İnsanların ilişkilerini düzenleyen eski
töreler arasında bugün de yararlanılabilecekler olduğu
gibi, tersine bugün zararlı olan ve unutulması, terk
edilmesi gerekenler de var. Bunlarla zaman zaman
karşılaştığımız olur köyümüzde. Böyle durumlarda
kimileri kimi sorulara cevap bulamazlar. Örneğin; bu
törelerden hangisi eskimiştir, çağdışı kalmıştır?
Hangisi bugünkü yaşamda da yararlıdır? Hangisi kötü,
hangisi iyidir? Hangisi Adige halkının gerçekten doğal
töresidir, hangisi sömürücülerin, hacı-hoca takımının
uydurmasıdır?
Etraflıca düşünülmezse, kolayca cevaplandırabilecek
basit sorular gibi görünür bütün bunlar ama gerçeği
neden saklayalım, bunları bugün bile hepimiz doğru
cevaplayabiliyor değiliz.
Sözgelişi nikah bedeli de denilen şu wase
konusunu ele alalım. Eskiden, -sosyalist devrimden önce-
kadınların mal gibi alınıp, satılabildiği dönemde bu
nikah bedeli ya da wase yüzünden nice gencin
yaşamı kararmıştı. Niceleri kavuşamamış hasret kalmıştı
birbirlerine.
Din sömürücüleri usulüne uydururlar: ''Nikah bedelinin
Tanrı buyruğu'' olduğuna, karanlıktan kurtulamamış
okur-yazar olmayan zavallıları inandırırlardı. Çünkü
nikah bedeli meselesi kendilerinin çıkarınaydı. Bir
bakıma ekmek kapılarıydı. Kadını alçaltması, aşağılaması
yüzünden devrimden sonra vvaseye ilişkin töreler
kaldırıldı, terk edildi. Böylece birbirini beğenip
sevenler kavuşma evlenme özgürlüğüne kavuştu. Benim
bunlardan artık söz etmem gerekmez ama son günlerde bu
wase töresini yeniden getirmek isteyenler oluyor
da o yüzden söz konusu ediyorum.
Pek yakınlarda köyümüzde geçen bir olayı anlatmak
isterim.
Ben yirmi yıldır köyümüzde Adige Dili ve Adige Edebiyatı
öğretmeni olarak çalışırım. İki komşum var; biri
Baş'eko Zawurhan. 50 yaşlarında. Traktör grubunda
grup başı. Gücü yüreğine eş. Sözü özüne uygun. İki oğlu
var. Biri Nalçik'te üniversiteyi yeni bitirdi. Kolhozun
mühendisi. Öteki Maykop'ta öğrenci.
İkinci komşum Melaho Aslan. O da Zawurhan'la
yaşıt, arkadaş. Belki köyümüzün en güçlü-kuvvetlisi ama
kolhozun hareket başkanı ömrü yollarda geçer. Onun için
Zawurhan, ''ne şanslı adam, güle oynaya geçiyor ömrü''
der.
Yalan da değil hani. Aslan hep neşelidir. Aşamayacağı
hiçbir engel de çıkmaz karşısına. Kırmızı yanaklı,
çevresine neşe saçan, nerede, nasıl karşılaşsan
dağarcığında seni sevindirecek, güldürecek bir şeyler
bulabilen, şen-çalışkan bir adam. Zawurhan da pek fena
bilinmez buralarda, doğrusu işinin de ehli bir adam.
Sözünden döndürmek kararından caydırmak olanaksızdır
onu. Nuh dedi mi peygamber dedirtemezsin ama bu
inadından değildir. Tersine çok sağlam, çok etraflı
düşünüp sonra karar vermesindendir.
Bir akşam Baş'ekolerin bahçe kapısının önünde
birkaç kişi oturuyorduk. Zawurhan'la Aslan bir
tartışmaya tutuştular. Tartışma da wase meselesinden
çıktı. Wasenin utanç verici bir alışkanlık olarak bir
zamanlar var olduğunu ama artık onu bugün yeniden geri
getirmeye çalışanlara engel olunması, karşı konulması
gerektiğini söyledi, Zawurhan. Zawurhan böylesi
durumlarda hep konuşurken heyecanlanır, kızarırdı. Ogün
de öyle oldu. Melaho Aslan da ona bakıp
gülümsedi. Bu Zawurhan daha da hiddetlendirmiş olmalı.
- Ne oluyor Melaho? Sırıtıp duruyorsun, kötü ya da komik
bir şey mi söyledim
- Yoo pek komik değil ama ağlamamı gerektirecek bir
yanını da görmedim, diye cevapladı ötekisi.
- Ne yani öyleyse, sen kızını evlendirince wase mi
alacaksın?
Aslan'ın üç kızı vardı o yüzden kızlar konu oldu.
- Yahu neler de rahatsız edip uğraştırıyor seni,
anlamıyorum Zawurhan, dedi Aslan. Nereden de takıldın
şimdi bu wase meselesine? Bence sorun değil wase, varmış
yokmuş hiç ilgilendirmez beni. Senin o kötü adetler,
kötü alışkanlıklar dediklerin var ya hiç zararlarını da
görmedim ben onların. Allah beni onları aşamayacak
duruma getirmesin. İnsan vardır, koca ormanı geçer de
ovadaki tek bir ağaca çarpar. Sen de onlardan birisin
Zawurhan...
- Öyleyse sen bugüne kadar hiçbir şey öğrenmemişsin,
anlamamışsın, Aslan'ım. Wase gibi eskinin kötü
kalıntılarının zararları pek çok. Bunu bugüne değin
kavrayamadıysan boşuna yaşadın sen...
Böyle sert sert konuştular ama Zawurhan'la Aslan
birbirlerine ne söyleseler de kırılmazlar. Sık sık
tartışırlar, zıtlaşırlar ama görüşmezlerse ölürler
birbirleri için. Aslan kolhoz işleri için uzaklara gidip
gecikse, Zawurhan rahatsız olur, yolunu gözler;
- Nerede kaldı bu pis herif gelme zamanı da geçti.
Aslan da her dönüşünde ona bir giysi getirir. Zawurhan'ı
o giysileriyle görmeli bir, nasıl da kasılır ''Aslan'ın
hediyesi bu!'' diyerek.
Böyle gelip geçiyordu günler. Derken ilginç bir olay
oldu köyümüzde. Kahramanları da bunlar, Zawurhan'la
Aslan.
Sonbaharda, Zawurhan'ın Nalçik Üniversitesi'ni bitiren
büyük oğlu bir Kabardey kızıyla evlendi. Yalnız ailesini
değil tüm köylüyü sevindirdi bu olay. Sıra Nıseyişij'e
gelince Aslan'ı mızıkacı için komşu köye gönderdiler.
Bizim köyde de var mızıkacılar ama bu komşu köydeki
mızıkacı çok iyi ve ünlü bir mızıkacı, çağrıldığı her
yere de kolay kolay gitmez. Bu yüzden Aslan özellikle
kendisi gitti.
Mızıkacı gelir gelmez töreni başlatırız derlerken
Baş'ekoların bahçesinin önünde bir araba beliriverdi.
Kuzu derisinden, gösterişli ve pahalı kalpaklarıyla yedi
adam indi arabadan. Kalpakları sanki bir elden çıkmış
gibiydi. Misafir kimdir acaba, neyin nesidir demek olur
mu, Zawurhan hemen karşıladı ve buyur etti.
Konuşmalarından Kabardey olduklarını anladı. Demek ki
kızlarının peşi sıra gelmişlerdi. Olur a kızlarının
ardından gelmişlerse buyursunlar, otursunlar,
dinlensinler. Yeni yuvasını, gelin olduğu aileyi, yeni
hısımlarını görsünler, tanısınlar.
Konukları salona aldı. Hemen sofra hazırlattı. Konuklar
birkaç kadeh de kaldırdılar, iyice yediler-içtiler.
Sonra geliş amaçlarını yavaş yavaş çıtlatmaya
başladılar. En yaşlıları en kısa boyluları olup
çevresini süzerek konuşuyordu. Sözlerini anlamak zor
değildi. Gelin olan kızları için wase almaya gelmişlerdi
ama ''artık bugün kim wase veriyor ki?'' Zawurhan
duyduklarına bir anlam veremiyor, utanıp sıkılıyor,
söyleyecek söz bulamıyordu. Sonra öğrenmek istedi; acaba
ne kadar vermesi gerekiyordu?
- Sıradan bir kız değil bizim kızımız dedi kısa boylu
adam. Bizim kızımız Boletkoların kızıdır, soyludur,
prensestir...
- Bin Ruble'den aşağı olmaz kesinlikle, dedi uzun boylu,
göbekli, bacak bacak üstüne atmış oturan dört köşe adam.
- Sus hele Bilal, dedi kısa boylu Thamade. Bin Ruble
dediğin nedir, şimdi Fekoti kızları için bile bin Ruble
veriyorlar, olacak iş mi bu?
''Pşı, Werk (Fekotl,... Bu küçük adam bu sözleri ta
nerelerden de bulup çıkarıyor Allah aşkına?'' hayret
etti Zawurhan.
- 1500'den aşağı kabul edemeyiz vallaha, düzeltti sözünü
Bilal.
Zawurhan'ın işi vardı artık. Tasarruf sandığında 1500
Rublesi vardı. Oğlunun mutluluğu için 1500 Ruble'nin
sözü bile olmazdı ama doğru bir davranış değildi bu.
Sosyalist ideolojinin yıktığı bu eskinin çirkin
törelerini kendisi yeniden nasıl başlatabilirdi? Boncuk
boncuk terlemeye başladı. Ötekiler ise ödün vermemek,
daha azına razı olmamak için ha bire pazarlıklarını
pekiştiriyorlardı. Oysa Zawurhan bir Ruble de olsa
vermek niyetinde değildi.
- Biraz önce prens kızı olduğunu söylediniz kızınızın,
diye başladı Zawurhan ama biz prens soyundan gelmedik.
Böyle olunca işi buraya vardırmadan başka bir prens
ailesi bulmalıydınız...
Çık waseyi canım, küçük adamın Bilal dediği o dört köşe
adam, gözleri öne fırlamış, masayı yumruklayarak girdi
söze, Kabardey'in en mağrur insanları geldi yanına...
Sevinecek yerde şunun dediğine bak...
Wolehi-bilehi hemen kızımızı da alıp götürmezsem...
Zawurhan pabuç bırakır mı?
- Götürün tabi, kim bilir belki de bir prens çocuğu
bulunursunuz.
Bilal kabına sığmıyordu ama arkadaşları işlerini
tatlılıkla halletme umuduyla onu biraz uyardılar, teskin
etmeye çalıştılar. Damada da sorup onun görüşünü de
almaya karar verdiler ama Zawurhanların oğlu ''babamın
sözü benim de sözümdür'' dedi.
Bir iş çıkaramayacaklarını anlayınca grup kalktı. Grup
öylece dönüp gidebilirdi ama Bilal diretti, kızı da
birlikte götürdüler. Sonradan öğrendiler ki; o Bilal,
gelinin ablasının kocasıymış. ''Kendi evlenirken de çok
wase ödemiş olmalı. Bunlarında wase ödemesi için o
yüzden diretmiştir herhalde'' diyenler de oldu.
Böylece Baş'ekoların gelinini geri götürdüler. Köylü,
dost, akraba,
konu-komşu tümüyle halk üzgün kalakaldı. Böylesi bir
olay köyümüzde şimdiye kadar ne görülmüş ne de
duyulmuştu. Zawurhan da olup bite
...Akşam karanlığı basmaya başladığında aşağı mahalleden
bir mızıka sesi duyuldu. El çırpmalar, pheiç
sesleriyle güzelim mızıka inletiyordu köyü. Melaho Aslan
evden kimselerin karşılamamasına şaşıyordu. ''Ne oldu bu
hayırlı işin sahipleri -söylendi içinden- kırk dereden
su getirerek mızıkacıyı bin bir güçlükle ikna ettiğimi
bilmiyorlar mı? Nice görkemli düğünlere çağrılmıştı
mızıkacı ama kolhozumuzun brigadirinin hayırlı
işi olduğunu anlattım da...''
Eve girdiklerinde Zawurhan'ı üzgün buldular. Aslan
anlamıştı bir şeyler olmuştu kuşkusuz. Ev sahibi
konukları yerlerine buyur etti ve olup biteni anlattı.
Arkadaşının davranışını destekleyecek yerde Aslan'ın
sözleri bir garipti.
- Zawurhan, vallaha pek makbul bir adam değilsin sen.
Evine kadar getirilen gelinine sahip çıkmadın yahu,
olacak şey mi bu? Senin aklın cesaretin yoksa köylüyü
çağırsaydın hiç olmazsa... Yahu beni çağırsan da
yeterdi.
- Sen ne yapacaktın ki? Wase mi verecektin?
- O benim işim... Ne yapar yapar evimdeki gelini geri
göndermezdim. Sen hep adam yerine koymazsın beni ama bak
gör, o gelini geri getirmeden dönmeyeceğim buraya.
Sakın mızıkacıyı gönderme. Nıseyişij yapılacak
kesinlikle!
Sabahın erken saatlerinde vardılar Nalçik'e. Burada
Aslan'ın çok iyi arkadaşları vardı ama hiçbirine
uğramadı. Voklaz lokantasının açılmasını beklediler,
kahvaltılarını yaptılar. Köyümüzden geri götürülen
gelinin nerede olduğunu öğrenmeleri gerekiyordu önce.
Kızken bir okulda öğretmenlik yapıyordu gelin, bir
akrabalarında kalıyordu. Doğru oraya gittiler. Ev sahibi
kadın, damadı hemen tanıdı. Olup biteni de biliyordu,
hatta kendisini de azarlamışlardı bu yüzden. Kimse
tasvip etmiyordu olayı ama Bilal bu, yaklaşmanın, laf
anlatmanın imkanı yoktu. Kadıncağız korkarak
gelinlerinin şehrin kenar mahallelerinden birindeki bir
eve götürüldüğünü söyledi. Adresini de verdi.
Evi kolayca buldular. Kapının önüne varır varmaz, gelin
dışarı fırladı, pencereden gözetliyor olmalıydı.
Kocasını yıllardır görmemiş gibi sevindi. Uçuyordu
sevincinden. Uzun boylu ısrara gerek kalmadı hemen
arabaya bindi. Yola çıkarlarken ev sahibi kadın;
- Bilal gelip çatarsa ne diyeceğim ben, diyordu.
Kentten çıkarlarken gençlere bir araba kiraladı Aslan
ve;
- Duraklamadan, ardınıza bakmadan gidin. Ben şu Bilal
denen adamı göreceğim bakalım kimin nesiymiş, dedi.
Aslan gençleri gönderdi ve doğruca Bilal'ın köyüne
gitti. Köy 30 kilometre kadar uzaktaydı kentten, çabucak
ulaştı.
Büyük bir köy bu, derli-toplu gelişmiş bir köy. İki
katlı büyük bir okulu var. Hemen yanında da kültür
sitesi var. Kütüphaneden kitap alanlarla da karşılaştı.
Köyün ortasında köy yönetim kurulunun binası vardı.
''Şurada ne olup bitiyor acaba bir kulak misafiri
olayım'' diyerek daldı içeri Aslan. Birkaç kişi
oturuyordu. Selam aleykum-aleykumselam, onları geçti ve
''Yönetim Kurulu Başkanı'' yazılı kapıyı açtı.
İnce uzun boylu bir delikanlı ayakta telefonla
konuşuyordu.
- Wase geleneği yeniden geri mi geldi? Allah allah..
Vallahi geri geldiyse de daha bize ulaşmadı... Ulaşmış
olsaydı haberimiz olurdu, K'uaş arkadaşım. Öyle kötü
gelenekler ta nerelerde kaldı. Kim Allah aşkına daha
bunlardan söz edenler... Ahizeyi yerine koydu tanımadığı
konuğu iyice süzdü.
- Sekreteri arıyorsan şu odada.
- Yoo, sekreteri değil, dedi Aslan.
Şapkasını çıkarıp masaya koydu. Sanki bizim köydeki
kolhoz odasına girmiş gibi rahatça oturdu ve ayak ayak
üstüne attı.
- Meaho Aslan benim. Adigey'den geliyorum, diyerek
konuşmaya başladı Aslan, sanki tüm ülkede tanınmış, ünlü
biriymiş gibi... Gelişimin nedenine gelince... Hani sen
biraz önce ''wase geleneği yeniden başladıysa da henüz
bizim köye ulaşmadığı'' dedin ya, yanılıyorsun dostum,
sizin köye de ulaştı. Dün Şınaho Bilal başkanlığında bir
heyet bizim köye geldi. Wase alamayınca gelini alıp
getirdiler. Fevkalade büyük bir ayıp yapıldı aslında, bu
değerli adamlar kendi kendilerini rezil ettiler. O Bilal
var ya Bilal üstelik benim wunekoşum... İyice bir
haşlayayım diyorum.
- Neler söylüyorsun sen yahu, anlamıyorum türlü. Hayret
etti başkan.
Söylediğine göre başkan böyle bir haber duymamıştı. Hoş
wase isteyen tek tük kişiler de yok değildi burada,
güçlükle zaptediyorlardı onları. Bilmez misin birinin
kızı için wase alındı mı, ''benim kızım ondan aşağı mı,
neden vvasesiz gitsin?'' derler yarışmaya başlarlar...
Demek Bilal geldi diyorsun ha... Bak sen şunun bulaştığı
işlere, adam muharip gazi. Birinci Dünya Savaşı'nda
cephedeydi. Ne garip şey? Neyse şimdi çağırtır pişman
ederiz...
Ancak Aslan'ın niyeti başkaydı. Bilal'ı ömründe bir daha
wase almaya gitmeyecek hale getirecekti. ''Yalnızca
pişman etmek'' neye yarardı. Onun içinde bir yerlerden
dostluk kurmalıydı. Wunekoş olma meselesini fena
düşünmemişti. Ayrıca başkan da yardımcı olacaktı. Birde
Birinci Dünya Savaşı'nda cephede çarpışmış olsaydı,
mesele kalmazdı. Çünkü Bilal'a göre Birinci Dünya
Savaşı'nda cephede çarpışanlardan daha kahramanı yoktu
dünyada.
Aslan, başkanla birlikte Bilal'ın evine gitti. Ev büyük
mü büyük, tıpkı sahibi gibi. Yol üzerindeki evlerden bir
hayli farklı, 50 kişi falan rahatça oturabilir
salonunda. Avlusu desen öylesine, tavuk-hindi sürüyle.
''Bilal tavuğu pek seviyor olmalı'' diye geçirdi
içinden. Gece uyumamıştır, hala yatmıyorsa bravo.
Fakat avluya girer girmez, azman bir ev sahibi, gücünü
ne yapacağını bilmez gibi yaka-bağır açık kapıdan
göründü. Başkanı hemen tanıdı, sevindi gülümsedi.
- Hey Bilal, büyük bir konuk getirdim sana, dedi başkan,
Aslan'ı göstererek. Hiç wunekoşum yok der yakınır
dururdun, meğer Adigey'in yarısı vvunekoşunmuş
senin.
- Wunekoşun mu dedin?
Bilal'ın sevinci daha da arttı. Hızla yaklaştı ve
sarıldı. Aslan'la, birlikte eve girdiler. Konuklar
yerlerine oturdular.
''Sende Adigey'deymişsin, öyle mi'' diye sordu başkan.
- Yok canım, Nalçik'teydim ben, dedi Bilal isteksizce ve
konuğuna dönerek;
- Ne iyi ettin de geldin yahu.
- Çoktandır istiyordum gelmeyi, diyerek başladı söze
Aslan. Yüzünü görmeden adını duyarak meraklanıp dururdum
da ne zamandır... O zamanlar daha Birinci Dünya
Savaşı'nda cephedeydik.
- Cephe mi?... Ne mutlu bana yahu.
Aslan'ın üzerine atıldı Bilal.
- Hem vvunekoşum, hem cephede silah arkadaşım. Hanguaşe!...
Masaya bakarak karısına seslendi. Sonra da duramadı
dışarı fırladı. Çok geçmeden tavuk bağrışmaları duyuldu.
''Tam yakaladın şimdi'' dercesine gülümsedi başkan. Bir
saat bile geçmedi aradan hemen donattılar masayı. Bilal
akrabalarını da çağırdı, bütün gün oturdular, akşam da
oturdular. Bilal pek neşeliydi ama ara sıra anlaşılmayan
bir nedenle neşesi kaçıyordu.
- Wolaha, dünkü olup bitenler pek iyi şeyler değildi,
gibisinden söyleniyor, ağzından kaçırıyordu. Fakat her
defasında kendini toparlıyor, idare ediyordu vaziyeti.
- Çok iyiyim, sevinçliyim, wunekoşum, silah arkadaşım,
değerli konuğum! Aslan, senin alayın olmasaydı, çoktan
ağıtlarımız yakılır, unutulurduk bile... Değil mi?
Böyle başlar, Aslanın alayı olmasa neredeyse çözülüp
perişan olacaklarını, o alaydan daha kahraman bir
alayın, savaşçının yeryüzüne gelmediğini anlatır
dururdu. Aslan da kendi köylerinden o savaşta
bulunanların anlattıklarını, kurs için Novorosisk'e
gittiğinde görüp duyduklarını, tüm bildiklerini
katıştırıp, biraz da ekleyerek ballandıra ballandıra
anlatırdı. İşler iyiydi. Bir tek yerde farkında olmadan
bir gaf yaptı Aslan, Soyadının Melaho olduğunu ağzından
kaçırıverdi. Bilal da dikkatle baktı: ''Peki yahu sen
Şınaholardan olduğunu söylememiş miydin?'
- Şıne (kuzu) değil mi canım büyüdüğünde Melı (koyun)
olan da. Açık vermiyordu Aslan. Atalarımız vaktiyle
Kabardey'de iken Şınaho (kuzu çobanı) idiler, Adigey'e
göçtüklerinde Melaho (koyun çobanı) oldular.
''Olmayacak şey var mı'' diyerek desteklediler oturanlar
da.
Bilal'ın içinde beliren kuşkular böylece çözülmüş olmalı
ki epeyce rahatladı ve misafir geliş amacını ev sahibine
anlattı:
- Bilal, gelişimin nedenini hele bir dinle, bir hayırlı
işimiz var, kardeşim evleniyor. Köyümüze gelir bu
hayırlı işimizde bulunursan sevinirim. Beni yalnız
göndermeyeceğini umuyor ve bekliyorum.
Ev sahibi teklifi memnunlukla karşıladı. Çok da önem
verdi bu işe. Telaşlandı, heyecanlandı, koşuşturdu.
Gelin için hediyeler aldı ve Aslan'la arabaya binip
çıktılar. Köye ulaştıklarında akşam olmuştu.
Baş'ekolerin evine geldiklerinde avluda ateşli bir düğün
vardı. Arabadan inip avlu kapısına geldiklerinde, Bilal
başına geleni anlamış olmalı, kendi kendine söylendi;
- Yemin ederim ki, bu eve ben daha önce de bir adım
atmıştım.
Misafir başta Baş'eko Zawurhan olmak üzere adamlar
karşıladılar, buyur ettiler. Sofra hazırlandı, hohueler
söylendi. Düğüne katıldılar, oynadılar, oynadılar, Kafa
dengi bir adammış meğer Bilal, şakacı hoşsohbet bir
adammış. Yaşlılar pek beğendiler. Çokları hayret
etmişti; bu denli sosyal bir adam, iyi içebilen,
oynayabilen bir adam nasıl oldu da kendine layık olmayan
işlere burnunu sokmuştu?
İğne atsan yere düşmezdi avluda, çok kalabalık, çok
hareketli, görkemli bir düğün oldu Baş'ekoların düğünü.
Bilal daha içebileceğinin yarısını bile içmemişti ki;
- Waseden hiç söz etmemiş olsaydık çok daha iyi olurdu
dedi.
Böylece Bilal ile Aslan hem vvunekoş hem arkadaş
oldular. Sonradan ne olur bilemem ama şimdilerde bir ay
bile görüşmeden edemiyorlar.
Wasenin insanları birbirine daha çok yaklaştırdığını,
dostluklarını arttırdığını söyleyenler yalan
söylüyorlar. İnsanları yaklaştıran şeyler başka
şeylerdir.
İşte böyle öykümüzün başı da sonu da. Köyümüz
haberlerini soranlara birkaç aydır hep bunu anlatıyorum. |