“Kulede yaşamanın en zor tarafı,
bir gün gelip de kuleyi terk etmek zorunda kalma düşüncesi ve
bunun gerçekleşmesidir.”
Alışkanlıklarımdan
kolayca kurtulamadığımı hissettiğimde, aslında değişimin ne
kadar kıyısında olduğumun da farkına varıyorum. Bazen bir fikir
etrafına inşa ettiğim hayaller, düşünceler, tasarı ve
uygulamalarımın gün gelip bana anlamsız ve nafile uğraşılarmış
gibi gelmesi, ayaklarımın artık ıslak değişim kumsallarında
topuğuna sular biriken bir nefeslik izler bırakmaya başladığının
da habercisi oluyor.
Engin deniz kıyısında tuzlu köpüklü
dalgaların yıkadığı bu kıyıda dolaşırken, ufkun derinliği bana
ne kadar taze umutlarla dolu bir gelecek vaad etse de,
bilinmeyenlerle dolu yaşanacak günlere karşı duyduğum
güvensizlik serin bir esinti gibi tüm benliğimi kaplayıp,
irkilmeme, üşüyüp titrememe sebep oluyor. İşte o anlarda,
geleceğin bilinmeyenlerine dair içimde oluşan bu korkunun
gerçekte beni nasıl uyuşturup bir korunaklı kıyıda kimsesiz, tek
başına yaşama fikrine ikna ettiğini de anlıyorum. Bu idrak beni,
yıllarca süren bir süreçle oluşarak kimliğimle bütünleşen tüm
yaptıklarımı kökten reddiye noktasına getirmese de, gereksiz
yapılmış bir çabaya karşı oluşan kuruntularla dolu ve bazı
hallerde “ah keşke yapmasaydım” noktasına kadar ulaşan
pişmanlık yeislerine kapılmama neden oluyor. Kendime karşı
yaptığım bu yargılama, bazen zor ve yanlış karar almalara,
içimde oluşturduğum güven ve barışın kaybolma tehlikelerine de
açık keskin hükümler vermeme yol açıyor. Haksızlık yapmamak için
bu yüzden, aynı yargılama süreçleri içimde tekrarlanarak kendi
tekbaşınalığımın boşluklarını dolduruyor.
Alışılmışın tatlı rehavetini
reddetmenin ve bilinçli değişimin aslında ne kadar güç bir iş
olduğunu bir kez daha düşünüyorum.
Sonra bu değişimlerin gerçekleşme
şartlarının insanın birlikte yaşadığı kişilerle de ayrıca farklı
organik bağlantıları olduğunu fark ediyorum. İşte o anda,
değişimin en büyük düşmanının birlikteliklerle dolu çoğul
yaşamlar olduğunu kavrıyorum. Tekbaşınalığımın oluşturduğu ender
bir sevinç içimi kaplıyor. Zoraki de olsa bir gülümseme
beliriyor yüzümde.
“…Kuleden inip,
dışarıdaki bahar güneşinin erittiği kar sularıyla beslenen
çimenlik düzlüğe ulaştığında serin bir esinti yüzünü yaladı.
Kulede, daha birkaç dakika önce kalktığı keçe yatağı ve yün
yorganının altında rehavet içinde kıvrılarak uyuduğu sıcaklıktan
artık eser yoktu.”
Galiba, yaşamımızı
biçimlendiren ve köklü değişimlere bizleri ulaştıran tüm
etkenler öyle her zaman ya da sadece biz istediğimizde karşımıza
çıkmıyor. Değişimleri tetikleyen, yaşamımızı usta bir sanatçının
yıllar süren çabalarla oluşmuş kıvrak el becerilerinden atılan
son fırça darbeleri gibi etkili bir şekilde biçimlendiren tüm
etkenler en umutsuz ve umulmadık bir anda karşımıza çıkıyor.
Aniden karşılaştığımız da ise yapacağımız küçük çabalar,
refleksler ya da bir anlık geri çekilmeler, bu etkenlerin
ortadan kalktığı süreçlere ulaştığımızda bir sirk cambazı
kıvraklığıyla pişmanlıklara veya doğru verilmiş kararlara
dönüşebiliyor. İşte o anlarda beklentilerimizin büyüklüğü
yaşayacağımız ruhsal kırılmaların boyutunun da başlıca
belirleyicisi oluveriyor.
Verilmiş bir kararın kesin yanlışlığı ortaya çıkmadan, sadece
alışılmışlığın rehavetiyle tümden yok edilmesi, kendi
yaşamımızın ayak basacağı değişim kıyılarından da uzak tutuyor
bizleri. Değişim ise gerçekleşebilmek için içimizi kaplayan tüm
korku ve endişelerin esaretinden kurtularak, kararlı
çabalarımıza mutlak gereksinim duyuyor. |