Çerkes süvarileri, Kars'a doğru yola çıkalı 5-6 gün
olduğu halde, durumlarından bizi haberdar
etmiyorlardı. Bir gün ikindi vakti, fırkamızın
piyade karakoluna Çerkes süvarilerin bozuk düzen bir
halde dönmekte oldukları haberi verildi. Bu hal,
mutlaka ilerde düşmana çatmalarına ve düşman
ordusunun üzerimize gelmekte olduğuna delil sayılıp
fırkamız derhal silah başına çağrıldı.
Her tabur, önceden yapılan plan gereğince
hazırlanmış olan mevzilere girdi, gözler ve namlular
süvarilerin gelmekte olduğu yana dikildi.
Süvarilerimizden önce 5-10 kişi geldi. Dönüş sebepleri
sorulunca, o gece kaldıkları Belliahmet köyünü
düşmanların birkaç alay Dragon süvarileri ile basmış
olduğu ve aralarında kılıç kılıca bir çarpışmanın vuku
bulduğu, gece haliyle kimin ne olduğunun da bilinmediği
öğrenildi. Arkadaşlarından yaralanan 5 kişiyi
getirmişlerdi. Biraz sonra 5. 10 daha, bir çeyrek sonra
40, 50 daha, on dakika sonra bir parça daha... Velhasıl
böyle, böyle hepsi ve nihayet kumandanları olan Musa
Paşa ile Kurmay Yarbay Şevket Beyler yaralı olarak
yüzleri gözleri sanlı geldiler.
Meğer bunlar, Kars ovasında birkaç gün gezindikten
sonra, Kars yolunun da açık olduğunu anlayarak Kars'a
gitmek üzere yola düşerler. Yolda Benliahmet köyünde
geceyi geçirmek isterler. Bunlar gece yarısı tam uykunun
horultusunda iken, düşman süvarileri de köyü basar. Uyku
sersemliği ile atım bulmak, elbisesini giymek,
eşyalarını toplamak, silahını takınmak mesele... Ortalık
bir ana baba günü olur. Atını bulan köyün dışına fırlar,
parça parça ve gayrı muntazam köyün kenarında düşman
süvarisi ile kucak, kucağa gelirler. Her iki taraf da
başlarına kalpak giymiş olduklarından düşman, dost ayırt
edilemez; el yordamı, göz tahmini, tabanca, tüfek,
kılıç, birbirlerine girerler.
Biraz sonra dil yardımı ile taraflar ayrılabilirlerse de
kimler ölüp kimler kaldı, kimler yaralı olarak nerelere
düştüler? Bunu anlamak için güneşin doğmasını beklerler.
Düşman süvarisi işini becerdikten sonra karanlıkta
çekilip gitmiş olduğundan onlardan kaç kişinin ölüp
kaldığı, anlaşılmamışsa da bizim iki dağ topunun
ortalarda olmadığı görülmüş. Bizimkilerin de çoğu,
kumandanları Musa Paşa'yı da orada bırakıp, geceden yola
düşmüş olduklarından ahiri encamlarının ne olduğu
kesinlikle anlaşılamamış.
Yarbay Şevket Bey, ensesinden yediği bir kılıçla yaralı
idi. Onun anlattığına göre bu kazanın vukuuna
Çerkeslerin söz anlamamaları ve kumandan dinlememeleri
sebep olmuş. (Köye geldiğimizde adet olduğu üzere, köy
etrafına konulacak nöbetçi karakollarının yerini tespit
etmiş ve Musa Paşa'ya bildirilmiştir. Çünkü ben Çerkesce
bilmem ki, gerekeni anlatıp tenfiz edeyim. Ayrıca
dillerini bilsem bile, aynı ırktan olmadığım için,
geçirdiğim önceki tecrübelerle sözlerime itibar
etmeyeceklerini
bilirim. Musa Paşa'nın, bu yönde, gereken emri vermiş
olduğundan şüphem yoktur. Zira kendisi askerlikte
yetişmiş bir generaldir. Koyduğumuz nöbetçiler atlarına
yem, kendilerine de tavuk ve yumurta bulmak için
nöbetlerini terk ile geceleyin evlere dağılmamış
olsalardı, bu kaza başımıza gelmezdi. Nöbetçiler
kimlerdi, niçin yerlerini terk ettiler? Bunu tetkik ile
meydana çıkarmak şimdi ne kadar güç...
Şevket Bey, o karışıklıkta kendisine arkadan kılıç vuran
kalpaklının Rus mu, Çerkes mi olduğunu dahi bilmiyordu.
Eeee, pekala Çerkes süvarilerinin baskına uğradığı yerle
bizim aramızda, 5, 6 saatlik mesafe var her neyse, kendi
gaflet ve emir dinlememelerinden olan olmuş. Şimdi
orduyu ileri karakolsuz bırakıp, buraya kadar döndükten
sonra bizi de terk edip, içimizden geçip geriye
gitmelerinin bir manası var mı?
Asker savaş içindir, ölende olur yaralanan da.
Gerekirse, geriye, daha selametçe bir yere çekilinir,
sağlamı çürüğünden, yaralısından ayrılır, ihtimam ve
tedavi olur. Sağlamlar da bir merkezde toplanıp
kumandanın vereceği yeni emri bekler. Halbuki bunlar, ne
emir, ne kumandan, çekip gidiyorlar. Bunun sebebi Musa
Paşa'dan sorulunca: ''Kumanda ettiğim süvariler
muntazam, askeri bir topluluk olmadığı gibi emir dahi
dinlemiyorlar. Her kabile kendisini diğerinden üstün
bilir ve başka kabileden olan bir amirin, kumandanın
veya subayın emrini dinlemezler. Her kafadan bir ses
çıkar. Kendi kafalarının erdiğine giderler. Velhasıl
bunları askerliğin istediği disiplin ve daireye sokmak
mümkün değildir'' diye idare ve kumandanlığından aciz
kaldığını beyan etti. ''Bilirsiniz ki askerliğin özü ve
ruhu, itaattir. İtaat olmazsa asker yok demektir. Şimdi
Çerkesler, her ne kadar sayıca ordumuzu çoğaltıyorlar ve
bizden iseler de, emre itaat edip kullanılamadıkları
için, gerçekten yoktular. Şu halde ordumuz, süvari
meselesini hal için başka bir yol bulup başının çaresine
bakmalıdır.''
Durum böylece açıklığa kavuştuktan sonra, büyük bir
muharebede artık kendilerinden nasıl faydalanmak
mümkünse öylece kullanılmak üzere, Çerkeslerin orduda
bir kalabalık olarak bulundurup beslenmeleri uygun
görüldü.
İstanbul'a, ordumuz için birkaç alay süvari askerinin
temini hususu yazıldı. Cevap olarak alınan telgrafta:
Şam'daki 5 nci ordu ile Bağdat'taki 6 ncı ordudan 3 alay
süvarinin gönderileceği bildiriliyordu. Cenabı Hak
ordumuza düşmanın taarruz tehlikesinden korursa,
gönderilmek üzere tertip olunan bu 3 alay süvariye iki
ay sonra kavuşacağız. Oysa ordumuzun süvariye olan
ihtiyacı çok beklemeye tahammülü yoktu. Bundan önce de
bir vesile ile anlattığım gibi, umum Anadolu ordusunun
elinde 3 alay süvarisi vardır. Bunlar da: Kars, Van,
Ardahan, Doğubayazıt, Eleşkirt ve bizim fırka ile
Erzurum'dadır. Her alayın 5 yüz mevcudu olduğu farz
olunsa adı geçen yerlerin her birine ikişer yüz süvari
düşecekti. Karakol ve keşif işlerini bir yana bırakalım.
Ordunun seyyar telgrafı filan olmadığından, posta ve
haberleşme işlerini de bunlara gördürmek zarureti vardı.
Bu nedenle süvarilerimizin sayısı, değil büyük işleri
küçük işleri dahi görmeye yeterli değildi.
Her neyse, Allah ordumuzu kaza ve beladan esirgesin. |