Can Dostlarım;
Önce en içten ve en samimi duygularla hepinize yürek dolusu
selamlar. Bugün sizlerle birkaç konuyu paylaşmak istiyorum.
Bunların bir kısmı ilgi ve bilgi alanımın içindedir. Bir diğer
kısmı ise beni zoraki içine çeken konulardır,
yani mecburen ilgilendiğim oluşumlardır. Gene daha önceki
yazılarımda kısmen anlatmaya çalıştığım üç kavram sözcükten
söz etmek istiyorum.
1)
İhtiyaç : İhtiyaç,
doymaktır. Örtünmektir. Barınmaktır. Bu hal hepimizin ortak
paydasıdır. Bebeğin ağlaması “doymak” içindir. Bebek doyunca
susar. Sonra
üşümemesi için giydirilir. Peki, doydu
ve giyindi. Nerede yaşayacak? İşte o yaşayacağı yerin
adıdır “barınmak”. Yani “ev”. Bunların olabilmesi için birinci
ihtiyaç; iş ve aştır. Yani kısaca para gerekir. Onun için birinci
ihtiyaç, iş ve aştır. İşin ve aşın yoksa, hele bir de insan gibi
barınabileceğin bir yuvan yani mekanın yoksa, insan için hiçbir
şeyin önceliği yoktur.
Sevgili dostlar; işi, aşı ve mekanı olan insanın bu defa ihtiyaç
duyacağı sıralı bazı doğal dürtüleri vardır. Örneğin, bir topluma
mensup olmak. Yani aidiyet. Ve o toplumda “ben” olabilme ve
sonra yuva kurma arzusu. Burada cinsiyet
farkı söz konusu değildir. İki eşit insan vardır. Bu tablo
beşeri ilişkilerde her toplumun bireyleri için nüans ayrılıklarla
aynıdır. Kısaca, aş ve iş kimliğimizin ve varlığımızın yegane
teminatıdır. Özelde, ben
“Türkiye Cumhuriyeti'nin bir ferdiyim” diye bilmenin adıdır. Bu
maddeye, yani ihtiyaç kavramına bir soru ile son verelim. -
İhtiyacın tavanı tabanı nedir? Ona da siz yanıt arayın.
2)
İzdivaç: Bu sözcüğün
içeriğini kime sorarsak alacağımız yanıt aynıdır. Yani evlenmek.
Peki bu ihtiyaç mıdır? Bakınız, hemen yanıt vermeyiniz, gülüp
geçmeyiniz, “bu da mı soru?” demeyiniz.
Sadece biraz düşününüz ve kendinize ”peki ne diyelim”
sorusunu sorunuz. Zira iki farklı insan cinsi söz konudur(
aykırılıklar müstesna). O halde evliliği de klasik bir aylayışa,
yani illaki o bilinen ritüellerden ibaret saymak, en azından onun
dışında kalanlara haksızlık olur. Demem o ki; evlilik, sadece
cinsellik ekseninde (nikah memuru ve iki şahidin) anlayışıyla
olursa, kötü. İki
taraf içinde daha iyi bir yaşam hedefleniyorsa, ekonomik olarak,
iyidir. Hele, ebeveynlerin “ölmeden önce evladımızın mürvetini
görelim” klasiği hakimse her iki taraf için hüsrandır. Maalesef
günümüzde pek çok evlilik bunun örnekleriyle doludur. Şimdi
birileri ‘Ne diyor Ali Çurey, ahlak dersi mi veriyor?, akıl mı
veriyor?’ “Akıl vereceğine para ver gibisine tepki vereceklerde
olabilir. Sabırlı olun, yazımın sonucunu bekleyin.
3)
İnanç: İnanç sözcüğü
ilk etapta dini olarak algılanır. Oysa “inanç “ her konuda insanın
enerji deposudur. Umutla, beslenerek varlığını korur. Her iki
kavram sözcük, insanların başarı grafiğinde pozitif yönde itici
rol oynar. Elbette ki hem göksel ve hem de görsel inançları da
ifade eder. Ne var ki, ekonomik
güç yoksa, inanç
ve umut tatlı bir rüya gibidir.
Tarihe şöyle
bir göz atacak olursak, büyük
değişimlerin kılavuzluğunu yapmış
tarihi şahsiyetlerin, kahır ekseriyeti ya bizzat ekonomik
olarak güçlü veyahutta ekonomiyi ele geçirdikten sonra başarılı
olmuşlardır. Kısaca; güçsüz fikir zavallı, fikirsiz güç ise
zalimdir.
Sevgili dostlarım, şimdi gelelim bu girizgahtan sonraki esasa.
Biz Çerkesler, Türkiye Cumhuriyeti'nin tüm yurttaşları gibi ülke
sorunlarıyla ilgilenmek, fikir ve düşünce üretmek hakkına sahibiz.
Bunda problem yok. Çünkü hepimizin üstünde yaşadığı bu topraklar
varlığımızın tek ve yegane teminatıdır. Onu korumak ve kollamak
ana amacımızdır. Şimdi, “ama, ancak, velakinnn” ile diyorum ki,
bir Çerkes insanı olarak, bazı ve bir kısım yurttaşlara nazaran
“benim bir farkım var”. Nedir o? O şudur; ikinci bir anavatanım
var. Kafkasya. Orada kadim bir geçmişim var.
Şu anda bir parçam orada. Özgün dilim ve kültürüm var. Hani
ya “aslını inkar eden haramzadedir”.
Kendisini koruyamayan, yani Çerkes insanı olarak kalamayan
birinin, bir
başkasına ne hayrı olur?
Yine derler ya “adam olsa idi……?” Şu andaki Suriyelilerin
kendi ülkeleri için ”müsait olanlar” yapabileceklerini yapmamaları
ne kadar doğru? Tıpkı bunun gibi, biz Çerkesler kendi varlığımız
için ne yapıyoruz da başkalarına yurtseverlik, dindarlık,
çalışkanlık ve dürüstlük dersi veriyoruz.
Önce kendine sor bakalım.
- Ben kimim. Nereden geldim. Ne durumdayım ve yarın ne olacağım?
Aklını ve özünü tamamen yitirmedinse, sanırım kendine bir yanıtın
olacaktır.
Sevgili dostlarım, gerçekten konum ve ilgi alanım içinde değildir
ama, dedik ya “bu ülkede yaşıyoruz”
diye. Manzaraya bakar
mısınız? 18 maddelik bir tasarı metin. Hemde Türkçe yazılı. Bunu
koca koca proflar, siyasetçiler, ekonomistler ve hukukçular
tartışıyor, oysa konu tamamen hukuki.
O halde tartışması gereken
hukukçulardır. Peki sorun nedir? Dildir. İşte biz Çerkesler bu
atmosferin içindeyiz. Günümüzde
Türkçe yazılı 18 maddelik metnin içeriği tartışılıyorsa, 1500 yıl
önce yazılan Kureyş Arap Kabile dili nasıl anlaşılacak? Pes
vallahi. Neyse…
Sevgili Çerkes kardeşim; ihtiyaç, izdivaç ve inanç üçgeninde
“muhtacım, mahcubum” bahanesi ile “yok” olmayı kabullenme. Bir
nebze olsun özünle ilgilen. Güzel fikir ve düşüncelerini, o kutsal
enerjini birazda özünle paylaş. Tanrı tanziminin sonucu olduğunu
hatırla. Aidiyet
duygusu başkasını inkar değildir.
NOTLAR 1)
Osmanlı’nın, Çarlık Rusya’sı ile savaş problemi vardı. Onun için
Osmanlı’nın Kafkasyalılarla ilgilenmesi günün koşulları gereği
onaylanabilir. 2) Günümüz Ankara’sının Suriye ile ne
alıp ne veremediğini anlamakta zorlanıyorum.
a) Kürt meselesi mi?
b) Mezhep meselesi mi?
c) Petrol meselesi mi?
d) Yoksa güçler dengesi ve egemen orduların deneme ve
eğitim alanı mıdır?
Veyahut hepsi birden mi?
3) Şu anda Suriyeli Çerkesler tıpkı Çarlık Rusya’sı
Kafkasyalılarının yurtlarından olmaları gibi bir sonuçla
karşı karşıyayız. Hem Suriye yerlileri ve hem de
Çerkeslerin bu acı sonuçta günahları nedir?
|