Yıl
1965. Yeleme köyündeyim. Komşumuz, doğunca göbeğimi
kesen, okul yüzü görmemiş, Türkçe bilmeyen
Temkuayların gelini ninemiz: ‘’Bu komünistler,
hepsini kesmeli’’ diyerek beddua ediyor, aklına
geleni söylüyordu.
Önce şaşırdım, sonra; ‘’Komünist ne? Kim komünist?’’
diye sorunca, ‘’Ne bileyim oğlum herkes beddua
ediyor bende onun için söylüyorum’’ dedi.
Okula gitmemiş, Türkçe bilmeyen bir nine ve diğerleri.
Yıl 1968. Ankara.
Türkiye’nin başkenti ve her türlü politik ve kültür
merkezi ve yüreklerinin attığı yer.
Beşevler’deki derneğimiz. Derneğimizin üniversite
bitirmiş başkanı.
- Bizi komünistler kovdu vatanımızdan, diye başlar
bedduaya.
- Olamaz sayın thamade. Yanılıyorsunuz!
- Neden?
- Adigeler kovulduğunda Karl Marks daha kapitali
yazmamıştı. Adigeler kovulduktan elli yıl kadar sonra
Bolşevik ihtilali yapıldı. Olmayan komünistler nasıl
kovsun ki bizi?
Büyüğümüz duyduklarına şaşırıp kaldı.
Üniversite bitiren bir thamademiz.
Doksanlı yıllar. Manhheim.
Düzceli bir hemşerimizin marketinde sohbet ediyoruz.
İçeriye biri girdi ve selam verdi. Gelenin Çorumlu
bir Adige olduğunu söyledi market sahibi. Konu
derneklerimize geldi. Hemşerimiz ele aldı sazını
başladı derneklerin ve benim aleyhime destan
söylemeye. Hiç engellemedim.
Söyledikleri bitince:
- Siz Batıray’ı tanıyor musunuz?
- Hayır.
- Kendisini hiç gördünüz mü?
- Hayır.
- Hiç tartıştınız mı?
- Hayır.
- Peki söylediklerinizi kimden duydunuz?
- Ondan, bundan.
- Onun, bunun dediğine inanıyor musunuz?
Cevap yok. Az sonra el sıkışıp, ayrılıp gitti.
Almanya’da yaşayan sıradan bir Adige...
İki binli yıllarda Wuppertal Derneği.
Dernekte benim aleyhime ben olmadan ver yansın eden
biri. Adını söylediler. Düşündüm, taşındım; ne adını
duydum ne de kendisini tanıyordum.
Bir insan bilmediği, görmediği, tanımadığı bir kişi
için nasıl konuşabilir acaba?
Bir insanın -art niyeti yoksa- hiç görmediği, yüz yüze
gelmediği kişi hakkında iyi ya da kötü şeyler
söyleyebilir ki?
2006 yılındayız.
Kim olduğunu bilmediğim biri kasıtlı bir
propagandaya başlıyor. Sözüm ona Kabardey Adigelerini
küçültücü yazı yazmışım. İftiracının amacı belli.
Kim olduğunu da tahmin edebiliyorum.
Onu muhatap almadığımdan cevap vermeye tenezzül bile
etmiyorum.
Beni üzen otuz yıldır fikirlerimiz ayrı olsa da
beraber dostça çalıştığımız arkadaşlardan bazılarının
bu iftiraya inanması. Bu saçmalığa nasıl
inanabiliyorlar ki?
Neden medeni cesaret gösterip; ’’Arkadaş belgele.
Nerede hangi yazısında yazdı? Hangi kitabında yazdı?
Hangi makalesinde yazdı’’ diyerek sormadılar bile.
‘’Belgelemediğin sürece müfterisin!’’ diyemiyorlar
bile.
Ayrıca adresim belli, yerim belli. En azından
eğlencelerde düğünlerde karşılaşıyoruz da, sormak
gereğini neden duymuyorsunuz?
Yazık… Yazık doğrusu.. Avrupa’nın göbeğinde Yelemeli
Nine’yi aşamayanlardan başka şey beklenmezdi. |