Şöyle
diasporada yaşayan Kafkasyalıları bir düşünün uzun uzun.
Suriye’den girin, Ürdün, İsrail, Türkiye turu yapın. Osmanlı
sonrası Ortadoğu'da ortaya çıkan yeni yapıları inceleyin ve bu
ülkelerin tarihlerine göz atın yapabildiğiniz kadar.
Devletleşme süreçlerini gözden geçirin.
Göreceksiniz ki, Çerkesler bulundukları her coğrafyaya göz ardı
edilemeyecek derecede önemli katkılar sağlamışlardır.
Yaşadıkları her ülkede önemli görevler üstlenen, nüfus
oranları ile kıyaslandığında şaşkınlık yaratacak derecede etkin
olan Çerkesler bu güne kadar hiçbir halkı arkadan vurmamışlar,
hiçbir ülkede ayrılıkçı taleplerle ortaya çıkmamışlardır.
Tüm bunların yanı sıra, Çerkeslerin yaşadıkları ülkelerde ulus
devletlere sağladıkları uyum bir taraftan da sosyolojik açıdan
ortaya konulan teorilerle çelişmektedir.
Çünkü Çerkes halkı nerede yaşarsa yaşasın, her zaman kendisini
anayurdu Kafkasya’ya ait hisseden; kültürünü ve sosyal yapısını
korumak için, kararlılıkla direnen bir özelliğe sahiptir.
Oysa genel olarak ulus devletler, kültürel anlamda farklı ve
azınlık olan grupları kendi içerisinde eritmeye meyillidir.
Bu süreç, kimliklerini ve kültürlerini korumak isteyen azınlıklar
için sorunlar doğurur doğal olarak.
Neticede, ulus devletlerdeki egemen otorite ile azınlıkların
örtülü veya açık bir çatışması kaçınılmaz olur.
XX. yüzyıla damgasını vuran ve ulus devletlerin en önemli
problemlerinden biri olarak karşımıza çıkan bu olgu, teorik
açıdan ulus devlet ile azınlıklar arasında çatışmayı
kaçınılmaz kılmaktadır.
Fakat
sosyolojik olarak doğruluğu sınanmış olan bu teori Çerkesler söz
konusu olduğunda doğru işlememektedir.
O nedenle bu güne kadar yaşadıkları ülkelerde bu tür keskin
çatışmaların tarafı olmayan, fakat ulus devletin yeni yapısına da
tam olarak entegre olmayan Çerkeslerin diaspora yaşamı bu yönü ile
de ayrıca incelenmesi gereken kendine has bir özellik taşır.
Öte yandan mücadelecilikleri, çalışkanlıkları, yaşadıkları
ülkelerdeki başarıları ve yaşadıkları topraklara bağlılıkları ile
örnek olan halkımız; her ne hikmetse kendi anayurdumuz söz konusu
olduğunda aynı başarıyı ve kararlılığı gösterememektedir.
Çerkesler, Fransızlara karşı Suriye halkının, Osmanlı'nın
parçalanma sürecinde Türkiye halkının, Ürdün’de Arap halkının
mücadelesine katılan, önderlik eden, yaşadıkları toprak için
mücadelede bir an bile tereddüt etmeyen gözü pek bir halktır.
Gelin görün ki; başkaları için göz kırpmadan ölen, esarete
sefalete katlanan, mücadelelere atılan bir halk, kendi anayurdu
söz konusu olduğunda aynı tavrı sergileyememekte, kararlı ve net
politikalar ortaya koyamamaktadır.
Kendi anayurdumuzda devletleşme sürecini başarı ile
tamamlayamadık.
Kendi anayurdumuzda güçlü ve hakim unsur olmaya, belirleyici güç
olmaya çalışmadık. Yaşadığımız ülkeler için verdiğimiz
mücadelelerin, girdiğimiz kavgaların çok az bir kısmına kendi
anayurdumuz için katlanmadık.
Kafkasya ile ilişkimizi bitirmek gibi bir düşüncemiz hiçbir zaman
olmadı.
Bu birlikte yaşadığımız halkların içerisinde eriyip gitmeye de
asla rıza göstermeyeceğiz demek oluyor aynı zamanda.
O halde; neden başkaları için yaptıklarımızın, yapabildiklerimizin
çok az bir kısmını kendi anayurdumuz için yapamıyoruz?
Bu sorumluluğu göstermekten bizi alıkoyan şey nedir?
Niçin 140 yıldan bu yana yürüdüğümüz halde hedefimize varamıyoruz?
Bizim önümüze düşüp yol gösterenlerde mi hata?
Yoksa bizim hedefe yürüyüşümüzde mi bir sakatlık var?
Sanırım bir şeyleri yeniden sorgulamak gerekiyor. |