Kule,
başlangıcını ister Çatalhöyük'e isterse Babil’e dayayalım çok
farklı amaçlar için birbirlerine benzer şekillerde günümüze
kadar yapıla gelmiştir. Bu vazgeçilmez yapının çeşitleri
arasında bir tanesi vardır ki; özellikle ortaçağ savaşlarında
çok kullanılmıştır. Bunlar, kaleleri yıkmak, korunaklı surlara
çıkarma yapmak için kullanılan, tekerlekler üzerinde hareket
edebilen “hücum kuleleri”dir. Büyük İskender'in meşhur generali
Antigonos’un da oğlu olan Demetrius Poliorcéte
tarafından icat edildiği söylenen bu kuleler ahşaptan yapılma
kare planlı, çok katlı, dışı zırhla veya kalın hayvan
derileriyle kaplı piramidal gövdeli idi. Saldırılarda surların
yanına kadar yanaştırılan bu kulelere büyük taş ve gülleler atan
mancınık gibi diğer silahlar yerleştirilebiliyordu. Ayrıca her
katta hasar gören duvar hizasına göre rampa edecek mekanizma ve
askerler bulunuyordu.
Bir başka kule
türü ise ülkelerin sınırlarından başlayarak merkezi
yerleşimlerine kadar uzanan bir çizgide birbirlerinin görüş ve
duyuş mesafesindeki yüksek noktalara inşa edilen haberleşme
kuleleri idi. Bu kuleler ağına “ateş kuleleri” de denirdi.
Benzer örneklerini Kafkasya'da da tespit ettiğimiz ateş
kulelerinde, bir ülkenin sınırında düşman tespit edildiğinde, bu
yapılarda devamlı bulunan görevli askerler tarafından ateş
yakılarak, çan (veya davul) çalınarak veya ayna yardımıyla ışık
verilerek merkezdeki yöneticiler haberdar ediliyordu.
Anlatıldığına göre, Eski Yunan ve Roma gibi uygarlıklardaki bu
tür kulelerde şimdiki modern haberleşmelerin işlevini gören çok
basit bir yöntem uygulanıyordu. Buna göre; Her kulede bir kum
veya su saati bulunurdu. Görüş menzilindeki kulede bir ateş
yakıldığı tespit edildiğinde bu saate bakılarak, ateştin yandığı
süreye göre saatin gösterdiği rakam veya harf okunuyordu. Diğer
kuleye haber vermek üzere de ateş yakılırken suyun bir harf
hizasına inmesine kadar ateş gösteriliyor ve o harfe gelince önü
kapatılıp tekrar açılıyordu. Işığın yanma süresine göre
oluşturulan işaretlerle bu şekilde basit cümleler kurmak dahi
mümkün olabiliyordu. Günümüzde ülke sınırlarda bulunan ve son
derece gelişmiş uydu bağlantılı haberleşme cihazlarıyla
donatılmış düşman “gözetleme kuleleri” bu geleneğin bir
devamıdır.
Kafkasya’ya
yapılan imha ve istila saldırılarına karşı stratejik noktalarda
özellikle de Çeçenya’da inşa edilen kuleler arasında da benzer
iletişim şekillerinin varlığından kısmen de olsa haberdarız.
Ayrıntıları hakkındaki bilgiler tam olarak günümüze kadar
ulaşmamasına karşılık bu kulelerden çeşitli yöntemlerle
haberleşme yapılabiliyordu. Buna göre; Herhangi bir tehlike
anında toplumun savunmaya çekilebilmesi, kadın ve çocukların
güvenli bölgelere uzaklaştırılması, halkın silahlanarak
saldırıya uğrayan bölgelere yardıma gidilebilmesi için; Sesli
olarak: “kısa aralıkları gittikçe artan ve temposu daha da
hızlanan” -özellikle davul gibi- ses çıkaran aletler yardımıyla,
ışıkla haberleşmede ise “birbiri peşi sıra kısa ve keskin
huzmeler gönderilerek” haberleşme gerçekleştiriliyordu. Böylece,
kulelerde yaşayanların yine kendi aralarında anlamlarını
kararlaştırdıkları ses ve ışıkların biçim ve şekilleri adeta bir
şifre işlevini görerek çeçen kulelerinin bir tür “enigma”sını
oluşturuyordu. Bu kulelerde sadece savunma amaçlı değil,
birbirinden çok farklı amaçları olan düğün, eğlence, tören,
toplantı, cenaze ve imece “:belkhi” gibi sosyal olaylar için de
kulelerden çeşitli haberlerin verilmesi mümkün olabiliyordu. Bu
iletişimde kullanılan “Bir kısa, bir uzun ve tekrar bir kısa”
sesle veya ışıkla yapılan gruplamanın “karşıdaki kuleden bilgi
isteme” girişi olduğunu biliyoruz. Ancak bu tür sosyal olayların
nasıl duyurulduğu hakkında daha ayrıntılı bilgilere artık sahip
değiliz. Fakat, ayrıntılarını bildiğimiz bazı haberleşme
tekniklerinden haberdarız. Bu kulelere istenildiğinde asılan
büyük keçe yaygıları, taşıdığı renk ile çeşitli toplumsal
olaylar hakkında bilgi vermekteydi. Asılan keçe yaygı, siyah
renkli ise: o yerleşimde “cenaze veya yas” olduğu, sarı renkli
ise: “bulaşıcı hastalık ve karantina” olduğu, kırmızı renkli
ise: “savaş hazırlığı, savaştan dönen yaralılar olduğu veya kan
davası sürdüğü”, yeşil renkli ise “yeni bir çocuğun
doğumu-hastalıktan veya bir beladan kurtulma durumu-daha geç
tarihlerde ise hacıların dönmesi” gibi sevindirici bir gelişme
olduğu ve şölen verildiği, beyaz renkli ise: düğün ve eğlence
yapıldığı, asılan keçe üzeri çeşitli renklerdeki motiflerle
süslü ise “İmece” için halka davet anlaşılmaktaydı. Kulelerin
toplumsal hayat içerisindeki bu son işlevleri Stalin’in
1944 yıllarındaki büyük kitle sürgünüyle tamamen ortadan
kalkmıştır. Böylece sürgünde nüfusunun büyük bir bölümünü
yitiren Çeçen halkı, binlerle ifade edilebilecek yıllar boyunca
devam ettirdiği bu iletişim türünü ve halk kültürü içerisindeki
anlamını tamamen yitirmiştir.
Kule
çeşitlerinden bahsederken; Yine yangın ve afetlerin halka
duyurulması için inşa edilen kuleleri de bu bağlamda ele almadan
geçemeyiz. Bunlardan İstanbul’daki, son şekline 1850’li yıllarda
kavuşan narin Beyazıt Kulesi, ertesi günkü sis, poyraz
vb. olayları haber vermek için farklı renklerde yakılan
ışıklarıyla günümüzde bile hala işlevine devam etmektedir.
İstanbul’da bulunan ve şehrin silueti içinde ilk akla gelen
unsurlardan birisi olan “Galata Kulesi”de vaktiyle Galata’ya
karadan yapılacak saldırıları engellemek, Haliç’e gelen gemileri
izlemek ve onlara haber vermek amacıyla 1349 yılında Cenevizli
mimarlarca inşa edilmişti. Başlangıçta İsa kulesi denilen bu
yapı daha sonraları inşa edildiği bugünkü Beyoğlu civarının
eğimli arazisinden dolayı İtalyanca’da “yavaş yavaş inmek”
anlamına gelen “Calata” sözcüğünden dönüşen adını
almıştı. Osmanlı döneminde, Hezarfen Ahmet Çelebinin
masalsı uçuşuna da kaynaklık eden bu kule yangın kulesi olarak
kullanılmıştı.
Kule deyince
akla gelen başka mimari elemanlar da vardır. Kalelerin
duvarlarına bitişik ve belirli aralıklarla yapılıp surları
düşman saldırılarına karşı korumak için dışarıya çıkıntılı
olarak inşa edilen “çıkma” veya “cumba kule” (ki bunların da
kendi içlerinde köşe kulesi ve çıkma köşe kulesi gibi türleri
vardır), eski ortaçağ kalelerinde hazine odasının da içinde yer
aldığı “son sığınma kulesi-başkule” (Donjon), çokgen gövdeli
“tarassut ve mahpus kulesi”, dört köşeli savunma amaçlı “ayrık
kule” gibi yapıları da kule çeşitleri arasında anmak gerekir.
On birinci
yüzyıldan itibaren Avrupa'da Kiliselerde yaygınlaşarak dini
mimarinin önemli bir elamanı haline gelen ve içerisine çan
konulan yüksek kulelere “Çan kulesi” (fr.Clocher)
deniliyordu ve İslam mimarisindeki cami minarelerine karşılık
geliyordu. Büyük katedrallerde bu kuleler “kilise kulesi” olarak
adlandırılıyordu. Kule deyince unutulması olanaksız olan bir
çeşit de denizcilerin karanlık gecelerde başlıca rehberi olan
kıyılardaki “deniz fenerleri”dir. Antik çağlardan beri yaygın
olarak tüm dünyada kullanılan bu yapılar bir anlamda
“karşılıksız yapılan yardımın” da evrensel sembollerine
dönüşmüştür. Tabi bu yapıları anımsadığımızda Jules Verne’nin
“Dünyanın ucundaki fener” adlı yapıtındaki ironik
olayları düşünmekten de kendimizi alamayız.
Gerçekte her kulenin bir öyküsü vardır. |