Kule,
yalnızlaştırır insanını.
Yekpare bir
bütün olarak göğe yükselen bu yapının, belki de en olumsuz ve
ilk bakışta anlaşılan belirgin yanı budur. Unutulmamalıdır ki,
insanı kaplayan her çerçeve, onu içine alan her duvar
sınırlayıcıdır. Koruyuculuğu kadar insanın hareket kabiliyetini
azaltarak ona gönüllü bir mahkum yaşamı da sunar. Kule, belki de
bu olumsuz sayabileceğimiz yönünün etkisiyle içinde yaşayanının
çevresini küçük bir evren gibi kaplayarak, onu içedönük, bazen
karamsar, bazen isyankar ve bazen da kırılgan, bir ölçüde
kişinin var olan birikimlerine göre değişen melankolik bir ruh
haline de ulaştırabilir. Yaşayanı, eğer kişiliğinde yeterli
olgunluğa erişememişse kulenin bu özelliği ile bir süre sonra
benlik karmaşasının içerisinde bulacaktır kendisini. Kendine
dönükleşecektir. Kim bilir belki de kulede yaşamanın bir bedeli
varsa ödenecek, işte o da budur? Kulede yaşayanların bu
tehlikeden kurtulmasının belki de tek çıkar yolu, diğer
kulelerle samimi ve duyarlı iletişim kurabilmeleridir. Kuleler
bu sebeple en azından görüş ve duyuş menzillerinde bulunacak
kadar birbirlerine yakın kurulmalıdır. Görüş menzilleri içindeki
kuleler arasında iletişim ne denli kuvvetli olursa kule
yaşayanları, kulenin yalnızlaştıran etkisinden o denli daha az
etkileneceklerdir.
Kulede olan hep görünürdedir.
Kule yapısı
gereği gizemi sevmez. Göründüğü gibidir. Bu alenilik, onun
içinde yaşayanın da baştan kabullenmek zorunda olduğu bir
gerçektir. Yaşayanı, eğer bir kez kuleye kapanmışsa artık ne
kadar gizlenmeye çalışırsa çalışsın fark etmez, nerede olduğu
başkalarınca hep bilinir. Kulede yaşayan bu nedenle görünmese de
hep gözler önündedir. Ancak -insanın makus talihidir bu, aynı
zamanda evrensel bir gerçektir-, bu gözler onu daima kendi
gördükleri gibi ya da kendi görmek istedikleri gibi görürler.
Kulede yaşayan ne kadar kendini anlatmak istese de, söylemek
istediği genellikle kendi istekleri dışında gelişen bir
anlama-anlaşılma seyri izler. Gerçekte insanın kendisini
anlatması ne kadar zordur. Anlatmaya başladığında, kendini doğru
ifade etse, başka anlamlara çekilmeyecek kelimeler seçerek
düzgün ve açık ifadeli cümleler kursa ve doğru zamanda da doğru
kişiyle iletişim kursa bile sonuç daima rastlantısaldır. Aynı
dili konuştuğunuz ve anlatmak istediğiniz kişi, eğer o anda sizi
dinlemek istemiyorsa, dinliyor gibi yapıp başka şeyler
düşünüyorsa veya söyledikleriniz daha tamamlanmadan sizden
duyduklarının içinden seçtiği bir kelimeye kendince farklı
anlamlar yükleyerek başka mana diyarlarına düşsel gezilere
dalmışsa vay halinize! Ne bedbahtlıktır o. Artık çırpınsanız da
anlaşılmak için yaptığınız tüm gayretleriniz boşa çıkacaktır.
Kulede yaşayanın yazgısı göz önünde olmaktır. Bazen dışardan
gözlemleyenler için kulede yaşayan, -sadece görüntüden ibaret de
olsa- kendini beğenmiş, toplumunu küçümseyerek kendini ondan
uzaklaştırmış adeta bencil bir yaratığa dönüşmüş olarak
görülebilir. Kimi yazarlar “fildişi kulesinde yaşıyor” değimini
biraz da küçümseyen olumsuz bir üslupla buna benzer bir anlam
yükleyerek kullanırlar. “Fildişi kule” kimi zaman
yaşadığı hayatın içerisinden kendisini çekerek bir anlamda
toplumundan tecrit olup sadece düşünerek filozofça yaşayan
insanlar için, kimi zaman da kişinin kendisine ördüğü bir
mutluluk kozasına benzetilerek bencilce bir yaşamın biçimsel
anlamında kullanılır. Burada, Kulenin malzemesi dikkat edilirse
“fildişi” gibi az bulunur değerli bir malzemedendir. Yaşayanına
bencillik ve kibir kazandırdığı iması gerçekte bu malzemenin
kendisiyle ilgilidir. Yoksa kulenin kendisi çoğunlukla
kullanılan, her yerde farklı özelliklerde de olsa rahatlıkla
bulunan “taş” gibi bir malzemeden oluştuğundan özünde çok
yalındır. Onun yapımında kullanılan farklı malzemeler ve bunlara
verilen anlamlar, kulenin masumca kefaletini ödediği farklı
yorumlar kazanmasına neden olur. Bu bağlamda, istisnai bir
şekilde tunçtan veya demirden yapılmış bir kule şüphesiz ki
madenin özelliğini alarak ulaşılmazlığın, sağlamlığın ve
kuvvetin sembolü olacaktır. Tıpkı, Argos Kralı Akrisios’un kızı
güzel Danea’yı, -ki bu kız daha sonradan Perseus’un annesi
olacaktır- iffet ve saflığını koruması için kapattığı o bronz
kule gibi. Her ne kadar mitolojilerde ve hikayelerde genç
kızların iffetlerini ya da hayatlarını korumak için kapatılan
yapılar olarak da geçse, (burada Boğazın orta yerindeki Kız
Kulesini hatırlamak da gerekir. Ancak unutulmamalıdır ki bu
yapıyı kule haline getiren yüksekliği değil, denizin ortasındaki
münzeviliğidir) hatasıyla sevabıyla kule, gerçekte diğer
yapılara göre çok daha insanidir. Belki de bu nedenle kule,
tarih boyunca, farklı toplumların destan, mitoloji, hikaye,
şiir, roman kısaca her türlü anlatımlarında sıkça kullandığı ve
insan davranışlarının türlü anlamlarıyla yüklenen vazgeçilmez
bir yapı olagelmiştir.
Kule yaşayanına, kötü sürprizler sunmaz. Yaşayanı onun içine
girdiğinde ne kazanacağını veya nelerle karşılaşacağını hep
bilir. İçerisinde, kimi yapılarda olan o insanın biran evvel
çıkmak için can attığı bunaltıcı karışık ve girift labirentler,
içine aldığı kişiyi adeta küçük bir böcek haline getiren kibirli
yüksek tavanlı kendini –gerçekten- beğenmiş yalancı salonlar,
arabesk, gotik, rokoko tarzındaki abartılı süslemeli kapılar,
pencereler, merdivenler hiç yoktur. Kule, bütün o yapılara göre
doğrucudur ve yalındır. Onun bu yalınlığından dolayı bir abide
gibi yükselen haşmeti daima ön plana çıkar. Çünkü onu kule yapan
bu özelliğinden başka bir kusuru yoktur? İşte, onun sadeliğini
göremeyen kişiler, azametli yüksekliğini ve gözden kaçmayacak
kadar belirgin yalınlığını kibirli bir insanın duruşuna
benzetirler. Ne acınası bir yanlış?
Kule, alan olarak birçok yapıdan daha az yer kaplar. Bu nedenle
onu inşa etmek için doğayı yok etmeye gerek yoktur. Yolu
düşenler çok iyi hatırlayacaktır. Çeçenya’da yüksek yarlarla ve
derin uçurumlarla dolu Çanti vadisinden İtumkhalle’ye giderken,
ince dar vadinin dibinden kükürt kokularıyla çılgınca akan Argun
nehrinin karşı kıyısında bir kule vardır. Yaşlı Kule, sanki
insanüstü bir güç tarafından yüksek kayalığın içerisine, doğanın
bir parçasıymışçasına kondurulmuş gibi durur. Kuleye ulaşan ne
bir yol, ne de derin uçurumu aşmak için inşa edilmiş bir köprü
görünürde yoktur. Kule, görenlerin hayranlık dolu bakışlarla
seyredeceği ve yıllarca etkisinde kalacakları bir şekilde
kayalar arasından adeta bir ağaç gibi filizlenerek göğe doğru
yükselir. O, diğer kulelerde olduğu gibi doğa ile büyük uyum
gösteren sıra dışı bir yapıdır. İnşa edildiği yerde bu denli
heybetli bir görünüme bürünmesinin nedenini onun doğaya olan
yüksek uyum gücünde aramak gerekir. Yörede anlatılan ve sonradan
Mamakaev’in de bir şiirine konu olacak eski bir efsaneye göre,
yiğit mi yiğit yedi kardeş tarafından tek kız kardeşleri Nepse
için yapılan bu kule, Kafkasya’nın barbar Moğol orduları
tarafından işgal edildiği korkunç yıllarda önemli bir görevi
yerine getirmişti. Anlatıldığına göre bir avuç Çeçenin bulunduğu
kule, Aksak Timur’un kan emici ordularını vadiye sokmamış, adeta
koca orduyu tek başına durdurmuştu.
Kule, insanı korur. Sadece yaşayanı için kalır ayakta. Bu yüksek
yapıların belki de en önemli işlevi yaşayanı birçok dış
tehlikeden koruyan aynı zamanda bir kale olmasıdır. İnsan,
yaşamı boyunca birçok tehlike ile yüz yüze gelir. Kule, bu
tehlikelerin birçoğunu, yaşayanı daha farkına varmadan
uzaklaştırır. Kule, yaşayan için koruyucu ve kollayıcı olur.
Belki de bu nedenle kuleler hep savunma yönleriyle birlikte
hatırlanır. Halbuki kule sadece savunma yapmaz yaşayanına, onu
bir annenin yavrusunu kollaması gibi şefkatle sarmalar.
Kule, fedakardır. |