Annesiyle babasının ''sevgili çocuğumuz'', başkalarının
da ''avare'' adıyla tanıdıkları bir genç var köyümüzde.
Asıl adı Mecid. Fakat ''Con'' diye çağrılmak pek hoşuna
gidiyor. Görmeli bir. Beyaz tenli, geniş omuzlu
irice bir delikanlı. ''Eğitilmiş'' bir genç, on sene
okudu. Tam on sene. Köy sakinleri onun nasıl bir
insan olduğunu çok iyi bilirler.
İhtiyar kadınlar onun ta uzaklardan geldiğini görünce
hindilere, tavuklara göz-kulak olurlar. Görünmez
oluncaya dek gözlerler bizim Coni'yi.
Kızlarla sohbet etmekten pek hoşlanır. Yılanı deliğinden
çıkartan tatlı bir dili var.
Epeyce özelliği var Mecid'in. Hiç bıkıp usanmadığı
düğünler. Sabahlara dek düğün evinde kalır. Hep
hırsızlarla, uğursuzlarla düşüp kalkar. Dolayısıyla içki
arkadaşı bulmakta güçlük çekmez. Kim olursan ol içkili
iken önüne çıkma sakın. Dili öylesine çözülür ki...
Tüm bu yeteneklerine rağmen eli iş yapmaya hiç yakışmaz.
Şöyle avucunu patlatmayacak, içeceği içkinin parasını
çıkaracak iş bulursa bir şeyler yapabilir. Eee... Artık
öyle bir işi de layık görmezlerse Coni'nin günahı ne?
Tanrı uzun ömürler versin anasına, babasına. Şimdilik
pek memnun onlardan. Bir suç işlese de pek tepkileri
olmuyor. Basit hırsızlık olaylarını kendi aralarında
saklayabiliyorlar. ''Durumun hiç de iyi değil, yanlış
yol seçtin'' demelerini bırak, sanki yaptığı işi
ödüllendirir gibi üstüne-başına daha güzel giysiler alıp
cebine de harçlık koyup sokağa salıverirler.
Zaten iş kendisine kalırsa gerisi kolay. Cebi biraz para
görünce nereye gideceği bellidir. Köy meydanına doğru
çıktığında kendi gibi birini bulacağından emin.
Cumartesiyi, pazarı tatili bilmez, her gün bir başka
İşte görürsün. Bir başlayınca sonu gelmez, gelmesi
gerektiğini de bilmez. Zaten yanında hiç eksik olmayan
yarım litrelik votka...
Bu gece de bir şişe votkayı boşalttı Mecid. İçtiği az
geldi sanırım, yalanıp duruyor, sağa sola bakmıyor,
yaşamından hiç de memnun değil. Masallarda olduğu gibi
''dök'' deyince bolca para dökülse, ''dök koca sini''
deyince etler, börekler, şelameler sofraya dökülse,
niçin olmasın ki böyle... Bunları düşünerek tatlı
uykusuna daldı Mecid.
Kırmızı kadife örtülü divanın ortasına gömülmüş yatıyor
bizim Mecid. Masada içkinin her çeşidi var. Konyak mı
votka mı şarap mı, şampanya mı canın ne isterse.
Yiyeceklere gelince koyun etinin kızarmışı, haşlanmışı,
Çerkes tavuğu, hindi kızartması ne istersen
yiyebilirsin. Bıçak, çatal, kaşık kullanmana gerek yok.
Her şişenin, tabağın hemen yanında birer düğme var. Neyi
arzu edersen düğmeye basar basmaz ağzının içinde.
Gogol'un böreklerini de geçti... Oturduğu odayı sorsan,
nasıl anlatmalı ki! Duvarlar renk renk boyanmış, yerler
halılarla döşenmiş, yemeden içmeden bıkmışsa, uyumak
isterse, ipekli yorgan ve beyaz örtülü yün yatak hazır.
Radyo, televizyon, pikap, teyp... Evdeki eşyaları saymak
güç. Fakat yemeden, içmeden, uyumaktan, bu lüks yaşamdan
bakıyor her ne dense bizim Mecid. Artık düzel şarkıları
duymak istemiyor radyodan, pikaptan. Hele televizyonda
oynayan filimin artistlerinin yapmacık hareketlerini
seyretmek işkence adeta.
Yavaş yavaş kalkıyor yerinden, yatağın ucundaki zile
basıyor. Şoför kapının önünde esas duruşta, anında son
model taksi evin önünde hazır.
- Sıkıldım evde, biraz gözüm açılsın, çarşıya doğru
çıkalım büyük mağazaları bir dolaşalım. Hoşuma giden bir
şeyler olursa alabilirim, emir veriyor Mecid, şoförüne.
Taksinin arkasına kurulmuş çarşıyı dolaşıyor. Yolun
sağındaki mağazaya gözü takılıyor. Hemen durmasını
söylüyor şoföre. Kapıyı açıyor şoför. Mağazaya
giriyorlar birlikte. İnsan neye bakacağını şaşırıyor bu
mağazada. Ne istersen hepsi var. İyisi varken kötüsü
alınır mı? Hep iyelerini çıkartıyor Mecid. ''Bu elbise
yünlü kumaştan yapılmış Cumartesi günleri giyeceğim! Bu
takım da güzel, Pazar günleri giyerim! Şu kahverengi
takım elbise de fena değil. Bu da gündelik giysi
olabilir. Bu Naylon gömlek oldukça güzel, bir numaralı
elbiseye güzel yakışır, bu da ikinci elbiseye amma da
yakışır ha! Ayakkabıya gelince ayağımdakilerin rengi
hoşuma gitmiyordu zaten. Sürekli bu çirkin şeyleri
giyemem ki, gerekli artık kırmızısı da, sarısı da yeşili
de...''
Güzel şık giyimli genç tezgahtar kızlar etrafında dört
dönüyor Mecid'in. Başka bir isteğinin olup olmadığını
soruyorlar. İşaret ettiğini hemen titizlikle renkli
renkli kağıtlara sarıyorlar. Parada istemiyorlar. Mecid
alamadıklarını çok, olduklarını az görüyor. Az değil mi,
az değil mi? Mecid yine de, yine de...
Eve döndüler, hemen üstündeki elbiseleri çıkartıp bir
kenara attı. Ne kadar olsa da eve gelinceye kadar
kirlenmiş olmaz mı elbiseler!
Banyoya girdi Mecid, Üzerinden dökülen ılık suyun
verdiği rahatlıkla uzanmış yatıyor küvete. Masörler özel
bir itina göstererek görevlerini yapıyorlar. Düğmeye
basar basmaz sular kesiliyor, masörler de yok oluyor
hemen.
Odasına kadar gelse bir, gerisi kolay. Masada çeşit
çeşit yemekler, içkiler de öylesine.
Masasından ayrı geçirdiği birkaç saatlik zamanın hakkını
vermek için, kemerini gevşetip divana uzandı. Düğmeye
bastı, fakat ağzına lokma düşmedi! İkinci düğmeye de
bastı, yine de... Ne oluyoruz be... Kanyak şişesinin
karşısındaki düğmeye parmağını hızla bastırdı, şişe
yerinden kımıldamadı bile. Kendinden geçmiş, yorgun,
haliyle yerinden doğrulup tavuğun bulunduğu tabağa bir
hamle yaptı. Alkolün güçsüz bıraktığı bacaklar vücudunu
kaldıramayıp sağa sola yalpalayarak masanın üzerine
devrildi Mecid.
Masanın üzerindeki boş bardaklarla öyle bir toslaştı ki
hiç de istemeyerek o tatlı uykudan uyandı. Şöyle bir
bakınca boşalttığı şarap şişesiyle porsumuş bir
salatalık kırıntısından başka masada hiçbir şey yok... |