".. Dünyada hiçbir bölgede
Kafkasya'daki kadar çok sayıda kule bir arada
bulunmamaktadır. Özellikle, Orta ve Doğu Kafkaslar ile Güney'de
Gürcistan’ın Svanetya bölgesinde yoğunlaşan bu yapılar ortalama
bir tahminle 1000’li yıllara uzanan geçmişleriyle Kafkas
Halklarının geçmişinde -henüz yeterince anlaşılamayan- önemli
bir misyon üstlenmiş olmalıdır. Günümüzde bu bölgede yer
alan ve
Türkiye’nin yaklaşık kırkta biri kadar bir toprağı olan
Çeçenya’da 2500'den fazla kule vardır. Bunların yaklaşık 200
tanesi hala ayaktadır. Bu nedenle Çeçenya’ya dünya kule
mimarisinin merkezidir demek hiç de abartılı olmayacaktır”
(1994 savaşı öncesine ait Vaynah Kule Araştırmaları raporu)
Aslında herkes kulede yaşar!
İnsan, gözlem-düşünce-davranış ve düş gücüyle, sadece kendi
ufuklarından baktığı ve kendisinin gördüğü gerçeklerle baş başa
bir ömür geçirdiği, o özel ve aynısı olmayan kulede tek başına
yaşar. Kule bir anlamda, yalnızlığını paylaştığı, adeta her
taşını anılarıyla üst üste yığarak oluşturduğu, bazen yüreğine,
bazen ruhuna yapılan insafsızca saldırılara karşı umutsuzca
savunmak için kendisini -en zor zamanlarında dahası unutmak için
bir ömür verdiği o bedbaht anlarında yani- derin kuytu
köşelerine çekildiği insanın kendi kabuğudur.
Malzemesi ne olursa olsun, et-tırnak-kemik-taş-toprak-ağaç fark
etmez kule, kuleliğini daima yapar, hiç aksatmaz..! İçinde
yaşayanını koruyarak ona yüksek, özel ve özgün bir bakış sunar.
Yükseklik ve bu özel bakış açısı, zemin bakışından daha geniş,
derin geniş ufuklu bir uzam gösterir daima yaşayanına. Bu ise
görmek için doğan, gözlem yapmaktan hoşlananlar için büyük bir
nimettir. Kuleden bakmak bu yüzden, ancak kaybettiğimizde
anlayabileceğimiz türden değeri biçilemeyen bir kazançtır.
Sadece aynı yöne de baktırmaz kule, insanı kaplayan her yöne
dönüktür. Bu yönler sadece coğrafi yönlerden ibaret değildir.
Zaman gibi soyut boyutlara da yöneliktir. Kule, bu zengin bakış
açısının etkisiyle insanın en esrarengiz yanını: Düş gücünü
harekete geçirerek, geçmişe ve geleceğe de derinlemesine göz
atmasına zemin hazırlar. Kulede yaşayan, -yaşadığı yerin farkına
varmışsa eğer- geçmişi dönüp olabildiğince saf, yalın izlemekten
çekinmez. Geçmişi kendince değiştirmek yerine, ondan ders
çıkararak -varsa- kendi yanlışlarını ortadan kaldırır. Bu
nedenle geleceğe de umut beslemekten korkmaz. Kule, işte o anda
bu farkındalığı yaşayan için“şimdi’ye dönüşmüştür. Şimdi ise
insanın ayaklarını daima yere sağlam bastırır.
Kule, bir bakıma içinde yaşayanın yaşamını da sınırlar. Onu
başkalarına göre daha çerçevesi çizilmiş bir alanda yaşamaya
mahkum eder. Hareket alanını da sınırlamış olur böylece. Kulede
yaşayan kendi içinde iniş ve çıkışları olan bir özel süreç
yaşar. Harekete getirilen bu kısıtlılığa karşın kulenin
düşünceye getirdiği sınırsızlık sınırsızlığın da ötesindedir.
Yükseklerden bakma yetisi de verse insana aynı zamanda kulede
yaşamak zordur. Bu özelliğiyle kule, bir münzeviye yakışan
tecrit sunar yaşayanına, ki adeta dervişçe yaşatır insanını.
Onu, kendisiyle baş başa bırakırken, başkalarına ne kadar
gereksinim duyduğunu da kavratır. Başlangıçta cezbeden bir
yalnızlığın uzadıkça büyüyen anlamsızlığını, varlığın ancak
paylaşıldıkça var olacağını bir kez daha hatırlatır. Kule, işte
o anlarda insanın kendisine tuttuğu, ruhunun tüm mahrem
derinliklerini pervasızca gösteren yalansız ve hilesiz bir
aynaya dönüşür.
Kule, aynı zamanda yüksekliğiyle insanı sınar da. Kulede yaşayan
insan, eğer üstün görürse bulunduğu yükseklikten dolayı daha
enginlerde yaşayanlara göre kendini, kabaran kibir ve gururuna
yenik düşmüştür. İşte o anda, aslında her insanın kendi kulesi
olduğunu ve her kulenin de kendine has yüksekliği olduğunu
unutmuştur. Kulede yaşayan bakan bir kördür artık, bulunduğu
yükseklik de kirli dipsiz bir çukura dönüşmüştür. Kule, bir
imtihan verdirmektedir yaşayanına. Ancak olgun bir kişilik alt
edebilir gururun ve kibrin bu körlüğünü ve bir hoşgörü halatı
çıkarabilir düştüğü çukurun nemli, ıslak kör karanlığından. |