Bir Çerkes Atasözü vardır. “Dostunu düşman edinirsen, düşmanınla
dost olur”
diye.
Gerçekten
bazı
atasözleri ve deyimler vardır ki, yığınla söz ve yazı satırlarına
gerek bırakmadan özü anlatır. Bu Çerkes Atasözü de günümüzdeki
bazı sıcak politik olayları anlatmak için yeterlidir. Nasıl mı?
İşte kısa yanıtı:
Moskova
ile Ankara, tarihen aynı dönemlerde kurulup hemen hemen aynı
tarihlerde yıkılan iki imparatorluğun, yani Osmanlı ve Çarlık
Rusya’sının yönetim merkezleridir. Ve bu iki ülkenin olmazsa
olmazı “DOSTLUKTUR”. Çünkü; tarih, koşullar ve zaman bu dostluğun
şaşmaz tanıklarıdırlar. Bunun dışına çıkıldığında her iki
tarafında zarar gördüğü bilinen bir gerçektir. Bu zararın Ankara
veya Moskova için daha az veya daha çok olması taraflar için
mutluluk kaynağı olamaz. Amaç zarar görmemek olmalıdır. Yönetimler
geçici, halklar ise süreklidir. Şayet insan aklı egemense bu
gerçeği görür ve kişisel kapris, gurur ve inanç gibi soyut
kavramlara yer vermeksizin halkların ve ülkelerin yarınları için
birlikte barışa adım atılır. Gurur ve inanç, güçsüz olanların ve
aklın egemenliğini yitirenlerin sığındığı yapay bir limandır. Ve
orada barınamazlar.
Dünü
bilmek ve ondan ders çıkartmak insan aklı sınırları içindedir.
Aklını devre dışı bırakanlar, farklı şekilde de olsa tarihin
tekrarına zemin hazırlarlar. Tarih bunun örnekleri ile doludur.
Salt,
biz Çerkesler; bu gezegende her zaman ve zeminde meydana gelecek
olayların kavşak noktalarında bulunuyoruz. Dün böyle idi, bugünde,
yarında .
Karadenizin iki yakası ve özellikle Anadolu ile Mezapotamya
coğrafyası, ki Çerkeslerin bu kadim yurdunun kaderi hiç değişmedi.
Kesintisiz çalışan doğanın izah edilemez yasalarının sonucu
bölünen Kafkasya ve Küçükasya topraklarının acılı gözyaşı iki ülke
arasında deniz oldu. Hem de Kara-Deniz. Tarihin cilvesine bakınız
ki, Çerkeslerin, bir avuç buğday gibi savrulup dağıtıldığı bu
topraklarda yine gözyaşı ve yine acılar var! Acıya ve gözyaşına
topraklar doydu. Ama bölge halkları halen bu sonuca doymadıklarını
kanıtlarcasına birbirlerinin
bu
vahşi arzularına tutsak olmaya devam ediyorlar. Nedeni ve Niçini
defalarca sorgulanmasına rağmen kana doymadılar. Yok petrol, yok
doğalgaz ve de son söz savaş, kan ve gözyaşı.
Bugünkü durum itibariyle, yabancı topraklarda yaşayan biz
Çerkesler; en çok ders çıkarması gereken biz Çerkesler
ne yapıyoruz?
Daha
doğrusu ben ne yapıyorum? Ne yapmam gerekir?
Yanıtı
herkese akıl vererek, dertlenerek, ah-vah ederek
oturduğum
yerden çözüm üretiyorum. Oh be ne rahat bir mücadele. Bana
dokunmayan yılan bin yaşasın!!!
Moskova’ya veya Ankara’ya sesimizin ulaşması için ciddiye alınması
gereken bir argümanımız var mı? Hemen kaleme veya klavyeye
saldırmayın. Hele birkaç saat düşünün. Öklit’in “Bir noktadan
sonsuz doğrular geçer” teorisinden önce “NOKTA NEDİR?”
tanımlamasını hatırlayıp onu kendinize uyarlayın. Yani sizin
kafanızdan geçen tüm doğrular, sizin zihinsel doğrularınızdır ve
de doğrudur. Ama, ancak velakin, Öklit der ki “ İki noktadan
sadece bir doğru geçer”. İşte bu doğru hepimizin, yani insan olan
bizlerin ortak doğrusudur.
Şimdi
soldan sağa birinci noktaya “D” diyelim. İkinci noktaya da “Ö”.
Yani doğum ile ölüm arası yolculuk. Biz insanlar, doğum öncesi ve
ölüm sonrasını bilmiyoruz. Oralar teolojinin konularıdır. Ama, bu
iki nokta arası yolculukta trafik kuralları mevcut. İşte bizler bu
kurallara bağlı olmak zorundayız. Burada yapacağımız hata ve
işleyeceğimiz kusur insanın kendisine aittir. Bunun tek istisnası,
yani insan aklı dışında kalanı “Nerede, nasıl ve neden”
öleceğimizi bilemiyoruz. Toparlarsak, insan aklını kullanmasını
öğrenmişse, insanlarla ilgili olay ve konularda hata ve kusur
işleme asgari düzeye iner. Bu da pek çok olayın çözümü ve hali
için sağlam bir kılavuzdur.
Gelelim bana, sana ve ona. Nedir bizim derdimiz? Tek sözcükle
yanıt; “ÇERKES” insanı olarak kalmak ve ya yaşamak. O halde bir
soru daha, bu istek ve arzumuza kim, ne veya kimler engel
olmaktadır. Topu taca atmadan; dürüstçe, namusluca ve insanca bu
soruya yanıt vermek gerekirse, en büyük engel öncelikle “BENİM”
yani “EGOM”. Sonrasını at atabildiğin kadar. Moskova, Ankara,
Tiflis, Şam, Amman vs.
Şimdi büyük önder Gazi Mustafa
Kemal ile izafe edilen
kısa bir olayı(anektot)
burada yazmak(nakletmek)
istiyorum:
Ankara
günlerinde AZERBAYCAN’ ın elçisi sayılan bir şahıs Mustafa Kemal’e
dert yanar, paşam;
-
Moskova bizi yok edecek der.(
veya o günkü yönetim)
Mustafa
Kemal:
-
Çocuk, hiç kimse kimseyi yok
edemez. Sadece “YOK” olmak isteyenler yok olur ve yok edilir der.
Şayet
“yok” olmak veya “yok” edilmek endişeniz veya korkunuz varsa ,
önce bizi kimlerin veya kimin “yok” etmek istediğini açık ve net
olarak tanımamız ve tanımlamamız gerekir. Aksi davranış, bilgisiz
ve belgesiz söylem ve eylemler, sürüye kurt getirir. Bir Çerkes
Atasözüdür.” Havlamasını bilmeyen köpek sürüye kurt getirir”
Sondan
bir önceki son söz; bize kurulan en büyük tuzak veya düştüğümüz
girdap şudur;
1-
İHTİYAÇ
2-
İZDİVAÇ
3-
İNANÇ
Bu üçgenin(bermuda şeytan üçgeni) içeriğini ve nasıl işleyip,
nasıl işletildiğini ve bu tuzağa nasıl düşüldüğünün tetkikini her
birimiz insan aklı çerçevesinde yapmalıyız. Ve de bu tetkinin
sonunda bir karar vermeliyiz. Kısaca Nihai AMACI’ mızı
saptamalıyız. “Ben” yani
Ali Çurey, üzerime farz olduğuna iman ettiğim, görevimi yapmaya
çalıştım, çalışıyorum ve çalışacağım. Kısaca kapımın önünü temiz
tutuyorum(kendimce). Yasal kuruluşlarımızı her konuda(2015) takip
ediyor, gücüm nispetinde katkı veriyorum. |