...................
...................
KULEDE YAŞAMAK -V

24.12.2005

Doç. Dr. ENGANOY Erol Yıldır
...................
...................

Kule insanı hüzünlendirir.

Kulede yaşayanlar, yalnız ve içedönük yaşamın getirdiği insancıl bir dürtüyle zamanla oldukça duygusal olurlar. Çevrelerini yüzlerce insan da kaplasa sonunda en güvenle sığındıkları o paha biçilmez, o özel ve özgün yalnızlıklarıyla baş başa değişken duygular içinde yoğrulmayı çok severler. Bu özgün yalnızlık onları, bazen çılgınca detayları olan, yeniliklere ve gelişmelere de daima açık olan fikirler kadar, vesvese ve güvensizliğin de çıkmak için uygun bir an kolladığı karmaşık düşünce deryasına daldırır. Bu deryada ucu bucağı olmayan hayaller ve bitmeyen ümitler hep iç içedir. Bazen dizginlenemeyen bilinci, o ana kadar yaptıklarını düşünüp, amansızca kendisini yargılamasına da yol açar. Eksiğini çok iyi bilen kule yaşayanı, başkalarının kendisini yargılamasına ise hiç katlanamaz, bunu hatalarının bir tokat gibi yüzüne vurulması gibi algılar ve kedisini adeta hakarete uğramış birisi gibi hisseder. Başkasının yapacağı kötü bir yargılama çoğunlukla kulede yaşayanın kinlenmesine ve kaba kuvvete başvurmasına da neden olabilir. Kuleliye yapılacak yeterince düşünülmemiş kırıcı bir eleştiri, sonu acı biten uzun kan davalarına yol açabilir. Yas ve acılara bulanmış evlat, kardeş, koca hasretlikleriyle geçen bir hayat kulede yaşayan kadınların kaderidir bir anlamda. Swan kulelerinde yaşayan kadınların kıyafetleri hep kara renklidir bu yüzden.

Kule yaşamı inişli çıkışlıdır.

Yalnızlık ve hüzün, geleceğe duyulan ümitsizliği de istenmeyen aksi ve yaşlı bir konuk gibi hep terkisinde getirir. Kulede yaşayan kendini, bazen evrende küçük bir zerre tanesi, ya da yağmur altında kuyruğunu bacakları arasına kıstırmış soğuktan titreyen uyuz bir köpek yavrusundan farksız olarak da görebilir. Sıklıkla ama hep ansızın karşılaşır, içini kaplayan ve onu en neşeli halinde bile bedbahtlaştıran -doğruluğundan şüphe olmayan- bu durumla. Ama yine ansızın, bir rüzgarın esimiyle dağılıp parçalanan bulutlar gibi kaçarcasına uzaklaşan bu ümitsizliğin yerine, ruhunu bir güneş gibi aydınlatan güven ötesi bir özgüven tüm benliğini kaplayabilir. Kulede yaşayanın daimi ve kısa bir zaman diliminde sıklıkla yaşadığı duygu patlamalarının sadece birkaçıdır bunlar.

Kulede yaşamak uçlarda yaşamaktır.

Kartallar bazen kulelerin tepesine tünerler.

Kuleler kartalların da yuvalarıdır bir anlamda. Dağlı Çeçenler kim bilir belki de bu yüzden en güzel yapılarını inşa ettikleri “kuleler diyarı” bir ortaçağ kentine –ki gerçekten kent bu deyimi hak ediyordu, 16 adet kule birlikte yükseliyordu kulevari evler arasından- “Aerzi: kartal” adını vermişlerdi. Kimi yazarlar ise Aerzi’nin adının o bölgede bulunmuş eski bir kartal heykelciğinden dolayı konduğunu ileri sürerler. Ama ne amaçlanmış olursa olsun anlaşılan bir anlamda kartal o bölgede yaşayan insanların idolü olmuştu. Kulede yaşayan, neredeyse birlikte yaşadığı kartalların, ürkerek veya bir av peşinden boşluğa doğru kanat açmasını hayranlıkla seyreder. O, yüksek yapıdan aşağılara baktığında bir düşte yaşarmışçasına, bazen bir kartal gibi uzaklara uçtuğunu, boşluktan kayarcasına ufka doğru süzülerek gittiğini hep hayal eder. Ama mantığı onu uyandırır hemen, aklı ise “bir taş gibi yere çakılacağını” söylediğinde vazgeçer kolaylıkla bu hevesinden. İçsel dünyasında sınırsız bir hayal ve imge zenginliğinin de sahibi olan kule yaşayanı, bu nedenle herkesten daha fazla intihar eğilimlidir.

Kule, yaşayanına yürümekle bitmeyen sıratvari, bıçak sırtı bir yaşam sunar.

Kule yaşayanı, doru kısrak üzerinde doludizgin giderken geriye atılan ıslıklı bir İskit oku hızında geçen yaşamını, bir derviş tamahında, yoklukla, sıkıntı ve ezayla alay edercesine günübirlik geçirmeyi tercih eder. Ölümle iç içe olan, anlık bir yaşamdır onun bu tercihi. Yaşam tüm acılarını toplayarak kapsına dayansa da o tüm zorlukların içinden en gülünç yanları bularak çıkarır gün yüzüne. Acıları gülümseyerek karşılamadaki bu yeteneğini, çektiği sınırsız ve her türlü zorluklarla dolu geçmiş deneyimlerinden edinmiştir. Yüzyılların süzgecinden geçerek kendi nesline ulaşmış en güzel, özgün, sıra dışı ve gelişmiş adetleri bu nedenle hep “ölüm” ve “düğün” üzerinedir. Ölülerine en az dirileri kadar önem veren bu insanlar bilirler ki hayat, zıtlıklarla doludur, ölümle yaşam iç içedir. Onun sırtını bir mezar taşına dayayarak komik öyküler anlatmasının, anlatırken içinde bin bir parçaya bölünen duygularının derin acısıyla akıttığı gözle görülmeyen gözyaşlarının nedeni budur. Sırlarını kolaylıkla açığa çıkarmayan kuleli, sıkıntılarını da ne dostuna ne de düşmanına hiç belli etmez. Gerçekte insanoğlu, çevresinde daima güvenilecek sıkıntılı anlarında kendisine destek olacak birilerini ister ya da arar. Ona bakanlar hep gıpta ederler bu yüzden, sağlam ve güvenli duruşuna hayran olurlar.

Kulede yaşamak zordur, yaşayanları da çabuk olgunlaşırlar bu yüzen. Gençleri zamanından önce yaşlanır, yaşlıları da en az gençler kadar delikanlıdır. Hızlı bir yaşam tercihi beraberinde farklı davranış biçimleri de geliştirir. Varlığın ancak paylaştıkça bir anlam kazandığını fark etmişçesine, bazen uzaklardan geçen yabancı bir atlıyı yolundan çevirip konuk edecek kadar çılgıncasına konukseverdirler. Dostlarıyla paylaşmadıkça bir kıymeti yoktur en güzel yiyeceklerin ve içeceklerin. Onlara konuk olanlar bilirler ki, sofraya konulanlar o anda kulede olan tüm yiyeceklerdir. Kuleli yarına bırakmak amacıyla dostundan esirgeyip bir kenara ayırmaz. Bir anlamda müsriflik olsa da bu durum –erkeklerden çok daha uzak görüşlü,  biçare ve fedakar kadınlarının tüm iç çekmelerine karşılık- asla vazgeçmezler. Kulede, isli çıraların titrek aydınlığında, romantik geceler boyunca süren mütevazı şölen sofralarında konuklar sırayla özlü konuşmalar yaparak kadeh kaldırırlar. Onlar için geriye bırakacakları namlı bir isim, onurlu bir geçmiş, bir yaşam sonunda edinmeyi arzuladıkları yegane edinimdir.


Dostluğa verdikleri değer, düşmanlarına duydukları hınç kadar sınırsızdır.