Beğothable iki yüz hanelik küçük mutlu bir köydür.
Tek başına, diğer Adige köylerinden uzakta
ormanların eteğinde kurulmuştur. Köylülerin eskiden
beri en çok sevdikleri misafirleridir. Her nasılsa
son zamanlarda en çok misafir ettikleri, damatları
olmaya başladı. Nerede eskisi gibi birbirinden
kaçmalar, şimdi damatla kayınpeder yan yana oturup
muhabbet ediyor, dünya meselelerini konuşuyorlar.
Kaynanaların da ağzı
kulaklarına varıyor. Kurulan sofraya ardı arkası
kesilmeden yiyecekler getiriyorlar. Kaynanaların en çok
sevdikleri kimseler damatları oluyor. Onlar geldiği
zaman hastalıklarını da üşengeçliklerini de unutup güzel
bir sofra hazırlıyorlar. Bu zamanlarda onlardan daha
iyi, daha cömert kimse bulunmuyor.
Beğothable köyünün kızları sanki seçiliyormuş gibi en
iyi adamlarla evleniyorlar. Örneğin geçen sonbahar Kehum
Tetama'nın kızı bölgenin yo! işlerini yöneten adamın
oğluna vardı. Şeğo Petraş'ın küçük kızının evlendiği
adamın da yaman birisi olduğunu söylüyorlar.
Tavtaşe Madin'i onlardan aşağımı zannediyorsunuz? Öyle
zannederseniz çok yanılırsınız. Madin'in kızı Sayhat da
evlendi. Kocasına fabrikanın brigadiri demişlerdi... Yok
canım, fabrika kolhoz değil ki, brigadiri olsun,
herhalde müdürüdür fabrikanın. Evet evet müdürüdür. Madin,
yüksek mevkilerde damatları olan diğerlerinden arkada mı
kalırdı. Geçen yıl kızı evlendiğinde böyle düşünmüştü.
Akşamlan sokağa çıkıp çitlerin kenarında sohbet eden
mahallelilerle oturduğunda söz arasında konu kızlarına
gelince, pek hoşlanmaz bir tavırla;
- Kızını şöyle yakın bir köye vermiş olsan daha ne
istersin, hiç olmazsa akrabalarınla sık sık görüşürsün.
Uzaktakilerin ne olduğundan haberin bile olmaz. Gerçi
benim Sayhat'ın kocası büyük bir adammış, koca bir
fabrikanın müdürüymüş ama ben böyle olmasını
istemiyordum. Şimdiki kızlar anne babalarını dinliyorlar
mı ya kendi istedikleriyle evlenip gidiyorlar.
Bu konuşmayı garipsedi komşular. ''Şu Madin'in
kasılmasına bak hele, fabrika müdürü damadı olmuş da
beğenmiyor. Küçücük toprak evinde meteliksiz yaşadığı
günleri unuttuk sanki. Şimdi nasıl da beğenmez olmuş
kimseleri!'' diyerek alaylı alaylı gülüştüler, fakat
içlerinden hepsi ona imreniyordu. ''Her şeyi söyletir
adama, koca fabrika müdürü damadı olursa'' diye
düşündüler. Gerçi ondan bir şey bekliyor değillerdi.
Beğothable köyünün insanları çalışkan insanlardı,
kimseye muhtaç olmazlardı ama herkesin görüp konuşacağı
damadın iyi bir kimse olması elbette önemliydi.
Evet bütün bunlar geçen sonbaharda olmuştu, şimdi
ilkbahardaydık. Havalar yeni yeni ısınmaya başlamıştı.
Mahallenin ileri gelenlerinden Nekube Pşımaf ile Kuşe
Yishak bir kağnı arabasıyla uğraşıyorlardı. Köyün
içinden geçen yol çok bozuk bir yoldu. Yürümek, gezinmek
bir yana adım atmak bile güçtü ama brigadir, onları bir
yere gönderiyor olmalıydı. Madin başında kalpağıyla
evinden dim dik çıktı mı bil ki bir şeyler vardı
kuşkusuz. Evet en iyi elbiselerini giyip, başını dimdik
tutarak, uzun boyuyla köyü tepeden süzerek, birini
görmeye çalışırmış gibi uzaklara bakarak çıktı mı evden,
tamamdı, mutlaka bir şeyler vardı. Böyle durumlarda
acele bir iş için bir yerlere gitmek zorunda olsan bile,
meraktan gidemezsin, durup dinlemeden edemezsin. Yishak
ile Pşımaf'ın da durup beklemeleri bundandı. Madin sanki
başka tarafa gidecekmiş gibi bir edayla onlara yöneldi,
sonra evden oğlunu çağırarak ona bir şeyler söyler gibi
yaptı ve çitin kenarından ilerleyerek adamların yanına
geldi. Yürüyüşünden belliydi, gururlanacak bir şeyi
vardı. Yishak ile Pşımaf hiç bilmezler miydi Madin'i...
Yaşam boyu aynı mahallede iyi ve kötü günlerinde hep
ortaktılar. Biri birleri hakkında kötü düşünmezlerdi,
çok çalışkan ve dürüst insanlardı hepsi. Akşamları duvar
diplerinde tütünlerini içerek konuştukları şeyler de
hasat, orman ve köy işleriydi. İçlerinden biri bir koyun
kesecek olsa ya da birinin evinde bir fazla tavuğu olsa
tamamdı, akşam soluğu orada alırlardı. Madin'in
görünüşünden de fazladan bir koyunu olduğu
anlaşılıyordu.
- Vallahi bugün dünya çok güzelleşti, diyerek başladı
söze Madin. Cebinden sigarasını çıkardı ve adamlara
birer tane uzattı.
- Oturup güneşlemek için pek güzel gerçekten, dedi
Yishak. Adamlar Madin'in söylemek istediklerinin daha
gerilerde olduğunu düşünerek kağnıya bindiler.
- Hadi Madin, gel seni de götürelim, dedi Pşımaf.
- Vallahi gelmeyeceğim, misafirleri bekliyorum da...
Sizde pek kaybolmazsanız iyi olur.
- Hayrola, kim misafirlerin?
- Yahu bizim kızla damat... Eskisi gibi olsa bu denli
uğraşır mıydık... Adigeler damatlarının etrafında böyle
dönüp dururlar mıydı ama zaman işte... Ayrıca bu da
sıradan biri değil ki...
- Olur mu öyle şey canım, dedi Yishak, birini misafir
edeceksen buna damadından daha layık kim olabilir!...
Keşke benim de öyle bir damadım olsaydı... Gidince o
beni ağırlar, gelince de ben onu ağırlardım. Sakın
vazgeçeyim, filan deme Madin. Hem de koca fabrika müdürü
bu, layıkıyla ağırlamazsan köyümüz için de ayıp olur.
Tam layık olduğu gibi karşıla onu... karşıla...
- Ama siz olmadan nasıl yaparız bu işi?
- Biz de oluruz. Zaten pek fazla kalmayacağız, şöyle
biraz ot...
- Öyleyse bu vaziyette gelmeyin ha, şöyle üstünüze
başınıza bir çeki-düzen verin de öyle gelin. Pşımaf sen
de tıraş ol. Köyümüze gelecek olan misafir sıradan biri
değil. Beni utandırmayın.
Böylelikle onlar yollarına koyuldular. Madin de çitin
kenarında gidip geliyor, ha bire tütün içiyordu, oldukça
heyecanlıydı. Tabi heyecanlanacaktı, şimdiye kadar hiç
görmediği damadı gelecekti. Ama şimdi nasıl olacaktı bu
iş? Madin şimdiye kadar törelerimize harfiyen uyan biri
değildi ama hala kaynanası ve kaynatasıyla görüşmemişti.
Otuz yıldır evliydi ama o zaman adetler böyle değildi
ki... Şimdiki kızlar kocalarını herkese göstermek
istermiş gibi gezdirip duruyorlar.
Aslında Madin'i heyecanlandıran ne damadıyla görüşeceği
ne de ona kesivereceği koyundu. Damadı kimi
formaliteleri hakkıyla yerine getirsin, ilk görüşme
hediyesini usulüne uygun versin de isterse usanıncaya
kadar yanında otursun, önemli değildi. Kaynanasıyla da
görüşsün, onun yanında da otursun. O da zaten damadı
için ölüp bitiyor. Ne zamandır hep ondan söz eder durur.
Bari biraz rahatlardı. Mesele bu da değildi.
Mesele, Madin önceden elinde olmayarak biraz övünmüştü,
damadının brigadir olmasını biraz küçümsemiş, herkese
müdür diye tanıtmıştı. Mahalle bunu unutur mu? Belki de
unuturdu ama Madin dün yine elinde olmayarak ağzından
kaçırmıştı. Kendisinden pek farkı olmayan adamların
önemli kişiler damatları olsun da Madin neden onlardan
aşağı kalsındı? Madin'in kızının ötekilerden aşağı nesi
vardı? İnce, uzun boylu, güze! bir kızdı, hem de aklı
başında bir kız. Şehirden köye otobüs geldiğinde yarış
halinde dünürler gelirdi eve. Çevre köylerde de onu
bilmeyen delikanlı yoktu. Kimi otobüsle, kimi
motosikletle, kimi de yayan-yapıldak onu istemeye
gelirdi.
Misafirleri nasıl ağırlayacağı da mesele değildi. Koyun
hazırdı. Hanımı desen, köyün en iyi aşçısıydı. Pşımaf'ın
oğlu evlendiğinde aşçı o değil miydi? Düğünde bulunanlar
yemeklerin tadını bugün bile unutmamışlardı. Evi de
düzgündü, daha geçen yıl yaptırmıştı. Etrafı tuğlayla
çevrilmiş, avlunun içinde çeşmesi de vardı. Dış kapısı
da güzel mi güzeldi hani. Bir tek televizyonu eksikti.
Fakat onu da yakında alacaktı, büyük ekranlısını
arıyordu.
Şimdi mesele önceden söylediği yalanın altından
kalkabilmekti. Hatırlayacak olurlarsa gülenler de
çıkardı. Herkes seni sevmek zorunda değil ya...
Hoşlanmayanlar kim bilir neler söylemezlerdi. Gerçi
bugün brigadir olan yarın müdür demekti ama bizimki gene
de şu anda müdür değil işte. Neyse bir şeyler olur ama
damadın müdür olduktan sonra geleceğini bilseydi Madin
belki de o yeni yaptırdığı evini bile verirdi. Bu
düşünceler içinde sabah koyunların çıktığı tarafa doğru
giderken köyün hem küçük hem de en yaşlı kadınlarından
biri olan Zulihan'a rastladı.
- Kutlarım seni Madin, kızınla damadın geliyormuş.
Duyduğuma göre damat büyük bir adammış, doğru mu?
- Eh, öyle diyorlarsa öyledir, ''ne büyüğü çıkardı bu
da'' diyerek söylendi Madin kendi kendine...
- Peki damadını ağırlamayacak mısın? Koyun kesmeyecek...
- Keseceğim, keseceğim tabi... Koyununda adımı olur.
- Madinay, Zehan çağırdı Madin'i, yahu ne gamsız adamsın
sen, gelsene...
- Ne var, ne oldu?
- Bu erkek milleti ne kadar da rahat yarabbi... Hiçbir
şeyi dert edinmezler. Bu umursamazlığınla yüz yıl
yaşarsın adam sen. Kendisi süslenmiş caddede geziniyor,
bizse burada ne tarafa uzanacağımızı şaşırmış duruyoruz.
Git git adam, sen böyle devam edersen merak etme hiç
kocamazsın.
- Ne oldu yine yahu?
- Bu erkek milleti değil mi yarabbi... Rahat mı rahat...
Kendi başlarından başka şey düşünmezler, giyinip
kuşandılar mı hepsi tamam, şurada ta şehirden misafir
geliyor da...
- Nedir senin istediğin, söylesene be kadın diye bağırdı
Madin.
Zehan'ın ağzı bir açıldı mı susturmak kolay değildi.
Madin de böyle zamanlarda onu dinlemez, çekip giderdi
bir tarafa. Ama bu kez anlaşmaları gerekiyordu. Zehan da
kocasının ne istiyorsun demesine sevinmişti. Ev kadını
bu, üzen çok şey vardır. Erkek için ne olacak sofrada ne
varsa onunla yetinir, sofraya konanın nereden geldiğini,
nasıl yapıldığını bilmezdi. Her işi ev kadını görürdü.
- Madin, ben düşündüm taşındım, damadımızla konuşurken
ismiyle mi hitap edeceğiz, ne dersin?
- Vallahi bilmiyorum.
Bu mesele Madin'i epeyce düşündürdü. Karısı böyle
zamanlarda hep böyle sorular bulurdu. Madin bu kadarcık
meseleleri çözemeyecek adam mı, işte buldu.
- Görüştükten sonra ismiyle mahzuru olmaz.
- İyi öyleyse, Bibolatay diye çağırırım onu. Madin ''ne
mutlu kişiler şu kadınlar'' diye söylendi.
Gün boyunca Madin ortalıkta dönüp durdu. Dünyada onun
elinden gelmeyen iş yoktu. Gelenler koyun etiyle mamırsa
yemezlerse olmaz diye tutturunca karısı, gitti
pastelik mısır öğüttü geldi. Karısı bir pençeyi
takmaya görsün yaptırmayacağı iş kalmaz. Şansın varsa
aklına bir şey gelmesin. Bu yüzden Madin gündüzleri evde
pek durmazdı. İşe gittiği zamanlar akşama değin dönmezdi
evine. Bugün de işte bu işler yüzünden kalmıştı evde.
Evin avlusu ne denli temiz olursa olsun, bir misafir
gelecek oldu mu bir yığın eksiği daha çıkardı. Madin
evinin eksiğine gediğine bakmayan biri değildi ama
Zehan'ın çenesi gene de durmuyor, saydığı eksikler
durmadan artıyordu. Küçük çocukların o kadar gidip
gelmesi yetmiyormuş gibi Zehan ayrıca Madin'i de
yakındaki bakkala iki, uzaktaki bakkala üç kez
göndermişti. Akşama davet ettikleri iki mahalleyi
azımsayarak yakındaki bir ambarda çalışan Beçhan ile
Hasan'ı da çağırdılar. Onlar da çok memnun oldular
tabii, bu gibi durumlarda pek uysaldılar onlar da hiç
ısrar ettirmezlerdi. Davet edildiler mi çok daha uzak
yerlere bile seve seve giderlerdi. ''Sen merak etme,
hava kararır kararmaz biz orada oluruz'' dediler.
Karı-koca işlerini bitiremeden gün geçti gitti. Hem de
ne güzel bir gündü, açık ve güneşli, tam bir bahar günü.
Güneşe sırtını verip yatasın gelirdi, o günler ne
zamandır yoktu. Eh Allah'ın izniyle bahar da geldi,
tabiat da insanlar da canlanırlar artık.
İkindi olup güneşin sonu gelirken gökyüzü kıpkızıldı.
Madin ''Adigeler boşuna dememişler, akşam kızıllığı
günlerin bir hafta iyi gideceğine alamettir, diye.
Şimdi günlerin iyi zamanı, kızımız gittiği yere iyi
havalar götürüyorsa nasibi iyi demektir. Ne iyi oldu
kızımızın iyi birine düşmesi.''
Damadı ile kızını getiren araba uzaktan görünür görünmez Madin hemen tanıdı ve evin önünde bir şeylerle
uğraşıyormuş gibi yapmaya başladı. Şoför köyün arka
tarafından dolaşan yoldan geliyordu, köy içinden geçen
yoldan gelse arabanın hayrı kalmazdı zaten. Madin,
araba eve geldiğinde kapıyı birinin açması gerektiğini
düşündü ama kendisi küçük çocuk gibi gidip açamazdı. Bu
iş için 14 yaşındaki küçük oğlu Murat'ı görevlendirdi.
Çok geçmeden araba geldi, çocuk kapıyı açtı, araba
içeri girip durdu. İnmeye başladılar. İlk inen kızı
Sayhat oldu ve iner inmez küçük kardeşi Murat'ı
kucakladı. Sonra damat indi ve valizleri indirmeğe
başladı arabadan. Arkasından da ağırca bir kadın indi
arabadan, o da Sayhat'ın görümcesi olmalıydı. El alem
bir görümce bulamazken onun beş görümcesi vardı. Zaten
eskiden beri öyledir, Allah verdiğine verir.
Madin, kızıyla damadına fazla sokulmasa da olurdu ama o
kadar da uzakta kalamazdı, hiç olmazsa yanlarındaki
kadının hatırı için arabanın yanma geldi.
Böyle şeyleri bilmeyen adamlardan değildi damat.
Yıllardır başından geçecek olan bu anı düşünmüştü. Ne
yapacağını ve ne söyleyeceğini biliyordu. Koltuğunun
altında kimseye vermeden sakladığı, gazeteye sarılı
duran şey ilk görüşme hediyesi olsa gerekti.
Madin ile Bibolet birbirlerine yaklaşınca ne
diyeceklerini bilmeden bir süre bakıştılar, sonra Madin konuştu.
- Geldiğinize iyi ettiniz.
- Biz de öyle diyoruz.
Madin misafir kadının elinden tuttu. Hepsini eve buyur
etti. Eve girmeden önce damadın yapması gereken bir şey
vardı.
- Madin, bugüne değin hiç görüşmedik, bu ilk görüşme
hediyemdir, diyerek elindeki paketi uzattı Bibolet.
Madin verileni aldı. Biraz ağırcaydı. Damadının yüzüne
baktı, iyi çocuk, nurlu da bir yüzü var, mert olduğu
belli, örf-adet de biliyor, baksana eve girmeden önce
görüşme hediyesini de verdi. Tabii, Madin'in öyle
olur-olmaz bir damadı olmayacağını kim bilmezdi ki,
bırak müdürü, bakan bile olurdu o.
Zehan çabucak gelerek, dünyanın gürültüsüyle kadınları
içeri aldı. Madin de damadıyla içeri girerek oturdular.
Madin kendisine verilen hediye ile pek ilgilenmeyerek şifonyerin
üstüne bıraktı. Öyle görünse de hediyeye pek memnun
olmuştu. Misafir çevresine bakınıp duruyordu. Duvardaki
resimlere bakarken Sayhat'ın resmini gördü ve çoktan
beri görmemiş gibi iyice süzdü. Birbirlerine bakarak bir
süre oturduktan sonra Madin söze başladı.
- Bu kadar işin-gücün arasında iyi gelebildiniz, memnun
oldum. İnsan akrabalarıyla sık sık görüşmeli.
- Ben böyle alelacele gelmek istemiyordum, ama kızınız
gidelim diye tutturunca... Fabrikanın işleri de
karışıktı, üç aylık iş gününün sonuna yaklaştık, yarın
pazar olduğu için geldik, değilse biraz zordu
gelmemiz. Köye değin yolculuğumuz fena geçmedi, lakin
köy içi yolunuz çok kötü, bakımsız, sanki köyde hiç
insan yaşamıyormuş gibi geliyor insana.
Madin artık son sözleri işitmiyordu. İçinden ''o kızınız
dediğin de aynı annesi gibidir. Bir sataşmaya görsün
dediğini yaptırmadan peşini bırakmaz. Beninse eşim olacak
o güzel, bana onun gibi nicelerini yaptırmıyor ki'' diye
düşündü.
Damadın ''fabrikanın işleri de karışıktı'' dediğini
hatırlayarak Madin tekrar söze başladı.
- Tabii ki öyledir, fabrika kolhoz değil ki, onun işleri
de çoktur. Orada plan dahilinde yürütülür işler. Saatle
iş yapılır. Bizimkisi ne olacak, nasıl yaparsak oluyor.
Fabrika öyle değildir, orada işçiler vardiyalar halinde
gece gündüz durmadan yaz kış çalışırlar. Biz ise kış
boyunca oturup hikayeler anlatır, tütün içeriz, biraz
parası olanlar da Loto oynarlar... Sen bu kadar görevin
içinden çıkıp iyi gelebildin. Bütün fabrikanın
sorumluluğunun sende olması kolay iş değil tabii.
- O yalnız benim sorumluluğumda değil ama...
'Bu adam demek istediğimi anlamıyor, Allah etmesin,
anlayışı kıt biriyse vay başımıza gelenlere. Keşke
durumu önce kızımla görüşseydim'' diye düşündü Madin.
- Onu ben de anlıyorum, yalnız işçi işçidir, onun işi
başkadır. Yedi saati doldurdu mu çeker gider evine.
Fakat bütün sorumluluk yöneticidedir. Her şey ondan
sorulur. Köylülerimiz arasında birçoklarının,
yöneticilerin işinin daha hafif olduğunu söylediklerini
işitiyorum da asla kabul etmiyorum. İşin tuhaf tarafı
bunu söyleyenler arasında küçücük evini bile idare
etmekten aciz olanlar bile var, binlerce kişiyi
yönetebileceklerini iddia ederler. Ben de onlara her
iki ayaklıyı müdür yapsalardı dünya çok garip olurdu,
öyle büyük adam olabilmek için iyi kafan, tahsilin
olmamalı. Yoksa Volga'ya binip bir o yana bir bu yana
tozutmakla yönetici olunmaz, diyorum.
- Tabi... Öyledir, doğrudur söylediklerin.
- Sen anlıyor ve doğrudur diyorsun ama öyle adamlar
vardır ki, defalarca anlatsan anlamazlar. İnsanın
anlayışının kıt olması çok kötüdür. Bereket versin bizim
sülalede pek öylesi yok. İşte senin eşin olan biricik
kızımızın durumunu biliyorsun. Köy okulunda iken en iyi
öğrencilerindendi...
- Şimdi de iyi okuyor, iki yılda enstitüyü bitirecek,
dedi damat.
Damat'la kayınpeder sohbeti ilerletmeye başladılar.
- Tabi ben de onu söylemiyor muyum? Sen hiç anlamaz olur musun,
koca fabrikanın müdürüsün.
- Brigadiriyim.
'Tam bulduk belamızı, ne kadar da anlayışı kıt adama
çattık'' diye düşündü Madin. Kaybedecek zamanı da yoktu,
hemen koyunu kesmeye gitmesi gerekiyordu.
- Herkes akrabasının iyi bir mesleği olmasını ister. Biz
de senin müdür olmanı istiyoruz.
- Öyle mi? diyerek gülümsedi damat.
- Bizim de bir isteğimiz oluversin çanım. Bir akşamlık
müdür olsan ne olur. Bugün brigadirsen, yarın müdürsün,
dünyanın gidişatı böyle.
- Öyle ama... Damat meseleyi anlamaya başlamıştı.
Tamam canım, olmayacak bir şey yok bunda. Akşama birçok
arkadaşım gelecek buraya, ne konuşacak onlar,
kendileriyle, köyle ilgili haberleri anlatıp oturacak
değiller ya. Sen fabrikadan söz edersen memnun olurlar.
Fabrikanın işlerini en iyi kim bilebilir, tabii ki
müdürü...
- Demek ki müdür olsam daha iyi, öyle mi?
- Senin müdür olduğunu onlar çoktandır biliyorlar zaten,
artık bu meseleyi kapatalım.
- Anladım anladım...
''Hay Allah razı olsun, anlayabildiysen ne iyi'' dedi
içinden Madin.
- Öyleyse sen otur, benim biraz işim var, diyerek evden
çıktı. İşi de kesilmek üzere kendisini bekleyen koyundu.
Beğothablelilerin çok iyi adetleri vardır. Hepsini
burada sayacak olursak sözümüz çok uzar ama bir
tanesini söyleyelim. Bir misafirin geldiğinde, ağırlamak
için kime haber göndersen hemen kabul eder, hiç
bekletmezler seni. Ev işlerini çabucak bitirip, en iyi
elbiselerini giyerek icabet ederler davetine. Koyunun
kızartıldığı ve kap kacak seslerin mutfakta çoğaldığı
sırada hemen damlayıverirler. Ayrıca sanki sözleşmişler
gibi birbirinin peşi sıra gelirler.
Her biri ellerini sımsıkı sıkıp ''sen misin yüzünü
görmeden adından usandığımız'' dercesine misafirin
yüzüne bakıp yerlerine otururlar.
- Misafir, hoş geldin.
- Teşekkür ederim, buyurun... Oturun, ben ayakta dursam
da olur.
- Misafir ayakta olur mu hiç!
- Zararı yok, bir şey olmaz.
- Vallahi olmaz, ayakta bırakamayız. Otur, otur...
- Peki öyleyse, oturayım şöyle...
Hep birlikte otururlar. Söze başlamaya fırsat kalmadan
tekrar bir grup gelir.
-
Selamünaleyküm...
Madin'in mahalledeki bütün arkadaşları toplandı. Yaşça
elliyi geçenler de geçmeyenler de vardı. Saçında aklan
çoğalanlar da, saçının yarısının ne olduğu unutulanları
da vardı aralarında. Hepsi elleri nasırlaşmış,
işçilerdi. Şehirden gelmiş büyük adamın yanında
olduklarından sakınarak konuşuyorlardı. Gerçi konuşmaya
da zaman kalmadan kaşla göz arasında Zehan sofrayı
hazırlamıştı. Gelen kadın misafir de çağrılıp erkeklerle
tanıştırıldı. Topluluğun içinde onun kadar hoş kadın
görmediğini söyleyenler de vardı. O Yishak'tı. Güzel
şakalar yaparak kadına takılmaya başladı. Daha bir şey
yemeden bu kadar konuşan, yemekten sonra kim bilir daha
ne kadar konuşacaktı, oturanlar düşünmeye başladılar.
Bütün gelenler sofraya oturdu... Damat ağırlamaya
başladılar.
Eskilerden kalma bir atasözü vardır: Damat eşek
gibidir, ne yüklersen götürür, derler ama o
eskidendi, şimdi kimseye istediğin kadar
yüklemezsin... Zaten Begothableliler eski adetlere
o kadar da düşkün değildiler. Şimdiki dünyada birbirini
severek yaşamak gerek. Biri eşek, öteki onun
sırtında olacak şey mi artık?
Sofra hazır olunca thamade Beçkhan ayağa kalkarak
huahoya başladı:
- Bu akşam Madinlerin mutlu akşamıdır. Kızı, görümcesi
ve damatları geldiler. Bu gelen değerli konuklarımız
Madin ile Zehan'ı sevindirdikleri gibi bizi de
sevindirdiler. Allah'ın onları sevinç içinde,
mutlulukla, birlikte yaşatmasını, bu güzel bahar
günlerindeki ahenkli ilk gelişleri gibi daha nice bahar
günlerinde aynı güzellik ve mutlulukla gelmelerini,
birlikte yaşadıkları insanlar tarafından sevilerek,
sayılarak, yaptıkları işler övülerek mutluca
yaşamalarını temenni ederim...
Böyle huahodan sonra kadeh kaldırmamak mümkün mü?
Yemeğe başladılar. Diğerleri de Beçhan kadar olmasa da
ondan örnek alarak güzel huahoIar yaptılar. Pencereden
temiz bahar rüzgarı geliyordu, iyi bir akşamdı, topluluk
neşeliydi. Yishak da misafir kadını köyden hiç
göndermeyeceğini söylüyordu. Yeme-içme iyidir ama bunun
da bir sınırı vardır. Beğothableliler de bunu iyi
bilirler. Herkes tahammül edebileceği kadar içer, bolca
konuşur, tütünün dumanını savurur, köy haberlerini
anlatarak otururdu böyle zamanlarda. Misafir olursa ona
da işini anlattırırlardı.
- Eee misafir, senin maiyetindeki fabrika ne iş
yapıyor anlatsana, dedi Pşımaf. Misafir gülümsedi,
işlerini anlatmaya başladı.
- Bizim fabrika torna tezgahları yapar. Bunlar halk
cumhuriyetlerine satılır. kolektivizmin şimdi en büyük
uğraşısı emeğin verimini arttırmaktır.
Misafir Adigece bir kelime söylediğinde yanında da
teknik bir terim kullanıyordu. Beğothableliler ağızları
açık onu dinliyorlardı. Bu kadar büyük bir adamın
bilgisinin nereye vardığını düşünüyorlar ama akıl
erdiremiyorlardı. Misafir de ateşli ateşli anlatıyordu.
Biraz sonra yorulmaya başladı. Topluluk ta artık
yeterince dikkatli dinleyemez olmuştu. Nihayet Beçkhan
elini kadehine uzattı. Misafir ne yapayım der gibi
topluluğa baktı ve konuştu:
- Vallahi ben de bu müdürlükten usandım.
- Ne demek istediğini anlayamadık...
Buna herkes hayret etmişti. ''Böyle iyi meslekten
usanılır mı hiç... Şaka ediyor olmalısın'', diyerek
bakıştılar ama Madin'in komşuları Yishak ile Pşımaf
birbirlerine bakıp gülümsediler ve bunu Madin'e de
belli ettiler. Madin korktu. ''Yarabbi, ne anlayışsız
çocuk, iki saatliğine müdürlük yapamadı, millete rezil
etti beni''
Biybolet hiçbir şey olmamış gibi topluluğa bakarak sordu
- Bu seferki büyük fırtınanın size de zararı
dokunmuştur...
- Dokunmaz olur mu hiç, diyerek söze başladı Pşımaf,
bize zararı dokunduğu kadar kimseye dokunmamıştır belki
de... Tarlalarımızda tahıl bırakmadı... Allah kahretsin.
- Neyse ki devlet yardım etti, tohumluğu da gübreyi de
verdi.
- Makineleri de...
- Hayvan işleri nasıl?
- Onları da kurtardık Allah'ın izniyle... Bahar otuna
dudakları bir değsin, daha ölmezler...
- Vallahi yollarımız çok kötü, dedi Hasan. Sen
büyüklerimizle görüşüyorsun. Bir şehirde oturup beraber
çalışıp da görüşmemek olur mu? Bu hususu onlara
anlatsana...
Muhabbeti iyice ilerlettiklerinde Biybolet'in müdür
olmadığını da unutuvermişlerdi. Beğothableliler. Kendi
dertleri ,konuşulmağa başlandığında her şeyi
unutuverirlerdi. Biybolet'in doğduğu köy de sanki Adige
köyü değil miydi? Ailesi de çiftçi ailesiydi, köyden
çıkalı ancak on sene olmuştu... Ciddi ciddi
konuşuyorlar, konuşuyorlardı.
Gece güzel güzel geçerken damat ağırlama törenin
thamadesi ayağa kalkarak şunları söyledi:
- Değerli arkadaşlar, bu akşam güzelce oturduk.
Misafirlerimizin gelerek böyle bir topluluğa vezile
oldukları için kendilerine teşekkür ederiz. Gerçek insan
akrabalarını sevmeli, ziyaretlerine gitmelidir.
Ev sahibimiz Madin'in her zaman böyle mutlu günlerinin
olmasını ve bu mutlu günlerinde bizi de davet etmesini,
sağlık için yaşamasını diliyorum. Misafirlerimizin
istirahata ihtiyaçları vardır, bizim de evlerimize gitme
zamanımız gelmiştir. Fakat görüşmemizi bu kadarla da
bitiremeyiz. Yarın sabah yine burada toplanmamızı ben
uygun görüyorum, siz ne dersiniz?
- Vallahi uygundur.
- Vallahi iyi olur.
Thamadenin sözünde uyuşarak dağıldılar.
Damat ağırlama iyi geçmişti, Madin gelenlerden memnun
kalmıştı, hepsi ellerinden geleni yapmıştı ama yine de
olmamıştı. Topluluk dağılıp kendi kendilerine kalınca
Madin kimseye bir şey demeden odasına çekildi. Yatağını
hazırlanmamış görüp Zehan'ın keyifli sesini öbür odadan
işitince neredeyse kızıp bağıracaktı ama misafir
olduğunu hatırlayarak ses çıkarmadı. Hiç adeti olmadığı
halde yatağını kendisi serdi, soyunup ışığı söndürmeden
yattı.
Zehan elinde bir paketle girdi ve bağırdı:
-
Hey Madin, bir baksana damadın getirdiğine... Madin
önemsemeden yatağın içinde döndü.
- Aaa.... Yattın mı hemen? Bu saatte yatılır mı?
- Sabaha kadar oturtacak mısın be kadın?
Kocasının bir şeye üzüldüğünü anlamıştı Zehan.
- Ne oldu şimdi sana?
- Hayır, söyle, böyle damadın var da daha ne istiyorsun?
- Damat... Allah iyiliğini versin, iki saatliğine
müdürlük yapamadı, mahcup etti beni. Şimdi herkes beni
konuşuyordur. Ne zorluk görmüştü bir akşamlık
müdürlükten? Ben şimdi insanların içine nasıl gireceğim?
- Bilmiyorum, Zehan yatağın ucuna oturdu. Bir müddet
düşündü ama bir çare bulamadı, sonra;
- Mühim değil, hele sen damadının getirdiği kostümü bir
giy de göreyim...
- Ne kostümü şimdi?
- Görüş hediyesi, Madin, görüş hediyesi! Bir giy de
göreyim.
Zehan peşini bırakır mı hiç, yatan adamı kaldırıp
kostümü giydirdi. Şifoniyerin üzerindeki büyük aynanın
karşısına geçtiler.
Tam sana göre. Şöyle bir dolaş da göreyim Allah aşkına.
Adamı odanın içerisinde dolaştırdı, Zehan böylesine
güzel bir kostüm görmediğini söyleyerek kostümü överken
adam ikide bir kendi kendine söyleniyordu:
- Mahcup etti beni, vallahi çok anlayışsız çocukmuş...
Zehan'a getirilen görüş hediyesi de fena değildi.
Topukları iğne gibi ince ve yüksek bir ayakkabıydı.
Zehan pabucunu giyerek odanın içinde gezinmeye başladı ama yirmi senedir yüksek topuklu giymediğinden Madin
tutmasa neredeyse yere uzanıyordu. Madin'in kostümü,
Zehan'ın da ayakkabısı yok değildi ama yeni akrabaların
güzel bir şeyler getirmesi sevindiriyordu insanı, ayrıca
ele güne karşı da bir hayli önemliydi bu. Damadın
anlayışsızlığı Madin'i biraz gücendirmişti ama
hediyesine de çok memnun olmuştu.
- Mahcup etti beni... İkide bir söyleniyordu Madin.
Zehan ise duymazlıktan geliyor, durmadan damadını
övüyordu.
- Madin, Sayhat'ımıza Allah iyi günler gösterecek,
diyordu.
- Ne kadar iyi çocuk damadımız olan adam, Madin
kendi doğurduklarımız bile bizimle onun gibi
konuşmuyor. ''Sayhat da ismini söyleyerek çağırıyor
seni, ben de isminle çağıracağım Zehan'' dedi bana. Hem
de ismimi o kadar güzel, kendi takmış gibi söyleyenine
hiç rastlamadım.'' Zehan, bizimle beraber gel, bir ay
dinlenirsin. Zaten sen ömründe hiç dinlenmemişsindir,
gece gündüz, ev işleriyle uğraşıyorsun, zaten ev
işlerini ömrünce bitiremezsin.'' ''dinlenmen lazım''
diyen olmadı bana. İlk kez o söyledi. Sen bile
söylemedin.
- Ne dinlenmesi o?
- Ben de onu söylemiyor muyum? Ömrümde ''bugünlük olsun
biraz dinlen Zehan'' diye damadımdan başkası
söylemedi. Gece gündüz çalışıyorum da kimsenin aklına
''olmaz Zehan, böyle çalışmak olmaz'' diye söylemek
gelmedi. Damadım beni düşündü, işte insan dediğin
böyle olur...
''Çattık belaya, bir de dinlenme çıkardı şimdi
başımıza'' içinden söylendi Madin.
- Köyde oturup da karısına istirahat veren kim?
İstirahat sözü varsa da çiftçi aileleri bunu
ömürlerinde duymazlar. Yahu ben de istirahatın ne
olduğunu bilmeden 55 yaşıma geldim. Kışın evimize
çekilince istirahatta değil miyiz?
Madin'in hayret etmesine Zehan aldırmadı. Damadının
iyiliklerini durmadan sayıp duruyordu. Madin karısının
sözünü kesmeden bütün söyleyeceklerini dinlemeye karar
verdi.
- Damadımız dedi ki, anasını (kızımızın
kayınvalidesini) şehre getirince bir haftadan fazla kalamıyormuş. ''O ihtiyardır, 70 yaşında
sinemaya, tiyatroya gitmez, bunun için usanır. Zehan
sen daha gençsin, sinemaya da tiyatroya da gidersin. O
zaman şehirde usanmak nedir bilmezsin.''
'Al başına belayı, şimdiye kadar sinemanın, tiyatronun
ne olduğunu bilmeyen kadına neler öğretmiş'' diye
içinden geçirdi Madin. ''Tiyatroya gitmek için
kılık-kıyafetin iyi olması lazım, işte şimdi Zehan'dan
çekeceğim var. Zannederim bu yaştan sonra karı peşinde
de dolaşacaksın Madin. ''Nereden de çıktın ey baş belası''
diye buna derler işte.''
- Sayhat'a mesleğiyle ilgili iş buluverdim dedi
damadımız. İşte böyle Madin, damat açıkgöz olursa iş de
bulur. Oysa şehirde diploması olup da iş bulamayan yok
mu? Bizimki buldu. Benim içime doğmuştu; Sayhat şehre
gideceğim dediğinde, işinin rast geleceği. Onun için
''Git kızım, Allah nasibini iyi etsin'' demiştim.
''Vallahi şimdi yalan söyledin işte'' dedi Madin
içinden. ''Kıyameti kopardığını iyi hatırlıyorum. Sen
değil miydin şehre göndermeyelim diye bana sıkı sıkıya
tembihte bulunan. Doğrusunu istersen sen de ben de
istemedik Sayhat'ın köyden çıkmasını ama o bizi
dinlemedi. Hoş, fena da olmadı.''
Madin uyudu. Zehan'ın sesiyle uyandığında daha yenice
uyumuş gibiydi.
- İyi insan görünüşünden belli olur. Damadımızın
terbiyesini, akıllılığını akşam
gelenler de beğendiler. Onun için sabah tekrar gelmeye
karar verdiler. ''Sofran hazır olduktan sonra onlar her
zaman toplanırlar, onun için kasılma boşuna'' dedi Madin
içinden. ''Vay anasına, bu güzel damadımızın bu gece
bana yaptığına bak. Şimdi Yishak tayfası gülüyordur
bana.'' Uyku üzüntüyü bastırdı ve tekrar daldı.
Madin çiftçi değil mi ya, erken kalkmak adetiydi. Gece geç
yatmasına rağmen sabah erkenden kalktı. Sesini
çıkarmadan, misafiri uyandırmayayım diyerek parmak
uçlarına basarak dışarı çıktı. Hava açık, gökyüzü
masmavi idi. Bugün hava iyi olacak, diye söylendi.
Madin ineği ahırdan çıkardığında damadının köyün içinden
geçen taş yolda durduğunu gördü. Şaşırdı ve yanına
yaklaştı.
- Çok erken kalktın, uyumalıydın, dedi.
- Uyanmıştım, kalktım, dedi damat gülümseyerek.
Brigadiriniz yok mu?
- Var elbet. Mıhamadkho Batınız brigadirimiz. Çok
iyi çocuktur...
- İçinizde hiç bu yoldan yürüyen yok m
- Olmaz olur mu, herkes yürüyor. Nesi var yolun?
Diğerlerinden ne farkı var... Tabii ki şehir yolları
gibi değildir, köy yoludur o. Kış daha yeni çıktı. Hele
bir yaz gelsin, tozlar içinde güzel bir yol olur.
- ''Tabiiki yol pek iyi değil, brigadirin de halkın da
vakti olmadı işte, ekim işleri daha yeni bitti. Yol da
iş mi? Kötü rüzgar ekin bırakmamıştı. Son bahardaki
kayıplarımızı ilkbaharda tamamlamaya çalıştık. Mısırı
da her seneki kadar ektik. Şehirden gelenin de ilk
göreceği yoldur. O makinesi sallantı yapmadan köyden
gitmeyi düşünür. Hepsinden daha iyiydi dün akşam dilini
tutabilseydi...''
İki erkek konuşarak geziniyorlardı yolda. Zehan
pencereden bakıp el kol hareketleri yaparak samimi
konuşmalarını görünce memnun oldu. Zehan'ın çok iyi bir
damadı vardı, çok memnundu, aceleyle sabah kahvaltısını
hazırlamaya koyuldu.
Beğothableliler verdikleri sözü daima tutarlar.
Sabahleyin toplanacağız demişlerse, erkenden kalkıp en
iyi elbiselerini de giyerek öksürüp aksırarak yola
çıkmaya başlarlar. Dün akşamki durumu düşünerek bugün
de ondan aşağı kalınmayacağını umarak dün akşam
bulunmayan arkadaşlarını da yanlarına alıp Madin'in
evine doğru gelmeye başladılar. Beçkhan birkaç kişiyle
birlikte köşeyi dönüp ''Pşımaf'la Yishak hala
uyumuyorlardır inşallah'' derken onlar da
ağızlıklarından tütünü savurarak evlerinden çıktılar.
Her iki taraftan gelen erkek kalabalığı Madin'in eve
doğru gelmeye başladı. Güneş de doğmuştu, çiğ
tanecikleri otların üzerinde parıldıyordu. Kalabalık Madin'in kapısının önündeki kazma-kürek yığınını görünce
ne olduğunu bilmeden durakladı. Bu kadar kazma nereden
geldi? Bunlar Madin'inse ne yapıyor bu kadarını? Madin'in
değilse kim getirdi bunları? Kalabalıktan biri konuştu.
- Evimizde kazma yok, Madin'e söyleyeyim de bu kadar
kazmadan birini versin. Vermez mi?
- Verir, niçin vermesin, dedi topluluk, yalnız
oturacağımız kadar oturup misafirleri yolcu ettikten
sonra söylersin, şimdi yakışık almaz... Madin ile damadı
topluluğu karşıladılar.
- İyi sabahlar, buyurun, bakıyorum iyi toplanmışsınız,
dedi Madin.
- Teşekkür ederiz Madin, biz de buyurmak için geldik,
akşamki sözümüzü tutmazsak ayıp olur dedik. Hayrola,
nedir bu kazmalar-kürekler?
- Onu damada sorun. Daha gün doğmadan peşime düştü,
zorla buldurdu...
- Öyleyse Biybolet bize maksadını söylesin, dedi Beçkhan. Ben Biybolet'in yanlış bir şey düşüneceğini
sanmıyorum.
- Doğru söyledin Beçhan, dedi Biybolet, hiç de yanlış
bir şey düşünmedim. Bakın şu köyümüzün biricik yoluna.
Ne görüyorsunuz? Kötü değil mi? Bugün de pazar. Bu
kadar adam bir araya gelmişken bir başladık mı hemen
düzeltiriz. Yoksa, Beğothable'nin yolu gibi yol yok
memlekette, gerçekten de çok kötü. Biz çalışmaya
başlarsak başkaları da bizi seyredip durmazlar
herhalde...
- Vallahi doğrudur, dedi Beçkhan başını kaşıyarak,
çoktandır söylüyordum ben ama kimselere dinletemiyordum.
''Vallahi böyle bir şey söylediğini duymadık'', dedi
Madin, ''ama şimdi görürüz...''
Yishak uzanarak bir kazma aldı. Pşımaf da uzandı...
Madin de...
Kazmaları paylaşıp Beğothable köyünün erkekleri
köylerinin yolunu tamire başladılar. Biybolet en
öndeydi. Brigadirleri oydu.
Madin damadının çalışmasına, insanlara söz dinletmesine
bakarak sevindi. ''İyi bir işçi o,'' dedi Madin. ''Ben
de illa müdürdür diye tutturdum. Brigadir de olsa
kendini aratacak bir kimse. Hoş bugün Brigadirse yarın
müdür değil miydi... Zaten mühim olan mevki değil,
insanlara söz dinletebilmek, kendini saydırabilmek,
sevdirebilmek... Ben de neden müdürdür diye tutturdum
ki...''
Topluluk gittikçe çoğalarak çalışıyordu. Madin'in
evinden hoş kokular gelmeye başladı. Herhalde Zehan
tatlı, lezzetli yemeklerle, mükellef bir kahvaltı
hazırlıyordu.
|