdi. Gelin
hediyelerini bu suyolunda dağıtırdı. İlk rastlayana
mutlaka elbise, gömlek verilir, sonrakilere kendisi
dilediğini verirdi. Gelin pınara vardığında su
doldurmaya başlardı. Ama yanındakiler ona engel
olurlardı. Üzerine su dökerler, yakınından suya taş
atarlar, elbisesini ıslatırlardı. Bir zaman böyle devam
eder, sonra suyu doldurmasına izin verirlerdi. Ama suyu
alıp dönerken hemen yolun yarısında tekrar kovalarını
devirirler suyunu dökerlerdi. Gelin tekrar pınara
dönerek yeniden su doldurmak zorunda kalırdı. Sonrada
grubun en yaşlısı; ‘’Yeter artık gelinin tahammülünü,
sabırlılığını denedik, suyunu götürsün’’ derdi. Böylece
su dolu kovalarıyla geri getirirlerdi. Gelinin sabrını
deneme adeti sonradan başladı. Bu ailenin yeni bireyinin
işe koşulması adetine bağlıdır. Bu töre Çeçenlerde de
Ruslarda da, Beyaz Ruslarda da vardı.
Suya götürme faslı da bittikten sonra gelin artık
elinden gelen her işi yapabilirdi.
Gelin almaya ilişkin törelerde gereksiz ve olumsuz pek
çok adet de vardı.
Bu tür adetler sosyalist devrimden sonra yavaş yavaş
ayıklanmaya başladı. Eskiden gelinle damadın hiç haberi
olmadan nikahları kıyılıp geçilirken şimdi artık böyle
olmuyor. Kız da delikanlı da eşlerini kendileri seçiyor.
Servetlerine, aile yapılarına, asalete bağlı olmaksızın
kendi sevgi ve beğenileri ile yasal nikahlarını kıydırıp
evleniyorlar. Böylesi, sağlıklı aile yaşamının garantisi
de olmaktadır. Bugün Kabardey Balkar Sovyet Sosyalist
Cumhuriyeti'nde yürürlükte olan nikahın fonksiyonu da
budur.
Dünür olma, kız isteme adeti ise bugün de geçerlidir.
Kız istemeye gidenler, damadın akrabalarından (kolhoz
yöneticileri, bölge temsilcileri gibi) tanınan, sayılan
yaşlılardı. Gelin alma töreninin ne zaman, nasıl
yapılacağı hep kız evinde konuşulur ve
kararlaştırılırdı. Bu anlaşmanın temelinde daima genç
kızla delikanlının anlaşması vardır.
Gelin almanın zamanı kararlaştırıldıktan sonra damadın
ailesi hazırlıklarına başlar. Bu hazırlıklarda genç
kızla delikanlının arkadaşlarının katkısı büyüktür.
Kararlaştırılan günde damadın akrabaları, daha önce kız
istemeye gidenler başta olmak üzere gelinlerini almaya
giderlerdi. Damat, eskiden olduğu gibi saklanmak zorunda
değildir artık. O da gelin alma kafilesiyle birlikte
gidebilir ama yine de çok fazla ortalıkta görünmez,
gezip dolaşamaz.
Kısaca diyebiliriz ki; gelin almaya ilişkin eski Adige
törelerinden gereksiz ve yararsız olan birçoğu yerlerini
yenilerine bırakırken yararlı ve güzel olanlar da
günümüze değin yaşatılmaktadır.
Nikah ya kentte resmi nikah dairelerinde ya da köy
yönetim kurulunca kıyılır. Bu nikah yasal olarak zorunlu
bulunan resmi evlenme akdidir. Bunun yanında bu nikahı
yeterli görmeyenler ayrıca islam dini kurallarına ve
inançlarına göre bir mollaya da nikah kıydırırlar. Bu
nikah resmi evlenme akdinden sonra yapılır.
Adigelerde çok eskilerden beri var olduğu bilinen,
wunekoşlerle, akrabalarla, sütkardeşlerle evlenme yasağı
bu günde geçerlidir. Ama soy, servet v.s. üstünlüklere
dayanan evlenme yasakları artık tümüyle yok olmuştur.
Eskiden dinsel ve ulusal farklılıklar evlenmeyi
kesinlikle engelleyen katı faktörler iken şimdi
birbirlerini sevip beğenen, anlaşabileceklerine
inananlar dinleri ve ulusları başka başka da olsa
evlenebilmektedirler.
Adigelerin, Asetinlerden, öteki Kafkas halklarından
evlendikleri çok sık görülür. Bunun yanı sıra
Kafkasya'da yaşayan Ruslardan, başka uluslardan
evlenenler de vardır.
Hangi etnik gruptan olurlarsa olsunlar, yeni Adige
aileleri karşılıklı sevgi, saygı, güven ve sadakat
bağlarıyla biri birine bağlı olarak daha rahat, daha
huzurlu, daha verimli ve daha mutlu olmaktadırlar. |