Yamçı'nın 3. sayısında ''Yamçı ile Bir Pazar'' başlıklı
yazısında Yabğeko A., derginin genel bir eleştirisini
yapıyor. Dergiyi genellikle olumlu bir şekilde
eleştirdikten sonra benim ''Bir Gün Gelir'' şiirimdeki
'emekçi' sözcüğüne değinip şöyle diyor:
''Yazarlar, şairler bizim durumumuza düşmüş toplumlarda
halklarının önderidirler. Halkını tanımayan, onların
fikriyle politik yapısına ters düşen yazar ve
düşünürler gösterecekleri yol doğru da olsa halk
kitlelerinde gereken güveni sağlayamaz, onları
arkalarında sürükleyemezler.''
Kendi halinde, duygusal, hatta biraz şoven kokan bu
masum şiirime böylesi bir yaklaşım şaşırtıyor insanı.
Bir
kere ''sanatçı halkının önderi'' değildir. Sanatçı;
düşünürün (bilim adamının), uzun bir tarihsel süreç
sonucu ortaya çıkan bilimin -ki her gün gelişir-
ışığında, bilimden uzak olmadan oluşturduğu bir dünya
görüşünü (yani felsefeyi) önce öğrenir, bu bilimsel
olguyu bireysel sanatı ile özümler ve daha kolay
anlaşılır, daha zevkle okunur hale sokup halkına sunar.
Görülüyor ki sanatçı, temelde bir yansıtıcıdır. Evet bir-iki sanatçı vardır, halkının önderi olmuş, mesela HO-Şİ-MİNH (Vietnam'da) ama o,
önce bir devrimci, sonra
sanatçıdır. Sanatçı; meseleyi halkından önce kavrayan
ve kavradığını hemen kavratma zorunluluğunu içinde
duyan bir devrimcidir benim gözümde, başka bir şey
değil...
Sonra sanatçı, yalnızca ''bizim durumumuza düşmüş
toplumlarda'' değil, yalnızca bizim gibi ulus olma
niteliğini yitirmiş toplumlarda değil, toplumlar
tarihinin en üst aşamaları olan kapitalist, sosyalist
ve komünist toplumlarda bile halkına karşı aynı görevi
yapmakla yükümlüdür.
İkinci cümleye bir bakalım: ''Halkını tanımayan, onların
fikriyle politik yapısına ters düşen yazar...'' diyor eleştirmen. Oysa ''halkını tanımak'' ayrıdır, ''onların
fikriyle politik yapısına ters düşmek'' ayrı. Bana
burada açıkça ''halkım tanımıyor'' diyor ve bunu
''emekçi'' kelimesine bağlıyor. Çerkeslerin % 95'i
köylü ve ücretli olduğuna göre Çerkesler emekleriyle
geçinmiyorlar mı? Yoksa bu 1.000.000 nüfusun karnı ata
binip, yamçı örtünüp mızıka çalarak mı, yani hiçbir
üretim yapmadan mı doyuyor? Onları dünya insanının ortak
yaşam kavgasından nasıl soyutlayabiliriz? Sanırım ben
halkımı eleştirmenden biraz daha iyi tanıyorum.
Feodal toplum sürecinde iken göç etmiş, dağılmış,
gittiği yerlerde ise hala çağın düşün ve kültürünü
korumuş ve hala kendi kültüründe kapitalist aşamayı
bile yapamamış, yaptırılmamış halkım -ki bu, hakim ulusun
otoriteleri, kendi burjuvazimiz ve feodal beylerimiz
(asillerimiz) tarafından sağlanmıştır- kültürel düzeyi
düşük halkım, kendisini istismar eden partilere oy
veriyor diye, onlara ters düşmeyeyim diye sanatçı
ilerici olmayacak mıdır? Bu durumda halkın ''fikri ve
politik yapısıyla'' ilerici bir aydın olması gerekli
olan sanatçının ters düşmelerinden daha doğal bir şey
olabilir mi? Eleştirmen acaba hayatında hiç gördü, duydu
mu; uyutulmuş halkının (kendi öz menfaatlerinin
tersine) düşünüşünü, böyle düşünen bir sanatçının
halkının önderi olduğunu?
Bugün uyutulmuş halkı gerici
partilere oy veriyor diye, sanatçı gerici partileri ve
onların sömürü politikasını mı övmeli? Yoksa bu düzene
karşı çıkıp (bir takım çıkar gruplarının halka
verdikleri yoz fikirlere rağmen) var olma savaşı mı
vermeli? Sanatçı savaşta gerekir. Yoksa halkına hizmet
etmiyor, belki onun bir takım şoven duygularını okşayıp
veya ''tabiat güzel, aşk hoş şey'' deyip yazı yazması
(ki, bu Ümit Yaşarların falan işidir) halkının uyutulmasına, dolayısıyla sömürülmesine yardım etmek olur
ki, bu da tam anlamıyla halka ihanettir. İlerici ozanlar
1950'lerde (halkın çıkarının başta gelen koruyucuları
oldukları halde) kendi okuyucuları daha doğrusu onların
dünya görüşleriyle ters düşmemişler midir? Toplumun bir
kesimi olan burjuvaziyle hala ters düşmüyorlar mı? Ancak
emekleriyle geçinenleri, yeni doğan halkı uyandıran,
aydınlatan yansıtıcılar onlar değil midir? Halk onlara
güvenmiyor mu? Güveniyor ve daima güvenecek. Gerçekte
onları kötüleyen halk değildir. Bir takım burjuva aydını ve küçük burjuvazidir. Yani
kendi çıkarları için halkını uyutan ve buna karşı
çıkanlar (aydın ve sanatçılar) da yine halkı kullanarak
yıldırmaya çalışan, sömürücü ulus ve burjuvanın
uşaklığını yapan korkak revizyonistlerdir.
Aydın havalarda eleştiri yapan iki kahraman (ki, bunlar çocuklarına
özel müzik dersi aldırabilecek kadar küçük
burjuva aydınıdır) halkları için ne yapmışlar ve ne
yapabilirler? Eleştirilen ise, bilimsel görünüp,
bilimsel olmaktan, ciddi olmaktan çok uzaktır. ''Halk
kitlelerine damla damla verilmesi'' diyorlar. Fakat 27
satırlık bir şiirde verilen bir ''emekçi'' sözcüğüne
içerliyorlar. Peki nasıl verilir? Bundan daha ''damla
damla'' nasıl olabilirmiş? Yani diyor ki hiçbir şey
vermeyin. Benim Yamçı 2. ve 3. sayılarda çıkan, şoven
kokan, halkına gerçekte hiçbir şey veremeyen
(gurbetçiler, hasret) gibi ilkel şiirlerimle halkımda
hiçbir kıpırtı dahi uyandıramayacağımın bilincindeyim
artık. Bu tip şiirlerden sürüyle var piyasamızda, ne
vermiş halkına? Bir hiçten başka bir şey değil.
Eleştirmen, o her şeyi yapmış, bitirmiş, süper tecrübe
olmuş aydın pozlarında ''nasihat'' ediyor:
''Artık tabana inilmeli, yalnız, lisan-ı münasiple
giriş yapılmalı'' gibi son derece yuvarlak laflar
bunlar. Bunu herkes söyleyebilir, (aydın olmayan da
dahil). Eleştirmenin esaslı bir bilimsel temel çizgisi
olmadığı için de söylediği sözün pratiği nedir, sanata
uygulanışı nedir, nasıl olmalıdır bilmiyor. Kültürel
çalışmanın hiçbir somut örneğini getiremiyor. Çünkü o
henüz 20 yıl| önce ''aydın geçinenler'' neyse, o da o.
Hiçbir gelişme yok yani.
Artık bırakıp oyalanmayı bir toplumlar tarihini
okuyalım, öğrenelim, felsefeyi öğrenelim, bilimsel
tanıyalım halkımızı. Sanılarımızı değil, bilimsel
anlatalım anlatacağımızı. Aksi halde bir sürü zaman
kaybına, bir sürü sapmalara bir sürü hatalara uğrarız.
Yetiştirelim kendimizi, tabi halkımıza hizmet etmek
istiyorsak...
|