Dostlarım, bireysel ve toplumsal olarak yüz elli yıldır
yaşadığımız gurbet topraklarında somut olarak ne kazandık? Tersine
ne kaybettik? Bırakınız
“Çerkesleri kurtarma” söylemlerini, sen, ben ve o bir oto eleştiri
veya kendimizi bu konuda sorgulama cesaret ve erdemliliğimiz var
mı?
Yaşamak, nefes alıp vermekse ve de doyma, örtünme ve de
barınmadan ibaret ise evet
''yaşıyoruz”. Yüz elli
yıldır yaşadığımızı sandığımız topraklarda kültürel ve ekonomik
olarak Çerkes toplumunun gerçek durumu nedir? Üretim ilişkilerinde
artı değerimiz nedir?
Sermaye ve emek ilişkilerinde, içinde Çerkeslerin de bulunduğu bu
düzende yerimizin ve konumumuzun saptanmasında Çerkes halkının adı
var mıdır?
Devrimci mücadelenin ölümüne içinde olan tek
bir Çerkes kendi kimliği ile anıldı mı? Anılıyor mu? Çok bilinen
Yusuf Aslan, Bülent Uluer ve daha ismen sayabileceğim pek çok
devrimci. Sağda da aynı manzara.
“Kardeşim gün faşistlerle,
kapitalistlerle mücadele günüdür. Özgün kimlikleri öne çıkartmak
düşmanlarımızın ekmeğine yağ sürmektir.
Gücümüzü bölmektir” sloganları ile yer gök inledi ve hatta
“Çerkeslerin bir ulus olmadığını”
kanıtlamak için -halkların kaderlerinin tayin hakkını
Stalin‘in ulus nedir?- tanımlaması ile kafamızı dövdüler. Belki de
o günlerde genç Çerkes kardeşlerim haklı olarak günün modasına
kapıldılar.
Burada, kimse benim savunma veya özeleştiri
yaptığımı sanmasın. Sadece bir tespit yapıyorum.
Şayet yine o günlerin
hesabını yapabilecek insan ve ya insanlarımız daha çok olabilse
idi, şu anda anavatana dönüş yapanların sayısı misli ile artmış
olurdu. 1990 öncesi anavatana kesin dönüş yapan ilk üç kişinin
birisi Suriyeli idi. Bu açıdan bakarsak Ürdün ve Suriyeli çok
hemşehrimiz 1990 öncesi anavatana kesin dönüş yapmıştır. Semih
Thabısım en bilinen ismi idi. Diğer iki kişi Ünal Nartok ve Fehmi
Polat ise TC yurttaşı idi. Ünal rahmetli oldu. Fehmi yaşıyor.
SSCB döneminde yani 1990 öncesi dönenler, bir eli yağda bir
eli balda yaşadılar öyle mi? Her şey beleşti öyle mi? Heyhat!
Onların nelere katlandıklarını yakinen gören ve bilen bir insan
olarak, konuşuyorum: Lütfen, SSCB zamanında “ ekmek elden, su
gölden” değildi. Elbette öyle olanlarda vardı. Ama “o” kesin dönüş
yapan insanlara “Beleş yaşadılar ve öyle yaşamak ön görüşü
ile dönüş yaptılar” gibi
bir yaklaşım yakışıksız ve hatta birazda dönenlere saygısızlıktır.
Gerçekleri bilerek yazınız. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi
olunmaz.
Yeğenim
Murat Çurey, eşi ve bir çocuğu ile 1989'da anavatana kesin dönüş
yaptı. Allah'tan kendisi idealist olduğu için ve de kardeşim
Muharrem Çurey de karınca kararınca katkıda bulunduğu için daha az
sıkıntılı günleri oldu. Kızım Tijin Çurey ve ben ise
ilk kez 1990'da
o günlerin tarif edilemez karmakarışık günlerinde
Gürcistan üzerinden
yani kara yolu ile Nalçik’e ulaştık. Cebimizde sadece
birkaç yüz dolar vardı. Çünkü daha fazlası yoktu.
Onu da Adil Keskin ve
Nusret İşcan dan borç olarak almıştım. Sonra bu paraları geri
almadılar. Allah razı olsun. Geçmişi irdelerken veya
değerlendirirken o günün koşullarını dikkatten uzak tutarak,
günümüz koşullarına uyarlayıp ahkam kesmek ahlaki değildir.
Gerçekte değildir.
Sevgili dostlarım, teknolojinin ulaştığı bu zaman diliminde
“Yazabiliyorum. Bende varım!” gibisine
“mış” gibi yaparak ne elde ettiğinizi çok merak ediyorum.
Kardeşim, sana “Zorla dön!”
diyen mi var? Nerede mutlu isen ve şayet Çerkes insanı
olarak kalmak gibi bir sıkıntın yoksa nedir zorun? Diyorsan ki
“Ben gurbette daha mutluyum ve daha Çerkes'im”
mübarek olsun.
İşin üzücü tarafı, bu yazan ve
konuşan insanların kendi çaplarında halkı için iyi veya kötü
hizmeti geçen dostlarımdan oluşu. Gerçekten aklı başında saydığım
ve hatta sevdiğim kardeşlerim. Çerkeslik yarışında inanınız
onlarla yarışamam. Haydi diyelim ki gençliklerinde moda olan bazı
akımların içinde oldular.
Sağcı, solcu, devrimci, milliyetçi falan. Daha
sonralarında, Maocu, Enver hocacı, Dev-Gençli, Halkın Kurtuluşu ve
daha pek çok fraksiyon.
Sevgili kardeşlerim, daha enteresanını söyleyeyim; o günlerde bir
dedikodu yayıldı “Herkes oturduğu evin sahibi olacak” diye.
Zavallı ben Selamsız'da (Üsküdar-İst.) 200 TL kira ile oturduğum
evi hemen terkedip Zeynep Kamil'de kirası 400 TL olan 3+1 daire
kiraladım. “Allah ev sahibi oldum. Kiradan kurtulacağım“ derken 12
Mart Muhtırası ile tüm hayallerimiz yıkıldı. Sil baştan daha ucuz
bir eve taşındım. Rahmetli annem ve babamı da buna inandırmıştım.
Nasıl fırsatçılık ama! Bu arada
“dönüş” özlemini de
bırakmıyorum. Ne yaman bir çelişki. Bir tarafta mülk edinme derdi.
Diğer tarafta “anavatana
dönüş” pes vallahi.
Demek ki, aslında benim aradığım
şey hem maddi ve hem de manevi değerlerle tanımlanabilecek bir
hayatmış. Onun için anavatana dönüşü de
“sürünmek istiyorum” anlamında algılanmamalıdır. Elbette,
orada da “insan gibi
yaşamak” hayalimiz vardı. Daha iyiyi ve daha güzeli ummak
neden kötü olsun. TC'den Avrupa'ya işçi olarak gidenler Türkiye
anavatanımız değildir bizim anavatanımız Almanya diye mi gittiler.
Bu anlamda “anavatana dönüş” fikri
hem “ben” olma ve hem
de “daha rahat bir yaşam
içerir.”
Amerika'ya, Kanada'ya, Hollanda veya bir başka Avrupa ülkelerine
giden, göç eden ve oraların
yurttaşı olmak için bin bir fırıldak çeviren
hemşehrilerimiz yok mu?
Dün, bugün ve hatta yarınlarda da dönüşçülere akla hayale
gelmedik saldırılarda bulunan ve bulunacak olan otoeleştiri
bekleyen Çerkes kardeşlerim, bir gün ve bir kez olsun anavatanın
dışında fırıl fırıl dolaşan ve oralara yerleşenlere bir
eleştirileri oldu mu?
Anadolu’nun kurak ve kavruk topraklarında yaşayan ve sadece
karnını doyurabilmek için gurbet yollarına düşen nice Çerkes
insanına “devrimci
söylemlerinin” dışında bir tavsiyeleri oldu mu? Sonunda
“Bu köylü ve işçi takımı
devrimcileri anlamıyor” yakarması ile saf değiştirip avanta ve
lavanta peşinde koşmadılar mı?
Sevgili dostlarım, elbette ki gerçekten bilinçli ve bilgili
devrimcilere saygılıyız. Ve uğrunda öldükleri davalarına ve onun
yiğit savaşçılarına “saygı”
ne kelime minnettarız, şükran borçluyuz. Tanrı'dan rahmet
diliyoruz. Aynı yolda asla saf ve cephe değiştirmeden direnenlere
de yürekten selam olsun.
Ben ve dönüşe inanan, bakınız
“inanan”
sözcüğünü özellikle
kullanıyorum. Hiç kıvırmadık. Bahane aramadık. Sadece ve sadece
“durum muhakemesi” yaptık. Onun için
“dönüş ne demektir'',
“dönüşten amaçlanan hedef nedir'' sorularına kafa yorduk.
Yazılar yazdık. Konferanslar düzenledik. Önce anavatana kişi ve
grup olarak ziyarette bulunduk. Nabız yokladık. Tansiyon ölçtük.
İş ve aş meselesine çare aradık. Sadece
“Arkadaş anavatana döndüm,
beni besleyin” gibi absürt bir düşünceye kapı aralamadık. Ve
ilk dönen (Suriye ve Ürdün hariç) üç kardeşim her türlü sıkıntıyı
göğüsledi ve geri dönmedi. Çünkü onlar
inançlı idiler ve o tarihlerde onları
“Devrim Öncüleri”
olarak adlandırdık.
Sevgili dostlarım, “dönüş” meselesinin tarihini bazıları elli
altmış yıl önceki bir zamana bağlar. Tümden yanlış, tamamen
uydurma. Ben babamın halalarını ve onlarla sohbet etme mutluluğuna
eren bir insan olarak onlardan duyduğum en önemli tümce idi
“dönüş”. Ne var ki, ilerleyen zaman içinde SSCB ve onun aleyhine
yürütülen kötü propaganda “dönüş” düşüncesi ve söylemini
küllendirdi. Günümüzde canlı olarak yaşadığımız Suriye meselesinde
göçmen olan – kaçan bu
insanların çoğunun umudu ve hayalidir Suriye'ye geri dönmek. Ama
zaman ne getirir bilinmez. Tıpkı buna benzer bizim “dönüş”
umudumuzda.
Bir başka enterasan eleştiri; özerk cumhuriyet yurttaşları iş ve
aş bulmak için Moskova'ya RF ‘nun bir başka kent veya bölgelere
gidiyorlarmış. Yani özerk
yönetim de palavra. Çünkü insanları işsiz.
Sevgili dostlar, şu mantığa bakar mısınız? 21. yüzyılda
teknolojinin geldiği noktayı ve sonuçlarını anlamayan ve daha açık
ve kısa olarak yaşadığı çağın bilincinde olmayan bu insanlara neyi
nasıl anlatacağız? Bunu
TC'de yaşadığımız şu sıcak günleri örnek olarak sunarsak
belki de “Haa…..!!!” diyenler olabilir. Aynı mantıktan
hareketle TC yurttaşı Kürtler, Kürt insanı olarak yaşamak
istiyorlarsa, mevcut sistem ve yönetim gereği çoğunlukta oldukları
ve “Kürdistan” diye isimlendirdikleri bölgeden hiç ayrılmasınlar
mı? Yani iş ve aş için
İstanbul’a Ankara’ya veya bir başka bölge ve kentlere gitmesinler
mi?
Ne ala bir fikir. Tebrikler. Be dostlarım kendi besleyemediği, iş
ve aş veremediği insanları “Gavur” dedikleri memleketlerde; çöpçü,
yamak , ağır kol işçisi, oto yıkayıcı, şoförlük ve daha nice
işlerde çalışarak iki nesil
“yok” olmadı mı? Elbette ki bu tabloya TC yurttaşı çok sayıda
Çerkes insanı da dahildir. Ne diyorsunuz bunlara? O zavallı
insanların alın teri, azıcık artı değerlerini ellerinden alabilmek
için bırakınız siyasileri, çoğu küçük işletme sahibi esnaf
“Almancılar gelse de biraz iş yapsak” diye aç kurtlar gibi
beklemediler mi?
Rusya Federasyonu topraklarında çalışmak kökeni ne olursa olsun
her insanın yasal hakkıdır. Tıpkı dünyanın her yerinde olduğu
gibi.
Canım dostlarım, güzel hemşehrilerim , seçkin soydaşlarım. ABD
vatandaşı olmak için avuç avuç dolarlar harcamak ve sonrada “Ben
ABD vatandaşıyım. Çocuğumda öyle” diyerek övünüp, dünyanın ikinci
süper gücüne (Rusya Federasyonu'na)
kör olmak sana daha çok
Çerkes, olma hakkı vermez. “Anavatanım” diyorsan önce ona olan
borçlarını ödemeye hazır olacaksın.
”Yok” diyorsan, ya
oturduğun yerde kal ve öl ya da konuşma.
Silah zoru yok, gidene de
ve kalana da! Anladın mı?
Not 1:
Hatti- Hititler ile ilgili ilginç bulduğunuz bilgi ve belgeler
varsa bana göndermenizi haseten istirham ediyorum.
Not 2: Şu anda Hatti-
Hitit uğraşmanlarınca Hatti- Hititce olarak tespit edip
manalandırdıkları 300 sözcük mevcut. Bu üç yüz sözcük şu anda
yaşayan dil Abhazca ve Adigece ile bire bir örtüşmektedir. Bilim
insanlarımız, yani varsa; genel tarihçi, filolog ve etimolog olan
kardeşlerim bu bilgileri benimle paylaşsın. “Yok” diyorsan bu işi
benim gibi alaylılara bırakmayın.
Saygı ve sevgilerimle.
|