Osmanlı İmparatorluğu'nun Çerkeslerle ilgilenmeye
başlaması 16. yüzyılın son yıllarına kadar uzanmakta
ise de 17. yüzyılın ikinci yarısı bu ilgi için daha
kesin bir tarih olabilir.
Osmanlıların Çerkeslerle ilgilenmesi
politik ve sosyal sebeplere dayanmaktadır. Çerkeslerin
tarih boyunca Osmanlılara yardımlarını Osmanlılar hiç
bir zaman layıkıyla idrak edememişlerdir. Çerkesler
Rusya'nın Anadolu’ya (tabir caizse) Doğu’da tek kapısı
olan Kafkasları yıllarca savunmuşlardı. Türkiye'nin
halihazır sınırlarının bu şekilde çizilebileceğini
düşünmek olsa olsa tek yönlü bir düşünce olurdu. Tarihin
garip cilvesine bakınız. Yıllardır Kafkasları Ruslara
karşı koruyan, Osmanlıların bu kapısını tutan Çerkesler,
Batı’da da yine Ruslara karşı yine aynı kahramanlığı
göstermişlerdir. Gazi Osman Paşa'nın Pilevne müdafaasını
hatırlamak bu bakımdan yeterlidir sanırım.
İstanbul'da Saray-ı Hümayun ve vezir konaklarında Çerkes
köle ve cariyelerinin gittikçe çoğalması, Osmanlı devlet
adamlarında bu ülkeye karşı ilgiyi arttırmıştı.
Öte yandan devşirme nizamının ihmale uğraması üzerine
gerek saray hizmetlerinde, gerek kapıkulları arasında
Çerkes kölelerin sayısı çoğalmıştı. Bunlar arasından
Özdemir oğlu Osman Paşa, Çerkes Mehmet Paşa, Hafız Paşa,
Abaza Melek Ahmet Paşa, Sivayuş Paşa, Süleyman Paşa ve
Hüsrev Paşa gibilerinin sivrilmeleri ve imparatorluğun
yüksek mevkilerini elde etmeleri sonucu olarak
Çerkeslere karşı ayrı bir ilgi duyulmaya başlandı. 18.
yüzyılda ise Osmanlı ordusunda Çerkeslerden geniş ölçüde
faydalanılması ve bu ülkenin Osmanlılaştırılması
düşünülmüştür.
Kafkasya'da kendini gösteren Osmanlı-İran çatışması 16.
yüzyılın ikinci yarısında, 1578 seferinde Özdemiroğlu
Osman Paşa'nın Dağıstan serdarlığı sonuçlarından olarak
bütün Kafkasya’nın Osmanlı İmparatorluğu’na katılmasını
sağlamıştı ama bu bağlantı sözde bir bağlantıydı.
Özdemiroğlu'nun Dağıstan üzerinden Kırım'a yürüyüşü de
önemli bir etki yapmamıştı. Fakat Kafkasya politikasına
Rusya'nın karışmaya başlaması Çerkesleri Osmanlı
İmparatorluğu’na yaklaştırmış ve Osmanlıların da
Çerkeslerle ilgilenmesine sebep olmuştu.
1665-1666’da Evliya Çelebi Çerkesya'yı dolaşırken
bunların İslamiyet’in dışında olduklarını ve bu dine
karşı ancak bir sevgi duyduklarını tespit etmiştir.
Evliya Çelebi'nin anlattığı Çerkesya; Doğu’da Kırım
Hanlığı, Güney’de Elbrus dağları, Kuzeyde Kumuk ülkesi
Batı’da Karadeniz’e dayanmaktaydı.
Çerkesya sınırı 18. yüzyılın sonlarında da aynı
noktalardan geçmekte idi. Bu topraklar üzerinde yaşayan
Çerkeslerden ancak Şefakeler İslam’a karşı bir sevgi
duymakta ve Doğu’da yalnız Dağıstan Türkleri Şafii
mezhebine girmiş bulunmakta idi. Çerkesler henüz eski
inanışlarına bağlıydılar. Hıristiyanlık ise Bizans ve
Cenevizlilerin etkisiyle Karadeniz kıyılarında
Kabardeyler arasında yayılmış idi.
Rus-Çerkes münasebetleri başlangıçta çok dostça
görünmekteydi. III. İvan zamanında Kabardeyler Ankofo
Adaşey başkanlığında bir kurulu, (bir heyeti) Moskova
Çarı’na göndermişlerdir. Korkunç İvan (1547-1584)
devrinde Ruslar, Kazan ve Ejderhan hanlıklarını ortadan
kaldırdıktan sonra Çerkes sınırına dayanmışlardı. İvan,
Çerkes dostluğundan faydalanarak Terek suyu üzerinde
Terek Kalesi’ni yaptırma imkanı bulmuştu. İvan'dan sonra
Boris Godunov (1594-1604) Hvorastin ve Buturl’un
komutasında bir Rus ordusunu Çerkesya’nın alınması için
görevlendirdi. Bu Rus ordusu Çerkesler tarafından yok
edildi. Bu seferin kesin sonucu, Rus-Çerkes
münasebetlerinin savaş haline dönmesine ve bu
düşmanlığın tabii sonuçlarından olarak da Çerkeslerin
Osmanlılara yaklaşmalarına ve İslam’a girmelerine sebep
oldu. Rusların bir yandan Kırım'a bağlı Nogay
topraklarında, öte yandan Terek Kalesi’nden faydalanarak
Çerkesler üzerinde çalışmaları Osmanlı-Rus
münasebetlerine paralel olarak Çerkes-Rus
münasebetlerini düzenlemiştir.
Viyana bozgunundan sonra meydana gelen mukaddes ittifaka
1864'de giren Rusya, Kırım üzerine olan baskısını
arttırdığı gibi, Kuban dolaylarını da saldırı alanı
içine almıştı. Bu yıllarda Kuzey Cephesi’ni tutmaya
çalışan Hacı Selim Giray Han'ın gayretleri geçici
olmuştu. 1695 ve 1696 yıllarında Çar Petro'nun Azak
Kalesi’ni kuşatarak ele geçirmesi sonunda, 1700 yılında
imzalanan İstanbul antlaşması ile Çerkesya’nın sınırı
Azak Kalesi’nin 10 saat Güney’inden geçirilmişti. Bu
antlaşma ile Kırım ile Çerkesler arasındaki kara
bağlantısı da kesilmiş oluyordu.
Ruslar bundan sonra Terek Kalesi yönünden de Çerkesleri
sıkıştırmaya başladılar. 1707’de Osmanlı askerleri ile
kuvvetlendirilen Çerkesler, Rusları Terek önünde bozguna
uğrattılar. 1711 Türk-Rus savaşında bir Rus ordusu
Kuban’a girmişse de başarı gösterememişti. Prut
antlaşmasında, Kabardey ve Kuban ile bütün Çerkesya’nın
Kırım Hanlığı’na bağlı olduğuna dair olan madde, Rus
Çarlığı tarafından ancak 1720’de imzalanan ayrı bir
protokol ile kabul edilmişti. 1724’de Kafkasya'nın Rusya
ve Türkiye arasında bölünmesini göz önünde tutan
İstanbul antlaşması üzerine, Hazar Denizi yönünden Kür
ırmağına inen Petro, Terek Kalesi yöresinde 5 Rus sitesi
kurmuştu.
1735’de İran'a yenilmesini, Çerkesya’yı ele geçirerek
gidermek isteyen Petro, Osmanlılardan yardım alan
Çerkeslere yenildi ve yayılması durduruldu. 1735-1739
Osmanlı-Rus savaşı sonunda Belgrat antlaşmasıyla Azak ve
dolayları Rusya’ya geri verildiği gibi, Kabardey
topraklarının bağımsızlığı da tanınmıştı. Ruslar 1760’da
burasını ele geçirerek Kazakların yerleşmeleri için yeni
yeni kaleler yaptırmışlardı. 1768-1774’de Osmanlı-Rus
savaşında Kırım ile birlikte Kuban da Rus işgaline
uğramış, Samsun’dan hazırlanarak Kuban’a çıkarılan
Canikli Hacı Ali Paşa ordusu da başarı elde edememişti.
1774 Küçük Kaynarca Antlaşması’nın 3. maddesine göre,
Kuban ülkesi Kırım topraklarından sayılarak Kırım’ın
bağımsızlığı ile birlikte elden çıkıyor, aynı zamanda
yeni kale, Kerç, büyük ve küçük Kabardiyalar da Rusya’ya
bırakılıyordu.
Görüldüğü gibi Çerkeslerin Kafkas dağlarını
beklemelerinin sonucu Batı’da muharebelere girişen
Osmanlılar, bu mağlubiyetlerinin, kendi
mağlubiyetlerinin cezasını zavallı Çerkeslere
ödetiyorlardı. Hem de kağıt üzerinde böylesine hovardaca
harcayarak Çerkesya’yı… Tarihte bu türlü hesap az
görülmüştür: Kazanırsan beraberiz, başarımız
müşterektir, kaybedersen senin ülken gidecek.
1776’da Kırım’da Osmanlı taraflıları ile Rus taraflıları
arasında başlayan kavga daha sonra bir ayaklanma halini
alınca, Kırım ve Kuban’da yerleşmiş bulunan Rusların
öldürülmelerini bahane eden II. Katerina'nın Suvarov
komutasında gönderdiği ordular Kuban’ı aldı ve ev
ahalisini, Çerkesleri ve Nogayları amansızca öldürdü.
Kurtulanlar Kuban ırmağının Güney’ine çekildiler.
Yerlerine Ruslar yerleştirildi. Rusya ile Osmanlı
İmparatorluğu arasında yeni bir savaşın başlamasına
sebep olan bu olaylar, 1779 Aynalıkavak Tenkihnamesi'yle
geçiştirilmeğe çaışıldı.
Bu antlaşmanın 3. ve 4. maddelerine göre Rusya 3 ay ve
20 gün içinde Kırım’la birlikte Taman ve Kuban’ı
boşaltacaktı. Bundan sonra Osmanlı İmparatorluğu, Kuban
ve Karadeniz kıyılarındaki Nogay ve Çerkesleri, kendi
uyruğu olduğu iddiasıyla Kırım Hanlığı’ndan ayırmaya
çalıştı. Rusya ile bu toprakları yutmak için buraların
Kırım ülkesinden olduğunu ileri sürmekteydi. Rus
taraflısı Şahin Giray Han'a karşı ayaklanan Kubanlılara
kısa bir süre sonra Kırımlılar da karıştılar. Şahin
Giray 1782’de Yeni Kale’ye sığınmak zorunda kaldı. Bunun
üzerine General Potemkin, Kırım ve Kuban’ı ele
geçirerek, Nisan 1783’te buraları Rusya'nın birer ili
olarak ilan etti. 1782 İstanbul antlaşması ile Osmanlı
hükümeti, Kuban ırmağının Kuzey’inde kalan toprakları
Rusya’ya bırakmak zorunda kaldı.
Bu durum karşısında Kırım, Taman, Kuban, Dağıstan ve
Gürcistan’ı ele geçirmiş bulunan Rusya'ya karşı
Çerkesleri benimsemek ve İslam dinini bu savaşçı halka
kabul ettirmek ve Çerkes topraklarını Osmanlı
İmparatorluğu’nun bir son sının durumuna getirmek (yanı
tampon olarak kullanmak) amacı ile hazırlıklara
girişildi. Daha önce bu konuda Kaptan-ı Derya, Cezayirli
Gazi Hasan Paşa ve Kuban Seraskeri Canikli Ali Paşa'nın
vermiş oldukları raporlar göz önünde tutularak
askerlikteki yeteneği, tecrübeleri, iyi ahlakı ve
dindarlığıyla tanınan Ferruh Ali Paşa 1781’de Soğucak
serdarlığı ile buraya gönderildi. Ali Paşa, kısa zamanda
Soğucak, Gelencik ve Anapa kalelerini yeni baştan
yaptırarak, kuvvetli dayanak noktalan meydana
getirmiştir. Ferruh Ali Paşa Çerkesler üzerinde çok
olumlu etkiler bıraktı.
1787-1791 Osmanlı-Rus savaşında Ruslar, Kuban ırmağını
açtılarsa da ağır kayıpla geri çekilmek zorunda
kaldılar. Bu durum üzerine Battal Hüseyin Paşa 30.000
asker ve 40 kadar topla, 1790’da Anapa’dan çıkarak Kuban
ırmağını geçti ve Kabardey topraklarına girdi. Bu sırada
Rus öncüleriyle karşılaşan Osmanlı öncülerinin bozulması
üzerine Battal Paşa ordusu dağıldı ve kendisi de Ruslara
sığınmak zorunda kaldı. Bu başarısızlık sonunda Ruslar
Anapa’yı kuşattılar. Savunmayı yöneten İpekli Mustafa
Paşa 15 gün dayandıktan sonra, boğaz boğaza bir savaş
sonunda 1791’de yenildi ve Anapa düştü. 1792’de Yaş
Antlaşması ile Kuban ırmağı iki devlet arasında yine
sınır olarak kabul edildiğinden Ruslar Çerkesya’yı
boşalttılar. 1783’de Rusların eline düşen Gürcistan bir
Rus ili haline getirildikten sonra 1812 Bükreş
antlaşmasıyla Karadeniz kıyılarının da kontrolünü eline
geçiren Rusya, Çerkesya’yı tam bir abluka altına almış
bulunuyordu. 1829’da Çerkesya üzerindeki haklarından
vazgeçtiğini Edirne antlaşmasıyla Osmanlı
İmparatorluğu'nun kabul etmesi üzerine Ruslar, 1830’da
Gagri'yi alarak 1831’de Gelencik kalesini, 1838’de Soçi
üzerinde Novagin kalesini, Shapsugh suyu üzerinde Tengin
kalesini ve eski Soğucak kalesi yerine de Novorossiysk
kalesini yaptılar. Böylece Karadeniz kıyılan Çerkeslere
kapandığı gibi, Kuzey’de de Azak-Mozdok askeri sınırı
üzerinde Krasnodar ve başka kalelerle Labe-Terek askeri
sınırını kurarak onları abluka altına almışlardı.
Böylece Osmanlılar da Kafkasya'dan çekildiler.
Rusların Kafkasya'da yerleşmesinden memnun olmayan
İngiltere ise Çerkes meselesine karışmaya başladı.
1830’da İngiltere'nin İstanbul elçisi Lord Ponsonby'nin
vermiş olduğu raporlar sonunda İngiltere Çerkes Milli
Savaşı ile yakından ilgilenmeye başladı. İngiltere
Çerkes Hürriyet Savaşçıları’na askeri yardımda bulunduğu
gibi, Edirne antlaşmasında kabul edilen Çerkeslere ait
hususları da tanımadı ve nihayet 1837’de Çerkesya’nın
egemenliğini resmen tanıdığını ilan etti. Bu sırada
Ruslar Çerkesya’yı almak için son hazırlıklarını
yapmaktaydılar. 1840’da başlayan Çerkes ve Dağlı
egemenlik savaşı 1864’de Kuban yaylasının ele
geçirilmesine kadar 24 yıl sürmüştür. 1840’da Şeyh
Şamil'in naib olarak Çerkesya’ya gönderdiği Mehmet Emin
1841’de Abzegh, Shapsugh ve Wubıhlar tarafından kabul
edildi ve Mehmet Emin Çerkeslerce lider olarak tanındı.
Ancak, 1856 Paris antlaşmasında Osmanlı
İmparatorluğu’nun ihmali yüzünden Çerkes meselesi
sözleşme dışında bırakılarak savaştan sonra Ruslar bütün
kuvvetleriyle Çerkeslerin üzerine saldırdılar. Çerkes
köyleri baştanbaşa yakılarak halk kadın, erkek, çocuk ve
ihtiyar ayırt edilmeksizin kılıçtan geçirildi. Bunların
yerine Rus köyleri kuruldu. 1859’da Şeyh Şamil'in tutsak
düşmesinden sonra, Mehmet Emin de teslim olmak zorunda
kaldı. Çerkesler liderlerinden yoksun kalmakla beraber
kabile kabile savaşa devam ettiler. 1861’de Laba Bella
bölgesi 1862’de Pşeh, 1863’de Psıj {Psızz) ve Abaza
bölgeleri düştü. Yukarı Abzeghler, Shapsughlar ve
Wubıhların direnmesi bir yıl daha sürdü ve 1864’de
Çerkes milli mücadelesi ağır bir yenilgi ve binlerce
Çerkes’in yok edilmesiyle bitti.
Bu tarihten sonra Çerkeslerin Rusların zulmünden
kurtulmak için büyük göçleri başlar. Gerçi Çerkeslerin
göçü, daha yüzyıl önce başlamışsa da, bu son göç,
korkunç bir hal almıştı. Kendiliğinden göçe
kakışanlardan başka, Rus Çarlığı’nca göçe zorlananların
sayısı 2.000.000 kişiye varmaktadır. Sadece 1.500.000
Çerkes Osmanlı İmparatorluğu’na gönderilmek üzere
yurtlarından çıkarılmıştı. Fakat bunların ancak 400.000
kadarı Türkiye'deki iskan bölgelerine yerleşebilmiş,
ötekiler yollarda ölmüştür. Yarım milyon kadar Çerkes
ise Rusların kalabalık bulundukları bölgelere
sürüldüler. Bu büyük göç ve sürgünden 13 yıl 1876 -1877
Osmanlı-Rus harbine paralel olarak patlayan Çerkes
ayaklanması dikkate alınırsa, Çerkeslerin anayurtlarında
henüz bir ayaklanma çıkarabilecek kadar kalabalık
oldukları anlaşılır.
1876’da Osmanlı donanmasıyla Sohum kalesine çıkan Abaza
Hasan Bey'in bu kaleyi alması üzerine Ferik Fazıl Paşa
komutasında gönderilen Osmanlı tümeninin daha sonra Tuna
cephesine çekilmesi ve harbin sonunda Osmanlı ordusunun
yenilmesi üzerine Çerkesler yeniden felaketle karşı
karşıya geldiler. Yeni ve daha dağınık bir göç hareketi
yanında bütün Çerkes ileri gelenleri öldürüldü, binlerce
Çerkes Sibirya'ya sürüldü. Ahalinin bütün malları yağma
edildi. Bu felaketten sonra sayıları epeyce düştü.
Abazalar ise nüfuslarının yarısını kaybetmişlerdi.
Harpten sonra da Çerkesya parçalandı. |