Yıllık
iznimizde Kuzey Kafkasya Cumhuriyetlerinde şeriat devleti
kurmayı hayal eden katiller inanılmaz bir katliama daha imza
attılar. Bu olay üzerine birçok yorum yapıldı. Bundan sonra
da yapılacak. Biz dilimiz döndüğünce bu şeriatçı katillerin
ve onları işbirlikçilerinin dertlerinin başka olduğunu
anlatmaya çalıştık. Onların ne Çeçenya ne de Çeçen halkı
umurlarında. Ne yazık ki, canileri cesaretlendiren, onların
‘’alınlarından öpen’’ hemşehrilerimizde bu katliama ortak
olmuşlardır.
Marje ve
diğer mail gruplarında yapılan yorumların içinde sayın
Hulusi Üstün’ün değerlendirmesi son derece doğruydu. Hala
katillerin yaptıklarına kılıf bulan kişilerin varlığı da
olay kadar dehşet vericiydi.
Bu hafta sayın Üstün’ün Marje’ye gönderdiği yazıyı
sizlerle paylaşalım. Umarız, artık bu katiller
topaklarımızdan çekilip, kendi ülkelerine giderler.
‘’Şu saatlerde tamamen sona erdiğini haber aldığımız Osetya
eylemiyle Kafkasya’daki gelişmeler ve Çeçenya’daki sendrom
yeni bir açmaza girerken bize on yıllık Çeçen mücadelesinin
sağlıklı bir analizini yapmak suretiyle mücadelenin nereden
nereye geldiğini gözler önüne sermek düşüyor.
Son
eylemle birlikte Kafkasya'nın ne kadar süreceğini hiç
kimsenin bilmediği bir kaos döneminin içine düştüğü
kesindir. 1990'lı yılların başında son derece meşru ve
hukuki bir zeminde başlayan Çeçenya'nın özgürlük mücadelesi,
1994'te başlayan sıcak çatışmalarla dünya gündemine
oturmuştu. 1996 yılında Rus ve Çeçen hükümetlerinin devlet
başkanı düzeyinde taraf olduğu Hasavyurt ve Moskova
anlaşmalarıyla son bulan birinci savaş neticesinde Çeçen
bağımsızlığının hukuki meşruiyeti daha sağlam bir görünüm
almıştır. Bu dönemde Çeçenya ile ilgili değerlendirmeler
yapılırken Çeçen bağımsızlığı Bosna bağımsızlığıyla
kıyaslanır ve özdeşleştirilir hale gelmişti. Ayrıca bu
dönemde Çeçen sorununu terör uzmanları değil, uluslararası
hukuk uzmanları tartışıyordu.
Ne olup
bittiyse 1996 yılı sonrasındaki dört yıllık zaman dilimi
içerisinde olay çok farklı bir mecraya akmış ve Çeçenya
illegal örgütlerin uzantısı kişilerle dolmuştur. Başta Arap
ülkeleri olmak üzere İslam dünyasının çeşitli yerlerinden ve
batıdaki mühtediler arasından Çeçenya'ya giren
entelektüeliteden mahrum, dini bilgisi son derece yüzeysel
maceraperest serdengeçtiler Çeçen yönetiminden kopuk, hatta
Çeçen hükümetine rağmen oluşmuş bir güç olarak bölgede
kendilerini hissettirmişlerdir. Başlangıçta sayısal
yetersizliğinden ötürü ciddi bir sorun teşkil etmeyeceği
düşünülen bu güçler, zamanla Çeçenya'daki inançlı fakat
bilgisiz kitleden destek bularak genişlemiş ve kabul etsek
de etmesek de Dağıstan operasyonuyla ikinci savaşın fitilini
yakmışlardır.
Şamil
Basayev gölgesinde fakat aslında Hattap idaresindeki birkaç
yüz kişilik gücün Dağıstan'a girerek federasyon
topraklarında sıcak çatışma başlatması savunulamayacak bir
durum olmakla birlikte Çeçen hükümetinin cumhurbaşkanı
Mashadov bu grubun işgalinin arkasında durarak devlet
geleneğinde kabul edilemeyecek bir tecrübesizlik örneği
göstermiş ve ikinci savaşa gerekçe teşkil edecek bir olaya
sebep olmuştur. Yapılması gereken şey Dağıstan'a giren
grubun Çeçen hükümetiyle hiçbir ilgisi olmadığını dünyaya
bildirerek sınırı kapatmak olmalıydı. Tabii bunun pratikte
mümkün olup olmadığı tartışılır fakat belki bu suretle
binlerce cana mal olacak savaşın daha ucuz atlatılması
sağlanabilirdi.
Sonrası
birinci savaşla kıyas kabul etmeyecek şiddette ve dehşette
ikinci savaş perdesinin açılmasına neden olmuş ve Çeçenya
hukuki meşruiyet kazanmış olan bağımsızlığını tehlikeye
atmıştır.
İki savaş arasındaki dört yıllık süreç içerisinde bölgeye
dolan yabancı güçler iyi analiz edildiğinde bu insanların
Çeçenya'ya taşıdığı dini zihniyetin ne kadar yanlış olduğu
görülecektir. Dünyanın hiçbir ülkesinden destek görememiş
olan Çeçenler verdikleri ölüm kalım savaşında onların
yanında olmak isteyen bu bireyleri tabii ki reddetmemiş,
gönüllüleri kendilerinden görmüşlerdir. Fakat işin ilginç
yanı şudur ki Çeçenya'ya dünyanın çeşitli yerlerinden gelen
gönüllüler Çeçenleri kendilerinden görmemiştir. Şöyle ki,
çoğunlukla Vahabi görüş taşıyan bu insanlar, Çeçenleri
gerçek İslam’ı bilmeyen ve kendilerine dini tebliğ yapılması
gereken bir kitle olarak algılamışlardır. Onların gelenek
sentezli din anlayışlarını İslam’ın dışında görmüşlerdir.
Aynı anlayış Türkiye'de de yerleşik İslam kültürünü ve
tasavvufu dinin dışında değerlendirmektedir. Bu durumun
boyutlarını çok güzel bir şekilde ortaya koyan bir örnek
şudur ki, Çeçenya'da savaşan bir Arap gönüllü Arap basınına
"Çeçenya'da ölen siviller için Müslümanlar üzülmemelidir,
çünkü gerçekte onlar Sufist müşrikleridir" şeklinde
demeç vermişlerdir. Tabii ki bu gönüllüler kendilerini ne
Uluslararası Hukuk ne de Çeçen yasalarıyla bağlı
hissetmiyor, Çeçen kültürünü ve onların tarihi değerlerini
de önemsemiyorlardı. Kafirlerle savaş alanı olarak
Filistin'i, Mısır'ı, Irak'ı değil de Çeçenya'yı seçmelerinin
sebebi bu bölgedeki insan potansiyelinin direniş ruhunun
sağlamlığıydı.
Çeçenya'da savaşı Arapların yönlendirdiği intibaını
uyandıran Arapça kaset ve CD'leri İslam dünyasının her
tarafına yayarak finans desteği kazanan bu insanlar Çeçen
askeri gücüne bir alternatif olarak gün geçtikçe
güçlendiler. İki asırdır toprak kaybeden ve ezilmişlik
duygusu içinde olan İslam dünyası Çeçenya'dan gelen askeri
başarı haberleriyle coşmuş ve kime ulaştığını düşünmeden
destek yağdırmaya başladı. Dünyanın her tarafından adam
öldürdüğü ölçüde Tanrı rızasını kazanacağını sanan gençler
bir şekilde Çeçenya'ya sızmaya devam etti. Gönüllüler,
ellerindeki parasal güçten dolayı da savaş sebebiyle her
şeyini kaybetmiş halka kendilerini kabul ettirdiler.
Bunlar arasında akrabalık bağlarından dolayı Çeçenya'ya
savaşa giden sayıca az Kafkas asıllı gençler haricindeki
farklı milliyetlerden gönüllüler öldürdükleri insan sayısı
kadar ecir alacaklarını düşünüyordu. Oysa Çeçenler Rus
öldürmek için değil, memleketlerini savunmak amacıyla
savaşıyordu. Dolayısıyla Ruslara karşı savaşan bu iki
kitle arasında saik farkı vardı. Çeçenya Rus bombalarıyla
yaşanılmaz bir hal aldığında, yahut Çeçen halkı Sibirya'ya
sürüldüğünde Araplar entarilerini yanlarına alıp
memleketlerine dönebilecekti, fakat Çeçenler yurtsuz
kalacaktı.
Bu
gönüllüler arasında El Kaide denilen ucube örgütle ilgisi
bulunanların olması da şaşırtıcı değildir. Ayrıca dünyanın
bütün istihbaratları bu örgütlerin arasına kolaylıkla
sızabilirdi. Dolayısıyla Çeçenya direnişi başsız ve
reorganize bir şekilde her türlü provokasyon ve
yönlendirmeye açık bir şekilde devam eder olmuştu.
Putin'in
Türkiye seyahati gündeme geldiğinde ortaya çıkan "Kara Dul"
eylemleri de bu görüşleri açıklar özellikler taşımaktadır.
Düşen uçakların her birinde birer Çeçen kadının olduğu
açıklandıktan sonra eylemi merkezi Pakistan'da bulunan
İstambuli Tugayları adlı bir örgüt üstlenmişti. İstambuli,
Enver Sedat'a düzenlenen suikastın failiydi ve Çeçen
dağlarında Enver Sedat'ın adını duymuş on kişiye,
İstambuli'yi işitmiş bir tek kişiye tesadüf etmek imkan
dışıydı.
Eşini yitirmiş Çeçen kadınlarının Pakistan'daki bir örgütün
yönlendirmesiyle nasıl harekete geçebileceği, Çeçenler
gibi soyca kendilerine hiçbir ulusu akraba görmeyen bir
halkın Pakistanlılarca yönlendirilmesinin ne kadar mantık
dışı olduğunu sorgulamak hiç kimsenin aklına gelmemişti.
Son
Osetya eylemi, diğerlerine göre bir çok noktada farklılık
arz ediyor. Bu eylemin de Çeçenya'yı yurt tutmuş cahil ve
nekrofil psikolojiye sahip insanlar tarafından
gerçekleştirildiği şüphe göstermiyor. Üzerinde durulması
gereken asıl sorun bu insanların kimlerin yönlendirmesiyle
eylemin yerini, zamanını ve mağdurlarını seçtiği olmalıdır.
Faillerin
çoğunluğunun Çeçen olmadığı ortaya çıkmıştır. Eylemciler
arasında on Arap, bir Müslüman olmuş Rus ve bir Oset
bulunduğunu Rus televizyonundan öğreniyoruz. Aralarında kaç
Çeçenin olduğu henüz açıklığa kavuşmayan eylemi Çeçen
direnişçilerin temsilcisi olan Mashadov reddetmiş, eski
Çeçen hükümetinin sözcüsü Zakayev eylemi telin ettiğini
bildirmiştir. O halde bu terörü bir Çeçen eylemi olarak
kabul etmek doğru bir yaklaşım olmaz. Tıpkı
Avrasya eylemi gibi bu da Çeçen adını kullanan romantiklerin
fiilidir. Bu kez farklı olan taraf, bu eylemin her geçen gün
biraz daha etkisini arttıran küresel terörün şedit bir
parçası olduğu konusunda hiçbir şüphe duyulmamasındadır.
Eylemin yeri oldukça düşündürücüdür. Çeçen ve Çerkes
cumhuriyetleri arasında bulunan, çoğunluğunu Hıristiyan
Alanların oluşturduğu Osetya'nın kuzeyindeki Beslan şehri
Müslüman Digorların yaşadığı bir yerleşim yeri. Türkiye'deki
Kafkas diasporasının en muhafazakar kesimini Müslüman
Osetler oluşturmaktadır. Alan halkının yaşadığı diğer
cumhuriyet olan Gürcistan'a bağlı Güney Osetya'da son
zamanlarda meydana gelen kıpırdanmalar dolayısıyla, Güney
Osetya'nın Abhazya'yla birlikte savaşa doğru ilerleyen
Gürcü-Rus anlaşmazlığının kilitlendiği iki bölgeden biri
olduğu bilinmektedir. Güney Osetya'daki bağımsızlık
yanlılarına destek veren Rus hükümeti, Kuzey Osetya'da
gerçekleştirilen terörist eylemle zor duruma düşmüştür. Bu
da konunun Gürcü Rus anlaşmazlığı cephesini oluşturmaktadır.
Dolayısıyla akla eylemci fanatiklerin başka eller tarafından
yönlendirilmiş olduğu ihtimali gelmektedir. Bu gizli el
Gürcülere ait olabilir mi sorusu üzerinde düşünmek gerekir.
Eylemi yapanların bizim bildiğimiz anlamda Müslüman
olmadıkları da ortadadır. Çocukların rehin alınması, üç
gün boyunca sudan bile mahrum edilmeleri hangi kutsal
kitabın ayetine, hangi peygamberin sünnetine, hangi alimin
içtihadına dayanılarak açıklanabilir. Eylem Çeçen
direnişinde kendisini gösteren Kafkas savaş geleneklerine bu
noktada da tamamen aykırıdır. Rehin alma ve adam kaçırma
Kafkasyalıların Ruslarla olan savaşta sıkça başvurduğu bir
yöntem olmakla birlikte çocukların mağdur edildiği bir başka
örnek gösterilemez. Osetya'daki eylemde direnişçilerin
sergilediği tavır, kadın ve çocuklara karşı şiddet
kullanamayan Kafkasyalılara ait bir tavır değildir.
Eylemin
Putin'in Türkiye ziyaretine rastlaması tesadüf olamayacak
kadar enteresan bir zamanlamadır. Güney Kafkasya'da her
geçen gün etkisini arttıran Amerika'nın, Rus Türk
yakınlaşmasından ve iki tarafın çok kısa bir süre içinde
savaş dolu tarihlerini unutarak birbirlerine bu şekilde
iltifatlar yağdırmasından rahatsız olduğu ortadadır. Bir
faili meçhulü aydınlatmakta kullanılan ilk yöntem, suçtan
menfaat kesbeden kişinin kimliğinin tespitidir. Bu soruyu
eyleme uyarladığımız zaman eylemden menfaat sağlayanın
bölgedeki varlığı pekişen ve Gürcistan cephesinde bir puan
öne geçen Amerika olduğu da basit aklın keşfedebileceği bir
başka gerçektir.
Bundan
sonra ne olacak? Artık Çeçen bağımsızlık hareketinin dünya
kamuoyu tarafından destek bulması ihtimali kalmamış ve
Çeçenlerin bağımsızlığı bir elli yıl daha imkansız hale
gelmiştir. Ayrıca Kuzey Kafkasya'nın birleşik çıkarları da
bu eylemle ne kadar süreceği belli olmayan bir uyku dönemine
geçmiştir. Bölgedeki Rus operasyonları şiddetini arttırarak
devam edeceği için Çeçen halkının bölgedeki ulusal varlığı
da tehdit altındadır. Bu baskı mutlaka diğer Çerkes
cumhuriyetlerine de yansıyacak, bölgedeki Rus varlığı
güçlendiği için onların kültürel gelişimleri de kesintiye
uğrayacaktır.
Sonuç olarak bölgedeki Arap
gönüllüler başlangıçta eylemlerini arttıracak, ardından
tutunamayacaklarını anlayarak kurtardıkları Çeçenya'yı terk
edeceklerdir.
Küresel
terör, kendisine bir cephe olarak da Kafkasya'yı seçmiştir
ve Çeçen özgürlük savaşı bu cephenin gölgesinde kalmaktadır.
Çeçen bağımsızlık savaşı son on yılın değil, son dört asrın
gündemindedir. Durum onu gösteriyor ki daha uzun yıllar
gündemdeki yerini koruyacaktır. Yazık olan o ki, bugüne
kadar Şeyh Şamil'le, Dudayev'le onurlu kadınlar ve cesur
erkeklerle birlikte adı anılan bu halk artık dünya
kamuoyunun zihninde bebek katilleri olarak yaftalanmıştır.
Kaybeden
Kafkasya'dır.’’
Av.
Hulusi Üstün
SonSöz
Acımız büyük. Tüm Asetin hemşehrilerimizin acılarını
paylaşıyoruz.
|