Bir Japon
beyi yaşlanmış ve kara düşüncelere dalmıştı. Eşlerinin
hiçbirisi ona erkek çocuk verememişti, yeğenleri de yerini
bırakabileceği niteliklere sahip değildi.
Uzun uzun düşündü ve bir karar verdi. Köylerini tek tek
gezdi, herkese baktı baktı, 50 delikanlı seçti. Bunları
evinde topladı ve anlattı:
"Benim yerime geçecek kişiyi değişik bir yolla seçmeye
karar verdim. Şimdi her birinize birer tohum vereceğim.
Evinize gidip bu tohumu ekeceksiniz. Bir yıl sonra da tam
bugün, yetiştirdiğiniz bitkiyi alıp buraya getireceksiniz.
Ben onlara bakacağım ve yerime geçecek kişiyi seçeceğim."
Gençler hem sevinç hem kuşku içinde evlerine döndü.
Ailelerinin yardımıyla tohumları ektiler.
Aralarından biri, Ling adında bir genç, dul annesiyle
birlikte yaşıyordu. O da annesinin yardımıyla tohumu ekti.
Aradan günler geçti, hiçbir şey çıkmadı. Tohumda hiçbir
kıpırtı olmamıştı. Yerini değiştirdi, bir daha değiştirdi,
bir daha değiştirdi.
Bu arada da çevredeki gençlerin konuşmalarını duyuyor,
morali iyice bozuluyordu. Kimisi tohumdan ağaca yakın bir
bitki yükseldiğini söylüyor, kimisi harika çiçekler
açtığını anlatıyordu.
Ling ve annesi ne kadar uğraştılarsa da hiçbir sonuç
alamadılar. Sonunda Ling dayanamadı, "anne ya, başka bir
tohum alıp onunla denesek" dedi. Annesi karşı çıktı,
yalanla gelen ikbalin yalancı ikbal olduğunu ve çok kolay
gideceğini söyledi.
Ling, bu sözle ikna oldu. Tohumu son olarak diktiği
saksıdaki kımıldamayan toprağa bakarak uykusuz geceler
geçirmeye devam etti.
Sonunda o gün geldi. Elli genç adam ellerinde bitkilerle
beyin karşısına dizildiler. Bey hepsine tek tek baktı
sonra Ling'in önünde durdu, "nerede seninki" diye sordu.
Ling utançtan kıpkırmızı, "burada efendim" dedi, "elimdeki
saksıda bu toprağın altında, ama ben ne yaptıysam
başaramadım, böyle kaldı."
Bey yerine döndü, oturdu ve heyecanla bekleşen gençlere
kararını bildirdi:
"Benim yerime geçecek olan, bu delikanlıdır" dedi ve
eliyle Ling'i gösterdi, "çünkü hepinize verdiğim tohumlar
kaynatılmıştı, hiçbirinin hiçbir şey verme şansı yoktu.
Hepiniz bu tohumları değiştirdiniz ama bir tek o
değiştirmedi ve gelip doğruyu söyledi."
Beyin adamları 49 delikanlıyı dışarı çıkardılar ve Ling'i
alıp beyin karşısına oturttular.
Bu öykü, işin bir boyutu. Diğer bir boyutu da gerçek
yaşamdan verelim.
İnsanı ve kurumları yaşamsal hataya düşürecek en büyük
hatalardan biri, gücünü abartmaktır.
Bunun iki önemli sakıncası vardır: Birincisi; kişi ya da
kurumları hantallaştırır. İkincisi, sık sık hayal
kırıklığına uğranmasına neden olur.
Basit bir işte bile alınan kararlar; uygulama aşamasına ya
hiç geçmez ya da zamanında gelmez.
Çok güçlü olduğunu düşündüğünüzde yavaş yavaş bürokrasi
sizi esir almaya başlar. Hedeften çok, yazışmalara
odaklanırsınız.
Temel olarak; Japon genci Ling, doğru davranışı göstermiş
ve ödülünü almıştır.
Oysa Ling hedefine ulaşamamanın sıkıntısını yaşıyordu.
Gücünün yetmediğini gördü. İnsanları kandırmadan, durumunu
ortaya koyma asaletini gösterdi.
Öyle ya; sahte güç insanı nasıl asil yapar?
Diasporanın gücü abartıldığı kadar değil. Her anlamda
değil. Ne ekonomide, ne sanatta, ne bilimde, ne sporda
hiçbir alanda güçlü değil. Hatta sıfıra çok yakın bir
noktada.
Bu ölçü neye göre?
Çağdaş toplumlara göre elbette.
O zaman garip bir durum çıkıyor ortaya. Ling’in
rakiplerinin yaptıklarını biz de yapıyoruz. Kimse çıkıp;
tohumu ektik, ancak sonuç alamadık, demeyi göze alamıyor.
Çünkü daha önce bolca abartıldı gücümüz. Birileri çıkıp
‘’yahu sen hani 7 milyon nüfusa sahiptin? Az buz değil, 7
milyon kişi. Neredeyse; dünya üzerinde onlarca ülkenin
nüfusundan fazla'' dese, ne karşılık vereceğiz ki?
Belki,
''pardon, aslında biz çok şey yapıyoruz da kör talih
yakamızı bırakmıyor...'' türünden gevelemelerle
geçiştirebiliriz.
Peki, gerçekte neler oluyor?
Koskoca bir hiç…
Yaşam ısrarla Linglerini arıyor. Tamam çırpının ama
gücünüz yetmiyorsa dürüst olarak bunu ortaya koyun. Aksi
durumda beklentilerin karşılığı çıkmayınca, toplumda derin
yaralar açılıyor.
Belli ki, biz her açıdan zayıf bir toplumuz. Bu teşhisi
net olarak ortaya koyarsak, tedavi yöntemlerini de
sağlıklı buluruz.
Bazen bu toplum için -belki yıllarca- bir şeyler yapmış
insanlarımızı görüyorum.
Bir bezmişlik var.
Bir üst perdeden davranma modelini benimsemiş.
''Ben yapacağımı yaptım arkadaş'' der gibi el uzatıyor.
Gülümsemesine sinmiş 'benden iyi yapan varsa buyursun'
tavrı. Bunların tümü toplum olarak her alanda gücümüzü
abartmamızdan kaynaklanıyor.
Arabanın dışı süper. Mercedes 2006 model. İnsan gözünü
alamıyor, kamaştırıyor.
Kaputu açıyorsunuz. İçindeki motor; 1974 model Murat 124.
Çıkma motor yani.
Sonra insanlar arabanın içine doluşup bekliyor. O araba
yerinden kalkar mı?
Kalkmaz… |