Sevgili dostlarım, yine haddimi aşarak, -belki de- bazılarınızın
bam teline dokunacağım. Onun için yine söz bende!
Amacım,
haç-hilal çatışması ve hatta, damga geleneğinin
kökenine kendimce bir soru işareti getirmektir. Günümüzde, ”
haç” tabir ettiğimiz “†”artı işareti ideogramı (*) veya
damgasının anlamını kime sorsak, alacağımız yanıt peşinen
bellidir: Hristiyanlık!
Peki bunun karşıtı nedir,
diye sorarsanız alacağımız yanıt; “hilal” olur! Yani, yarım
ay! (C)
Çoğu okumuş, yazmış insanımız da aşağı-yukarı aynı
fikirdedir. Bu kanaat toplum katlarında öylesine kökleşmiştir ki;
yıkılması, değiştirilmesi asla mümkün değildir. Dahası matematik
işlemlerinde toplama işareti olarak kullandığımız “+” artı
işaretini unutup, duvarda çakılı, boyunlarda asılı “†”
işareti gördüğünde, hemen
hüküm veririz. ”Burası veya bu adam Hristiyan!”, deriz. Bazıları
da “Gavur” der.
”Tek Tanrı”ya inanan insan, yani
semaistlerin ”ritüel” çekişmeleri ve tapınma yerleriyle ilgili
yarışları enteresandır. Kiminki daha “gösterişli” ve tapınmaya
daha uygun?
Tek
Tanrı’ya, inanıyorlar, peygamberi var. Tüm Tanrısal buyrukları
hemen hemen aynı! Eeee, çatışma neden?
İşte mesele burada!
Nedir, derseniz. Benim acizane kanaatim şudur: Gücü ele
geçirmek! Yani “ben hakimim!” duygusunu tam ve eksiksiz
kabul ettirmek! Demek ki, insanın “var” oluş esprisinde bu
“Genetik Kod’’ egemen. O halde; inanç, ırk, yurtseverlik ve hatta
her tür kültürel yaratılar, bu amacın birer aracıdırlar!
Sadede gelelim. Yani, haç-hilal ve damga
simgelerinin kökenine:
Sevgili dostlarım, başlangıç tarihi
bilinmeyen veya somut olarak belgelenemeyen herhangi bir bilinmez
için başvurduğumuz kaynak, maalesef “inanç” kavram sözcüğü
ile tanımlanan muhayyel belgelerdir. Bu anlamda bendeniz de aynı
yolu ve yöntemi kullanacağım.
Hani tüm göksel inançlı
kitaplarda geçen ortak bir olay vardır. Adları farklı zikredilse
de tema aynıdır. Yani iki kardeşin kavgası ve sonunda ağabeyin
kardeşini katletmesi sunumu. Daha sonra üçüncü erkek kardeşin
sahneye çıkışı. Şimdi, bu üç kardeşin yaşam hikayesini,
yaşadıkları bölge ve yerlerin günümüze ulaşabilen adlarını
hatırlayalım. Geçen yazılarımda belirtmiştim: Aden, Kain,
Habil, Şit. Fırat ve Dicle.
Sevgili dostlarım, Habil’i
öldüren Kain belli ki katil. Hem de kardeş katili! Üçüncü ve en
küçük kardeş ise Şit ise temiz. Şimdi bir an bu olayı
günümüzde olmuş gibi düşünün. Hangisinden yana olursunuz? Her
halde kafadan bir arızanız yoksa Şit’ten yana olursunuz.
Peki “Şit” adı o günden bu güne ulaştığına göre, insan
merak etmez mi ölü veya yaşayan hangi dille bağlantısı var? Buyrun
bir soru! Ya Kain için ne dersiniz?
Şimdi dilbilimsel komplomu arz ediyorum! Şit (Шыт
- Щыт), ”ayakta duran” demektir. İdeogramı ise “†”
kolları yana açık, bu artı işaretidir. Aynı zamanda ”ТI
- Ты - Dı - ды” baba anlamındadır. Yani, Baba çekirdektir!
Üreyen, üreten, kollayan ve koruyandır (elbette ki başlangıçta).
Varoluş simgesi, ideogramı ve damgası bu nedenlerle kolları yana
açık “†” işaretidir.
Sevgili dostlarım, kardeş
katili Kain’in ideogramı veya damgası nedir? Zannımca, uğrunda
katil olduğu ürünün yetiştiği yerdir. O da “Bereketli Hilal
Toprakları” yani Mezopotamya! Yani ”Мазэ
- Ныкъуапэ - Дамэ”dır.
Bu espri içinde, katil Kain’in
çocukları ile Şit’in çocukları -yani kardeş çocukları- tarihi
hesaplaşma içindeler. Haç-hilal simgeleri zaman içinde
kutsallaştırılarak, iki semai inancın ideogramı haline geldi.
Bildiğimiz damgalar ise, çatışan bu iki ideogramın çeşitlemesidir.
Paylaşma, üretme, mülkiyet, haberleşme ve hatta üstünlük içeren
birer ideograma dönüştü. Egonun kıskacında gelişerek,
üstünlük ve ayrıcalıklı kişi ve toplumu ifade eder hale geldi.
Kısaca “insan” denilen ve maalesef akıl taşıyan bu varlık her
şeyi kendi merkezli kılıp, değer ölçülerini de kendisi koymuştur.
Sevgili dostlarım; lütfen, eliniz değer ve zamanınız el
verirse Kutsal Kitapları kendi ana dilinizde okuyun. Birilerinin
anlatımı ve tanıtımına göre hüküm vermeyin. Her bireyin doğruları
kendine göredir. Buna sen de kendi doğrularınla katıl. İşte o
zaman gerçek doğruların bileşkesi ortaya çıkar. Bin dört yüz elli
(1450) yıl önceki bir Arap kabile dilini bugünkü Arapların bile
anlaması zor.
Tanrı “var” ettiği her canlının
dilinden anlar. Bu anlamda hiçbir grubun dili diğer farklı
dillerden daha üstün ve daha kutsal değildir. Dil, kullanan insan
toplumlarının kendi aralarındaki sesli iletişim vasıtasıdır. Ve
ait olduğu toplumun tarihsel ve sosyal geçmişinin gizemli
dünyasını içinde saklar. Onun için dil; tarihtir ve yazıdır.
(*) İdeogram: Yazıda kelimenin harfleri gösterilmeden
doğrudan doğruya fikri ifade eden işaret, anlamı belirten işarete
ait.
NOTLAR: 1) Askerlikte, sivil insanların hiç
dikkat etmediği ve bilemediği çok güzel ve anlamlı bazı kurallar
vardır. Bunlardan bir tanesi şudur: Bölükte, firarlar ve hoş
olmayan olaylar normalin üstünde meydana geliyorsa “O bölükte
bunları tetikleyen veya besleyen bazı olumsuzluklar vardır”
kanaati gelişir. Tabur veya daha üst komutanlık bu duruma el
koyar. Ve gerçekten teşhis genellikle doğru çıkar, elbette gereken
yapılır. 2) Şimdi bu küçük ve basit gibi görünen olayı
memleketin tümüne teşmil edersek; her gün görsel ve yazılı
basından öğrendiğimiz kadın cinayetleri, çocuk gelinler, küçük
erkek ve kızlara yapılan tecavüzlerin, ”bir nedeni olmalıdır”
hükmünü getirmez mi? Bunlar öylesine sıradan, olaylar olarak
görülemez. Faalleri, zamanlaması, yansıyış ve yansıtılan yer, kişi
ve kurumlara çok ama çok dikkat! Bunları bir yurttaş olarak
yazıyorum. Manzara hoş değil! 3) Anlamadığınız “dilin”
buyruklarını yerine getirmek için, birilerini taklit etmekten öte
ne yapabilirsiniz? Bunun adı da “taklitçilik” olur. Tanrı
isteseydi, tüm insanlığın dilini “bir” kılardı! O halde,
Tanrı armağanı dilini kullanmak, hem Tanrı’ya ibadettir ve hem de
buyruklarının doğru olarak icra edilmesi için gerekliliktir.
4) Eliniz değerse, zamanınız elverirse ve ihtiyaç
duyuyorsanız, Kuzey Suriye’nin tarihi önemi hakkında Hitit
Devletleri İçin Kuzey Suriye’nin Önemi, Prof. Dr. Füruzan
Kınal, (Atatürk Kültür, Dil ve Tarih Yüksek Kurumu Türk Tarih
Kurumu Yayınları XVII. Dizi – Sa. 4’” , Atatürk Konferansları
IV, 1970, 2. Baskı, Türk Tarih Kurumu Basımevi- Ankara –
1991.)”, “ Hitit
Devletleri İçin Kuzey Suriye’nin Önemi, Prof. Dr. Füruzan Kınal”
eserini okumanızı haddim olmadan öneriyorum. 5) Çerkes
insanı olarak nasıl kalınır? Türkçe’de güzel bir deyim vardır;
“Gül dalında güzeldir” diye. Dünyanın, neresinde yaşıyor olursak
olalım, anavatan Kafkasya ile irtibatımız kopmadığı takdirde,
dalınızda tomurcuklanırsınız. Yahudiler, neredeyse üç bin yıl
sonra kendi topraklarında tomurcuklandılar.
|