1864'te anavatan Kafkasya'dan göçü ile birlikte
Çerkes toplumu gittiği yerlerde değişik toplumlarla
karşı karşıya kalmıştır. Çerkeslerin hayatlarını
devam ettirebilmeleri için, içinde bulundukları
çevreyle ilişkilerde bulunacakları açıktır.
Yani, anavatandan koparılıp, dağıtılan Çerkesler, yeni
yerleşim bölgelerinde birtakım sosyal, ekonomik ve
kültürel ilişkilere girmişlerdir. Göçle birlikte karşımıza çıkan
en önemli olgu, ''politik ve politik olmayan''
etkenlerle asimile oluşumuz, yani yabancı toplumlar
içinde eriyişimizdir. Asimilasyonu inceleyebilmek için,
öncelikle ve kısaca tanımına yer vereceğiz.
İnsan, toplumsal bir varlıktır ve insanın yaşadığı
toplum içerisinde birtakım bilgi ve hareketleri
öğrenmesi bir sosyalleşme süreci içinde olur.
''Sosyalleşme, insan yavrusunun toplumun bir üyesi
haline gelmesidir, yani ailesinin, akraba ve komşuluk
düzeyinin ve nihayet ulusunun bir parçası olduğunu
öğrenmesidir. Büyümekte olan çocuk, etrafındakilere
etkileşim sonucu, onlarınkine benzer davranışlar
geliştirecektir.''
(1)
Asimilasyona, sosyalleşmeyi açıklayarak başlıyoruz,
çünkü sosyalleşme, toplumun bireylerini, toplumun genel
davranışları ve kültürüne göre yetiştiren, güçlü; fakat
binasız bir okuldur. Sosyalleşme sürecinde bireyler
topluma uymaya, onun kalıplarına karşı çıkmamaya
alıştırılır. ''İnsanın sosyalleşmesi çok karmaşık bir
süreçtir. İnsan, etrafında bulunanların, her gün
karşılaştığı sayısız olayların ve kişilerin, içinde
bulunduğu sosyo-ekonomik, kültürel koşulların, gelenek,
töre ve konuların, fiziksel çevrenin ve saymakla
bitmeyen daha pek çok etkenin etkisindedir.''
(2)
derken asimilasyona sosyal-psikoloji açısından bir
yaklaşımda bulunduk.
Asimilasyon, kelime anlamıyla; benzeme, benzeşme ve
Türkçe kullanımıyla; ''özümleme''dir. Kısaca;
asimilasyon, bir toplum veya bireyin, onu meydana
getiren özelliklerinin giderek değişmesi işlemidir. Tam
asimilasyon veya tamamlanmış asimilasyondan söz
edebilmek için ise toplumsal değerlerin tamamen yok
olması gerekmektedir. Toplumun sadece dilinin veya
adetlerinin asimilesi, tamamlanmış asimilasyon olarak
alınmamalıdır.
Asimilasyonda konu değişimidir. Toplumlar veya ulusların
dışarıdan bir baskı olmadan da değişebildiklerini
görüyoruz. O halde, iki tür asimilasyondan
bahsedilebilir;
a)
Doğal asimilasyon
b) Politik asimilasyon
Doğal asimilasyon; kültürel ve etnik birliği
sağlayıcıdır. Uzun sürelidir. Burada asimilasyonun hızı
ve şekli baskın gurup tarafından (asimile eden) özel bir
politikayla yönlendirilmemekte ve kontrol
edilmemektedir. Doğal asimilasyon, toplumun doğal
değişimiyle ilgilidir. Uzun dönemde çevresel koşulların
değişmesi, toplumların yer değiştirmeleri sonucu ortaya
çıkan değişmeler, serbest kültür alış-verişleri ve
kültürleme bu tür asimilasyona girer. Çünkü;
kültürlemede birey, doğumdan ölüme kadar, toplumun istek
ve belirtilerine uyacak şekilde etkilenir ve değişir.
Aynı zamanda, toplumun eskiyen değerlerini atması,
yerine yenilerini bulması ve çevresinden kendisine
yararlı olguları alması da ''doğal asimilasyon''a birer
örnektir. Doğal asimilasyonun göze çarpan
özelliklerinden biri de değişimin tek yönlü değil, çift
yönlü oluşudur. Yani azınlık baskın guruba uyarken,
çoğunluğun da azınlıktan aldığı şeyler olmakta, o da
değişme uğramaktadır.
Politik asimilasyon ise; tamamen bilinerek, zorlamalarla
sağlanan asimilasyondur. Politik asimilasyon, ulusların
içlerindeki azınlıklardan, sömürgeci ülkelerin, sömürülerindeki
muhtemel başkaldırmalardan kurtulmada uyguladıkları en
etkin silahtır. Sömürücüler özümleme politikasını
yürütebilmek için ırkçı görüşlerden hareket ederler. Bir
taraftan emperyalist ve sömürgeci kültürün
''yüceliğini'' yayarlarken; diğer taraftan da sömürge ve
bağımlı halkın kültürünün geriliğini ve çağ dışılığını
yaymaya çalışır. Halkı buna inandırmak için çeşitli
yollara başvururlar.
Bazı yerlerde sömürge halkının, aslında ayrı bir halk
olmadığını ve bu halkın sömürgeci ve emperyalist ulusun
bir parçası olduğunu söyler ve bunların kültürlerinin
zaman içinde bozuşmuş emperyalist ve sömürgeci kültürün
''ilkel'' biçimi olduğunu ileri sürerler...''
(3)
Çünkü onlar bilmektedirler ki; ''Ulusal değerleri ayakta
duran bir halkın çeşitli zamanlarda yenilmelerine rağmen
baş kaldırması her zaman mümkün ve kaçınılmazdır.''
(4)
Aslında sömürülen ülke halkı ve azınlıklar sorununu
ortadan kaldırmak için iki yol vardır; birincisi,
bunların fizik olarak ortadan kaldırılmalarıdır.
(Öldürülmeleri veya sürülmeleri gibi.) Sorunları ortadan
kaldırmada en güvenli yol ise pek zor bir harekettir ve
çağımızın şartları artık buna pek elvermemektedir.
İkincisi onların kültürel varlıklarını özümlemek, yok
etmektir ve her zaman görülebilen bir uygulamadır. Bunun
sağlanması için her türlü baskıya başvurulur; azınlık
gurubun kendi arasındaki kültür alışverişi engellenir,
tarihi inkar edilir ve asimilasyon politikasını güzel
gösteren tarih kitaplarıyla halk aldatılmaya çalışılır.
Azınlıklar ve sömürge ülkeler üzerindeki bu uygulamalar
kısa zamanda meyvesini vermeye başlar. ''Sömürgecilerin
bu çabaları işbirlikçi kesimde taraftar bulmuş ve
işbirlikçiler benliklerini inkar etmeyi çıkarlarına
uygun düştüğü için kabullenmişlerdir. Fakat bu özümleme
politikası yalnız işbirlikçilerin onayını almakla kalmaz
ve fakat bununla birlikte sömürge halkının (veya
azınlığın) bazı tabakalarında da onay bulur.'' Ulusal
gurur ve vakardan uzak bu kesimler işbirlikçilerle
birlikte sömürgecilerin ırkçı asimilasyonist
politikasına hizmet ederler. Ancak tüm bu asimilasyonist
baskıların her zaman istenilen sonucu verdikleri
söylenemez. Bu zor ve baskı mekanizması mutlaka
karşıtını oluşturur ve bu karşıt önceleri ne kadar
güçsüz ve küçük olursa olsun sonunda zoru ve baskıyı
parçalayacak güce ve organizeye ulaşır.
Çerkeslerin Kafkasya'dan göçü, göçmen Çerkeslerin
belirli birtakım politik amaçlarla Osmanlı İmparatorluğu
topraklarına dağıtılmaları, çıkarılan iskan kanunlarının
pek çoğu, Soyadı Kanunu, uluslararası bazı anlaşmalar
politik asimilasyonu sağlamak için yapılmış
hareketlerden başka bir şey değildir. Aynı şekilde Nazi
Almanya'sının ''tek dil, tek kültür, tek ırk''
çalışmaları da en belirgin politik asimilasyon
çalışmalarından biridir.
Asimilasyon, toplumu etkileyen çeşitli değişkenlerin
etkisindedir. Demografik (nüfusla ilgili), çevresel
(ekolojik), ırksal, yapısal, psikolojik, kültürel,
ekonomik değişkenler bu konuyla ilgili olarak
sayılabilir. Bu saydıklarımız asimilasyonun ''hızını''
etkileyen faktörlerdir. Bunun yanında asimilasyonun
''ivmesini'' etkileyen faktörleri de saymalıyız. İki
veya daha çok toplumun tarih içindeki birlikte gelişimi
ve böylece ortak yapı ve ortak özelliklerin artışı
asimilasyonun ivmesini etkiler. Bu açıdan ele
alındığında Türkiye Kurtuluş Savaşı'nın ivmeyi arttırıcı
etkisi olmuştur. Savaşta ortaya çıkan ''kader birliği'',
savaşa katılanları bu topraklara ve hakim kültüre daha
çok bağlamış ve hatta ''Bu topraklan biz de savunmadık
mı, o halde hep kardeş değil miyiz?'' gibi düşünüş
şeklinin yaygınlaşmasına neden olmuştur.
Asimilasyon toplumun büyük bir çoğunluğunu etkilemeyip
dağınık bireyler düzeyinde kaldığı sürece bu, bireysel
asimilasyondur. Birey kendini hakim ulusun bir ferdi
sayıyorsa ve kendi halkı ile birlikte ortak yaşama
duygusunu yitirmişse asimile olmuş sayılır. Yani dil,
kültür vb. etkenler asimilasyonu, bireyin asimile
olduğunu belirleyemez. Yukarıda saydığımız iki nedenle
etkilenmiş kişi ulusal kültürüne sahip olsa da birey
olarak asimile olmuştur.
Gurupsal asimilasyonda ise bireyin aksine dil ve toprak
bütünlüğü önemlidir. Yani dil işlenmedikçe ve toprak
bütünlüğü sağlanmadıkça dağınık bireyler veya küçük
guruplar asimilasyona karşı durmaya çalışsalar bile
asimilasyon kaçınılmazdır.
Asimilasyonun tanımını kısaca belirttikten sonra,
asimilasyonu toplumları veya ulusları meydana getiren
faktörler açısından inceleyebiliriz.
DİL: Dil her şeyden önce bir topluluğu meydana
getiren bireylerin; ihtiyaçlarını ve duygularını
iletmede kullandıkları bir simgeler bütünüdür. Dil,
sözlü veya yazılı olarak kültürleri yaşatan ortamı ve
kültürlerin kuşaktan kuşağa geçmesini sağlar. Yazılı
olmayan, günlük hayatın her anında kullanılmayan diller
zamanla yazılan ve işlenen diller içinde erir, yok
olurlar. Bunun için hakim uluslar her zaman asimile
etmek istedikleri bir toplumun üyelerinin bir araya
gelip dillerini kullanmalarını ve işleme, terini
engellemişlerdir. Örneğin Türkiye'de tek parti
döneminde, ''Vatandaş Türkçe konuş'' diye baskılar
görülmüştür. Kendi dilimizi yazamaz, işleyemez bir
durumda bulunuşumuz, bu haklara sahip olmayışımız
giderek dilimizi kaybetmemize yol açmaktadır.
Bugün, ilk okulların, radyo-televizyonun ve gazetelerin
köylere kadar girmiş bulunması, dağınık yerleşimimiz,
şehirleşme ve ulusal bilincin kitlesel anlamda henüz
oluşmamış bulunması, dilimizin giderek yok olmasına
neden olmaktadır. Hatta, bugün pek çok köylerde bile
belirli bir yaşın altındakiler artık Çerkesce'yi biraz
anlasalar bile konuşamamaktadırlar. Tüm bunların
karşısında dil konusunda bugünden bir şeyler
yapılabilir. Hatta bu konuda geç kalınmıştır bile
diyebiliriz.
Dilin işlenmesi için birtakım hakların bulunduğu bir
ortam gerekliyse bu, dil bilimsel olarak ortaya konmadan
olamaz. Yani bilimsel bir dar kadro çalışması
yapılmalıdır. Bu konuda bugüne kadar Kafkasya'da
yapılmış çalışmalar güzel bir yardımcı olacaktır. Dil
konusunda ivedilikle yapılması gerekenlerden biri de
Çerkesce okuma-yazmanın her tarafta yaygın hale
getirilmesidir. Zaten bilimsel dar kadro çalışmalarını
destekleyici derlemelerin alfabe yaygınlaştırmadan
verimli olabileceği söylenemez.
NÜFUS: Asimilasyonda önemli faktörlerden biri de
nüfustur. Nüfusun çokluğu, asimilasyon hızını azaltıcı
bir faktördür. Bu acıdan bakıldığında 10 milyonla 1
milyonun asimilesi aynı ölçülerle ölçülemez. Toplumun
dil ve kültürle ilgili ortaya çıkarabileceği ürünler
nüfusa oranla artacaktır. Asimileye karşı olan güçler,
nüfusa oranla ağırlıklarını ortaya koyabileceklerdir.
Nüfus yoğunluğu ve coğrafi dağılım da aynı şekilde
asimilasyonu geniş ölçüde etkiler. Toplu bir şekilde
yerleşmiş veya yerleştirilmiş azınlıklar, bir birinden
kopuk, küçük kümeler halinde yaşayan azınlıklara oranla
ulusal kültürlerini daha uzun bir zaman yaşatma şansına
sahiptirler. Yalnız burada bazı bölgelerde yoğun
bulunuşumuzu, içinde yaşadığımız ulusun bize bir
armağanı olarak görmemeliyiz. Bu, Osmanlı
İmparatorluğu'nun Çerkesleri kitle olarak kullanma
isteminden çıkmış bir sonuçtur. Asimilasyonumuza oldukça
çok etki eden bugünkü yerleşimimizi açtığımızda bu
açıkça görülecektir.
Çerkesler Osmanlı topraklarına gelişi güzel
yerleştirilmemişlerdir. Çerkeslerin yoğun yerleşim
bölgeleri kaba taslak belirtilmiş olan bir haritaya ilk
bakışta bizim için önemli olan bazı şeyleri görebiliriz:
Samsun, Amasya, Tokat, Yozgat, Sivas Uzunyayla
(Kayseri), Göksün, Maraş, Çukurova, Hatay şeklinde
Kuzey'den-Güney'e inen bu hat Türkiye'de Kürt ve Türk
olmak üzere iki önemli etnik gurubu ayırır.
Aynı durum Türkiye sınırından sonra da, eski Osmanlı
toprakları olan Suriye ve Ürdün'de de görülmektedir.
Burada Çerkeslerin yerleşiminden, Medeniler (Arapların
yerleşik olan toplumsal kesimi) ve bunların yaşadıkları
verimli kıyı şeridinin, bu bölgeleri yağmalayan ve çöl
kesiminde yaşayan Hadari ve Bedevilerin ayrılması
amaçlanmıştır. Ayrıca Çerkeslerin Balkanlarda, Osmanlı
İmparatorluğu'nun Hıristiyan tabakalarıyla Türkler
arasına yerleştirilmiş olmaları ve Balkanlardaki
çatışmalar sırasında kullanılmış olmaları bize
yerleştirme politikasını açıkça göstermektedir.
Tüm bunlardan sonra Çerkeslerin neden Düzce, Adapazarı,
Balıkesir, Çanakkale ve Çukurova gibi Türkiye'nin en
verimli topraklarına yerleştirildikleri sorusu akla
gelebilir. Kesinlikle bilinen bir şey varsa o da Düzce
ovası ve Çukurova'nın Türkiye'nin en son oluşmuş alüvyon
ovaları olduklarıdır. Türkiye'nin jeolojik haritası da
bunu açıkça kanıtlamaktadır. Çukurova'ya çıkarılan
Çerkeslerin hemen hemen hepsi yok olmuştur. Düzce ovası
ise bugün Çerkesler tarafından tarıma uygun alanlar
haline getirilmişlerdir. Düzce ovasının ilk
yerleşildiğinde bataklık olmasının etkisi sonucu ortaya
çıkan temelsiz ev mimarisinin tek tük örnekleri bugün de
görülebilmektedir, Bu evlerde ev tabanıyla rutubetli
toprak arasında bir mesafe bırakabilmek amacıyla temel
görevini köşelere yerleştirilmiş bir kaç büyük taş
görmektedir.
Osmanlı döneminde bunun amaçlandığını belirten
delillerimiz yoksa da Doğan Avcıoğlu'nun bu konuya
değişik bir yaklaşımı vardır ki, bu ''Cumhuriyet
Dönemi'' için kesinlikle doğrudur: ''Genelkurmay'ın Türk
İstiklal Harbi incelemesinde de belirtildiği üzere,
İngiltere, Anadolu yönünden rahatsız edilmekten korunmak
için, Boğazların Doğu'sunda iki tampon bölge kurmayı
düşünmüştür. Bunlar da Çanakkale Boğazı'nı Doğu'ya karşı
koruyacak olan Biga, Gönen ve çevresi ile Karadeniz
Boğazı'nı Doğu'ya karşı güvene alacak olan Düzce, Hendek
yöresidir. Nitekim iç isyanlar bu bölgede başlar''.
(Milli Kurtuluş Tarihi, Cilt 1, s. 147, 148.) Yani
Çerkesler askeri nedenlerle tampon bölgelere
yerleştirilmişlerdir. Çerkeslerin özel amaçlarla
yerleştirilmelerine Başbakanlık arşivlerinden alınmış
iki örneği sadeleştirerek ve kısaltarak veriyoruz
(Aslında bu konudaki belgeler oldukça çoktur.):
12 Cemaziyülevvel (Mayıs) 1319 tarih ve 745 nolu
belgede:
Mudanya, Gemlik, Bandırma ve Erdek'te Kaymakam
Yardımcısı'nı dahi Hıristiyan halktan seçme
zorunluluğunda bırakan yoğun Hıristiyan nüfustan
bahsedilerek, buraya acele olarak ''Kuzey Kafkasya
göçmenlerinin'' gönderilmeleri istenmektedir.
7
Cemaziyülevvel (Mayıs) 1319 tarihli ve 1494 nolu
belgede:
Ermenilerin Malazgirt ve Muş ovalarını sık sık
basmalarından ve burada Müslüman halkın az bulunmasından
bahsedilerek, Ermenilerin yollarının kilidi durumunda
olan Sason Dağları'na yakın yerlerdeki boş araziye
''Göçmen Çerkeslerin gönderilerek
yerleştirilmeleri'' isteniyor.
Türkiye Cumhuriyeti Asimilasyon Politikası ve İskan
Kanunu:
Türkiye'de uygulanan asimilasyon politikası ruhunu
tek dil ve tek kültüre ulaşma çabalarından almaktadır.
Osmanlı İmparatorluğu dönemi de içinde olmak üzere
asimilasyonist fikirler Türkiye'de ''Türk
Milliyetçiliği'' ve Türkiye'de Türk'ten başkasına hayat
hakkı tanımayan fikirlerle birlikte gelişmiş zamanla
kendini ''Resmi Devlet İdeolojisi'' (Devlet tarafından
uygulanan) olarak kabul ettirmiştir. Yaptığı işlerin
doğruluğuna (!) herkesi inandırabilmek ve ideolojisini
yasal yollarla koruyabilmek için devletin asimilasyonu
arttırıcı yasalar çıkaracağı açıktır. Bunu gösterebilmek
için önce soyadı ve iskan kanunları ili ilgili Meclis
tartışmalarından örnekler vermek istiyorum:
İçişleri Bakanı Şükrü Kaya: Sonra yabancı milliyet
adlarını da kaldırmak istiyoruz. Ülkemizde, dışarıdan
gelmiş, ülkemiz yerlisinden olan birtakım kimseler,
başka bir topluluk adını taşımaktadırlar. Örneğin: Arap,
Çerkes gibi binlerce ad vardır.
Yabancı adlara gelince; bir ülkenin en büyük görevi,
sınırları içinde oturanların tümünü kendi topluluğuna
katmak, özümlemektir. (Bravo sesleri...) Burada
oturanları, bizim topluluğumuz içinde bulunanları ne
olursa olsun (mutlaka) Türk toplumunun uygarlığına
sokmak ve onları uygarlığın verimliliğinden
(bereketinden) yararlandırmak bizim borcumuzdur. Niçin
şimdi de Kürt Memet, Çerkes Hasan, Laz Ali diyelim? Bir
kere bu egemen olanın zayıflığını gösteren bir şeydir.
Halbuki; Türk unsuru en çok özümleyen unsurdur. Bu
ayrılıkları bırakmak doğru değildir. (Soyadı Kanunu
tartışmalarından.)
İskan Kanunu tartışmalarından (1934): Madde 1-2:
Daha ileri gitmeyerek yalnız 1876 yılından sonrakileri
alırsak yok olan Osmanlı İmparatorluğu'nda gelip
yerleşen değişik dilli ve değişik kültürlü olanlar
imanda yerli Türk ile birleşik iken bile bunların ayırt
edilemeyecek gibi Türk kültüründe yoğrulduklarını
söyleyemeyiz. Bunun Türk kültürünün yetiştirici,
yükseltici ve yerleştirici gücünün küçüklüğüne
veremeyiz. Bu gelenleri, Türk kendi topluluğu içine
almış iken ve hemen pek çoğu da Türkçe'yi konuşur iken
bile Türk kültürünü, Türk duygusunu bilinçli olarak
taşımaktan kaçınmışlardır. İşte bunun içindir ki,
geçmişte denenmiş olanı bir daha denemek gibi zararlı
bir işe girişmektense bunu kökünden kesip atmayı isteyen
bu madde ile devlet bu gibi yurda gelenleri, taa Türk
kültüründe iyice eriyip Büyük Türklük içinde hamur
oluncaya değin gözü önünde tutmak istemiştir. Bu
maddenin kökü buradadır.
Ancak yıllar geçip de artık Türk kültüründe yoğrulmuş ve
birkaç kuşak sonra evlenme ve birbirine kaynaşma
yoluyla ayrılık kalmamış olunca nüfus yayılımında
değişiklik yapılması zorunluluğu ortaya çıkacağından bu
değişikliklerin yapılması, icra vekilleri kurulu kararı
ile, İçişleri Bakanlığı'na bırakılmıştır.
Bölüm 3, Madde 3-7:
Türk Kültürüne bağlı olup da Türkçe'den başka dil
konuşanların Türklük içinde eriyip kaynaşmaları elde
edilmek üzere serbest yurt tutmada bile Hükümetin
göstereceği yerlerde yerleşmeye zorunlu
bırakılmışlardır.
Madde 11:
a) Ana dili Türkçe olmayanlardan toplu olmak
üzere yeniden köy ve mahalle, işçi ve sanatçı kümesi
kurulması veya bu gibi kimselerin bir köyü, bir
mahalleyi, bir işi veya sanatı kendi soydaşlarının
tekeli altına aldırtmaları yasaktır.
b) Türk kültürüne bağlı olmayanlar ya da Türk
kültürüne bağlı olup da Türkçe'den başka dil konuşanlar
hakkında, kültürel, askeri, siyasal, toplumsal ve
inzibati nedenlerle Bakanlar Kurulu Kararı'yla: İçişleri
Bakanı gerekli görülen tedbirleri almaya zorunludur.
Topluca olmamak koşuluyla başka yerlere aktarma ve
yurttaşlıktan çıkartmak ta bu tedbirler içerisindedir.
c) Kasabalarda ve kentlerde yerleşen yabancıların
tutarı, belediye sınırı içindeki toplam nüfus tutarının
% 10'unu geçemez ve ayrı mahalle kuramazlar.
Meclis tartışmalarında ve ilgili kanunlarda ''Yabancı
Milliyetliler'', ''Türkçe'den başka dil konuşanlar'',
''Özümleme amacı'', ''İskan kanunundan beklenenler''
açıkça belirtilmiştir.
İskan kanunuyla ilgili aşağıdaki bilgiler ''Kürtlerin
''Mecburi İskan'ı'' isimli kitaptan elde edilmiştir:
Mukaddeme İskan Mıntıkaları
(5)
Madde 1: Türkiye'de Türk kültürüne bağlılık
dolayısıyla nüfus oturuş ve yayılışının, bu kanuna uygun
olarak icra vekillerince yapılacak bir programa göre,
düzeltilmesi dahiliye vekilliğine verilmiştir.
Madde 2: Dahiliye vekilliğince yapılıp, icra
vekilleri heyetince tasdik olunacak haritaya göre,
Türkiye, iskan mıntıkaları bakımından 3 nevi mıntıkaya
ayrılır.
1 numaralı mıntıkalar: Türk kültürlü nüfusun
tekasüfü istenilen yerlerdir.
2 numaralı mıntıkalar: Türk kültürünü temsili
istenilen nüfusun nakil ve iskanına ayrılan yerlerdir.
3 numaralı mıntıkalar: Yer, sıhhat, iktisat,
kültür, siyaset, askerlik ve inzibat sebepleri ile
boşaltılması istenilen ve iskan ve ikame yasak edilen
yerlerdir.
Yukarda yazılan iskan mıntıkalarının tasdikli
haritasında, zamanla ortaya çıkacak ihtiyaca göre
değişiklikler yapılması Dahiliye Vekilliği'nin (İçişleri
Bakanlığı'nın) teklifi üzerine icra vekilleri heyeti
kararına bağlıdır.''
(6)
'
Madde 10: Türk uyruğundan olup da, Türk kültürüne
bağlı bulunmayan aşiret fertlerinin dağınık olarak 2
numaralı mıntıkalara, Türk uyruklu ve Türk kültürlü
göçebe aşiretler fertlerini sıhhat ve yaşama şartları
elverişli yerlere nakledip yerleştirmeye, Türk uyruğunda
olmayan ve Türk kültürüne bağlı bulunmayan göçebe
aşiretler fertlerini duruma göre Türkiye dışarısına
çıkarmaya İçişleri Bakanlığı yetkilidir.''
(7)
Madde 12: 1 numaralı mıntıkalara:
a) Yeniden hiç bir aşiretin veya göçebenin
sokulmasına, Türk kültürüne bağlı olmayan hiçbir ferdin
yeniden yerleştirilmesine ve bu mıntıkaların eski
yerlerinden olsa bile Türk kültürüne bağlı olmayan
hiçbir kimsenin avdet etmesine izin verilemez.
d) 3 numaralı mıntıkalar halkından veya 1
numaralı mıntıkalar dışında yerleşmiş olanlardan Türk
kültürlü vatandaşlar, aileleri ile birlikte iklim ve
yaşayış şartlarına uygun olmak üzere, 1 numaralı
mıntıkalara iskan edilirler.
e) 1 numaralı mıntıkalar haricindeki vilayetler
ahalisinden bu mıntıkalara, aileleri ile birlikte, gelip
yerleşmek isteyen Türk ırk ve kültürlü asker ve mülkiye
emeklileri, yine bu vilayetler halkından ve Türk
ırkından olduğu halde bu mıntıkalarda askerlik etmiş
olup, terhislerinde ailelerini getirerek ve bekar
olanlarda evlenerek yerleşmek isteyenler, 17. maddeye
göre iskan edilirler.''
(8)
İskan Kanunu'nun Gerekçesi ''Esbabı Mucibe
Layihası'' :
Mecburi İskan Kanunu teklifi gerekçesi ile birlikte
İçişleri Bakanlığı tarafından hazırlanmış ve İcra
Vekilleri Heyeti'nin 27.4.1932 tarihli oturumunda kabul
edilerek Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne arz edilmesine
karar verilmiştir.
2 Mayıs 1932 tarihinde Başvekalet Vekili Dr. Refik
tarafından Büyük Millet Meclisi Reisliği'ne arz edilen
gerekçenin. Esbabı Mucibe Layihasının önemli bölümleri
şunlardır:
(9)
''... Cihan Tarihinde büyük gçmenlik sellerini ve
akınlarını yapan ırkların başında Türkler ve Turani
kavimler olduğu malumdur...
...Tanzimat Türk ve İslam camiaları yerine din, lisan,
ırk ve hissiyatı farklı unsurların karışımı halinde
teşkil ettiği içtimai heyeti suni bir Osmanlılık camiası
altında tuttu.
Dini ve emperyalist saltanatın memlekette idame ettiği
mutlak idarenin bünyesi esasen milli temsil (özümleme)
siyaseti uygulamasına müsait değildir. Mutlakıyet kendi
varlığını birbiri ile anlaşamayan unsurların yan yana
bulundurulmalarına ve birbirleri ile bağdaşmamalarına ve
kaynaşmamalarına istinat ettiriyordu. Onun muhtelif
kıtalardan gelen göçmen unsurlar hane hane Türk kasaba
ve köyleri içine dağıtılarak eritilip temsil edilmeleri
maksadı hiçbir zaman gerçekleşemezdi. Muhtelif
vilayetlere gelen bu halk blok halinde müstakil köy ve
mahalle teşkil etmek üzere yerli Türklerin arasına bir
ihtilaf unsuru olarak katılırdı. Bunlar yıllarca kendi
dilleri ile mütekellim (konuşan, söyleyen) kaldılar.
Bütün Osmanlı devrinde Türkçe'yi ana dili olarak
benimseyemediler.
Türk ırkına ve harsına mensup muhacirler bile blok
halinde ayrı yerleştirilmek yüzünden ırkdaşlarına bütün
bir Osmanlı devrinde ısınamadılar, gittiler.''
''...Yine
dahili iskan safahatı (evreleri) cümlesinden olarak; ana
dili Türkçe olmayan nüfus terakümlerinin (birikme,
yığılma) men'ine ve mevcutlarının dağıtılması
şekillerine ve uygulaması için hükümete yasal yetki
alınması düşünülmüştür.
Görüldüğü gibi, 1932 tarihli bu gerekçede, Türklerin
dünyada, göç akınlarını yapan ırkların başında geldiği
istila ettikleri her yerde çevrelerini Türkleştirdikleri
anlatılmaktadır. Bununla beraber, özellikle Tanzimat ve
meşrutiyet devirlerinde, İslamcılık cereyanları
dolayısıyla Türkçülük akımına gerekli önemin verilmediği
için bazı ırkların ve kültürlerin Türklük içinde
erimeleri mümkün olamamıştır. Esbabı mucibe layihasının
ifadesi ile, ''Bunlar yıllarca kendi dilleri ile
mütekellim kaldılar. Bütün Osmanlı devrinde Türkçe'yi
ana dili olarak benimseyemediler.'' İşte Cumhuriyet'in,
Kemalist inkılabın en önemli işi ana dili Türkçe olmayan
bu milletlere Türklüğü ve Türkçeyi benimsetmektir. O
milletleri Türklük içinde eritmek, yok etmektir. Dilini,
kültürünü ve öz benliğini dillerden ve tarihlerden
silmektir. Kanun bu sonuca ulaşmak için yapılmıştır.''
(10)
Bunlar bizlere yerleştirme politikasının asimilasyonda
nasıl kullanıldığını açıkça göstermektedir. Bu kanun
teklifleri görüşülmeden önce de zorla yerleştirmeler,
hatta Türkiye dışına sürgün çalışmaları olmuştur.
Kurtuluş Savaşı'nda Osmanlı İmparatorluğu'ndan arta
kalan Türkiye üzerinde etnik birliği sağlayabilmek için
Bandırma, Gönen, Manyas taraflarından sürgünler
yapılmış, bunlardan bir kısmı Bitlis'e kadar ulaşmışken
yapılan baskılar neticesinde sürgün durdurulabilmiştir.
Bugün bile bu sürgünle Bitlis'e yerleşip kalmış
Çerkeslere rastlanabilmektedir. Burada sürgün yer yer
katliam halini almıştır. Bu dönemde Mecliste bulunan
Mehmet Fetgherey Şöenu, sürgünü durdurabilmek için
Meclis'e ''Çerkes Meselesi Hakkında Türk Vicdan-ı
Umumisine ve Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne Birinci
Ariza'' adında sürülen Çerkeslerin durumunu yansıtan ve
haksızlığın düzeltilmesini isteyen bir kitap bastırıp
dağıtmıştır (1923 senesinde).
Sürgünün durdurulmaması üzerine aynı isimle İkinci
Ariza'yı dağıtmış ve sürgün durdurulabilmiştir. Burada
durumu gösterebilmesi bakımından bu Arizalardan parçalar
vermek istiyorum: ''Lakin yalnız bu kadar değil,
denizden çıkarılan balıklar gibi, meskensiz, me'vasız,
hayat vesaitinden mahrum kalan bu zavallıların erkekleri
derelere, kaya diplerine gömülüyor, kız ve kadınları ise
Türk köylerine, Türk köylülerine taksim ve tevzi
olunuyormuş...'' (1. Ariza, s. 5) Kaldırılan 14 Çerkes
köyü böyle kaldırılmış, ya kalanlar... Onların akıbeti
de pek değişik olmamış. Göçürülmemişler ama göç korkusu
içinde bazı fırsatçıların da durumu değerlendirmeleri
sonucu tüm mallarını yok pahasına elden çıkarmışlar.
Bu durumda bulunan köyler:
'Manyas mülhakatından: Darıca, Işıklar, Hacıyakup,
Süleymanlı, Durak, Çakırca, Elkesen, Çavuşköyü, Kızık,
Kulak, Eskimanyas, Tatarköyü, Haydar, Eşen, Ergili,
Sallur. Hamamlı, Muradiye, Geyikler.'' (2. Ariza, sayfa
: 36)
''Gönen mülhakatından: Karacalar Çiftliği, Karacalar,
Tuzakçı, Hacımenteş, Çalıoba, Ayvalıdere, Hacıvelioba,
Kumköy, Ayvakavağı, Bayramiç, Balcı.'' ''Bu zavallılar
Tedbir-i idari sillesine uğramadıkları halde niçin böyle
oldular gibi bir sual varid olamaz. Nim resmilisan
kullanan propagandacılar, madrabazlar, halkın zararından
kendi karını temin eden açıkgözler boş buldukları
meydanda serbest serbest at oynatarak bu akıbeti teşri
etmişlerdi. Ne diyorsunuz, diyorlardı, sıra size
geliyor. Şimdiden hazırlanmak daha iyi değil mi? Giden
köyleri gördünüz, mallarını kaça satabildiler?
Böylelikle herkes mütemadiyen satmış, elinde avucunda
üç, beş kağıt lira ile... gündüz üstünde, gece altında
barındığı bir örtü i\e kalmıştı. Şimdi artık bittabi
onlarda yok olmuştur.
Satışın su pahasına cereyan ettiğini ilave etmek bilmem
lazım mıdır? Eğer istiyorsanız yalnız şunu arz edeyim.
Bir fikir edinmek için kafidir: Ahval-ı adiyede 200 lira
eden bir çift öküz 30, azami 40 liradan, koyunun çifti
7-8 liradan fazla para etmiyor, beygir azami 20 ila 25
lira tutabiliyordu...'' Bunlar ve daha bulunabilecek pek
çokları asimilasyonu sağlamak için girişilmiş
hareketlerdir.''
Nüfus yoğunluğu ve coğrafi dağılımı bu şekilde açtıktan
sonra nüfus artışı ve ekonomi konularını
inceleyebiliriz.
Nüfus artışının da asimilasyonda önemli bir faktör
olduğunu belirtmeliyiz. Göç eden Çerkes toplumunun, göç
sırasında ve çıkarıldıkları topraklarda bugün için basit
görülebilen pek çok hastalıktan, iklim uyuşmazlığından,
hatta açlıktan büyük sayılarda öldükleri bilinmektedir.
Bunlara, gelen genç kızların çevrenin hakim kişilerince
himayelerine (!) alınmaları da eklenmelidir. Bu durumda
ilk anda nasıl bir nüfus sarsılması olduğu ortaya
çıkmaktadır. Ayrıca bugün bile nüfus artışında bir
eşitsizlik kendini göstermektedir. Örnek olarak
Çerkeslerin göçü sırasında evlenmiş bir Çerkes ve bir
Türk veya bir Arap ailesi alınıp bugüne kadar ortalama
çocuk üzerinden bir hesap yapılacak olursa, 120 senede
Çerkes ailenin sahip olacağı torunlar en iyimser
sayılarla diğerlerine oranla 1/5 olacaktır.
Ekonomi: Tüm bunlardan sonra Çerkeslerin neden 30-40
sene öncesine göre daha hızla asimile oldukları sorusuna
ancak ekonomiyle cevap verilebilir. Çerkeslerin
toplumsal örgütlenmeleri, içinde bulundukları üretim
biçimi ve ilişkileri. Kapitalizmin girmesi oranında
bozulmaktadır. Toplu olarak bulundukları yerlerden
dağılma; ekonominin zorlaması neticesinde şehirlere göç,
kitle eğitim ve ulaşım araçlarının gelişmesi neticesinde
yabancı kültür ve geleneklere, hakim ulusun asimilasyon
politikasına daha yoğun bir şekilde açık kalmaları gibi.
Sanayileşme, Çerkeslerin çözülmesini ve asimilasyonun
yoğunlaşmasını getirmekle birlikte, yanında olumlu bir
olguyu da taşımaktadır. O da asimilasyona karşı genel
bir tepki, olarak ortaya çıkan ''Uluslaşma Bilinci''dir.
Asimilasyon toplumun sosyal-ekonomik-kültürel yapısının
gelişmesinin engellenmesi, değiştirilmesi olduğuna göre
soruna bir de bu açıdan bakmak gerekir. Olayı toplumun
Sosyal-ekonomik-kültürel gelişimini sağlayan faktörler
açısından incelersek öncelikle karşımıza devamlılık
çıkar. Devamlılığı gelenek, görenek ve normlar sağlar.
Devamlılığı sağlayan nedenleri kısaca gözden
geçirdiğimizde asimilasyon açısından önemleri ortaya
çıkacaktır.
Toplumsal yapılarda devamlılığı sağlayan faktörler
kısaca şunlardır:
a) Değişim risklidir: Yeni girişimler, yeni bilgiler
gerektirir. Savaşlar ve göç ile yeteri kadar sarsılmış
bulunan toplumumuz girdiği yabancı toplumlar içinde
kendini dış toplumlara karşı koruyabilmek
için,ihtiyaçlarını karşılamasa, eskimiş olsalar bile
kültürüne -yenişleştirmeme pahasına bile olsa- sıkı
sıkıya sarılmıştır.
b) Yaşlanma değişime engeldir: Yaşlılar devamlı
olarak kendi içinde yetişmiş oldukları kültürden
vazgeçmemişlerdir. Yenilik onlar için zordur,
kendilerine yabancı bir ortam getiricidir. Toplumumuz bu
açıdan dezavantajdadır. Çünkü pek çok topluma oranla
yaşlılara daha bağlı kalmıştır.
c) Sosyal sistemlerin sistematik karakteri:
Toplumsal yapılar hiçbir zaman parçalar halinde
alınamazlar. Toplumu meydana getiren her özelliği onun
bütününe bağlıdır ve ancak o bütün içinde anlaşılabilir.
Bundan dolayı toplumsal yapılarda küçük bir değişiklik,
ona bağlı olarak pek çok değişikliği de birlikte
getirmektedir. Bu bakımdan kurumlarıyla organize olmamış
bir toplum kolay kolay değişikliği göze alamaz, aksi
takdirde organize toplumlar içinde erirler.
Yenilik: Toplumun devamlılığını sadece eski
değerlere bağlı kalarak sağlaması (veya devamlılığını
sağlamaya çalışması) düşünülemez. Çünkü ortaya çıkan
yeni problemler yeni çözüm yolları isteyecektir.
Toplumun eski yapısı bunu sağlayamayınca yeni çözümlerin
yabancı toplumlardan olduğu gibi kopyası
kaçınılmazdır. Dünya çapında ve toplumun temasta
bulunduğu dar çevresinde ortaya çıkan yenilikler onu
(dolayısıyla asimilasyonunu) etkileyecektir. Yeniliğin
hızı aşağıdaki faktörlere bağlıdır:
a) Gurup içindeki bilgi birikiminin büyüklüğü:
Toplumun sahip olduğu bilginin büyüklüğü oranında
yenilikler üretme yeteneği artacaktır.
b) Toplum nüfusunun büyüklüğü oranında yenilik yapma
yeteneği artacaktır. Bu anlamda alındığında Çerkes
toplumunun zaten az olan nüfusunun dağınık olması onun
yenilik yapma yeteneğini azaltmaktadır.
c) Toplumlararası temas ile dış toplumlardan
edinilen bilgiler ve teknikler yenilik hızını arttırır.
Bu bilimin evrensel olan yönüyle ilgilidir. Yoksa bu her
toplumlar arası temasın yeniliği arttırdığı anlamına
gelmez. Çerkeslerin başka toplumlarla temaslarında
kazandıkları olmuştur (yeni dünya görüşleri, devlet
sistemleri, dünya politikası ve diğer ulusların
gelişimiyle ilgili daha gerçekçi bilgiler gibi). Fakat
(asimilasyon açısından) kazandıkları kaybettiklerinden
daha çok olduğu için, Çerkeslerin diğer toplumlarla
temasları yenilik yapmalarında onlara pek bir-şey
kazandırmamıştır denilebilir.
d) Toplumun uyması gereken çevrenin sabit oluşu
toplumun yapacağı yeniliklerin hızını arttırır. Çünkü
problemler sadece zaman içinde değişmektedir.
Çerkeslerin göçü ile birlikte çevreye bağlı olarak yeni
problemler çıkmıştır. Sorunların tekrar sıfırdan
alınması zorunluluğu yenilik hızını etkilemiştir.
e) Temel buluşlar, yenilikler kitle eğitim
araçlarının yaygınlaşması ile radyo, tv ve basının
köylere kadar girmesi toplumu dış etkilere açık
bırakmış, hazır çözümler karşısında yenilik
yapılamamıştır.
f) Toplumun yenilik karşısındaki tavrı yeniliğin
hızını etkileyen önemli etkenlerden biridir. Özellikle
Türkiye'de toplumumuzun tarımla uğraşması onu daha çok
statik yapmış, toplum yeniliklere daha çok karşı
çıkmıştır.
Ortadan Kaldırma: Toplumlar, toplumsal sistemleri
içindeki eskiyen sorunlara cevap veremez olan kısımları
atarlar. Sistemden atılan kısımların yerine yenileri
gerekmektedir. Yeniler toplumun ''Kültürel Özüne''
yabancı oldukça asimilasyonu arttıracaktır.
''Bir ulusun kültüründe bulunan gerici yanların atılması
ve ilerici ne varsa hepsinin kabul edilerek
geliştirilmesi önemli bir görevdir. Bu yapılırken dar
milliyetçi şartlanmışlıklara kapılmamak ve kendi ulusunu
her yönden olduğu gibi kültürel yönden de dünya
halklarının bir parçası olarak görüp değerlendirmek
gerekir. Bunun dışındaki değerlendirmeler ırkçı
görüşlere yaklaştırarak insanı bilimsellikten
uzaklaştırır. Bir halk kültürünün yaratılması, feodal
kültürün aşılmasını gerektirir.''
(11)
Dipnotlar:
1) Sosyal Psikoloji
2) age
3)
Özgürlük Yolu, sayı 18, s. 232.
4) age. s. 31.
5) Kürtlerin ''Mecburi İskan'' ı, İsmail Beşikçi,
s. 132 -133. 2510 sayılı iskan kanunu, Kabul Tarihi, 14
Haziran 1934.
6) 1 numaralı mıntıka: Bu bölgeler Türk
olmayanlarla meskun yerlerdir. 2 numaralı mıntıka:
Akdeniz, Ege Marmara ve Trakya bölgeleri. 3 numaralı
mıntıka : Bu bölgeler boşaltılacaktır. İskan ve ikame
yasak edilecektir. Bkz. 5826 sayılı kanun. Kabul tarihi
3.8.1951.
7) Görüldüğü gibi dahiliye vekiline son derece
geniş yetkiler verilmektedir. ''Türk Kültürüne Bağlı
olmayanları'' Türkiye dışarısına çıkarmaya bile
yetkilidir.
8) Bu maddede iki kategoride toplanan kişilerin
aileleri ile birlikte 1 numaralı bölgelere
yerleştirilecekleri hükme bağlanmış.
9) Bkz. TBMMZC - Devre 4. İçtima 3, Cilt 23 TBMM
Matbaası, Ankara. 1934.
10) Yukarıda adı geçen zabıt ceridesi, s. 21 -
27.
11) Özgürlük Yolu, sayı 18, s. 37.
Kaynakça:
1)
International Eneyclopedia of the Social Sciences :
Assimilation, V. I. pp. 438 By : George Eaton Sımpson.
Social Assimilation, V. 2, pp 281.
2) Race, Language and Culture. Franz Boas, 1966.
pp : 5, 257, 286, 630.
3) Culture Change. Evon, Z. Vogt.
4) Culture Man and Society. Marvin Harrıs,
1971. pp: 123, 131 -132,433-437
5) İnsan ve Kültür, Bozkurt Güvenç. İst. 1974
6) Human Societies, Lenskı and Lenskı. pp :
51-76.
7) Kürtlerin ''Mecburi İskan'' ı, İsmail Beşikçi.
Komal Yayınları, 1977.
8) Özgürlük Yolu, Aylık Siyasi Dergi, Sayı 18,
Özümleme ve Kurtuluş Hareketleri, İhsan Aksoy. s: 31-40.
9) Milli Kurtuluş Tarihi, Doğan Avcıoğlu. Cilt 1,
2, 3. İstanbul, 1974
10) Çerkes Meselesi Hakkında Türk Vicdan-i
Umumisini ve Türkiye Büyük Millet Meclisini Birinci ve
İkinci Ari-zalar, Mehmet Fetgherey Şöenu. |