Geçtiğimiz hafta içinde Çerkeslerin RTÜK’ten istekleri, kıyameti
kopardı. Tamam dışımızdakilerin söylediklerini anladık da,
içimizdekiler neden ayaklandı açıkçası onu anlayamadık.
Aslında bu, hiçte şaşırılacak bir durum değil. Hep diyoruz ya;
gelişmemiş ülkede yaşamanın bedeli bu.
Bizi en çok şaşırtan sayın Emin Çölaşan’ın yazısı oldu.
Çerkesleri iyi tanıdığını ve düşüncelerinin ne olduğu çok iyi
bildiğim bir gazeteci. Neden böyle bir çıkış yaptı açıkçası
anlamış değilim.
Sayın Çölaşan’ın çok yakın arkadaşlarından biri ağabeyimizdir.
Yıllardır birlikte mücadele vermişlerdir. Ne yazık ki, tarihin
tekerrür etmesinden bıktık usandık artık. Biz Türkiye için ne
yaparsak yapalım en insani istek karşısında bile anında damga
yemeye devam edeceğiz. Daha dün gibi anımsarım: Thamadeler
derneğin adını Kuzey Kafkasya Kültür ve Dayanışma Derneği
koymuşlardı. Resmi makamlardan anında tepki geldi . "Kuzey'i
kaldırın Türk koyun." Sonra derneğin adı Türk Kafkas Kültür ve
Dayanışma Derneği oldu.
Bırakın Türkiye’yi dünyanın hiçbir ülkesinde bir tek Çerkes
gösteremezsiniz, yaşadığı ülkeye kötülük yapan. Türkiye’de hangi
Çerkes kurum ya da kişi toprak istemiştir ya da Türkiye’nin
sahibi olduğu iddiasında bulunmuştur. Yani pes!
İstenilene bakınız: Günde 45 dakika Çerkesce yayın. Üstelik
televizyonda Türkçe alt yazılı, radyoda programın aynısının
Türkçe tekrarı. Bütün kıyamet bundan kopuyor.
Elbette, ne ektiysek onu biçiyoruz. Yıllarca Çerkestürk
milliyetçilerimiz yok muydu? Kuzey Kafkasya Türk vatanıdır deyip
köylerimizdeki ağabeylerimiz bozkurt bayraklarını köy
meydanlarına asmıyorlar mıydı? Çerkeslerin Türk olduklarını
söylemiyorlar mıydı? İşin komiği propaganda yaparlarken de, bir
tek Türkçe kelime kullanmıyorlardı. Abzeghce nasıl bir Türkçe
ise?
Türkiye’de yaşayan Çerkes nüfusunun dışında bir araştırma
yapsanız yüzde 95’i; Çerkeslerin, Türklerin bir kolu olduğunu
sanır.
Buradaki sorun, kesinlikle bizde. Kimseye bir şey demeye
hakkımız yok. Eğer teslim olduysanız, kurallarına uyacaksınız.
Bu kadar basit.
Emin Çölaşan gibi Çerkesleri çok iyi bilen bir insan bile bile
“sığıntı” muamelesi yapabiliyorsa, o zaman şapkayı önümüze
koymalıyız.
Şunu kabul etmeliyiz ki, sürgünden gelen o elit Çerkes toplumu
günümüzde sıradan; hatta normalin altında bir konuma düştü.
Eğitim desen yok, gelişme desen yok, birlik desen hiç yok.
Elimizdeki tek ve en güçlü değerimiz olan geleneklerimizin
aramızdaki işbirlikçilerle zaten canına ot tıkadılar.
Olayları tarihsel süreç içinde değerlendirirseniz, aslında çok
şaşırmazsınız. Yakın tarihimizden bile örnekler vardır.
“Çerkes’ten kız alınır. Kız verilmez” Bu anlayışın biraz altını
eştiğinizde karşınıza anlı şanlı Osmanlı paşaları, sadrazamları
ve onların eteklerinin dibindeki sözüm ona ‘soylu’larımız çıkar.
1864’den bu yana ayaklarının üzerinde durmuş ve kültürünü
korumak için uğraşmış insanlar nasıl bir topluma gelmişlerdi?
Yönetim biçimi, devlet ahlakı nasıldı? (Bunlar için Araştırma
bölümümüzde bir yazı var okumanızı öneriyoruz: Osmanlı'da Ölüm
Çoktur)
Bu
yazıda çok net tarihi bilgiler var. Gerçi bu anlatılanları artık
sağır sultan bile biliyor. Çetin Altan'da bu konuda bir kitap
yazmıştı. Bugün; kendi dilinde yayın yapmak isteyen bir halkın
talebine “ayrılıkçı” damgası vurmanın nedenini buradan
görebilirsiniz.
Kısaca yazıdan birkaç örnek verelim. “I.Murat, babadan oğula
geçen saltanat geleneğini bozarak, padişah olması gereken
ağabeyi Halil’i öldürüp tahta geçti. Tahta geçtikten sonra diğer
kardeşi İbrahim’i de öldürttü. Daha sonra öldürecek kardeş ya da
akraba bulamayınca, öz oğlu Savcı Bey’i öldürüp cesedini şehrin
merkezine astı.”
Buyurun…
Yazıda bunun
gibi onlarca olay var. Yani, bir yönetim düşünün devletin
devamlılığı için kendi öz çocuğunu öldürebiliyor. Bu anlayıştaki
bir yönetim, sürgün edilmiş, kendiyle karşılaştırılamayacak
üstünlükte bir toplumun insanlarına ne yapacak? Ne yapacak
kızlarını alıp kızlarını vermeyecek. En basit anlatımla bu.
Devletin
devamlılığı bu denli ilkel bir yöntemle sürdürülebilir mi?
Elbette kız
alıp verme değil sorun. İşin acı yanı; anlayış.
Bugün; 2004
yılına birkaç gün kala Türkiye’nin en etkili gazetesinin en
etkili yazarlarından biri olan sayın Çölaşan'la, I.Murat
arasında ne fark var? Devletin devamlılığı prensibi anlayışında
aynı tavrı sergilemiyorlar mı?
Gerek Türkiye
gerek diğer ülkelerden Çerkeslerin siyasal olarak istedikleri
hiçbir şey yoktur. Türk devletinin bunu şimdiye kadar çoktan
görmesi gerekirdi. Şu anda talep edilen istekler de
‘ayrımcılık’la ilgili değil. Sayın Çölaşan Almanya’ya hiç mi
gitmiyor ya da Fransa’ya? Camilerden tutun kendi dilinde eğitim
veren okullarına kadar her türlü olanak bu ülkelerce veriliyor.
Ki, Türkler orada işçi olarak bulunuyorlar, istedikleri an büyük
kazanımlarla ülkelerine dönebilirler. Ancak Türkiye’deki
Çerkeslerin durumu böyle değil. Birincisi Çerkesler Türk
vatandaşı. İkincisi ülkelerine dönme olanakları her yönüyle
sıkıştırılmış. Yani bu insanlarımıza ‘ayrılıkçı’ damgasını
vurmak ne denli adilce?
Zor…
Gelişmemiş ülkede yaşamak zor. Burada yaşadığımız için size
Kanada örneği verelim. Bu ülkede onlarca farklı kültür ve din
üyesi insan yaşıyor. Kendilerine ait okullar, sosyal kurumlar,
yayınlar; anlayacağınız ne isterseniz var. Yeter ki siz isteyin.
Çerkesce ad mı koymak istiyorsunuz çocuğunuza? Buyurun takın.
Soyadınızı da sülale adınız mı olsun istiyorsunuz? Sorun yok,
buyurun.. Televizyon yayını yapmak istiyorum. Buyurun
Kendi dilimde eğitim veren okul açmak istiyorum. Buyurun
Yukarda sözünü ettiğimiz olanaklara Kanada’da yaşayan tüm
kültürler sahip. Buna karşın bir tek ayrılıkçı damgası yiyen
kültür yok. Herkes birbirine saygılı ve ülkesinin bayrağına
sahip çıkarak yaşıyor.
Türk bayrağı bizi rahatsız eder mi? Neden etsin?
Türk bayrağı bizi rahatsız eder mi? Evet eder, neden eder? Çünkü
bu ülke için hiçbir ayrılıkçı düşüncesi olmayan, askerliğini
yapan, vergisini ödeyen, savaşta ön cephelerde çarpışan
insanların kültürlerini korumak adına isteklerini ‘ayrılıkçı’
olarak gösterirseniz, rahatsız eder.
Keşke Türkiye’deki bütün Çerkesler Kanada’da olsalar demekten
kendimizi alamıyoruz.
Cumhuriyet döneminde Osmanlı kafası değişmedi, değişmeyecek.
İktidar ve devletin devamlılığı için her şey mubah mantığının
karşısında nasıl duracaksınız?
Sonuç olarak, 1864’de sürgün yiyen atalarımız, nasıl bir yere
geldiklerini hiç bilmiyorlardı. Onları ve sonraki kuşağı neler
beklediğini bilselerdi emin olunuz ölümü tercih edip
topraklarında kalmayı yeğlerlerdi.
Son Söz
Çerkes, doğruya eğri, eğriye doğru demeyendir. (Kuban)
|